EKOENERJİ Sayı 43• Ağustos 2010

Aylık Siyasi Ekonomi-Politik Enerji Dergisi

___________________________________________________________________

 

GÜNDEM

 

AKP’NİN TEK ADAMLI TÜRKİYE’SİNE “HAYIR”!...

 

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

EkoENERJİ Genel Yönetmeni

 

02.08.2010

 

“Tek Adam” deyince, belleklerimizin çağrıştırdığı, öncelikle Şevket Süreyya Aydemir’in Atatürk’ü konu alan ölümsüz eseri oluyor. Bu ayki köşe yazım için düşündüğüm konu başlığını, “Tek Adam Türkiyesi’ne Hayır” şeklinde not almıştım. Ama, ilk bakışta belleklerin yanlış çağrışımına neden olmamak için, “AKP’nin Tek Adamı” diye düzeltme gereğini duydum. Türkiye’nin tek adamı ile AKP’nin tek adamı hiçbir şekilde karşılaştırılamaz elbette, ne bugün ne de yarın, hatta hayal kurduğu Çankaya koltuğuna otursa bile. Ancak, Çankaya için “Olmaz, olamaz” demeyin, dün diyebileceğimiz yakın geçmişte, bugünkü Çankaya olabilir miydi?

 

Yanlış politikalar Türkiye’de nelere mal oldu? On yıl önce Atlantik ötesinde Büyük Ortadoğu için Ilımlı İslâm senaryoları yazılmış olsa bile, Türkiye’nin bu olumsuz noktalara gelebileceğini düşleyebilir miydiniz? Bugün CHP’nin referandumu, referandum konusu dışına çıkararak, yargıyı siyasallaştırıp AKP’ye kaptırmanın tehlikesini anlatmak yerine, AKP ile seçim yarışı şekline sokup, AKP’nin ekmeğine yağ süren yanlış stratejisi sonucu, sandıktan hiç de temenni etmediğimiz “Evet” çıkarsa ne olacak? Elbette dünyanın sonu değil de, o zaman AKP 2011 milletvekili seçimini de çok rahat kazanacaktır. İşte o zaman olmaz denilenlerin olmaya başladığı bir sürece girilecektir. Referandumdan bekledikleri gücü alırlarsa, seçimi beklemeden de hedefe yönelirler.

 

Türkiye’nin Tek Adamı Cumhuriyet’i kurmuş, aydınlanma, Batılılaşma, demokrasi yolunda adımlar atmıştı. Kurduğu Cumhuriyeti de, devleti kuran, bu nedenle de kollayıcısı ve koruyucu olan Ordu’ya emanet etmişti. AKP’nin tek adamı, o Cumhuriyet ile barışık değil, ona karşı. Lâikliği, aydınlanmayı, çağdaşlaşmayı, Batıya yönelişi, demokrasiyi, hukuk devletini, sosyal devleti, aklınıza gelen devletin değiştirilemez ne kadar niteliği varsa, hepsini bir başka türlü anlıyor. O seçilenlerin her istediğini sınırsızca yapabileceği bir demokrasiye inanıyor, ama o demokrasi değil ki, onun adı otokrasi.

 

Anayasa’da tanımlanan Cumhuriyeti değiştirmeyi hedeflediğinden, önce o Cumhuriyetin bekçisi Ordu’yu yıpratması gerekiyordu. Cemaatler ve tarikatlar koalisyonu iktidarında, iç ve dış desteklerle bu olanağı yakaladı. Ergenekon’du, Balyoz’du diye, yine Atlantik ötesi stratejilerle Ordu’ya karşı adeta çekiç güç harekâtı yapıldı. Bugün Yüksek Askeri Şûra’da onun sıkıntısı yaşanıyor. Şimdi, ılımlı İslam Cumhuriyeti şeklinde olması istenen İkinci Cumhuriyete giden yolda son bir adım daha atabilmesi için, halkın oyuna ihtiyacı var, 12 Eylül referandumu bu açıdan önemli. Referandumun altında, Atatürk Cumhuriyeti’nden yana olanlar ve olmayanların hesaplaşması yatıyor. Türkiye’nin tek adamının kurduğu Cumhuriyetin yerine getirilmek istenen Sevr esintili, ulusal niteliği gevşetilmiş, demokrasisi yozlaştırılmış, hukuku saptırılmış ılımlı İslâm’a boyanmış bir Türkiye’yi istemediğimden, AKP’nin tek adamlı Türkiye’sine “Hayır” diyorum.

 

Bugün bir gazetede bilim ve hukuk adamı Sami Selçuk ile yapılmış bir röportaj vardı. Orada Selçuk demokrasiden söz ederken diyor ki, “Ben bugüne kadar demokrat olduğunu iddia eden çok önder gördüm, ama demokrat öndere rastlamadım”. İşte bunun nedeni hep o tek adamlık hevesidir.

 

Biz yine AKP önderine dönelim. 2003 yılının ilk ayları, o zaman içinde yer aldığım TÜSİAD Enerji Grubu olarak Devlet Bakanı Ali Babacan’ı Hazine binasında ziyaret ediyoruz. Bir şov edasıyla bize kendilerini anlatıyor, “Bizlerin tek tek söylediklerine bakmayın. Bizde Tayyip Bey ne derse o olur”. Hiç unutmadığım bu sözü, o gün Sayın Bakanın açık yürekli gençliğine ve politik tecrübesizliğine bağlamıştım. Yoksa, kendi iradesini çöpe atarcasına böyle bir söz etmesinin anlamı var mıydı?

 

Şimdi bunu AKP içinde demokrasi olmadığının itirafı olmaktan da öte, AKP’nin hedefinin tek adam iktidarı olduğunun itirafı şeklinde varsayıyorum. Biliyorum, “tek adamlık hevesi olsaydı, Çankaya’yı siyasi kardeşine bırakmazdı” diyecek okurlarım olabilir. Bunun yanıtı ortada, birincisi koşullar onu gerektirdi, ikincisi mayın tarlasına girerken önden yürümeme taktiği gibi. Mayınlar bir bir temizleniyor, referandumla otokrasi yolunu da açarsa, oraya kendisi çıkacak.

 

AKP lideri ve sözcülerinin ağzında “demokrasi” sakız olsa da, demokratlaşma gibi sorunları ve hedefleri yok. Olmayacak duaya âmin dercesine Avrupa Birliği’ni dile getirseler de Batılılaşma niyetleri yok. ABD’de yayınlanan Weekly Standard dergisinin editörü Christopher Caldwell, 30 Temmuz’da Financial Times’da yayınlanan makalesinde, AKP’nin takiyye politikasını algılayamadığından olacak ki, “Erdoğan, daha fazla demokrasi ve daha esnek bir anayasa getirmenin yanısıra, Ordu’yu meydandan uzaklaştırarak, Türkiye’yi siyasi açıdan Batılılaştırıyor. Ancak, seçmenler bu yeni özgürlüğü ülkeyi toplumsal açıdan ‘Doğululaştırmak’ için kullanıyor. Bu da siyasi hayatta daha fazla İslâm demek” diye yazmış. İçerideki yüzde 30 seçmen kitlesi gibi, Batılı yazar ve düşünürleri de takiyye politikasıyla kandırabiliyorlar. Keşke, ‘daha fazla demokrasi’ dertleri olsaydı! Keşke esnek değil, -çünkü anayasa lastik değil ki esnetesin-, ama değişmez kuralları içeren özgürlükçü ‘çerçeve anayasa’ hedefleri olsaydı! AKP’nin Anayasa değişiklik paketinde bunların esamisi yok.  AKP otokratik, şeriat hükmü gibi kurallarla devleti yönetmenin peşinde.

 

Bu, AKP’yi lâiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak mahkûm eden Anayasa Mahkemesi kararının gerçeği. Ordu’yu meydandan uzaklaştırma çabasını da demokrasi adına yapmıyor. Cumhuriyetin kollayıcısı ve koruyucusu Ordu’yu hedefine engel gördüğü için yapıyor. Anayasa değişikliğinde yargıyı hedef almasının nedeni de aynı. Bu arada kuvvetler ayrılığı ilkesi ve hukuk devleti çökermiş kimin umurunda? Kısacası, Türkiye’yi siyasi açıdan Batılılaştırmıyor, topluma yeni özgürlük vermiyor, Anayasa Değişiklik Paketi’ndeki sözde özgürlükler acı hapın tatlandırıcısı ki, buna kanmamak gerek. Doğululaşmaya gelince, onu da bizzat AKP ılımlı İslâm adına yapıyor.

 

12 Eylül’de referandumdan geçecek 26 maddelik paket, Anayasa’nın 24 maddesini değiştiriyor. Bu değişikliklerden sadece iki tanesi AKP için ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için önemli. Biri Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişiklik, diğeri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili değişiklik. Devletin üç kuvvetinden (erkinden) iki tanesini, yasamayı ve yürütmeyi eline geçirmiş olan AKP, üçüncü kuvveti yargıyı ele geçirme atağında. Cemaatçi, tarikatçı yargıç ve savcıları da hazır, yargının zirvelerine yerleşip tam işgal etme peşinde. Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısının ne duruma geldiğini, bu referandum paketine ilişkin kararında ve gerekçesinde görmek mümkün.

 

Ancak, bugün çıkaracağı kanunların, bu referandumu kazanırsa, ardından yapacağı asıl anayasa değişikliğinin engellenmemesi, kazara muhalefete düşerse, gelecek iktidarın çıkaracağı yasaları engellemesi ve o zaman haklarında açılacak Yüce Divan davalarından kurtulabilmesi için bugünden Anayasa Mahkemesi’nin tam ele geçirilmesi gerekiyor. Peki seçmen vatandaş, Anayasa Mahkemesi’nin kendi geleceğini karartan çarpık kararından sonra, Anayasa Mahkemesine rağmen Anayasa Mahkemesi’ne sahip çıkıp geleceğini, referandumda “Hayır” diyerek koruyacak mı?

 

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ele geçirilmesi ise, yargının teslim alınması ve kendi görüşleri doğrultusunda siyasallaştırılması oluyor. ‘Bağımsız’ ve ‘tarafsız’ yargı her vatandaşa lâzım da, seçmen bu bilinçle referandumda “Hayır” diyecek mi?

 

Yoksa, geri kalan 20 küsur renklendirici, kozmetik, tatlandırıcı maddenin pırıltısına, tadına kanıp “Evet” mi diyecek? Shakespeare’in ünlü karakteri Hamlet’e söylettiği “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele” gibi, Cumhuriyetin geleceği için AKP’ye dur demek adına, “İşte bütün mesele ‘Evet’ ya da ‘Hayır’a bağlı”.

 

Antik çağdan beri insanlık tarihi boyunca anlaşılmıştır ki, referandum demokrasi değil, aldatmacadır. Yakın geçmişte ülkemizde yapılan referandumlarda bu görüldü. 7 Kasım 1982 tarihinde 12 Eylül Cuntası’nın Anayasası’na “Hayır” deme onuru taşıyan yüzde 8.63 seçmen arasındaydım, ama yüzde 91.32 seçmen, yani ezici bir çoğunluk “Evet” dedi. Ondan sonra bu Anayasa, demokratikleşsin diye 16 kez değişti ve partiler uzlaşarak bu değişiklikleri yaptıkları için referanduma gerek duyulmadı.

 

Şimdiki haliyle bu Anayasa, Avrupa Birliği standartlarını karşılamıyor değil. Ama tabii ki ideal, daha özgürlükçü bir anayasa özlemi toplumda var. AKP bu özlemi istismar ediyor. Yapmak istediği 17’nci değişiklik, Anayasa’yı daha ileri götürmeyecek. Bilakis hukuk devletini budayarak geri götürecek, siyasi davalarla muhalifler baskı altına alınacak, Türkiye Cumhuriyeti’ne değil, Osmanlı Cumhuriyeti’ne, pardon İkinci Cumhuriyete yaraşır eylem ve fiiller sergilenecek. Konulardan bihaber seçmen referandumla kandırılmak isteniyor.

 

Pennsylvania’daki çiftliğinden Fethullah Hoca Türkiye’ye, “Değil sadece kadını erkeği, çoluğu çocuğuyla, hatta imkân olsa mezardakileri bile kaldırıp ‘Evet’ oyu kullandırmak lâzım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum ki kalkarlar da… Çünkü demokrasi adına önemli bir adımdır” diye sesleniyor. Niçin mezardakiler kıyama kalkacakmış ki? Tabii ki cihat açtıkları Atatürk Cumhuriyeti ile hesaplaşmak için! “Hayır” diyerek bu gerici hareket durdurulmalı.

 

Referanduma 40 gün var. Askeri Şûra toplantısı sürüyor. 134 general ve amiralin terfi ve emeklilik işlemlerinin görüşülmesi normal koşullarda olağan, ama haklarında Balyoz davasındaki darbe suçlamasıyla yakalama emri çıkarılan 11 general ve amiralin terfilerinin ne olacağı merak konusu. Bu yakalama kararının hukukiliği tartışmalı. Hatta terfileri önleyecek yasal bir hüküm bulunmadığı söyleniyor.

 

Hükümet adına Başbakan ve Milli Savunma Bakanı’nın da katıldığı, Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) ne karar verecek? Karar, “Balyoz’daki generallerin terfisi yönünde çıkarsa ne olacak?” sorusuna, AKP’li yetkilinin, “Öyle bir karar çıkmaz, çıksa da Köşk’ten döner. Kriz daha da büyür” dediği basında yer aldı. AKP, Ordu ile restleşiyor. YAŞ kararı, AKP’nin Ordu’yu pasifize edip edemediğini gösterecek! AKP, Ordu’yu gözden düşürmek için darbe karşıtı referandum kampanyalarında timsah gözyaşları döküyor, ama seçmenin yüzde 70’i yine en güvenilir kurum diye askeri görüyor.

 

AKP referandum öncesi asker-sivil gerginliği yaratıp körükleyerek, “Evet” oylarını artırma çabasında. CHP’nin darbe önleme diye, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci maddesini değiştirme girişimiyle, AKP’nin su değirmeni çarkına su taşımasına ne demeli? AKP bu rantı hiç CHP’ye bırakır mı? “CHP, darbecilere yeni gerekçe sağlıyor” diye reddediverdi.

 

Şu an Ankara’da meteorolojinin bildirdiği sıcaklık 42 derece de, kör dövüşü referandum sürecinde hissedilen çok daha yüksek...

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR