EKOENERJİ Sayı 55• Ağustos 2011 Aylık Siyasi Ekonomi-Politik Enerji Dergisi GÜNDEMTürkiye aydınlığa tekrar ne zaman çıkacak?Prof. Dr. MustEKOENERJİ Sayı 55• Ağustos 2011

Aylık Siyasi Ekonomi-Politik Enerji Dergisi

___________________________________________________________________

 

GÜNDEM

 

Türkiye aydınlığa tekrar ne zaman çıkacak?

 

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

EkoENERJİ Genel Yönetmeni

 

07.08.2011

 

Masamın üzerinde Mayıs ayında yayınlanan, araştırmacı yazar Mehmet Emin Kunt’un “Aydınlıktan Karanlığa Türkiye Cumhuriyeti” adlı incelemesi var. Türklerin Anadolu’ya girmesinden, 2002’de işbaşına geçen iktidarın icraatına kadar siyasi tarihi incelemiş ve Cumhuriyet’i doğru zeminde tartışmaya çalışmış. “Cumhuriyet’in yıkılması olgusu ya da kâbusu bütün korkunçluğu ile karşımızda” diyor. Eserini nazire olarak önce, “Cumhuriyetimiz karanlıklara gömülürken, kamuoyunu aydınlatma görevlerini savsaklayarak, ‘ben ne yapabilirim ki?’ diyen sözde aydınlara” ve de kahramanlarımız ile yurtseverlere adamış. Kendimi aydın sınıfına sokmadığımdan alınmadım tabii. Önceki yazarlık ve gazetecilik çalışmalarımı bir yana bıraksam da, son beş yıldır EkoENERJİ dergisi ile karanlığı yırtmak için karınca kararınca çaba gösterdim. Bu dergiyi ne kadar sürdüreceğimizi bilmiyorum, ama Atatürk milliyetçiliğine bağlı bir Kemalist, bir yurtsever olarak, karanlığa karşı demokratik mücadelem hep sürecek.

 

Sarı Saçlım Mavi Gözlümün Samsun’a çıkışının üzerinden 92 yıl geçti. O gün amacı ve hedefi sadece yedi düveli yenmek değil, pırıl pırıl bir Cumhuriyet kurmak da vardı. O Cumhuriyet 88 yıl önce sağlam dayanaklarla kurulduğunda, bugünkü gibi tehdit altında kalacağını bir kişi hariç, düşünen var mıydı acaba? O gün korkudan sinmiş Cumhuriyet düşmanları, bugünkü gibi bir rövanş alabileceklerini düşleyemezlerdi tabii. Sarı Saçlım Mavi Gözlüm dışındaki Cumhuriyet kurucuları ise, iktisaden güçlenecek, sanayileşecek, çağdaş eğitimle modernleşecek bir Türkiye’de Cumhuriyet’in tehlike altında kalabileceğini düşünmemekte haklıydılar. Çünkü, aydınlığa çıkmış bir ülke tekrar karanlığa, yöneticileri eliyle yeni felâketlere sürüklenebilir miydi? Sarı Saçlım Mavi Gözlüm, artık Türk Orduları Başkomutanlığı’nın ötesine geçmiş, ulusunun Ata’sı olmuştu ve vizyonu ona her şeyin olabileceğini gösteriyordu…

 

Atamız, 15-27 Ekim 1927 tarihlerinde 6 gün ve 36,5 saatte okuduğu Nutuk’a, Samsun’a çıktığında ülkenin genel durumu ve görünüşüyle başlamış, Kurtuluş Savaşımızı, Cumhuriyetimizin kuruluşunu anlatmış ve sonunda, “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini (bağımsızlığını), Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet (sonsuza dek) muhafaza ve müdafaa etmektir” buyruğunu vermişti. “İstikbalde (gelecekte) dahi, seni bu hazineden mahrum etmek (yoksun bırakmak) isteyecek dahilî ve harici (iç ve dış) bedhahların (kötülüğünü isteyenler) olacaktır” şeklinde uyarmış, engin vizyonuyla olası koşulları sıralamıştı. Günümüze uyarlayarak özetleyelim; vatanın stratejik kurum ve kuruluşlarının zorla ve hileyle ele geçirilmesi, ordunun etkisizleştirilmesi, işgal ve bunlardan daha acısı, “memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve delâlet (aymazlık ve aracılık) ve hattâ hıyanet (ihanet) içinde bulunabilirler” diyordu. İktidar sahiplerinin kişisel çıkarlarını yabancıların siyasi emelleriyle birleştirebileceklerine, milletin yokluk ve yoksulluk içinde bitkinliğe düşebileceğine dikkat çekiyordu.

 

Atamız, Nutuk’u bitirirken, “Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit (durum ve şartlar) içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!” buyuruyor. “Muhtaç olduğun kudret (güç), damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyor. Buradaki “asil kan” deyimi, “yurtseverlik ve kahramanlık” anlamındadır, yoksa ırkçılıkla ilgili değil. Atatürk milliyetçiliği ve Kemalizm ırkçılığı reddeder. Ata, “Ne mutlu Türküm diyene” derken de, etnik kökeni değil, vatandaşı kastetmiş, “Türk olana” dememiştir, ama bu sözünden rahatsız olanlar var. AKP iktidarı Ata’nın Nutuk’ta gençliğe seslenişinden de rahatsız, zaten Atatürk ilkelerini kabullenemiyorlar. Oysa, Siyasi Partiler Kanunu’nun 4’üncü maddesi siyasi partiler için, “Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olarak çalışırlar” diyor. Türkiye’yi yöneten AKP-Cemaat koalisyonunun militanları, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü içeren öğrenci andına da son verilmesini istiyorlar, andı Kemalist şovenlikle nitelendiriyorlar. Bu söze ilk karşı çıkan, bir zamanın AKP liderlerinden Gül olmuştu. Bölücülerin Kürt ırkçılığıyla, AKP’nin Türk alerjisi ve Osmanlı hevesiyle karşı çıkışı, ikisini yeni anayasa niyetlerinde birleştiriyor.

 

Türkiye’de etnik Türk milliyetçiliği, yani ırkçılık yoktur, kaldı ki yasaktır. Irkçılığın panzehiri de Türk ulusunu bir bütün olarak kucaklayan Atatürk milliyetçiliğidir. Anayasamız ırk ayrımını reddetmekte, Türk Ceza Kanunu, “halkın sosyal sınıf, ırk, mezhep veya bölge bakımından farklılaştırılmasını” suç saymaktadır. Anayasamız siyasi partiler için ayrımcılığı da dışlayıp “ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi”ne bağlılığı esas almıştır. Siyasi Partiler Kanunu da ırk ayrımını yasaklamıştır. Bu ülkede Türk ırkçılığı yok ve yasakken, etnik Kürt milliyetçiliği yani Kürt ırkçılığı yapılıyor ve buna karşı yasalarımız uygulanmıyor. Oysa, güçlü devlet yasalarını uygulayabilen devlettir. BDP, Kürt devleti yapılanması KCK, silahlı terör örgütü PKK, yasama organı konumundaki Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ırkçı Kürt kuruluşları. AKP iktidarı bunlara karşı pasif olduğu gibi, Kürt Açılımı ve Habur olayıyla destek vermiş bulunuyor. Türk-Kürt eşitsizliği yokken Kürt siyasetçiler, 14 Temmuz’da Diyarbakır’da DTK toplantısında, “Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilân ediyoruz” diye pervasızca ortaya çıkmışlar, Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri’nin kendilerine hak verdiği iddiasıyla uluslararası tanınma için çağrı yapmışlardır. Aynı gün Silvan’da pusuya düşürülen 13 jandarma komando şehit edilerek gözdağı verilmiş ve terör şiddetlendirilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise, her şey güllük gülistanlıkmış gibi 15 Temmuz’da, 1 Ekim’de tekrar toplanmak üzere tatile çıkıverdi!...

 

Meclis, 12 Haziran seçimleri sonrası 28 Haziran’da toplanmış, yemin töreni ve krizi, iç seçimleriyle 18 günde yorulmuş muydu? Seçimde oyların yüzde 49’unu alan AKP, Meclis’teki sandalyelerin yüzde 59’unu kaptığından, Meclis’in tatile girmesi AKP’nin aymazlığı mıydı? Son 9 yıldır Türk parlamentosunda muhalefetin eksikliği de unutulmamalı. Hele şimdi anamuhalefet denilen Yeni CHP’nin hali evlere şenlik. Yeni CHP, tutuklu milletvekilleri salınmadığı için yemin boykotuna giderken, eylemin sonuç vermesi için yanına MHP’yi çekmeliydi ama, “Biz arkadaşlarımızı satmayız” havasıyla MHP’ye taş atıp ipleri koparıverdi. Yeni CHP Genel Başkanı boykottaki kararlıklarını “Boyun eğmeyeceğiz” diye açıklarken, Başbakan “Tükürdüklerini yalayacaklar” diyordu. Sonuçta Yeni CHP boykotu sürdüremiyor, AKP ile anlaşıp hiçbir kazanım içermeyen sözde uzlaşma metnini imzalayarak, yani kamuoyu önünde suya imza atarak, Başbakanın dediği noktaya geliyordu. İtibar yitiren Yeni CHP’den, özerklik ilân eden Kürtlere de, Avrupa Konseyi Yerel Yönetim Şartı desteği seslendiriliyordu!...

 

Başbakan, özerklik ilânına, “Kendileri çalar, kendileri oynar” dedi, bunu hiçbir şey olmaz anlamında küçümseyerek söyledi, ama bölücü Kürtlerin istedikleri zaten kendilerinin çalıp oynaması, yani kendi kendilerini yönetmek. “Kürdistan Meclisi’ni kuracağız” diyorlar, öz savunma peşindeler, tanınma bekliyorlar. Bir yandan da çocuk kandırırcasına “ayrı devlet arayışımız yok” diyorlar. ABD ve AB desteğiyle yürüttükleri hareketlerinin arkasında Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Bağımsız Kürdistan”ı var. Bu Cumhuriyete karşı ciddi ve büyük bir tehdit. Bu arada, devletle ve dolayısıyla AKP iktidarıyla, Barış Konseyi ve Anayasa Konseyi için mutabakata vardıklarını açıklayan PKK elebaşısı Apo, “Türklük” ifadelerini dışlayan, federasyona kapı açacak yeni anayasanın nemenem bir şey olacağını da söyledi. TÜSİAD ve TESEV’in önerileriyle değişmez maddeleri yaz bozla yozlaştıracak böyle bir anayasa, Yeni CHP içinden de destek bulacaktır. Şimdi, AKP ile bölücü Kürtler diyaloguna cani Apo’dan başka, light Apo Burkay da iktidarın davetiyle katıldı. Federasyondan yana olan, ayrılıkçı fikirlerini gizlemeyen Burkay’a hükümetin verdiği değer ise, ikinci Habur olayı gibi.

 

“AKP, TSK ile mücadeleden terörle mücadeleye fırsat bulamıyor” denilmekte. Bu AKP’nin işine geliyor, Silahlı Kuvvetler yerine teröre karşı ağır silahlı Polis Özel Harekât timleri oluşturuluyor, sanki ikinci bir ordu kuruluyor. Ancak, Kandil varken terör bitmez, polis ordusu da Kandil’i vuramaz, ama polis ordusu, Nizâm-ı Cedît mi, yoksa İmamın Ordusu mu tartışmalarını beraberinde getiriyor. Yüksek Askeri Şûra öncesi iktidarın askerle sürtüşmesini yaşadık, kim kazandı kim kaybetti bir yana, Türkiye nasıl bir eşiğe geldi acaba? Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını istifaya zorlayan gerekçe, sadece Ordu mensuplarına ilişkin siyasi davalar mıydı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik iç ve dış tehditler karşısında yaptıkları uyarılara, iktidarın aymazlığı mı? Sanık isimler dışında terfi ve atamalarda Şûra’da teamüllere uyulmuş gözüküyor. Tutuklu subay ve generaller için de uzatma yapıldığına göre, açıklanması gereken bir başka sıkıntı yok mu?... Bu arada, dünyada alarmı verilen ekonomik kriz, bu cari açık varken, Başbakan “Bize uğramaz” dediğinden gelmeyecek değil de, Cumhuriyet’in tehditleri karşısında geride kalıyor. Kıbrıs açmazı, Ermenistan Cumhurbaşkanının gençlere “Ağrı’yı almak size kaldı” demesi de öyle…

 

Türkiye’de olan bitene bakınca, usta elinde iyi yönetildiği söylenemez elbet. “Neye göre?” derseniz, Atatürk Cumhuriyeti’nin ilkelerine ve Cumhuriyet’in niteliklerine göre. Hâlâ Anayasa’da yazsa bile, AKP iktidarı Atatürk milliyetçiliğine bağlı mı? Bugün Türkiye’de demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devletinin varlığı da tartışmalı. En başta demokrasimiz, otoriter sistemle karışık melez demokrasi. “Lâiklik karşıtı eylemlerin odağı” bir partinin iktidarında gerçek lâiklik de olamaz. AKP’nin sosyal devleti, sadaka devlete dönüştürdüğü kuşkusuz. Kuvvetler ayrılığının yıkılıp yargının siyasallaştırıldığı ortamda hukuk devleti olur mu? Bakın, AKP ile bağlantısı ortaya çıkar korkusuyla, Deniz Feneri davasında soruşturmayı yürüten savcılar, Almanya’da delil arayışına girişince, HSYK soruşturması ve müfettiş baskısıyla karşılaştılar. Çünkü, böyle bir bağ çıkarsa, “Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli olarak kapatılır” Anayasa hükmü başlarındaki Demokles’in kılıcı. Türkiye Cumhuriyeti, açmazlarla karşı karşıya ve aydınlığa çıkması zor. Böyle bir ortamda Atatürk felsefesine, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı, aydınlığa çıkarıcı yeni bir anayasayı ne bu AKP iktidarı, ne de bu oluşumdaki Meclis yapabilir…

 

Eğer ulusça kendimizi toparlayamazsak, Cumhuriyetimiz bu tür badirelerle her karşılaştığında, “Sana hasret, sana vurgun gönlümüz. Neredesin Mavi Gözlüm?... Bir daha gel, gel Samsun’dan” diye türkü söyleyip ağıt yakarız…

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR