5 Temmuz 2017
Türkiye’nin topraklarından ve denizlerde münhasır ekonomik sahalarından geçecek ya da geçmesi tasarlanan transit boru hattı projeleri neredeyse onlara ulaştı. Ancak şu anda Türkiye’nin jeostratejik geleceği ve ulusal çıkarları açısından gündemde değerlendirilmesi gereken üç proje var. Her üç proje de Avrupa’da aynı pazara gaz sunmayı hedefliyor. Bir doğalgaz boru hattının yapılabilmesi için olmazsa olmaz üç ana koşul vardır; kaynak noktasında yeterli gazın, varış noktasında satış yapılabilecek yeterli pazarın ve hattın geçebileceği sorunsuz bir güzergâhın bulunması. Uluslararası boru hatları, ilgili ülkelerin uluslararası siyasetiyle de bağlantılı projelerdir.
Burada ele alıp irdeleyeceğimiz ve Türkiye açısından değerlendireceğimiz üç proje gündeme geliş sırasıyla; Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (Trans Anatolian Natural Gas Pipeline) “TANAP” Projesi, Türk Akımı Boru Hattı (TurkStream Pipeline) “TSP” Projesi ve Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (East Med Gaz Pipeline) “EMP” Projesi’dir. İlk iki doğalgaz boru hattı projesi Türkiye’nin stratejik önemini artırıyor, Türkiye’ye artı ekonomik ve siyasi katkı sağlıyor. Üçüncü proje olan Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı ise Türkiye’nin çıkarlarına ters, ama bu proje şimdi ABD, İsrail, Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan tarafından Türkiye’yi doğalgazda merkez yapma vaadiyle Kıbrıs’tan askerimizin tamamen çekilmesi için bir rüşvet (ya da avam siyasi deyişle havuç) olarak kullanılıyor. Eti budu Türkiye’yi merkez yapmaya yeterli olmayan, bir yandan da haksızca gasp edilen gazları da içeren böyle bir proje, Türkiye açısından doğalgaz projesi değil, olsa olsa zehirli gaz projesidir. Türkiye böyle bir projede yer almamalı, kendi topraklarından ve kendi deniz alanından geçmesine izin vermemelidir.
2011 yılında gündeme gelen TANAP projesinin Türkiye ile Azerbaycan arasındaki anlaşmaları 2014 yılında tamamlanmış, 2015 yılından itibaren inşaatı sürmekte olup, gaz getirecek ilk etabının 2018’in sonunda bitmesi beklenmektedir.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in Aralık 2014 Ankara ziyaretinde gündeme gelen Türk Akımı projesinin mutabakat zaptı da aynı gün Rus ve Türk yetkililerce imzalanmıştır. Ancak Kasım 2015’de Türkiye ve Rusya siyasi bir uçak krizi yaşayınca proje duraksamış, krizin aşılmasıyla Ağustos 2016’da projeye yeniden start verilmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin’in 3 Mayıs 2017’de tam mutabakatla sonuçlanan başarılı Soçi görüşmesi sonrasında Gazprom Yönetim Komitesi İcra Direktörü Alexey Borisovich Miller, “Türk Akımı’nın inşaatı için çalışmaların tamamlandığını, birkaç gün içinde deniz kısmının inşaatına başlanacağını, Başkan Putin’in projenin inşaatına bir an önce başlanması direktifini verdiğini” açıklıyordu. Şu anda Karadeniz’in 2200 metre derinliklerinde boru hattı döşeme işlemiyle proje sürüyor.
Gündemdeki üçüncü proje ilk ikisinden farklı ve bütünüyle Türkiye’nin dışında kotarılmış bir projedir. Güzergâhının Türkiye’nin Akdeniz’deki münhasır ekonomik sahasından geçme olasılığı bulunduğu gibi, Akdeniz’den geçirilmesindeki zorluklar nedeniyle Türkiye’den geçirilmesi de tasarlanmaktadır. Teknik ve ekonomik sorunlarından öte, Türkiye’nin çıkarlarına karşıt politik sorunu olan bir projedir. Son biçimiyle İsrail-Kıbrıs Rum Yönetimi-Yunanistan ve İtalya ortak projesi olan Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı Projesi’nin Avrupa Birliği projesine dönüştürülmesi gündemdedir. Öte yandan yukarıda açıklandığı gibi, 28 Haziran’da başlayan Kıbrıs sorunu karar konferansında, Türkiye’nin Ada’daki askeri varlığının sıfırlanması için adeta kandırmaca oyunu gibi bir tutumla koz olarak kullanılması istenmektedir.
2005 yılında 499,5 bcm (milyar metreküp) doğalgaz tüketen Avrupa Birliği (AB) enerjinin rasyonel kullanımına ilişkin önlemlerle 2015 yılındaki tüketimini 402,1 bcm olarak gerçekleştirmiştir. AB’nin kendi doğalgaz üretimi ise ayni süreçte sürekli düşmüş, bu üretim 2015’de bir önceki yıla göre %8’lik düşüşle 120,1 bcm olmuştur. Günümüzde doğalgaz neredeyse petrolü de aşarak ön sıraya yerleşen, kullanımı vazgeçilemeyecek fosil yakıt olduğundan, AB bugün de yarın da doğalgaz ithaline bağımlıdır. 2015 yılındaki ithalâtının %10,7’sini LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz), geri kalan %89,3’ünü boru gazı olarak almıştır.
Boru hattıyla Rusya, Norveç, Cezayir ve çok az olarak Azerbaycan ve Libya gazı almaktadır. LNG ithalatını ise başta Katar olmak üzere Nijerya, Peru, Trinidad Tobago’dan yapmaktadır. Toplam gaz ithalatında %44,6 ile en büyük pay Rusya’nındır. İkinci sırada AB üyesi olmayan Norveç %31,4 payla yer almaktadır. Cezayir’in payı %9,2 iken, Libya ve Azerbaycan’ın toplam payı %4,1 kadardır.
Şekil 1. Gazprom’a göre AB ve Türkiye doğalgaz talebi.
Avrupa’nın en büyük gaz tedarikçisi Rusya’nın Gazprom ve grup şirketleriyle AB üyesi ve Türkiye de dahil AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerine 2015 yılındaki toplam gaz satışı 179 bcm olmuştur. Bu pazarda en çok satış yaptığı ilk beş ülke Almanya (47,4 bcm), Türkiye (27 bcm), İtalya (24,4 bcm), İngiltere (22,5 bcm) ve Fransa (10,5 bcm) olarak sıralanmaktadır. Pazara gaz tedarikinde Rusya’nın ağırlığı ABD’yi tedirgin etmekte, gelecekte Rusya’nın payını azaltabilmek için Ortadoğu gazına ve Amerikan kaya gazına yönelik senaryolar peşinde koşmaktadır.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın yeni politikalar senaryosu projeksiyonuna göre AB’nin doğalgaz talebi 2020 yılında 458 bcm, 2030 yılında 473 bcm düzeyindedir. Yeni politikalar senaryosu fosil yakıt talebinin baskılandığı bir öneri olup, Ajans’ın yürürlükteki politikalar senaryosuna göre talep tahmini 2020 yılında 471 bcm, 2030 yılında 535 bcm olarak verilmektedir. Gazprom’un Türk Akımı Projesi tanıtımında yer alan tahmini ise Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği’nin 2030 talep toplamı 526 bcm’dir. Sadece Avrupa Birliği’nin değil de tüm Avrupa’nın beklenen üretimi 2020’de 224 bcm, 2030’da 201 bcm olup, talebini karşılamaktan uzaktır. Dolayısıyla Türkiye hariç Avrupa Birliği’nin minimum ve maksimum değerler olarak 2020’de 234-247 bcm, 2030’da 272-334 bcm gaz ithal edebileceği ortaya çıkmaktadır.
Yukarıdaki sayısal irdelemeden görüleceği gibi, Avrupa Birliği doğalgaz pazarı büyüklüğüyle ihracatçı ülkeler için cazip görünümdedir. 2040 yılına kadar uzatılan projeksiyonlarda durumda önemli bir değişikliğin olmayacağı, her yıl 300 bcm düzeylerinde gaz ithal edecek bir Avrupa pazarının varlığı görülüyor.
Serbest piyasa ilkesine bağlı Avrupa pazarının önemli bir özelliği var. Enerji (petrol) borsalarına ek olarak Avrupa’da “gazın gazla rekabeti” temel alınarak oluşturulmuş merkez (Hub) görevi yapan finansal ticaret merkezleri bulunuyor ki bunlar:
• İngiltere’de National Balancing Point (NBP),
• Belçika’da Zeebrugge (ZEE),
• Avusturya’da Central European Gas Hub (CEGH),
• Hollanda’da Title Transfer Facility (TTF),
• İtalya’da Punto di Scambio Virtuale (PSV),
• Fransa’da Point d’Exchange de Gaz (PEG),
• Almanya’da NetConnect Germany (NCG) ve GASPOOL.
Yukarıda sıralandığı gibi yedi ülkede bulunan finansal gaz Hub’larına bir yenisi burada ele aldığımız ve Avrupa’da varış noktası olarak Yunanistan’ı hedef alan üç boru hattı projesi nedeniyle, belki de Yunanistan’da eklenebilir. Oysa TANAP ve Türk Akımı bazında değerlendirilecek olursa, Türkiye’de Trakya’da böyle bir Hub oluşumu üzerinde durulmalıydı. Maalesef yapılamadı, kaldı ki Türkiye’nin gaz piyasası ve bununla ilgili yasal ve ticari düzenlemeleri Hub yapısına da uygun bulunmuyor.
Avrupa pazarı büyük olunca o pazara ulaşmak isteyen boru hattı projeleri de çok olmakta. Ancak bu projelerin ulaştıkları pazarda rekabet edebilir olmaları gerekiyor. Burada ele aldığımız üç projenin öncesinde Avrupa pazarına gaz sunmak için Türkiye’nin coğrafyasında ortaya atılan, ama bugün hiçbiri olmayan ya da geçmişte kalıp tarih olmuş projeler de var ki kısa tanıtımla şöyle sıralanabilirler:
i. Avrasya gazıyla başlayan sonra İran ve Kuzey Irak gazını da almaya çalışan, ama yeterli gaz bulamayan Nabucco Projesi.
ii. Türkmenistan gazını kaynak alan ve sonra gazı Çin’e kaptırarak gazsız kalan Trans-Hazar projesi.
iii. İran gazını kaynak alan ve Amerika’nın ambargosuna takılan Pars Boru Hattı Projesi.
iv. Avrasya gazına göz diken, ama belli bir gazı olmayan Gürcistan-Ukrayna bağlantılı Beyaz Akım Projesi.
v. Avrupa’yı besleyen Kuzey Akım Hattı’nın partneri ve Nabucco’ya rakip olarak tasarlanan, Rusya’nın yeterli gazını kaynak alan, güvenli güzergâhı belirlenen, ancak pazar ayağındaki ülke sorunlarını aşamayan Güney Akım Projesi.
Bu beş projenin dışında Katar’dan Suriye veya İran’a uzanacak, İran’a uzanırsa İran gazının da eklenebileceği bir boru hattıyla Avrupa’ya gaz sevki düşünülebilir, ama böyle bir projenin bugünkü Ortadoğu’da siyasi nedenler ve çatışmalar dolayısıyla gerçekleştirilme olanağı bulunamaz. Irak’ın kuzeyindeki gaz sahasından alınabilecek gaz için de projeler geçmişte düşünülmüştür, ama Kürdistan krizi giderilmeden, Kürtler pasifize edilmeden böyle bir proje de olanaklı değildir.
Sonuç olarak şimdilik başta sıraladığımız bugünün gündemindeki üç proje var. Yeterli doluluk oranı sağlayacak güvenli arz kaynağı, güvenilir ve istikrarlı güzergahıyla TANAP ve Türk Akımı projeleri gerçekleşme yolunda. Fizıbıl olması pek de mümkün görülmeyen Doğu Akdeniz Hattı’nın ise şimdilik açıklanan boyutuyla ne tutarlı bir güzergâhı söz konusu, ne de doluluk oranında yeterliliği ve sürekliliği sağlayacak arz kaynağı, sorunlu bir proje olmanın ötesine geçemeyeceği görülüyor. Aşağıda bu projeler ayrıntılarıyla tanıtılıp değerlendirilmekte ve birbirleriyle kıyaslanmaktadır.
