BAYKAL’IN TAŞIYLA OLUŞAN SİYASET DALGASI

 

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

 

8 Mayıs 2017

 

1 Mayıs 2017 günü Ahmet Hakan’ın “Tarafsız Bölge” TV programında ekrana çıkan Deniz Baykal, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimi için referandumda hayır oyu verenlerin desteğini alabilecek bir adayın CHP başkanı olarak seçilmesi önerisiyle suya bir taş attı. Bu taşla da kalmadı soru-cevap akışıyla, 11. Cumhurbaşkanı Gül için “Yüzde 49’u rencide etmeyecek bir anlayış içinde aday olarak çıkma eğilimini sergilerse, bu değerlendirilmesi gereken bir durumdur” diyordu. Siyasette sözde ön alabilmek stratejisiyle çıktığı programda açık etmediği gerçek niyetinin YCHP’nin başına tekrar seçilerek Cumhurbaşkanı adaylığına kapı açabilmek olduğu anlaşılıyordu. Hem de öyle ki Başkan Yardımcıları için bile isim veriyor, Meral Akşener ve Ahmet Türk.

 

Hayır blokunu pekiştirmek adına Saadet Partisi ve Demokrat Parti ziyaretleri gibi etkinliklerle meşgul olan Akşener, “Meşruiyet tartışmalarının bitmediği, hukuk sürecinin devam ettiği bir dönemde bu sonucu kabul edip, meşrulaştırma tavrını çok yadırgadım. Bir siyasetçinin başka siyasetçiler hakkında makam, görev tanzimini siyasi nezaket açısından uygun bulmam, siyasi nezaketsizlik olarak görürüm” diyerek Baykal’a kesin ret yanıtını onurlu biçimde verdi.

 

Ahmet Türk ise isimler üzerinde tartışmayı doğru bulmadığını söylemesine karşın, atılan pası kazanç varsayarak, geniş ve farklı kesimleri içerecek bir yelpazeden söz edip HDP’nin ittifak arayışının savunuculuğunu yapıyordu. CHP içindeki Kürt politikası sevdalıları zaten böyle bir işbirliği ya da ittifak için diyalog ve eylem peşinde koşuyorlar. Ancak 1991’de Erdal İnönü liderliğinde SHP’nin Kürt partisi HEP ile ittifakı nasıl büyük bir yanlışlık olmuşsa, Atatürk’ün CHP’sine hiç benzemese de bugünkü yeni yani YCHP’nin HDP ile işbirliği ve ittifakı yanlışlıktan da öte çok büyük hata ve ihanet olur.

 

Ahmet Türk önerisi, yıllar öncesinden bir anımsamama neden oldu. 1970’lerin ikinci yarısı Türkiye enerji bunalımı içinde, koalisyon hükümetlerinin iğneli koltuğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na ait. 1977’de Demirel ikinci milliyetçi cephe hükümetini kurunca Enerji Bakanlığı koltuğunu Adalet Partisi içindeki muhalifi Kamran İnan’a vermişti. Bundan ders alan Ecevit 1978’de üçüncü hükümetini kurma fırsatını yakalayınca, Enerji Bakanlığı koltuğuna CHP’nin hizip başı Baykal’ı oturttu.

 

O yıllarda Ecevit’e enerji konularında görüş bildiriyordum. Beni petrol konusundaki görüşlerimle tanıyan Prof. Dr. Muammer Aksoy, Ecevit ile bu yakınlığımı da bildiği için Enerji Bakanlığı’na müsteşar olmamı istiyordu. Bu görüşünü Baykal’a iletmişti, Baykal beni çağırdı, “Ben bu bakanlığı müsteşar atamaksızın, müsteşar yardımcılarıyla yürüteceğim. Size Enerji Dairesi Başkanlık görevini vereyim” dedi.  Ben reddedince de “Siz başka hangi görevi kabul edersiniz?” diye sormuştu. Ben de henüz olmayan “Türkiye Enerji Enstitüsü’nü kurmak ve kurucu genel müdürü olmak isterim” demiştim. Bu önerimi kabul etti., Enstitü kanununun hazırlığı için bir komisyon kuruldu ve ben o komisyon başkanlığını yaparken Baykal ile de yakın temasımız oluyordu.

 

Çalışmaların gelişimi hakkında bilgi vermek ve görüş almak için bir gün Bakanlık özel kalem odasından Baykal’ın makamına geçmek üzereydim ki, birden kapı açıldı, içeri siyah elbiseli bir adam ve yanında korumaları olduğunu sandığım bir-iki kişi girdi. Özel kalem müdürüne “Bakanı göreceğim” dedi ve durmaksızın makam odasının kapısını açıp içeri daldı. Bu olağan dışı durum karşısında özel kalem müdürüne “Kim?” diye sormuştum ve “Milletvekili Ahmet Türk, bunlar Kürt aşireti” yanıtını almıştım.

 

Yadırgadığım oradaki davranış biçimi beni ilgilendirmez, ama Baykal ile çat kapı görüşüp konuşan kendisine yakın bir kişi diye düşünmüştüm. Geçen yıl Ahmet Türk tutuklanınca Baykal’ın ailesini ziyaret ederek üzüntülerini belirtmesi ve Ahmet Türk’ün hapisten çıktıktan sonra Baykal’a teşekküre gitmesi haberlerini okuduğumda da hep bu anım aklıma geldi. Şimdi anlıyorum ki ikili arasındaki yakınlık başkan ve başkan yardımcılığı hayaline uzanacak kadar çok büyükmüş!

 

Baykal’ın 11. Cumhurbaşkanı Gül’ün adaylığı için “Değerlendirilmesi gereken bir durumdur” demesinin nedeni siyasi taktikle Cumhurbaşkanı Erdoğan cephesinde gedik açma planı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu çok iyi kavradığı için “Bu bir virüs hareketidir, bir fitne hareketidir” diye tepki koyarak değerlendirmiştir.  Aktif siyasete girmeyeceğini ve polemiklere katılmayacağını açıklayan Gül ise, Baykal’ın görüşü için “Bir parti içi hesaplaşma, hiç ciddiye almadım” dedi.

 

Bu demeçler ve yorumlar silsilesine Baykal, 5 Nisan 2017 Kumluca’daki açıklamasıyla bir ek daha yaparak niyetini adeta söyleyiverdi. Sözde referandumdaki dayanışmayı sürdürmek adına yaptığı açıklamada, “Milletin arkasında duracağı denenmiş biri aday olmalıdır. Uydurma, yapay siyasetçi değil, tabanla ilişkisi olan biri aday olmalıdır. Tayinle değil, seçimle olmalı” diyordu. Bu sözleriyle reklamını yaparcasına kendisini tarif etmeye çalıştığı anlaşılıyor. Baykal, “Ekmeleddin vakası” öncesinde de Cumhurbaşkanlığı için aday olma çabasındaydı ve Ekmeleddin’den fazla oy alabilecek bazı adayların engellenmesine neden olmuştu. Siyasi hırsıyla TBMM Başkan adaylığına yöneldi olamadı, şimdi bir kez daha YCHP Genel Başkanlığını kapıp Cumhurbaşkanı adayı olma çabasında. Siyaset sahnesinde bu oyunu izleyeceğiz.

 

Baykal’ın attığı taştan oluşan titreşim dalgaları halka halka siyaset gölünün kıyılarına ulaşsa da ürkütebildiği yok. Olmaması da siyaseten çok doğal, çünkü Baykal’ın referandumdaki yüzde 49’luk oy bloğu adına söz etme yetkisi yok ki! Kaldı ki Baykal’ın kendisi de kendisi dışında düşünebileceği başka isim veya isimler de Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında seçim kazanamazlar.

 

Baykal’ın YCHP başkanlığından gidiş skandalı, o gidişte Atlantik yakasını aklarcasına sorumlu tutmamaya özen göstermesi, CHP’nin YCHP oluşundaki yanlışları ve katkıları unutulmadı. Kaldı ki onun hatasıyla İstanbul ve Ankara belediyeleri AKP’nin eline geçmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da başbakanlık kapısını kendisi açmıştır.

 

Bugünkü Baykal dalgasından ortaya çıkan sonuç ise, Nasrettin Hoca’nın Beyşehir gölüne yoğurt mayası çalmasından farklı değil. Ancak basın ve medyada tartışılan konu oluyor, bazı siyasi akıntılara yol açabilir, o da YCHP’nin sürükleneceği aşikâr olan yeni kurultaylar sürecinde görülür.

 

2019’a daha iki yıl var. Türkiye’de siyaset durağan ve istikrarlı değil, aşırı dinamik ve oldukça değişkendir. Cumhurbaşkanı adaylarını elbette gelecekteki gelişmeler belirleyecek. Ancak Türkiye’nin ne majestelerinin Lordu gibi ne de CIA kökenli ya da korumalı Moon tarikatı, Gülen tarikatı vs. gibi tarikat ilişkili siyasetçilere ihtiyacı yok. Atatürk’ün izinde yürüyerek ilkelerine ve devrimlerine sadık kalacak, günümüzde dişini gösteren emperyalistlere karşı vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunacak, ulusal-üniter-laik yapıya gönülden bağlı olacak, ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını hedefleyerek refah düzeyini yükseltmeye çalışacak, borç değil üretim ekonomisiyle Türk milletinin refahını artırmaya çabalayacak, halkı aldatmayı marifet saymayacak, tüm ulusu kucaklayacak siyasetçilere ve liderlere ihtiyacı var.

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR