Komisyon Başkanı: Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR (Ankara Üniversitesi),
Başkan Yardımcısı: Metin ATAMER (INTERWIND) Raportör: Serpil KOÇAK (TEAŞ),
Çalışmalara Katılan Komisyon Üyeleri (Soyadına göre alfabetik sıra ile): Zerrin Taç ALTUNTAŞOĞLU (EİEİ), Zafer ÇİZENEL (FENTEK-FENİŞ HOLDING), Faruk ÇOBAN (TEDAŞ), Önder DEMİRER (DEMİRER HOLDING), Rıza DURDU (İSTEK A.Ş), Prof. Dr. Nilüfer EĞRİCAN (İstanbul Teknik Üniversitesi), Selçuk KARADELİ (ETKB-EİGM)
Ali KOÇAK (MTA), Kemal KOMAN (EİEİ), Yusuf KORUCU (EİEİ), Serhat KÖKSAL (ETKB-APK), Orhan MERTOĞLU (ORME JEOTERMAL A.Ş.), Prof.Dr. Şener OKTİK (Muğla Üniversitesi), Prof.Dr. Necdet ÖZBALTA (Ege Üniversitesi), Aysun ÖZDEMİR (EİEİ), Nazan ÖZTÜRK (ETKB-EİGM)
GENEL SUNUŞ
Çalışmanın konusu olan yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları; güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, biomas, deniz enerjileri gibi birincil kaynaklarla birlikte, birincil enerji kaynaklarından üretilen hidrojen enerjisini içermektedir.
Fosil yakıta dayalı enerji kullanımı, fosil yakıt dışalımının büyümesi, ithalat giderinin artması gibi bir olumsuzluktan başka, çevre kirlenmesini artırmaktadır. Sürdürülebilir ekonomik büyüme açısından ithalatın ihracata oranının küçük olmasının önemi kadar, üretim güvenirliği olan enerji alt yapısının oluşturulması, sektörün çevre ile uyuşması önemlidir. Bu nedenlerle, yerel doğal zenginlikler konumunda olan yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım teknolojilerine bağlı olarak sağlayacağı kazanımlar vardır.
Enerji ithalatının fiziksel büyüklüğünün yanında parasal büyüklüğü ya da döviz gereksinimi büyük boyutlardadır. Petrol fiyatlarında görülen dalgalanmalar, 2000 sonrasında sürekli artış trendi biçiminde olacaktır. 2000-2020 arasında petrol fiyatlarının en az 22.4-42.0 $/varil, kömür fiyatlarının en az 52-68 $/ton ve boru hattı doğal gaz fiyatlarının da 104-135 $/103 m3 sınırlarında olması beklenmelidir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının planladığı ithalat miktarlarına, ayrıca yukarıda açıklanan fiyat trendlerine bağlı olarak, yalnızca taşkömürü, petrol ve doğal gaz ithalatı için taban değerler olarak cari fiyatlarla Türkiye’nin 2000 yılında 7787.2 milyon $, 2005 yılında 13285.0 milyon $, 2010 yılında 19952.7 milyon $, 2015 yılında 29538.4 milyon $ ve 2020 yılında da 42506.3 milyon $ ödeme yapması gerekmektedir. 2000-2020 döneminde yapılacak kümülatif ödeme toplamı ise en az 444187 milyon $’dır.
Yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, çevreyi olumsuz etkileyen fosil yakıt emisyonlarını azaltacaktır.Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının geliştirilmek istenmesinin bir nedeni de, dünyada sınırlı olan fosil yakıt rezervlerini tükenmekten olabildiğince korumaktır. Yenilenebilir enerji kaynakları tükenmez oluşları ve süreklilik göstermeleri önemlidir. Bu kaynakların teknolojik gelişiminin yeniliği ve klasik kaynaklarla ekonomik rekabet güçlükleri, enerji bütçelerinde arzulanan düzeylerde yer almalarını önlemiştir. Bununla birlikte, birçok ülkede özel teşviklerle hızlı gelişim görülmüştür. Ülkemizde ise konulara ilk olarak 1960-1970 döneminde el atılmakla birlikte, arzulanan gelişme sağlanamamıştır. Bunun nedenleri aşağıdaki gibi sıralanabilir.
• Yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının bugünkü kullanım düzeyi ve Şura Komisyon Başkanları toplantısında projeksiyon süresi olarak kabul olunan 2020 yılına kadar kullanım hedefleri hakkında, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı APK Kurul Başkanlığı ile TEAŞ Genel Müdürlüğü’nden, yalnızca Komisyon çalışmasında kullanılmak üzere, Şura Sekreteryası kanalından bilgi istenmiştir. Şura Sekreteryası’nın 13.10.1998 tarih ve S.26 sayılı yazısı ile alınan cevabi yazıda, ETKB/APKK/PFD kayıtlarına göre 1998-2020 döneminde jeotermal elektrik üretiminin 90 GWh/yıl olması, jeotermal ısı üretimi 179 Btep/yıl’dan 4783 Btep/yıl’a çıkması öngörülmektedir. Ayni yazıda güneş enerjisi kullanımının 98 Btep/yıl’dan 706 Btep/yıl’a çıkması, odun tüketiminin 18374 Btep/yıl olarak sürmesi, bitki ve hayvan artıkları (tezek) kullanımının 6486 Btep’den 8125 Btep’e ulaşması öngörülmektedir. Gönderilen cevabi yazıda, rüzgar enerjisi ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları yer almamaktadır. Şura Sekreteryası’nın 16.10.1998 tarih ve S. 31 sayılı yazısı ile TEAŞ Genel Müdürlüğü’nün konuya ilişkin cevabı, “yeni ve yenilenebilir enerjji kaynakları ile ilgili olarak 2000-2020 dönemi üretim planlaması çalışmasının henüz tamamlanamadığı” olmuştur.
• Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili çeşitli kuruluşlar var görünmektedir. Oysa, yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları bütünlük içinde sahipsiz kalmış ve birbirinden ayrı kuruluşlar koordinasyonsuz biçimde, görev yasaları ile çelişkili olarak bazı konularda görevlendirilmişlerse de, konu toplu ve tutarlı biçimde ele alınamamıştır.
• Ülkemizde gerek üniversiteler ve gerekse diğer araştırma kurumlarında bu kaynaklar üzerinde yapılmış araştırmalar, sayıca çok görülmekle birlikte, harcama olanaklarının sınırlı oluşu nedeni ile kapsamları dar, eşgüdümsüz ve birbirinden kopuk, yalın bazı konuların tekrarı biçiminde olup, teknoloji geliştirmeye yeterli düzeyde değildir.
• Türkiye’de zaman zaman gündeme gelen, planlama ve Ar-Ge çalışmaları yapacak ve/veya yaptıracak, teknoloji geliştirilmesi ve transferinde düzenleyici olacak, özel hukuk hükümlerine ve özerk statüye sahip Enerji Enstitüsü’ne gerek olmakla birlikte, kurulması gerçekleştirilememiştir.
• Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından yapılan genel enerji planlaması (birincil enerji talebi ve yerli birincil enerji üretimi) kapsamında, yeni ve yenilenebilir (alternatif) kaynaklara gereken yer verilmemiştir. Bunun temel nedeni, Bakanlıkta bu çalışmaların yapıldığı birimlerde konu uzmanlarının bulunmayışıdır. Bu çalışmaları yapılması ile görevli birim yöneticileri, yeni ve yenilenebilir kaynakları küçümseyebilmişlerdir.
• 3. Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlık çalışmalarından itibaren, Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonları raporlarında yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yer verildiği görülmektedir. 5. Beş Yıllık Kalkınma Planından itibaren, Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonları’na bağlı alt komisyonlar ve çalışma grupları ile bu konularda ayrıntılı özel raporlar hazırlanmıştır. Tüm bu hazırlık çalışmalarına karşın, kesinleşip uygulamaya konulan planlarda, yeni ve yenilenebilir kaynaklarla ilgili yeterli ve somut hedefler yer almamış, “yenilenebilir kaynakların kullanımı geliştirilecektir” gibi cümlelerle konu geçiştirilmiştir.
• Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı politikalarında gereken yeri almamış olması nedeniyle, uygulamaya aktarılan Kalkınma Planlarında da hedeflerden yoksun bırakılan yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına, ülkemizde teşvikler (subvansiyon, vergi indirimi ve vergi iadesi vs) uygulanmamaktadır.
• Gelişmiş ülkelerde yapılan çalışmalara bakıldığında, G7 ülkeleri, gelişmiş OECD ülkeleri ve Avrupa Birliği kapsamında, yeni ve yenilenebilir kaynakların geliştirilmesine özel teşvikler uygulanmaktadır. Türkiye’de ise teşvik konusunun gereken biçimde gündeme getirildiği bile söylenemez. Bugün pekçok ülkede alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi için özel yasalar çıkarılmış olmakla birlikte, Türkiye’de bu konu daha yeni konuşulmaya başlanmıştır.
• Fosil kökenli klasik enerji kaynaklarına karbon vergisi uygulanmalı ve bu verginin getirisi yalnızca yeni ve yenilenebilir kaynaklarınn geliştirilmesi için kullanılmalıdır.
• Diğer enerji konularında olduğu gibi yeni ve yenilenebilir alternatif enerji konularında da yerli ve yabancı sermayeye dayalı özel sektörün öncülüğüne gerek vardır. Oysa, özel sektörün bu alana yatırım yapmasını özendirici değil, caydırıcı bir mevzuat ve bürokratik işlemler topluluğu görülmektedir.
• Yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları tükenmez doğal kaynaklar olup, ekonomik açıdan serbest mal durumundadır. Kıt mal olmayan bu kaynakların, Anayasa’nın 168. maddesinde yer alan “tabii servetler ve kaynaklar” kapsamına sokulmaları bilimsel ve hukuki açıdan olanaksızdır. Buna karşın, yapılan uygulamalarda bu kaynaklara dayalı santrallar Yap-İşlet modeli yerine, Yap-İşlet-Devret modeli kapsamına sokulmuşlardır. Bu yanlışlığın en kısa zamanda düzeltilmesi ve geçmişte Yap-İşlet-Devret modeline göre verilen izinlerin, tüm sonuçları ile Yap-İşlet modeline dönüştürülmesi gerekir.
• Bilimsel açıdan enerji üretimi bir mal üretimi olduğundan, enerji kaynaklarıyla ilgili santral ve benzer üretim tesisleri kurma izinlerinin imtiyaz olmaktan çıkarılması, kamu ve özel sektör temsilcileri arasında yapılacak anlaşmaların özel hukuk kapsamında ele alınması ve Danıştay denetiminin kaldırılması gerekir. Bu amaçla Anayasa’nın 155. maddesinde bir değişiklik yapılarak, “imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerini incelemek” görevi, Danıştay görevi olmaktan çıkarılmalıdır.
• Yerli ve yabancı özel sermaye ortaklığı ile kurulacak santrallarda yatırılacak sermaye güvenliği açısından uluslararası tahkim sorun olmaktadır. Uluslararası tahkim Türkiye’nin imzaladığı bazı anlaşmalarla hukukumuza girmiş bulunmaktadır. Çünkü, Anayasa’nın 90. maddesi “usulune göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaları kanun hükmünde” kabul etmektedir. Bununla beraber, ilgili kanunlarımızda açık hükümler bulunmaması sorun oluşturmaktadır. Yapılacak yeni bir yasal düzenleme ile “uluslararası tahkim” açıklığa kavuşturulmalı ve kabul olunmalıdır.
KAYNAK BAZINDA AÇIKLAMA VE ÖNERİLER
GÜNEŞ ENERJİSİ
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı güneşten sağlanacak birincil enerji üretimini 2000 yılı için 121 Btep, 2020 yılı için 706 Btep olarak planlamıştır. Bu planlama yalnızca güneşli su ısıtıcıların, bugünkü gibi teşvik görmeden uygulanması sonucu doğal gelişimi yansıtmaktadır. Uygulamanın doğal gelişime bırakılması, ya da Bakanlığın planlamasında yer alan biçimde gelişmesinin öngörülmesi güneş enerjisinin kullanılmaması demektir.
Güneşli su ısıtıcılar teşviklerle yaygınlaştırılmalıdır. Pasif sistemlerle konut ısıtmada güneş enerjisi, yeni inşa olunan yapılarda teşvik olunmalıdır. Sanayide, özellikle düşük sıcaklıklı teknolojik ısı gereksinimi için güneş enerjisinden yararlanılmalı, elektrik üretim kaynakları arasında da yer almalıdır. Ekonomik ve teknik koşullara göre güneşten yapılacak enerji üretiminin 2000 yılında 287 Btep, 2010 yılında 1458 Btep ve 2020 yılında 3882 Btep olması önerilmektedir.
Güneş Ennerjisiyle İlgili Toplu Öneriler
• Güneş enerjisinden yararlanma potansiyeli, Türkiye’nin tüm bölgeleri için ciddiyetle ele alınmasını gerektiren bir büyüklüktedir. Güneş enerjisinden su ısıtma, konut ısıtma, pişirme, kurutma, soğutma, proses ısısı sağlama gibi ısıl kullanımlara ağırlık verilmeli, güneş enerjisinden elektrik üretimi uygulamaları teşvik edilmelidir. İlk etapta küçük güçlerde fotovoltaik uygulamalara yer verilmelidir.
• Türkiye’de güneş enerjisinden yararlanma konusunda politikaların belirlenmesine, kaynak yönlendirme ve teşvikler konusuna netlik kazandırılmasına gerek vardır.
• Ekonomik teşvikler konusu çok önemli olup, vergi indirimi, ucuz kredi ve subvansiyonlar uygulanmalıdır. Bugün güneş enerjisi sıcak su sistemleri lüks kabul olunarak %15 KDV ile vergilendirilmektedir. Bunun tamamen kaldırılması ya da en az %5’e indirilmesi gerekir. Üretici ve tüketicilere düşük faizli kredi uygulaması da güneş enerjili sistemlerin yaygınlaşmasını sağlayacaktır. Üreticiye uygulanan kredi faizlerinin yarıya indirilmesi ve geri ödeme döneminin 5 yıldan az olmaması gerekmektedir.
• Türkiye’de düz yüzeyli güneş kollektörleri ve güneşli su ısıtma sistemlerine ilişkin standartlar bulunmakla birlikte, tam uygulanmamaktadır. Dışarıya ihraç açısından yabancı alıcılar Türk Standardına uygun kollektörleri almamakta ve standart dışı özel isteklerde bulunmaktadırlar. Standart yeni olmakla birlikte gelişen teknolojiye göre geri kalmış durumdadır ve yenilenmesi gerekmektedir. Ayrıca, güneş mimarisine ve diğer öncelikli kullanım alanlarına ilişkin standardlar hazırlanmalıdır.
• Yapıların güneş enerjisi ile pasif ısıtılması ve serinletilmesi güneş mimarisi ile bütünleşik bir mühendislik konusu olarak ele alınmalı ve tek yapılardan öte yerleşim alanları ölçeğinde geliştirilmelidir. Bina ruhsatı verilirken, güneş enerjisinden aktif-pasif sistemlerle yararlanılıp yararlanılmadığı bir kriter olmalı, güneş enerjili sistemleri olan yapılara bina vergisi indirimi getirilmelidir.
• Güneş mimarisinin başarılı olması için yasayı da kapsayan yeni bir mevzuat gerekmektedir. Bu mevzuat “güneşten yararlanma hakkı” ilkesine uygun biçimde düzenlenmelidir. Yine bu mevzuat ve yasal düzenlemeye dayanarak “güneş mimarisi ve pasif güneş enerjisi uygulamaları ve teşviki” ile ilgili bir denetim mekanizması oluşturulması üzerinde durulmalıdır.
• Güneş enerjisinin aktif yöntemle yapı ısıtılmasından, seraların ısıtılmasına, tarımsal ve endüstriyel kurutmaya, endüstriyel ısı uygulamalarına, soğutmaya, metalurjik fırınlara dek çeşitli kullanım alanları üzerinde teknoloji seçimi ve ülkemiz koşullarına uygun geliştirilmesi üzerinde çalışılmalıdır. Özellikle güneşli soğutma konusu ülkemiz koşullarında tarımsal ürünlerin ve gıda sanayi ürünlerinin saklanılması açısından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
• Türkiye’de fotovoltaik güneş pillerinin kullanım düzeyi üzerinde yeterli veri olmamakla birlikte, yaklaşık 125 kW’lık bir kullanılır güç olduğu sanılmaktadır. Geleceğe yönelik kullanım projeksiyonları ise belirsizdir. Oysa, fotovoltaik üretim, gelecek açısından ihmal edilmemesi gereken bir konudur. Bu alanda hedef ve politikalar saptanmalı, PV panellerin Türkiye’de üretimlerinin ön görülüp görülmediği belirlenmelidir. Yerli üretim yönünde bir politika oluşturulacaksa, bu konudaki araştırmalar desteklenmelidir.
• Güneş fotovoltaik sistemleri trafik sinyalizasyonu, otoyollarda aydınlatma ve telefon iletişimi, orman kuleleri, deniz fenerleri, park ve bahçe aydınlatması, şebekeden uzak kırsal ünitelerdeki elektrik gereksiniminin karşılanması gibi alanlarda öncelikli uygulama bulabilirler. Bu tür kullanımlar pilot uygulamalarla Türkiye’de de başlatılmalı ve PV panellerin ekonomikliğine bağlı biçimde geliştirilmelidir.
• 1-5 kW gücündeki fotovoltaik güneş pili sistemlerinin şebekeye bağlanması için gerekli yasal düzenlemelerin bir an önce çıkartılması gerekmektedir. Bu mevzuat düzenlemesi Yap-İşlet modeli içinde yer almalı, bürokratik engellemelere takılmayacak biçimde çok basit bir prosedür içermelidir.
• Güneş termik elektrik santrallarının büyük güçlerde olanları fosil yakıtlarla (özellikle doğal gazla) entegre çevrimler kapsamında hibrid santral olarak geliştirilmektedir. Teknik ve ekonomik açıdan başarılı ilk uygulaması Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılmıştır. Türkiye’nin bu teknolojiyi yakından izlemesi gerekmektedir. Önümüzdeki 10 yıllık süreçte, 2005-2010 döneminde Türkiye’de ilk güneş-doğal gaz hibrid termik santralı kurulması konusunun gündeme sokulması gerekmektedir.
• Türkiye’de güneş enerjisi uygulamalarının yaygınlaştırılıp geliştirilmesi, gerekli kurumsal alt yapının oluşturulması, güneş enerjisi ile ilgili sanayiye ve tüketicilere teşvikler uygulanması için bir yasal düzenleme yapılması zorunludur. Bu amaçla güneş enerjisi yasası çıkarılmalıdır.
RÜZGAR ENERJİSİ
Türkiye’nin şebeke bağlantılı ilk rüzgar santralı, otoprodüktör santral olarak 1.74 MW güçte olmak üzere Çeşme-Germiyan’da 1998 Şubat ayında kurulmuştur. Yap-İşlet-Devret modeli ile inşa olunan 7.2 MW’lık ilk rüzgar santralı ARES’de Çeşme Alaçatı’da yeni kurulmuş bulunmaktadır. Yerli ve yabancı sermaye işbirliğine dayalı özel sektör girişimleri ile bu santralları diğerlerinin izlemesi beklenmektedir. 2x25.2 MW’lık Çeşme-Kocadağ, 30 MW’lık Çanakkale ve 10.2 MW’lık Bozcaada santrallarının sözleşmesi Danıştay incelemesi aşamasındadır.
Özel sektör tarafından Yap-İşlet-Devret modeli kapsamında 1996 yılında yapılan ilk üç başvuru ile toplam kurulu gücü 31.82 MW olacak rüzgar santrallarının kurulması istenmişti. Kasım 1998 sonu itibari ile başvuru sayısı 31’e yükselmiş olup, kurulmak istenen santralların proje güçleri toplamı opsiyonlu olarak 658.02-750.02 MW düzeyine ulaşmıştır. Söz konusu otuzbir projeden biri gerçekleştirilmiştir.
Türkiye’de resmi olarak somutlaştırılmış bir rüzgar enerjisi politikası ve geleceğe ilişkin hedef projeksiyonlar yoktur. Bu konuda ETKB Enerji İşleri Geneş Müdürlüğü’nün bazı öngörümleri ile üniversitelerden ve özel kesimden gelen görüşler vardır. Ülkemizde rüzgar santralları kurulmasına 500 MW’lık paket projelerle başlanması, her paket için ayrı teknik, ekonomik ve mali koşullar belirlenmesi istenmiştir.
İlk projelerde Ege ve Marmara kıyıları öncelik kazanmıştır. Yapılan başvurularla Çeşme yarımadasında 300 MW’a yakın rüzgar santralı kurulmak istenmektedir. Rüzgar elekriğinin enterkonnekte sistemimizi kesintisiz besleyebilmesi için, rüzgar santrallarının tüm yurt yüzeyine yayılması teşvik edilmelidir.
Türkiye’nin 2000 yılı rüzgar santral hedefi 300 MW’dan az olmamalıdır. Uygun teşviklerle bu değerin 500 MW’ı aşabileceği görülmüştür. Avrupa Birliği’nin eski enerji politikası hedeflerine göre ülkemizde 2005 yılında kurulu rüzgar gücünün 900 MW’dan az olmaması gerekmekte idi. Şimdi, Avrupa hedef büyütmüş durumdadır.
Başlagıçta da belirtildiği gibi, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı birincil enerji üretim planlamasında rüzgar enerjisi yer almamaktadır. ETKB Enerji İşleri Genel Müdürlüğü’nün, Şura 6. Komisyon Raporu hazırlık aşamasında belirttiği görüşle, kurulu gücün %2’sine bağlı olarak hedef belirlemiştir. Buna göre rüzgar kurulu gücü 2000 yılında 300 MW, 2005 yılında 900 MW, 2010 yılında 1300 MW, 2015 yılında 1700 MW ve 2020 yılında 2200 MW olabilecektir. Bu hedefler küçük olduğu gibi, %2’lik payın bir bilimsel anlamı bulunmamaktadır.
2005 yılı hedefi ülkemiz için 1300 MW düzeyinde olmalıdır. Bunun 2010 yılında 2900 MW’a, 2015 yılında 5100 MW’a ve 2020 yılı rüzgar kurulu gücü için 7800 MW’a yükseltilmesi önerilmektedir. Ancak, rüzgar santrallarının yıllık çalışma süresi teorik ortalama olarak 2500 h olup, kurulu kapasite %30 zaman faktörü ile değerlendirilmektedir. Burada önerilen hedefler Enerji İşleri Genel Müdürlüğü ve EİEİ görüşlerine göre yüksek olmakla birlikte, dünyadaki teknolojik gelişime paraleldir. Üstelik rüzgar kurulu gücü termik ve hidrolik kurulu gücüyle eşdeğer görmemek gerekmektedir. Teorik çalışma süresine göre 2020 yılında öngörülen rüzgar elektrik üretimi, toplam elektrik üretim hedefinin %3.2’si kadardır.
Rüzgar Enerjisiyle İlgili Toplu Öneriler
• Geçmişte su pompajında kullanımı önem kazanmış rüzgar enerjisinin, 1974 yılından sonraki Ar-Ge etkinlikleri sonucu günümüzde, elektrik üretim amacı ile kullanımı ön plana geçmiştir. Şu anda rüzgar santrallarında kullanılmak üzere 100 kW ile 1650 kW arasında çeşitli güç kademelerinde rüzgar türbinleri piyasada olup, yoğunluk 450-1500 kW güçlü türbinler üzerinde toplanmıştır. Ençok kullanılan türbinler 600 kW güçlü makinalardır. Rüzgar enerjisinden elektrik üretimi, konvansiyonel kaynaklarla ekonomik olarak yarışabilir duruma gelmiştir.
• Türkiye’de rüzgar enerjisi kullanımın gelişimi için “Ulusal Rüzgar Enerjisi Programı” hazırlanarak uygulamaya konulmalıdır. Uzun dönemli olması gereken bu programda, hedefler, yatırımlar, teşvikler, iletim hatları ve trafo güçleri, Ar-Ge konuları yer almalıdır.
• Türkiye’de rüzgar santralları kurulacak yerlerin ayrıntılandırılması için yerel rüzgar ölçümlerinin geliştirilmesi zorunludur. Enerji amaçlı ölçümler santral kurucusu firmalar tarafından yapılabileceği gibi, ilgili kamu kuruluşları tarafından saptanan yörelere ilişkin ölçümler firmalara sunulabilir. Bununla beraber, kamu sektörü bu ölçümleri yapmakta geç kalmış olduğundan, Türkiye’de önce ölçümler tamamlansın, ayrıntılı yöresel potansiyeller belirlensin ve rüzgar atlası oluşturulsun, sonra rüzgar santralları kurulsun demenin anlamı kalmamıştır. Ancak, Türkiye’nin sağlıklı rüzgar atlasını oluşturmaya yönelik yürütülmekte olan proje, en kısa zamanda sonuçlandırılmalıdır.
• Geleneksel teknolojilerde olduğu gibi rüzgar teknolojisinde de araştırmaya zamanında yatırım yapılmadığından, gerek üretim teknolojsinde ve gerekse bu sistemlerin uygulanması açısından teknoloji ve ürün (türbin, makina vb) ithali zorunluluk halini almıştır.
• Türkiye’de son olarak 31 rüzgar santralı kurma başvurusu yapılmıştır. Bunların tümü Yap-İşlet-Devret modeli kapsamındadır. Geçmişte Yap-İşlet modeli ile bir başvuru yapılmışsa da mevzuat eksikliğinden işleme konulmamıştır. Oysa, rüzgar santrallarının tamamının enerji alım garantili, Yap-İşlet modeli kapsamında yapılması gerekir. Bu amaçla özel bir yasa çıkarılmalıdır. Bu konuda Bakanlıkça, tüm yeni ve yenilenebilir kaynakları kapsamak üzere (rüzgar, dalga, güneş, çöp, çöp gazı, biyokütle) hazırlanmış bir tasarı ile Rüzgar Enerji Santralları Sanayi İşadamları Derneği (RESSİAD) tarafından hazırlanan, gereği yapılması için Cumhurbaşkanlığınca Hükümete gönderilen “Rüzgar Enerjisi Santralları Kanun Tasarısı” vardır. Bakanlığın hazırlamış olduğu tasarı da içerik bakımından daha çok rüzgar santrallarını kapsar durumdadır. Bu tasarılar birleştirilerek, rüzgar enerjisine özgü bir yasa en kısa zamanda çıkarılmalıdır.
• Türkiye’de rüzgar santralları kurulmasına 250-500 MW’lık paket projelerle girişilmelidir. Yörelere göre belirlenecek bu paket projelere ilişkin olarak iletim güvenliği sağlanmalı, geliştirilecek iletim hatları konusunda ruzgar santralı kurucusu özel sektör kuruluşlarının görüşleri alınmalı, ilgili komisyon toplantılarına özel sektör temsilcileri katılmalıdır. Beşer yıllık aralıklarla hedeflenen rüzgar kurulu güçleri plan ve programlara geçirilmelidir. Her paket için ayrı teknik, ekonomik ve mali koşullar belirlenmelidir.
• Her paket kapsamında gerçekleştirilecek tesislerden üretilecek elektriğin TEAŞ/TEDAŞ ve/veya görevli şirket tarafından hangi fiyattan satın alınacağı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca bölgelere bağlı olarak enerji alım fiyatları uluslararası ortamda ilan olunmalı ve teknik şartları yerine getiren yatırımcılarla hiçbir fiyat pazarlığı yapılmadan anlaşma sağlanmalıdır. Üretilen enerjiye %100 alım garantisi verilmesi, belirli bir kapasiteye ulaşana kadar (örneğin toplam elektriksel kurulu gücün % 5-7’sine ulaşılana kadar) sabit bir fiyat deklare edilerek, istikrarlı bir piyasa oluşturulması, rüzgar santrallarının kurulmasını özendirecektir.
• Ulusal enterkonnekte sisteme bağlanacak rüzgar türbin ve çiftliklerinin bağlantı kolaylıkları için rüzgar potansiyeli zengin olan yörelerde trafo güçlerinin ve hat kapasitelerinin artırılmasına gidilmeli, trafo gücü yetersizliği, hat yetersizliği bahanesi ile hiçbir santral başvurusu döndürülmemelidir. Rüzgarlı yörelerde gerekli hat kapasitesinin artırılması için üretimci firmaların da görüşleri alınarak, çalışmalara hızla girişilmelidir. Ülkemizde kısa devre gücünün %5’ini aşmayacak biçimde rüzgar santrallarının sisteme bağlanması için getirilen bir kısıtlama vardır. Bu %10 düzeyine çıkarılabilir görülmektedir. Güç sınırlamasının yanısıra, diğer karakteristiklerinin şebekeye uygunluğu aranmalıdır. Güç faktörü (cos ) başta olmak üzere, harmonik oluşturma etkisi ve empedansı üzerinde durulmalıdır.
• Rüzgar santralları dönemine adım atılırken, başka ülkelerin eski rüzgar santrallarını yenilemek için söküp ucuza satacakları küçük güçlü kullanılmış rüzgar türbinleri ile rüzgar çöplüğü alımından özenle kaçınılmalıdır ve yeni üretilmiş mal olması koşulu getirilmelidir.
• Fizibilite raporu ve projelerde makina gücü ve karakteristikleri önemli olup, bunun belli bir firmanın türbinine bağlanması ise sakıncalıdır. Santral yapımcısı üretici firma, ayni güç ve özellikteki makinayı inşaat aşamasında dünya piyasasından serbestçe seçebilmelidir.
• Ormanlık alanlarda kurulması gereken üretim tesislerinden orman köylüsüne yardım, ağaçlandırma ve erozyon fonu tamamen kaldırılmalıdır. Ancak, doğrudan ormana zarar vermesi veya ağaç kesilmesi durumunda etkilenen araziye ve kesilen ağaca bağlı olarak bedel alınmalıdır. Bu arada, her derece doğal sit alanına rüzgar santralı kurulabilmelidir.
• Belli bir proje sahası ile Bakanlığa ön başvuruda bulunan firmalara, ön izin verilmesini müteakip 1 yıl süreyle, ayni alana başka firmaların girmesi önlenmelidir.
• Yerleşim birimlerinin rüzgar santrallarına işletme süresi boyunca 500 m’den fazla yaklaşmasına ve imar sahası içinde bulunan başvurulara izin verilmemelidir
• Gerekli teknoloji aktarımları ile yerli rüzgar türbini endüstrisi oluşumuna önem verilmelidir. Bu tür türbinler ülkemizde TAI fabrikaları gibi modern işletmelerde kolaylıkla üretilebilecek niteliktedir. İlk uygulamalardan başlayarak Türkiye’de yapılacak bölümlerin dışalımından kaçınılmalı, bir süre sonunda bütünü ile yerli üretime dayalı, Orta Doğu ve Orta Asya pazarına ürün satabilecek rüzgar türbin sanayi oluşturulması düşünülmelidir. Ancak, bu konuda rüzgar projelerinin yeri ve pazar durumu iyi etüt edilmelidir.
• Danimarka rüzgar sanayinde 12 000 kişinin çalıştığı göz önüne alınırsa, rüzgar türbini sanayinin Türkiye’de enerji sektörüne katkıdan başka istihdama destek olabileceği görülür. Türkiye’de yeni istihdam olanakları yaratılması açısından konu oldukça önemlidir.
• Gücü 10 kW’dan küçük olan ve konutlarda otoprodüktör olarak kullanılacak küçük makinaların gelişimine de olanak tanınmalıdır. Ancak, küçük otoprodüktörlerin elektrik sistemine bağlanmalarının yarar ve sakıncaları değerlendirilerek, bu konuda politika oluşturulmalıdır.
• Denizler sürtünme azlığı nedeni ile rüzgar hızının büyük olduğu alanlardır. Bu nedenle, rüzgar potansiyeli yüksek Ege körfezlerine ve derinlik açısından uygun Güney Marmara kıyılarına öncelik verilmelidir.Türkiye’de deniz alanlarda, başlangıçta özellikle Ege’de kıta sahanlığı içinde bulunan kayalık ve adacıklarda, sığ yerlerde deniz tipi rüzgar santrallarının kurulması özendirilmelidir.
• Rüzgar potansiyeli saptanması, yer seçimi, rüzgar çiftliği dizaynı, rüzgar enerjisi çevrim sistemleri üzerine yapılacak Ar-Ge çalışmaları, teknoloji geliştirici yönde devletçe desteklenmelidir. Ancak, devlet kaynaklarının sınırlı oluşu göz önünde tutularak, bu çalışmalara büyük ölçüde özel sektör finansman desteği sağlanması gereklidir.
JEOTERMAL ENERJİ
Türkiye’de saptanan 140 jeotermal alan prodüktif biçimde değerlendirme beklemektedir. Jeotermal kaynaklarımız daha çok merkezi ısıtmaya, endüstriyel proses ısısına ve kaplıca maksatlı kullanıma uygundur. Türkiye’de jeotermal kanununun olmaması, jeotermalin sahibinin ve kontrol mekanizmasının bulunmaması, jeotermal aramalara devlet katkısının azlığı, jeotermal kuyu riskinin devlet tarafından üstlenilmemesi, yeterince finansman ve kredi sağlanamaması, jeotermalin yeterince değerlendirilmemesine neden olmuştur.
Bugün için Türkiye'de yaklaşık 50 000 konut eşdeğeri hacim jeotermal enerji ile merkezi olarak ısınmaktadır. Jeotermal ile Türkiye'de merkezi olarak ısıtılan yerler; Gönen (3000 konut, devreye alma: 1987), Simav (2700 konut, devreye alma: 1991), Kırşehir (1800 konut, devreye alma: 1994), Kızılcahamam (2000 konut, devreye alma: 1995), Balçova (6500 konut, devreye alma: 1996), Narlıdere (700 konut, devreye alma: 1998), Sandıklı (1000 Konut, devreye alma: Mart 1998), Afyon (4000 konut, devreye alma: 1996), Kozaklı (700 konut, devreye alma: 1996). Sayılan bu sistemlere konut bağlantıları devam etmektedir. Birçok jeotermal merkezi ısıtma sistemlerinde reenjeksiyon (yeraltına geri verme) uygulanmaktadır.
Türkiye'de yaklaşık 50 000 konut eşdeğeri (350 MWt) ısıtma değerine 190 adet kaplıca maksatlı kullanımda (285 MWt) dahil edildiğinde, jeotermalin direkt kullanım kapasitesi olan 635 MWt'a ulaşmaktadır. Bu kapasite ile Türkiye jeotermal enerjinin direkt kullanımı açısından dünyada ilk 5'e girmektedir. Jeotermal enerji kaynağı olarak konut ısıtma teorik potansiyeli beş milyon konut olmasına rağmen, teknik ve ekonomik kullanılabilirlik ve pazar açısından, yani enerjiyi tüketecek mevcut talep ve pazar büyüklüğü yönünden ısıtılabilecek konut kapasitesi bir milyon konuttur.
Bugün Türkiye'de 40-45°C'lik jeotermal sularla hacim ısıtması yapılmaktadır. Jeotermal akışkanların 40°C'nin üzerindeki sıcaklıkların hacim ısıtmada değerlendirilmesi, 40°C düzeyindeki suyun da kaplıca amaçlı ayrı değerlendirilmesi, jeotermal akışkanların entegre kullanımlarını sağlamakta, teknik ve ekonomik üstünlük getirmektedir
Konut başına düşen jeotermal merkezi ısıtma sistemi maliyeti (şebeke ve sistem dahil, ev içi kalorifer tesisatı hariç) 2000 $ olmaktadır. Bir başka anlatımla, ısıtma uygulamalarındaki kuruluş maliyetleri 300 $/kWt kadardır. Jeotermal merkezi ısıtma sistemi yatırımları kendilerini en geç 5-10 yılda geri ödeyen, alt yapı hizmeti getiren, kömür, fuel oil, elektrik ve döviz tasarrufu sağlayan enerji üretimi ve çevre koruma (sıfır emisyon) yatırımlarıdır. Jeotermal ile ısınma birim enerji maliyeti; doğal gaz birim enerji maliyetinden daha ucuz olup 1/4 ile 1/7 oranları arasındadır.
Türkiye’de jeotermal enerji ile 50 000 konut eşdeğeri ısıtmanın sonucunda yılda 700 000 ton CO2 emisyonu havaya atılmamış olmaktadır. Ayrıca, şu andaki mevcut 50 000 konut eşdeğeri ısıtma sayesinde zararlı emisyonların havaya atılmaması, 400 000 aracın trafikten kaldırılması ile eşdeğerdir.
Dünya genelinde kurulu jeotermal elektrik santralları kapsamında Türkiye, 20.4 MWe kurulu güçlü Denizli-Kızıldere Santralı ile 14. sırada yer almaktadır. Ancak, bu santral 12-15 MWe güçle çalıştırılmaktadır. Kızıldere santralının teknolojisi eskidir. Separatör çıkışından 700 t/h kütlesel debi ve 147 oC sıcaklıkla çıkan akışkan havaya buhar ve Menderes Nehri’ne sıcak su olarak atılmaktadır. Oysa, bu akışkan Denizli’de merkezi kent ısıtması ve ikincil enerji üretimi için kullanılabilir. Santral özelleştirme kapsamına alınmış olup, özelleştirilmesinde elektrik+ısı projesinin uygulanması temel kriter olmalıdır.
Aydın-Germencik’de 100 MWe gücünde santralı besleyecek potansiyel bulunmakta ise de, şimdilik 25 MWe gücünde bir santral kurulma aşamasındadır. Germencik’de ölçülen en yüksek rezervuar sıcaklığı 230 oC dir. Aydın-Salavatlı ve Çanakkale-Tuzla’da sırasıyla 171 ve 173 oC sıcaklıklı ve kullanılabilir potansiyeli 50-100 MWe arasında olan rezervuarlar bulunmaktadır. Yüksek entalpili sayılan bu dört sahanın dışında, orta entalpili olan Kütahya-Simav’da ikili çevrim teknolojisiyle elektrik üretilmesi olanaklıdır.
Elektrik üretim potansiyeli, aramaların geliştirilmesine ve orta entalpili akışkanlardan elektrik üretiminde yararlanılmasına bağlı olarak 1000 MWe düzeyine çıkarılabilecek görünmektedir. Jeotermal elektrik santrallarının birim kuruluş maliyetleri 850-1250 $/kWe düzeyindedir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı jeotermal enerji üretimini 2000 yılı için 432 Btep ve 2020 yılı için de 4860 Btep olarak planlamıştır. 2000-2020 döneminde her yıl jeotermal elektrik üretimine ayrılan pay birbirine eşit olmak üzere 77 Btep/yıl düzeyinde kalmaktadır. Türkiye’de birincil kaynak olarak jeotermal enerji üretiminin 2000 yılındaki 432 Btep’den 2020 yılında bugün kanıtlanmış potansiyellerle en az 5250 Btep’e çıkarılması olanaklı görülmektedir. Hedef olarak, 2010 yılında 500 MWe jeotermal santral, 500 000 konut eşdeğeri (3500 MWt) hacim ısıtma ve 895 MWt kaplıca ve diğer kullanım alınmalıdır. 2020 yılında ise, elektrik santralı için 1000 MWe, hacim ısıtma için 1 250 000 konut eşdeğeri (8300 MWt) ve 2300 MWt de kaplıca ve diğer kullanım hedeflenmelidir.
Jeotermal Enerjiyle İlgili Toplu Öneriler
• Jeotermal enerji hipertermal alanlardan çıkan, içinde mineral ve çeşitli tuzlar içerebilen sıcak su, buhar ve gazlar biçimindeki jeotermal akışkanın değerlendirilmesiyle kullanılabileceği gibi, bazı teknik yöntemlerle yerin derinliklerindeki sıcak kuru kayalardaki ısının değerlendirilmesiyle de kullanılabilmektedir. Türkiye’de saptanan 140 jeotermal alan prodüktif biçimde değerlendirme beklemektedir.
• Türkiye’de jeotermal kanununun olmaması, jeotermalin sahibinin ve kontrol mekanizmasının bulunmaması, jeotermal aramalara devlet katkısının bulunmaması, jeotermal kuyu riskinin devlet tarafından üstlenilmemesi, yeterince finansman ve kredi temin edilememesi, jeotermalin yeterince değerlendirilememesi sonucunu ortaya çıkarmıştır. Özellikleri nedeniyle, halen yürürlükte olan maden, yeraltı suları, kaplıcalar ve madensuları ile ilgili yasalar çerçevesine alınmasında büyük sakıncalar olan bu kaynak için, özel hazırlanmış olan yasa taslağının incelemeleri gerekli komisyonlarda yapılarak yürürlüğe konulması, ülkemizde büyük bir potansiyele sahip bu kaynağın değerlendirilmesi açısından büyük yarar sağlayacaktır
• Jeotermal enerjide uluslararası işbirliğine gidilmesi; finans kaynağı, ekipman ve bilgi transferi açısından sahaların bir an önce devreye girmesinde yararlı olacaktır. İthal edilmesi gerekli ekipmanlar için gümrük muafiyeti konması ve KDV uygulanmaması, bu konudaki güçlükleri büyük ölçüde azaltacaktır.
• Jeotermal sektöründe ilk uygulamalar termal tedavi, kaplıca turistik tesisleri ile sera uygulamaları şeklinde başlamıştır. Bu uygulama oldukça da popüler olmuştur. Bu popülariteye kapılarak yanlış ve hatalı onlarca tesis yapılmış ve bunlar bugün atıl halde beklemektedir. Amerika, Fransa, İtalya ve Japonya'da reenjeksiyon, yani jeotermal akışkanın tekrar yeraltına verilmesi yasalarla zorunludur. Türkiye'de bilinçsiz uygulamalar nedeni ile reenjeksiyonun yapılmaması, jeotermalin yanlış değerlendirilmesini ortaya çıkarmış, bilinçsiz bazı yanlış uygulamalar nedeni ile jeotermal zarar görmüştür (Denizli-Kızıldere, Afyon’daki bazı uygulamalar). Jeotermal enerjinin çevre dostu karakterde kullanılması için tüm dünyada yasalarla zorunlu hale getirilmiş olan reenjeksiyon uygulamasının yerine getirilmesi hem rezervuar parametrelerinin korunması hem de jeotermal suyun çevreye atılmaması için şarttır.
• Jeotermal alanların kullanım imkanlarının belirlenerek, entegre tesisler halinde planlanmaları ve böylece kullanılmaları teşvik edilmelidir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı’nda Jeotermal Değerlendirme ve Koordinasyon Kurulu'nun oluşturulması gerekli görülmektedir. Bu kurul Enerji Bakanlığı Müsteşarı Kurul Başkanı olmak üzere, Çevre Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı'nın ilgili Müsteşar Yardımcıları, İçişleri Bakanlığı'nın Mahalli İdareler ile ilgili Müsteşar Yardımcısı, DPT Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığının uzmanları, MTA Genel Müdürü, Türkiye Kalkınma Bankası, İller Bankası ile ilgili sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden ve konuyla ilgili üniversite profesörlerinden oluşmalıdır. Projeler bu kuruldan geçtikten sonra uygulamaya sokularak, sektör disipline edilecek, standart altına alınacak ve ekonomik olmayan, tekniğine uygun olmayan jeotermal uygulanmasına engel olunarak milli servetin heba olması ve vatandaşın mağdur olmasının önüne geçilecektir.
• Enerji ve Çevre Bakanlıklarının, jeotermal zenginliğimizi halkımızın ve çevremizin yararına değerlendirilmesini sağlamak için, bir "Jeotermal Değerlendirme" seferberliği başlatması, bu suretle sektöre sahip çıktığını göstermesi yararlı olacaktır.
• Jeotermal merkezi ısıtma-soğutma ve değerlendirme yatırımlarına en üst düzey Devlet Teşviki sağlanmalıdır. Jeotermal Merkezi Isıtma'da teknik ve ekonomik olabilirliği getiren; a) jeotermal saha büyüklüğü, b) jeotermal akışkanın sıcaklığı, c) muhtemel jeotermal potansiyel debisi, d) jeotermal alan ile şehir arasındaki mesafe ve e) şehir büyüklüğü (uygun ev sayısı yani pazar büyüklüğü) gibi, bu beş önemli parametre çok iyi incelenerek, optimize edildikten sonra projelere onay verilmesi doğru olacaktır.
• Mevcut jeotermal kuyuların yetersiz kaldığı bilinci ile daha fazla araştırma yapılarak, jeotermal kuyuların açılmasına hız vermek gerekmektedir. MTA’nın programı kapsamında daha fazla kuyu yapması sağlanmalı, il özel idarelerinin ve belediyelerin finansman sağlayarak yaptırdıkları kuyular için kuyu riski sigortası getirilmelidir. Yerli ve yabancı özel sermaye şirketlerine de jeotermal kaynak arama, kuyu açma ve işletme hakkı yasa ile tanınmalıdır. Türkiye’de yılda 100 civarında kuyu açılması hedeflenmelidir. Kuyu riski sigortası uygulanmalıdır.
• Jeotermal elektrik üretimine uygun olan sahaların yap-işlet-devret ve/veya tercihan Yap-İşlet modeliyle elektrik enerjisi üretiminde, bunun dışında kalan ısıtmaya uygun sahalarda Özel İdarelerin, Belediyelerin ve özel sektörün merkezi ısıtma tesisleri kurmasına ve işletmesine izin verilmeli, daha verimli işletilmesi olanaklı olacak Özel İdare ve Belediye tesislerinin özelleştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Böylelikle, jeotermal kaynaklarımızın değerlendirilmesinde bir atılım gerçekleştirilecek, jeotermal kullanım hız kazanacak, uygulamalar belli bir sisteme oturacaktır
• Jeotermal enerji alanında bazı idari düzenlemeler gerekmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile TEAŞ bünyesinde özel birim oluşturulması, MTA arama çalışmalarını artırıcı düzenlemeler yapılması bu kapsamda sayılabilir.
• Jeotermal enerji ile ilgili dünyadaki yeni gelişmelerin yakından izlenmesi, ilgili uzmanların bu konularda yeterince bilgi birikiminin geliştirilmesine özen gösterilmesi, deneyim kazanmalarına ve sektörde tutulmalarına olanak tanınması, uluslararası kuruluşlar ile ortak projeler geliştirilmesi, gerekli patent (know-how) transferleri yapılması gerekmektedir.
• Jeotermal enerjide potansiyel geliştirme, yeni kuyular açma gibi işlemlerin yanısıra, jeotermal kaynakların gelişmiş teknoloji ile yüksek verimli ve entegre kullanılmalarına yönelik Ar-Ge çalışmaları artırılmalıdır. Düşük sıcaklıktaki jeotermal akışkanla elektrik üretimine yönelik, yeni teknolojilerle değerlendirilmeleri üzerinde araştırmalar yoğunlaştırılmalıdır. Ayrıca, kuru kaya jeotermal olanakları değerlendirilmesi de araştırılmalıdır.
• Türkiyede jeotermal enerjinin gelişimini hızlandıracak yasal düzenlemelerin bir an önce yürürlüğe girmesi gerekmektedir. Türkiye’de bir jeotermal yasası yoktur. Tükenmez kaynak jeotermal enerji tabii servet kavramının dışına çıkarılmalıdır. Tükenir kaynak petrol için yerli ve yabancı özel sermayeye tanınan hak, tükenmez kaynak jeotermal için de tanınmalıdır. Buna uygun bir jeotermal enerji yasası yasalaştırılmalıdır.
BİOMAS ENERJİ
Birincil enerji kaynakları açısından Türkiye'nin enerji bütçesine bakıldığında, son on yıldır hemen hemen sabitleşmiş verilerle yılda 18 milyon ton odunun üretilip tüketildiği görülmektedir. Türkiye baltalıkları, hem verim düzeyleri ve hem de yetiştirilen ağaçların ısıl değerleri düşüktür. Ülkemizdeki baltalıkların verimi 0.85 t/ha ve birim gücü de 0.33 kW/ha gibi çok yetersiz düzeydedir. Bu nedenle ülkemizdeki yakacak odun üretiminin verimli plantasyonlara dayalı biçimde enerji ormancılığı anlayışı ile yeniden düzenlenmesi zorunlu bulunmaktadır.
Kesin istatistik veriler olmamakla birlikte hayvan ve bitki artığının (açık deyişle tezeğin) üretim ve tüketimi son on yıldır 11 milyon tondan 6.6 milyon tona düşürülmüş bulunmaktadır. Geçmişten bu yana süren bu klasik ve ilkel biomas kullanımı, dünya ortalaması altında enerji tüketen Türkiye'nin enerji sektörünün yeterince gelişmediğinin ve yetersizliğinin bir başka kanıtıdır. 1997 yılı verilerine göre yerli enerji üretiminin %25.5'i odun ve tezekten sağlanmış, toplam birincil enerji tüketiminin ise %9.8'i odun ve tezek ile karşılanmıştır.
Türkiye’de enerji ormancılığı ve enerji tarımı hızla geliştirilmesi gereken konulardır. Enerji ormancılığı için uygun alanın yaklaşık %15 kadarı değerlendirilmiş durumdadır, ama %85'i beklemektedir. Enerji tarımı ise hiç el atılmamış bir konudur. Ülkemizde enerji bitkileri tarımına C4 tipi bitkilerle ve özellikle Miscanthus ve tatlı sorghum ile başlanmalıdır.
Miscanthus’ün çeşitli türleri olup, özellikle Miscanthus Sinensis (Giganteus) Türkiye için uygun bir tip olarak görülmektedir. Miscanthus Sinensis ile sağlanacak enerji verimi 1. yetiştirme yılında 18-19 GJ/da.yıl, 2. yetiştirme yılında 32-35 GJ/da.yıl kadardır. Tarlada 15-20 yıl kadar kalabilmekte ve her yıl hasat olunmaktadır. Enerji hububatında bu değer 18-25 GJ/da.yıl, hızlı büyüyen ağaç türleri (kavak, söğüt vb.) ile 19 GJ/da.yıl olduğundan, Miscanthus’un avantajı açıkça görülmektedir.
Tatlı sorghum hem yakıt alkolu ve hem de katı bioyakıt üretmeye uygun bir bitkidir. Bugün yetiştirilmeyen, ancak Türkiye koşullarına uyabilecek enerji bitkileri araştırılarak deneme kültürlerine başlanmalıdır. Enerji bitkileri ile ilgili hibrid tohum üretimi, enerji tarımının mekanizasyonu çözümlenmesi gereken konulardır. Enerji bitkileri yetiştiriciliği kırsal kesimde yeni iş alanları açacaktır. Katı yakıt olarak kullanılacak biomasın sanayi tesislerinde ve termik santrallarda yüksek verimle yakılabilmesi için akışkan yataklı kazanlar geliştirilmesi üzerinde durulmalıdır.
Türkiye’de biogazla ilgili çalışmalar 1957 yılında başlatılmıştır. 1975 yılından sonra Topraksu ve 1980’li yıllarda Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kapsamında yürütülen çalışmalar, uluslararası bazı anlaşmalarla desteklenmiş olmasına karşın, 1987 yılında anlaşılamayan bir nedenle kesilmiştir. Türkiye’de biogaz potansiyelinin 1400-2000 Btep/yıl düzeyinde olduğu belirtilmektedir. Buna karşılık yakacak tezek miktarı azalmaktadır. Ancak, bugün Türkiye’de biogaz konusu üzerinde çalışan hiçbir kamu kuruluşu bulunmamaktadır. Ülkemizde biogaz çalışmaları yeniden başlatılmalı, bölgelerde kurulacak pilot tesisler yaygınlaştırılmalıdır.
Türkiye’de çöp termik santrallarının kurulmasına girişilmiştir. Söz konusu girişimler Yap-İşlet-Devret Modeli kapsamında sürdürülmektedir. Bunlardan 45 MW güçte ve net enerji üretimi 302 milyon kWh/yıl olacak Adana Çöp Santralı’nın sözleşmesi imzalanmıştır. 10 MW güçlü ve 76.8 milyon kWh/yıl kapasiteli Mamak Çöp Gazı Santralı’nın sözleşmesi Danıştay’dan geçmiş ve imza aşamasına gelmiştir. 1.4 MW güçte olan Bursa Çöp Gazı Santralı otoprodüktör statüde gerçekleştirilmiştir. Toplam 7.2 MW’lık İzmit Çöp Santralı da otoprodüktör statüde işletmede bulunmaktadır. Ayrıca, başvuru aşamasında olan 18.8 MW güçlü Mersin Çöp Santralı ve 12.5 MW güçlü Tarsus çöp santralı vardır. Bu santralların dışında olmak üzere, 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu çalışmasında İstanbul’da 125 MW, Ankara’da 40 MW, İzmir’de 30 MW’lık çöp santrallarının kurulması istenmişti. Çöp santralı kurulabilecek illere Antalya, Diyarbakır, Eskişehir, Konya ve Sakarya eklenmelidir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı odun ile hayvan ve bitki artıklarına dayalı olarak klasik biomasdan enerji üretiminin 2000 yılında 6963 Btep ve 2020 yılında 7530 Btep olmasını planlamıştır. Modern biomas enerji üretimi ise hiç öngörülmemiştir. Oysa, ticari olmayan klasik biomas enerji üretiminin giderek azaltılması ve modern biomas enerji üretimine başlanarak, bu üretimin artırılması gerekir. Klasik biomas üretiminin 2000 yılında 6963 Btep, 2010 yılında 5734 Btep ve 2020 yılında 3980 Btep gibi giderek azalan bir trend izlemesi uygun olacaktır. 2000 yılında 17 Btep ile başlayacak modern biomas üretiminin, 2010 yılında 1652 Btep’e ve 2020 yılında 3515 Btep’e yükseltilmesi hedeflenmelidir.
Biomas Enerjiyle İlgili Toplu Öneriler
• Biomas enerji üretimi, ticari olmayan odun ve tezeğe dayalı klasik biomasdan modern biomasa dönüştürülmelidir. Bu açıdan enerji ormancılığı ve enerji bitkileri tarımı önem kazanmaktadır. Dolayısıyla, biomas enerji üretim planlaması, orman ürünleri planlaması ve tarımsal üretim planlaması ile entegre biçimde ele alınmalıdır. Enerji üretiminin yanısıra, kırsal kesimdeki gizli işsizliğe yeni iş alanları bulmak ve genelde işsizliğe yeni istihdam olanakları yaratmak için de değerlendirilmelidir. Bu nedenle, belli düzeyde gelişme sağlanıncaya kadar konunun teşviklerle ele alınması gerekir.
• Biomas üretimin sürekliliği için üreticilerle uzun dönemli anlaşmalar yapılmalı, üretim için termik santrallar da tüketici olarak düşünülüp, %100 alım garantisi getirilmelidir.
• Biomas yakıtların kullanımını teşvik için vergi indirimleri getirilmeli ve fosil kökenli yakıtlara karbon vergisi uygulanmalıdır.
• Türkiye’de enerji ormancılığı ve enerji tarımı hızla geliştirilmesi gereken konulardır. Türkiye’ye iklim ve toprak koşullarına uygun, rotasyon süresi kısa, hibrid ağaç türleri yetiştirilmesi üzerinde durulmalıdır. Ormanlık alanların dışında, kentlerin mücavir alanlarında gecekondulaşmayı önlemeye yardımcı olacak biçimde kısa süreli biomas ağaç yetiştiriciliği yapılmalıdır. Odun ve ağaç artıklarından odun briketi üretilmelidir.
• Enerji tarımı ise hiç el atılmamış konudur. Ülkemizde enerji bitkileri tarımına C4 tipi bitkilerle ve özellikle Miscanthus Sinensis, tatlı-sorghum, kolza ile başlanmalıdır. Reed Canary Grass, kenaf, Aspir de bu tür bitkilerdendir. Her materyal çeşitli bioyakıtları üretmeye uygundur.
• Katı yakıt olarak kullanılacak biomas materyalin endüstriyel tesislerde ve termik santrallarda yüksek verimle yakılabilmesi için özel akışkan yataklı kazanlar gelişirilmesi üzerinde durulmalıdır. Özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde ortak Ar-Ge çalışmaları ile bu alanda sağlanan gelişmeler yakından izlenmeli, söz konusu Ar-Ge programlarına katılım olanakları değerlendirilmelidir.
• Türkiye’de biomas enerji master planlaması yapılmalı, biomas enerji uygulamaları ile ilgili bir araştırma merkezi oluşturulmalı, modern biomas üretim yöntemleri ve çevrim teknolojileri üzerinde Ar-Ge çalışmaları desteklenmeli, pilot uygulamalara ve gerekli teknoloji transferlerine girişilmelidir.
DENİZ ENERJİLERİ
Deniz enerjileri deniz dalga, boğaz akıntıları, med-cezir ve deniz sıcaklık gradyenti gibi çeşitlidir. Türkiye’de bunlardan yalnızca deniz dalga ve boğaz akıntıları olanağı vardır. Med-cezir olanağı bulunmadığı gibi, denizlerimizde farklı sıcaklıklarda akıntılara da rastlanmamaktadır.
Deniz Enerjileriyle İlgili Toplu Öneriler
• Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’de deniz dalga konvertörleri ile bu enerjiden yararlanılması düşünülmelidir. Bu kaynağın değerlendirilmesi için dalga rasatlarından başlanarak, teknik ve ekonomik incelemeler yapılmalıdır.
• Karadeniz, Marmara ve Ege Denizi, tuzluluk gradyeninin farklı oluşu nedeni ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarında üst ve alt akıntılar oluşmuş bulunmaktadır. Akıntının hızı birçok yerde 8 knot (14.8 km/h = 4.1 m/s) olarak saptanmıştır. Bu değer önemli bir kinetik enerji potansiyeline işaret etmektedir.
• Gerek deniz dalga ve gerekse boğaz akıntıları üzerinde potansiyel saptama, geliştirilen son teknolojileri izleme amaçları ile Ar-Ge çalışmaları yapılmalıdır.
HİDROJEN ENERJİSİ
Hidrojen bir birincil ya da doğal enerji çeşidi olmayıp, bir başka enerji tüketilerek elde olunan sentetik yakıt durumundaki enerji taşıyıcısıdır. 21. yüzyılın yakıtı olarak varsayılmaktadır. Giderek ağırlaşan çevre sorunu ve global ısınma, tükenen hidrokarbon kaynakları hidrojen gibi sentetik yakıtı zorulu duruma getirmektedir. Hidrojen motor yakıtı olarak kullanılabildiği gibi sanayide, elektrik üretiminde, konutlarda güvenle kullanılabilir durumdadır. Uygulamaya aktarılabilecek üretim, taşıma, dağıtım, kullanım teknolojileri geliştirilmiş, uluslararası standartlar çıkarılmıştır. Hidrojen çağına ekonomik koşullara göre 10-15 yılda girilmesi beklenmektedir.
Hidrojen Enerjisiyle İlgili Toplu Öneriler
• Türkiye’nin 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonu Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Raporu (1993) kapsamında, hidrojen teknolojisine kısaca değinilmekle birlikte, resmileşen kalkınma planında hidrojen enerjisinin adı geçmemektedir. Hidrojen konusu üniversitelerimiz ve araştırma kuruluşlarımızda çok sınırlı biçimde ele alınmaktadır.
• Şimdi, Birleşmiş Milletler (UNIDO) desteği ile ICHET projesi kapsamında, İstanbul’da Hidrojen Enstitüsü kurulması konusu gündemdir.
• Türkiye’de hidrojen yakıtı üretiminde kullanılabilecek olası kaynaklar; hidrolik enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, deniz-dalga enerjisi, jeotermal enerji ve adım atılması gereken nükleer enerjidir. Türkiye gibi gelişme sürecinde ve teknolojik geçiş aşamasındaki ülkeler açısından, uzun dönemde fotovoltaik güneş-hidrojen sistemi uygun görülmektedir.
• Türkiye’nin hidrojen üretimi açısından bir şansı, uzun bir kıyı şeridi olan Karadeniz’in tabanında kimyasal biçimde depolanmış hidrojen bulunmasıdır. Karadeniz’in suyunun %90’ı anaerobiktir ve hidrojensülfid (H2S) içermektedir. 1000 m derinlikte 8 ml/l olan H2S konsantrasyonu, tabanda 13.5 ml/l düzeyine ulaşmaktadır. Elektroliz reaktörü ve oksidasyon reaktörü gibi iki reaktör kullanılarak, H2S den hidrojen üretimi konusunda yapılmış teknolojik çalışmalar vardır.
• Teknolojik verilere ve Türkiye’nin enerji - ekonomi verilerine göre, 1995-2095 arasında güneş-hidrojen sistemi ile yapılabilecek yakıt üretimi ve bunun fosil yakıtlarla rekabet olanağı Ankara Üniversitesi Enerji Çalışma Grubu elemanlarınca bir simülasyon modeli kapsamında bilgisayar çözümleri ile değerlendirilmiştir. Buna göre, 2010-2015 döneminde hidrojen enerjisi maliyetinin fosil enerji maliyetinin altına düşebileceği, hidrojen üretiminde sıçramanın 2015 yılından sonra sağlanabileceği, 2015-2030 döneminde fosil yakıt dışalımının düşmeye başlayabileceği bulgulanmıştır. Giderek sağlanacak artışla, 2065 yılında 12.7 EJ enerji eşdeğeri hidrojen üretilebileceği görülmüştür. Hidrojen üretimine bağlı biçimde ulusal kazancın artacağı saptanmıştır. Model bulguları, diğer ülkelerde yapılmış benzer çalışmalara koşut durumdadır.
• A.B.D. nin Enerji Departmanı tarafından, 2025 yılında Amerika’nın toplam enerji tüketiminin %10’nunun hidrojenle karşılanması ve böylece petrol dışalımının yarı yarıya azaltılmasının hedeflediği göz öüne alınırsa, Türkiye için yapılmış simülasyon modeli çalşmasının bir abartma olmadığı anlaşılır. Kuşkusuz, bu bilimsel senaryo olup, gerçekleşmesi koşullara ve alınacak önlemlere bağlıdır. Modelin verdiği en önemli sonuç, hidrojenin ülkemiz için de umut olabileceğidir.
• Uzun dönemli bir enerji ekonomisi değişikliğinin gerçekleşmesi için hükümetlerin mali desteğinin istikrarlı bir şekilde devam etmesi, stratejik planlama, sanayi-devlet işbirliği yapılması ve Ar-Ge çalışmaları gereklidir. Hidrojen programları esas olarak uzun döneme yönelik olmakla birlikte, kısa dönemde mevcut enerji alt yapısıyla birlikte çalışabilecek uygulamalar dikkate alınmalıdır. Hidrojen teknolojilerinin tüm yönlerinin (üretim, depolama, taşıma, kullanma) dikkate alınması ve bu konularda yürütülen Ar-Ge faaliyetlerinin istikrarlı bir şekilde desteklenmesi gereklidir. Bu açıdan üniversiteler ve araştırma kurumlarının katılımı son derece önemlidir.