TANAP (Anadolu Geçişli Doğalgaz Boru Hattı ‘Trans-Anatolian Gas Pipeline’) Projesi, kaynak olarak Azerbaycan’dan başlayan Gürcistan üzerinden Türkiye’ye girecek boru hattıyla hem Türkiye’ye ve hem de Yunanistan sınırından son varış yeri olarak Avrupa’ya doğalgaz taşımak amacıyla geliştirilmiş bir projedir. Hattın Azerbaycan’dan Türkiye sınırına kadar uzanan bölümü SCP (Güney Kafkas Gaz Boru Hattı ‘South Caucasus Gas Pipeline’) olarak tanınmaktadır. Türkiye’den Avrupa’ya uzanacak bölümünü ise TAP (Adriyatik Geçişli Boru Hattı ‘Trans-Adriatic Pipeline’) oluşturacaktır. Başlangıçta Yunanistan’dan ayrı olarak Bulgaristan’a da çıkış verileceğinden söz edilmişse de şimdilik sadece Yunanistan bağlantısı söz konusu.
TAP ile bütünleşik olarak TANAP, Güneydoğu Gaz Koridorunu açmış olacaktır. 25 Ekim 2011 tarihinde gaz alım-satım anlaşması imzalanan projenin temeli 17 Mart 2015’de Kars Selim ilçesinde atılarak inşaatı resmen başlamış olup, 2018 yıl sonu tamamlanması beklenmektedir.
Türkiye’nin 20 ilinden geçecek boru hattının, Türkiye sınırları içindeki uzunluğu 1850 km’dir. Ardahan-Posof-Türkgözü köyünden başlayıp Edirne-İpsala’da son bulacaktır. Boru hattının 19 km’si offshore olarak Marmara Denizi’nden geçecektir. Boru hattının yerüstü tesisleri olarak yedi kompresör, dört ölçüm, on bir temizleyici PIG, kırk dokuz vana ve Türkiye ulusal gaz şebekesi için iki gaz çıkış istasyonu bulunacaktır.
Şekil 2. Güneydoğu Gaz Koridoru ve TANAP.
Şekil 3. TANAP uluslararası güzergâhı.
Projeyi gerçekleştirmek için gereken şirket başlangıçta Azerbaycan’ın tercihiyle Trans Anatolian Gas Pipeline Company B.V. adıyla Hollanda’da kurulmuştu. Sonra şirketin Türkiye’de olması için gereken düzenlemeler yapılarak, tüm hak ve yetkileri yeniden oluşturulan TANAP Doğalgaz İletim Anonim Şirketi’ne 14 Ocak 2014 tarihinde devredilmiştir. Projenin toplam yatırımı 10 milyar US dolar düzeyindedir. Türkiye bölümü için sabit yatırım tutarı 23,2 milyar TL alınarak, Türkiye’de yatırım teşvik kapsamına da sokulmuş bir projedir. Bu projede şirket ortaklığına ve hisse dağılımına gelince paylar şöyledir: %58 SOCAR (Azerbaycan), %30 BOTAŞ (Türkiye) ve %12 BP (İngiliz). TANAP’ın Avrupa ayağında bağlanacağı TAP Boru Hattı’nın ortakları ise %20 BP (İngiltere), %20 Snam (İtalya), %20 SOCAR (Azerbaycan), %19 Fluxy (Belçika), %16 Enagás (İspanya), %5 Axpo (İsviçre) olarak sıralanmaktadır.
TANAP Projesi planlanan plato değeriyle (throughput capacity) yılda 16 bcm gaz taşıyacaktır. Şah Deniz Konsorsiyumu’nun Faz II Projesi kapsamında üreteceği yıllık 16 bcm gazın, BOTAŞ’ın yaptığı anlaşmaya göre 6 bcm bölümü Türkiye’ye, 10 bcm bölümü ise TAP hattıyla Avrupa’ya verilecektir.
Foto 1. TANAP hattındaki çalışmalar hızlı bir şekilde sürüyor.
Planlanan kapasite başlangıçta 16 bcm olmakla birlikte, 2023 yılında 23 bcm, 2026 yılında 31 bcm düzeyine çıkarılması planlanmaktadır. Ancak ilk etapta hattan geçebilecek yıllık maksimum gaz miktarı 24 bcm olarak açıklanmıştır. TANAP sisteminin yıllık 32 bcm kapasitenin üzerinde genişletilmesi ise devletlerin karşılıklı anlaşmasına tabi olacaktır. Öte yandan Türkmenistan’dan Azerbaycan’a uzanacak Trans–Hazar Projesi eğer gerçekleştirilebilecek olursa, son aşamada kapasitenin 60 bcm düzeyine çıkarılabileceği düşünülmekle birlikte, Türkmenistan gazının Çin’e kaptırılmış olması buna olanak tanımayacak görünüyor
TANAP Projesi için imzalanan Hükümetlerarası Anlaşma’nın 7. maddesi transit geçişi düzenlemekte, Türkiye’ye transit geçiş serbestisini sağlama yükümlülüğü getirmekte, bu kapsamda transit geçişin kesintiye uğratılmaması, geciktirilmemesi, kısıtlanmaması veya azaltılmamasını hükme bağlanmaktadır. Ayrıca bu maddede Azerbaycan Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllık 16 bcm başlangıç hacminin üzerindeki, Azerbaycan’a ait ve TANAP hattında taşınması planlanan tüm doğalgazın, öncelikle Türkiye içerisindeki alıcılara teklif edilmesini kabul ettikleri kaydedilmektedir.
İleride ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkların önce TANAP Komitesi’nce çözülmesi, altı ay içinde çözüme ulaşılamaması durumunda ihtilafın üç hakemden oluşacak tahkim kuruluna götürülmesi, bu kurul için hakem atamalarının yapılmaması koşulunda, gerekli atamaları yapmak üzere Uluslararası Adalet Divanı’na gidilmesi üzerinde uzlaşılmıştır. Tahkim kurulu İsviçre Cenevre’de yerleşik olacaktır.
Foto 2. Kaynaklanan TANAP boruları güzergâhta yeraltına gömülmek üzere yerine indiriliyor.
TANAP anlaşması Türkiye’yi doğalgazda Hub (alım-satım merkezi) ülke yapacak bir anlaşma değildir. Anlaşma içinde çok açık belirtildiği gibi, Türkiye sadece bir transit ülke görevi üstlenmektedir. BOTAŞ, TANAP Doğalgaz İletim A.Ş. ile Şah Deniz İkinci Aşama Gaz Anlaşması’na konu olan 16 bcm gazın Türkiye Cumhuriyeti toprakları içerisinde ve Türkiye boyunca transit geçişi, teslim alınması ve/veya teslim edilmesi için 15 yıl süreli bir taşıma anlaşması akdetmiştir. Buna göre BOTAŞ, Eskişehir çıkış noktasında her 1000 metreküp gaz için 79 US dolar ve bu taşımaya ilişkin yakıt/enerji masrafı (kompresörleri çalıştırmak için kullanılan yakıt ve işletmede hattın gerek duyduğu enerji gideri), Trakya çıkış noktasında da her 1000 metreküp gaz için 103 US dolar ile buna ilişkin yakıt/enerji masrafını alacaktır. Bu transit ücretleri hattın işletmeye gireceği 2018 yılından başlayarak her yıl %1 oranında artırılacaktır.
Kısacası, Türkiye’nin parasal transit kazancı bellidir. Öte yandan, Türkiye’ye belirlenen kapasiteler üzerindeki gaz naklinde, bu gazı isterse alma önceliğinin tanınmış olması, elbette Türkiye iç piyasasındaki arz güvenliği açısından değerlendirilecek bir diğer kazançtır. Ancak, Türkiye’yi Hub haline getirecek olmaması bir eksiklik olarak görülmelidir. Türkiye gazda tam bir serbesti, tam anlamıyla serbest piyasa ve ek olarak doğalgazda ithal ve ihraç serbestisi düzenlemesi yaparak, yasal zemini eksiksiz düzenleyerek, Azerbaycan ile ortaklaşa doğalgaz için bir finansal ticaret merkezi oluşturma şansını kullanabilmeliydi.
Bizim Türk Akımı dediğimiz bu projeyi, projenin sahibi Gazprom şirketi iki kelimeyi bitişik yazarak “TürkAkım” şeklinde Türkçeye aktarmış bulunuyor. İngilizce adı da bunun tam karşılığı olarak “TurkStream”. Nasıl Mavi Akım adını denizin renginden almışsa, bu proje de adını geçtiği Türk sahasından aldığı için TürkAkım. Yoksa Türk ya da Türkiye akımı değil, çünkü gazın sahibi biz değiliz ve şu anda şirketinde de en ufak bir ortaklık payımız yok. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu açıklama projeyi dışlamak ya da küçültmek için değil. Proje önemli ve Türkiye’ye stratejik değer katıyor.
Şekil 4. Putin 1 Aralık 2014’de sürpriz bir hediye ile Ankara’ya gelmişti.
Putin 1 Aralık 2014 günü Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Sayın Erdoğan ile buluştuğunda Güney Akım Projesi’nin yapımını durdurduklarını açıklayarak, Türkiye üzerinden Yunanistan girişiyle Avrupa’ya uzanacak, iptal olunan Güney Akım ile ayni kapasitede yani yıllık 63 bcm gaz taşıyacak bir boru hattı projesi için geldiğini vurguluyor ve ekliyordu, “İsterseniz projeye Türk Akım Projesi diyelim” diye.
Putin’in önerisi Türkiye için beklenmedik bir fırsattı ve Türkiye’nin gazda enerji terminali (Hub) olabilmesi için değerlendirilmesi gereken bir öneriydi, ama Türkiye’nin böyle bir beklentisi ve hazırlığı, tutarlı bir enerji politikası da bulunmadığından teklif şaşkınlıkla karşılandı, hatta basına yansıyan görüşlerle bazı çevrelerde kuşkuyla bakıldı. Bereket versin ki Cumhurbaşkanlığı katında Putin’in teklifi hızla kabul görüyor, aynı gün Gazprom ve BOTAŞ arasında mutabakat zaptı imzalanıyordu. Çünkü, boru hattının getireceği gazın her yıl 16 bcm kadarlık bölümünü Türkiye’nin alması kararlaştırılmıştı.
Rusya Güney Akım Projesi’nden vaz geçmekle Avrupa’ya gaz akımını kesmiyor, ama Bulgaristan’ın Güney Akım’a izin vermemesi gerekçesiyle projeyi iptal ederken, aslında Avrupa Birliği’nin Kırım nedeniyle Rusya’ya uyguladığı ekonomik yaptırımlara karşı rövanşını alıyordu. Projeler zaman içinde yer değiştiriyordu. 2012 yılında Nabucco’nun yerini TANAP almışken, 2014 yılının sonunda da Güney Akım yerini Türk Akımı’na bırakıyordu. Projeler yer değiştirse de Türkiye’yi transit ülke konumundan Hub ülke konumuna dönüştürecek siyasi başarıyı ne yazık ki enerji yönetimi ve diplomasisi bir türlü gösteremiyordu, politikasızlık ve öngörü yoksunluğundan basireti bağlanmıştı.
Türk Akımı Projesi 7 Nisan 2015’de Budapeşte’de Rusya ve Türkiye’nin yanısıra Yunanistan, Sırbistan, Makedonya ve Macaristan Dışişleri Bakanlarının katıldıkları toplantıda Rusya’nın dışında 5 Ülke Enerji İşbirliği Deklarasyonu ile de kabul ediliyor ve desteklendiği açıklanıyordu. Ancak, aynı tarihlerde Avrupa Enerji Komisyonu Başkanı boru hattı kapasitesinin müşteri taleplerini aştığını vurgulayarak, Avrupa için bu gazın fazla olduğunu söylüyordu. Oysa aynı Avrupa Birliği yine aynı kapasitedeki Güney Akım projesine karşı çıkmamış, kaldı ki iptalini de kınamıştı. Değişen sadece güzergâh ve Avrupa’daki varış noktasının Avusturya yerine İtalya olmasıydı. Güney Akım Projesine ortak olan Avrupa ülkeleri pozisyon kaybetmekten huzursuzdular.
Şekil 5. Türk Akımı Boru Hattı güzergâhı.
Türk Akımı açık deniz (offshore) boru hattı Karadeniz altından ve 2 km’yi aşan derinlikten yaklaşık 900 km boyunca ilerleyerek Trakya kıyısında Türkiye’ye ulaşacak. Rusya’nın Anapa kıyısından başlayacak hattın 250 km’si eski tasarı Güney Akım Hattı ile çakışık. Rusya sularında 230 km kadar ilerledikten sonra kalan 700 km’lik bölümü Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesindeki deniz alanından geçecek. Trakya’ya Kıyıköy’den çıkacak 180 km’lik karasal (onshore) güzergâhla Lüleburgaz üzerinden Türk-Yunan sınırındaki İpsala’da Yunanistan’a varacak. Her biri 12 metre uzunluğunda binlerce borudan oluşacak hat, 81 cm çaplı yan yana iki boru hattı şeklinde yer alacak. Her bir hat tam doluluk oranıyla yılda 31,5 bcm gaz taşıyacak diye açıklanmıştı.
Türk Akımı’nın açıklanan kapasitesi tam doluluk oranıyla 63 bcm olarak belirlenmiş olup, başlangıçta 32 bcm ile çalışmaya başlaması da kararlaştırılmıştı. Türkiye’nin Türk Akımı’ndan 15,75 (yaklaşık 16) bcm gaz alması 47 bcm gazın Yunanistan üzerinden Avrupa’ya aktarılması tasarlanmıştı. Avrupa’ya geçecek gaz konusunda Rus ve Yunan yetkililer 19 Haziran 2015’de St. Petersburg yatırım Forumu’nda bir araya gelerek ön mutabakat sağladılar. Tüm bu gelişmeler üzerine Gazprom tarafından planlanan hattın yapımı için sermayesinin tamamı Gazprom’un iştiraki olan ve Hollanda’da yerleşik South Stream Transport B.V. (Güney Akım Şirketi) gerekli teknik çalışmalara hemen girişiyordu. Türkiye Mavi Akım’ın yanısıra Türk Akımı ile araya başka bir ülke girmeksizin Rusya’dan gaz alma ve Avrupa’ya transit yol verme ile hem enerji güvenliğini artırıyor ve hem de stratejik önem kazanıyordu.
Şekil 6. Karadeniz tabanında Rusya’dan Türkiye’ye uzanan Mavi Akım Hattı ve Türk Akımı Projesi.
Ancak, beklenmedik bir olay projenin geleceğini belirsizliğe itiyordu. 24 Kasım 2015 günü Suriye hava sahasından Türkiye hava sahasına 17 saniyelik bir süreyle giren Rus savaş uçağı, Suriye’ye karşı angajman kuralları uyarınca bir Türk jeti tarafından vurularak düşürülüyordu. Uçak Suriye tarafına düşmüş, uyarıyı alıp almadığı, sınırı geçip geçmediği tartışma konusu olmuştu. 15 Temmuz sonrasında bu uçağın FETÖ’cüler tarafından Türkiye’yi zor durumda bırakmak için düşürüldüğü iddia olunacak, ama konu tam bir açıklığa kavuşmayacaktı. Ne yazık ki vurulan Rus uçağı bir boru hattına mal olmuşçasına gelişmeler yaşanıyor ve proje duraksıyordu. Türkiye’nin bu olay için “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” açıklaması Rusya tarafından yeterli görülmüyor, Putin resmi özür dilenmesini, sorumluların ortaya çıkarılıp açıklanmasını ve tazminat talep ediyordu.
Siyasi bir kararla Hatay üzerinde hava sahasını ihlal etti diye Rus uçağının düşürülmesi iki devlet arasında anlaşmazlık ve karmaşa çıkarmıştı. Rusya karşılığını ilk etapta ekonomik yönden vereceğini açıkladı. Fatura hesaplandı, “9 milyar doların ne önemi var, kesilirse kesilsin” denildi. Ancak gerçekte ekonomik kayıp misliyle katlandı. Bu arada kesilen mal ihracı, iptal olunan turizm rezervasyonları için sanki hemen alternatifi varmış gibi, pazar arayışları başladı. Rusya’daki Türk inşaat şirketleri ve fabrikalar bulunuyordu. Türkiye-Rusya ekonomik ilişkileri sıkıntısız kesilebilecek ilişkiler değildi.
Fakat asıl endişe doğalgazda ortaya çıktı. Türk Akımı projesi iptal olsa da başka projeler var gibisinden züğürt tesellisi bir yana, “Rusya gazı keser mi?” korkusu yürekleri sarınca; Katar, Azerbaycan ve peşi sıra Doğu Akdeniz gazına yönelik arayışlar başladı. Türkiye 49 bcm yıllık doğalgaz ithalâtının 27 bcm kadarını Rusya’dan alıyordu ve kısa dönemde bunun yerine konulabilecek bir başka kaynak da görünmüyordu. Gazprom Başkanı Miller “Eğer GAZPROM Türkiye’ye doğalgaz sevkiyatını durdurursa, Türkiye’deki itibarı sıfıra iner. Umarız böyle bir durum oluşmak zorunda kalmaz” diyordu. Ocak 2016’da Miller “Türkiye’nin Türk Akımı projesinde görüşmelere devam etmek istemesi halinde Rusya’ya başvurabileceğini, ancak böyle bir müracaatın bugüne kadar gerçekleşmemesi nedeniyle görüşmelerin durduğunu” söylerken, uzlaşılması halinde projenin devam edeceği sinyalini vermiş oluyordu.
Suriye’deki gelişmeler, ABD’nin PKK uzantısı YPG ile işbirliğine girişmesi, Kürdistan planları, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korunması için gerekli önlemler çerçevesinde Rusya ile uzlaşılmasının gerekliliği açıkça ortadaydı. Kazakistan’ın arabuluculuğuyla dolaylı iletişim şeklinde süren görüşmeler Putin’in kabul ettiği bir özürle düzelmeye başlıyordu. Tam bu sırada, Türkiye ABD, İngiltere, NATO ve neredeyse topyekûn Batı destekli FETÖ kalkışmasıyla 15 Temmuz 2016 akşamı sarsılıyor, Türkiye’ye dostça elini uzatan ilk devlet ise Rusya oluyordu. Erdoğan ve Putin’in 10 Ağustos 2016’da Moskova buluşması Türkiye-Rusya ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatıyordu. Anlaşmazlığın giderilip, ikili ilişkilerin onarılmasının ötesinde, stratejik işbirliğiyle geliştirilmesi üzerinde uzlaşılıyordu. Batı basını bu uzlaşmayı “15 Temmuz'da başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişiminin ardından Ankara-Moskova hattında ilişkilerin yeniden yumuşamasının ötesinde keskin dönüş yaşanması” şeklinde yorumluyordu. Başlayan stratejik işbirliğiyle büyük enerji projelerinin önü açılıyordu.
10 Ekim 2016’da Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti arasında Türk Akımı Projesi’ne ilişkin Hükümetlerarası Anlaşma İstanbul’da imzalandı. Yalnız proje yeniden ele alınırken, kapasitesinde yarı yarıya azalma görülüyordu. Yeni kapasite yılda 63 bcm değil de 31,5 bcm olarak bildiriliyordu. Yan yana iki boru hattından oluşan projede her bir hattının doluluk oranı (throughput capacity) bu kez 15,75 bcm olarak belirlenmişti. Bu değişiklikte gereken yatırımı yarı yarıya azaltma isteği etkili olmuş olabilir. Gazprom Yönetim Kurulu Başkan yardımcısı Andrey Kruglov, geçtiğimiz Haziran ayında Türk Akım Projesi için planlanan yatırım tutarının 6 milyar dolar olduğunu ve bunu şirket olarak tek başlarına karşılayacaklarını açıklıyordu.
Öte yandan kapasite azaltmada Avrupa gaz pazarının rasyonel kullanımla tüketim artış hızında ortaya çıkan düşüş kadar, Avrupa’ya boru hattı ile rekabet edebilen sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) girişinin de etkili olması söz konusu. Hatta ABD’nin Avrupa’nın Rus gazı bağımlılığını azaltmak için kaya gazı üretimini LNG olarak pazarlama projesinin dahi etkisi olabilir. Böyle büyük yatırım gerektiren uluslararası boru hatları pazar garantisini göz önünde tutularak inşa edilmektedirler.
Hattın yapımından önce ayrıntılı ve güvenilir çevre etki değerlendirme çalışması da gerçekleştirilmiş bulunuyor. Karadeniz tabanının kültürel mirasının ve dolayısıyla batıkların korunması da bu çevre etki değerlendirmesi içinde dikkate alınmış, güzergâh buna göre saptanmış durumda. Bunun için 500 metre genişliğinde bir sualtı koridoru taraması yapılmış. Bu koridor boyunca ayrıntılı mühendislik çalışmasıyla söz konusu güzergâhın profili çıkarılmış.
Türkiye-Rusya arasında Hükümetlerarası Anlaşma’nın imzalanmasından sonra South Stream Transport B.V şirketi, boru hattının döşenmesi ve inşasına ilişkin müteahhitlik işlemleri için offshore boru hattı yapımında dünyaca ünlü olan İsviçre’nin Allseas Group S.A şirketiyle kontrat imzalıyordu. Bu uzlaşma uyarınca 7 Mayıs 2017’de Karadeniz’in Rusya kıyısında inşaat başlıyordu. Boru hattını deniz tabanına döşeyecek Allseas Pioneering Spirit adlı 382 metre uzunluğundaki dev gemi ise 31 Mayıs 2017’de İstanbul Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e açılıyordu.
Foto 3.Türk Akımı boru hatlarını döşeyen Allseas Pioneering Spirit İstanbul Boğazı’ndan geçerken.
Karadeniz’in derin sularında boru döşenmeye başlanınca 23 Haziran 2017’de Putin gemiyi ziyaret edip çalışmaları izliyor ve gemiden telefonla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arıyor, anlaşmanın imzalandığı zamanı hatırlatarak, “Yedi aylık sürenin ardından yapım çalışmaları başladı. Türk-Rus işbirliğinin düzeyi birçok ülkeyle olan işbirliğimizin düzeyinden çok daha yüksek. Diğer ülkelerle yapılan çalışmalarda idari onay alma süreci yıllarca uzarken, Türkiye ile bu süreçleri birkaç ay içinde tamamlıyoruz. Elbette bu bizzat verdiğiniz direkt destek sonucu gerçekleşiyor” diyordu.
Foto 4. 23 Haziran 2017’de Putin’in Allseas Pioneering Spirit gemisinden telefonla Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan da orada bulunmak istediğini söylüyordu.
Foto 5. Borular Allseas Pioneering Spirit gemisinde kaynaklanıp hazırlanıyor.
Telefonda Putin’e cevaben Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasına hayırlı olması dileğiyle başlıyor, “Bu projeler ekonomik ve siyasi ikili ilişkilerimiz açısından da karşılıklı bağımlılığı tesis eden ve ilişkilerin sigortası olan müstesna bir yere sahip” diyordu. Erdoğan daha sonra projenin Türkiye’nin enerji güvenliği açısından önemini vurguluyordu. Akkuyu Nükleer Santrali ve Türk Akımı gibi yakın gelecekte tamamlanması beklenen büyük çaplı projelerle dostluğun perçinleneceğini söylüyordu. Bu telefon görüşmesi iki ülke televizyonlarında ve basınında görüntülü haber oluyordu.
Foto 6. Allseas Pioneering Spirit gemisinde hazırlanan borular özel bir düzenekle deniz tabanına bırakılıyor.
Türk Akımı’nın inşaatı Karadeniz’in 2200 metre derinliklerinde sürüyor. 32 inçlik (81,3 cm) çaplı ve her biri 12 metre uzunluğunda olan çelik boruların et kalınlığı 39 mm. Bu
Borular Allseas Pioneering Spirit gemisinde kaynaklanıyor. Boru içleri sürtünmeye karşı epoksi kaplamalı olup, kaynaktan sonra dış yüzleri korozyona dayanıklı üç kat polipropilenle kaplanıyor, en dış cephede ise beton kaplama yer alıyor. Beton kaplama boru hattının deniz hareketlerinden etkilenmesini ve zarar görmesini engelliyor. Döşenen boru hattının iç kısmı boru denetleme araçları (PIG) yardımıyla denetleniyor. Yüksek bir teknoloji ile yapılan boru hattının bitim tarihine gelince, son açıklamaya göre birinci hat Mart 2018’de, ikinci hat ise 2019’un sonunda tamamlanacak.
Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (East Med Gas Pipeline) İsrail kökenli bir projedir ve projenin şu an için Türkiye ile bir bağlantısı yoktur. İsrail’de gaz bulunmadan önce Rusya’dan Türkiye’ye gelen Mavi Akım Hattı’nın İsrail’e kadar uzatılması, orada sıvılaştırılarak (LNG’ye dönüştürülüp) Uzak Doğu’ya pazarlanması gibi projeler vardı. İsrail son 10 yıl içinde geliştirdiği çalışmalarla Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinde gaz bulunca, bulunan gaz kendi çok küçük ulusal tüketiminin kat be kat üstünde de olunca, hemen ihracatçı ülke konumuna geçme çabalarına girişti. Doğalgaz üretim alanından Türkiye’ye uzanacak İsrail gaz boru hattı gündeme geldi.
Şekil 7. İlk gündeme getirilip önerilen İsrail-Türkiye Boru Hattı.
İsrail 1999’da derin sularda hidrokarbon araştırmalarını başlatmıştı, ancak 2008 yılında Hayfa’dan 80 km uzaklıktaki 1700 metre su derinliği olan offshore Tamar Alanı’nda sondajlı arama çalışmalarına girişildi. 2009 yılında da rezervi 283 bcm olarak bildirilen ve şimdi günde 28-30 milyon metreküp üretim yapılabilecek Tamar Alanı’nı bulguladılar. 2010 yılında Hayfa’dan 130 km uzaklıkta ve su derinliği 1500 metre olan Leviathan offshore alanında ikinci doğalgaz sahasını keşfettiler. Leviathan Alanı için rezerv bilgisi olarak, yerinde gaz tahmini 500 bcm diye bildirilmektedir.
Bu arada İsrail Gazze münhasır ekonomik bölgesinin deniz alanındaki doğalgaz kaynaklarına da haksızca el koymuş bulunuyor. Gazze’nin el konulan doğalgaz rezervi 30 bcm gibi küçük gösteriliyor, ama küçük de olsa Filistin halkının doğal malıdır. Kaldı ki kasıtlı biçimde küçük gösterilmesi daha olasıdır.
İsrail’in doğalgaz alanlarının yer aldığı Levant Havzası’nın 3,5 tcm (trilyon metreküp yani 3500 bcm) doğalgaz ve 20 milyar varil petrol rezervli bir havza olduğuna ilişkin tahminler bulunmaktadır. Tamar ve Leviathan bulgularıyla beklenen doğalgaz rezervinin ise 1,1 tcm (1100 bcm) aşabileceği kestiriliyor. Tüm bu kestirimlere karşın, 2016 yılı raporlarıyla İsrail’in ispatlanmış (proven) rezervi sadece 0.2 tcm (200 bcm) kadardır. Tabii ki geliştirme sondajlarıyla ispatlanmış rezervin her yıl artması olasıdır, ama şu andaki boyutuyla bu rezerv gaz ihracına başlayacak bir ülke için büyük sayılmaz, onu öyle iddialı bir ihraç ülkesi de yapmaz.
İsrail doğalgaz bulgulayınca, tüketim merkezlerine pazarlamak için yukarıda vurgulandığı gibi, Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanacak bir boru hattı projesini hemen gündeme getirdi. Bununla beraber İsrail-Türkiye arasında ortaya çıkan 30 Ocak 2009 Davos Zirvesi One-Minute Krizi ve 31 Mayıs 2010 Mavi Marmara Krizi sonucu, İsrail-Türkiye ilişkilerinin 2016 yılına kadar askıya alınması, böyle bir projenin geliştirilmesini engelledi. Yine de Türk özel sektörü ile İsrail firmalarının Batı destekli ortaklaşa bazı çalışmalar yaptığı biliniyordu.
Karadan Arap Boru Hattı’na paralel bir güzergâh alternatifine karşın, İsrail’in üretim alanından kıyıya paralel biçimde uzanacak ve deniz tabanına döşenecek bir offshore hattın İskenderun Körfezi Ceyhan Limanı’ndan Türkiye’ye girmesi tasarlanıyordu. İsrail’den Türkiye’ye ve Avrupa’ya uzanacak böyle bir hat oluşturulacak olursa, Kuzey Irak’ta Barzani yönetiminin el koymak istediği Irak gazının da Türkiye’ye ayrı bir hatla girip, Türkiye’den Avrupa’ya açılan boruya yüklenerek İsrail gazı ile buluştuktan sonra pazarlanması düşüncesi vardı.
İsrail’in kendine yakın gördüğü, hatta İkinci İsrail denilen Kürdistan’ın oluşması açısından, başlangıçta bugünkü Barzani yönetiminin ekonomik güç kazanabilmesi için Kuzey Irak doğalgazına el koymasını ve Kürt gazı diye kendi gazıyla birlikte Avrupa’ya pazarlanmasını tasarlaması gizli bir proje değildir. Ancak, Kürdistan’a güç katacak böyle bir proje Irak için olduğu kadar, Türkiye için de ülke çıkarlarına ters düşmektedir. Öte yandan ABD-İsrail projesi olan Suriye’nin parçalanmasıyla el konulabilecek Suriye doğalgazının da oluşturmak istedikleri Kürt koridorundan bu boru hattına bağlanması düşüncesinde oldukları anlaşılmaktadır. Arkasında böylesine gizli planların olduğu kestirilen bir boru hattına, Türkiye elbette geçit vermemelidir.
İsrail’den sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama kervanına katılıyor, öncelikle 2003 yılında Mısır’la, 2007 yılında Lübnan’la ve 2010 yılında da İsrail ile denizdeki münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını çizmek için Türkiye’nin karşı çıktığı anlaşmalar yapıyordu. Bu arada 26 Ocak 2007 tarihinde Rum Parlamentosu kabul ettiği bir yasayla offshore alanda 13 adet arama bloku ilan edip, lisans ihalesine çıkıyordu.
Ancak ilan ettikleri 13 arama blokundan 5 tanesi Türkiye’nin münhasır ekonomik sahasına tecavüz eder biçimde konumlandırılmıştı. Bunun üzerine Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın batısında Türkiye’nin münhasır ekonomik saha iddiası olan kesimde TPAO’ya T.C. Hükümeti tarafından üç ruhsat veriliyor, TPAO/XVI/A sayılı ruhsat alt kesimiyle Rumların ilan ettikleri 5, 6 ve 7 no.lu bloklara girişim yapıyordu. Türkiye’nin buradaki sismik çalışma girişimleri Rumları tedirgin ediyordu.
19 Eylül 2011 tarihinde daha sonra Afrodit adı verilen 12 no.lu Rum blokunda sondaj çalışmaları başlatılınca, 21 Eylül 2011 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türkiye arasında “Kıta Sahanlığını Sınırlandırma (MEB) Anlaşması imzalanıyordu. 22 Eylül 2011 tarihinde de bu kez Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti tarafından kendi deniz yetki alanları içinde TPAO’ya petrol ve doğalgaz arama ruhsatları veriliyordu. TPAO’ya verilen bu ruhsatlar ihtilaflı alanda ve Rumların bazı blokları ile örtüşen konumdaydı.
Rumların Afrodit blokundaki sondaj 28 Aralık 2011’de doğalgaz bulgusuyla sonuçlanıyordu. Bu blokta saptanan rezerv 140 bcm ile büyük değil, ama gaz varlığının kanıtlanması açısından önemli bir adımdı. Rumlar şimdi diğer bloklarda verdikleri lisanslarla arama çalışmalarını geliştiriyorlar.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi gaz için sıkı siyasi ve askeri işbirliği bulunan stratejik dostu İsrail ile ortaklaşa proje geliştirmeye başlayınca, ilk kez Mısır ile birlikte LNG tesisi kurma projesi üzerinde durdular, ama bunu başaramayınca boru hattı ile Avrupa’ya gaz sevki projesine döndüler. Bugün Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı İsrail-Rum ortak projesidir. Boru hattı için biri Türkiye üzerinden diğeri doğrudan Akdeniz’den offshore olarak geçecek iki hat alternatifi bulunuyor.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin henüz böyle bir proje atmosferine uygun olmaması bir yana, Güney Kıbrıs Rum Kesimi Türkiye ilişkileri de bir açmaz içinde bulunduğundan offshore Akdeniz alternatifine ağırlık vererek, 3 Nisan 2017 tarihinde İsrail-Kıbrıs Rum Yönetimi-Yunanistan-İtalya arasında imzalanan bir anlaşmayla Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (East Med Gas Pipeline) “EMP” Offshore Projesi’ni ilan ettiler. 2025 yılında tamamlanması beklenen yılda 10 bcm gaz taşıyacak offshore hat için yaklaşık 7 milyar dolar yatırım yapılacağı, Avrupa Birliği’nin de bu projeye 2 milyar Euro destek sağlayacağı açıklanıyordu.
Foto 7. İsrail, Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan, İtalya Enerji Bakanları ve AB Temsilcisi Doğu Akdeniz Boru Hattı Projesi imza töreninde (3 Nisan 2017)
Proje için daha sonra açıklanan güzergâhın Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi içinden geçeceğinin görülmesi, Türkiye’nin geçiş izni verip vermeme inisiyatifiyle bir sorun yaşanabileceğini de gösteriyordu. Kaldı ki Akdeniz’den geçecek hat teknik zorluklar içerirken, Türkiye üzerinden geçecek hat hem daha kolay görünüyor ve hem de yatırım tutarı 4 milyar dolara düşüyordu. Rumların bu sefer Türkiye’yi ikna etmek için Avrupa Birliği ile beraberce Türkiye’ye kazan-kazan diye doğalgaz projesinde işbirliği önerecekleri duyuluyordu.
Şekil 8. Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (East Med Gas Pipeline) offshore güzergâhı.
Gazze gazına haksız yere el koyan İsrail’in gazı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne ve Türkiye’ye hasmane olmaktan da öte düşmanca yaklaşan Kıbrıs Rumlarının gazı, üstelik Kıbrıs Türklerinin hakkını gasp ederek kendi malları diye pazarlamaya kalkıştıkları bu gaza, Türkiye’nin geçit vermesi, Türkiye’ye kazanç değil her şeyden önce siyasi kayıp getirecek bir proje olarak ortaya çıkmaktadır. ABD-İsrail cephesince gelecekte Kürdistan’ın sahiplenebileceği kaynaklardan Kürt gazı diyecekleri gazın da eklenmesi hayali, böyle bir boru hattının Türkiye’nin karşısında yer alanların ekonomik açıdan güçlenmesine hizmet edeceği, Türkiye’nin aleyhine olacağı açıkça ortadadır. Kaldı ki Yunanistan’ın Ege’deki hasmane tutumu sürerken, Enosis sevdasını gönlünden silemeyen Rumların gazının, hala Megali Idea rüyası görebilen Yunanistan Rumlarına taşınmasına Türkiye’nin aracılık etmesi, Türkiye adına aymazlık olur.
28 Haziran 2017 tarihinde İsviçre Crans-Montana kasabasında başlayan ve halen süren Kıbrıs Konferansı’nda; ABD desteğiyle, Avrupa Birliği önerisiyle, projenin sahibi İsrail’in onayıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından sunulan Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı ile Türkiye’yi merkez (Hub) yapma vaadi aslında bir tuzak olup, karşılığında Türk askerinin Ada’daki varlığının sıfırlanması istenmektedir. Kısacası Kıbrıs’ta Türkiye’nin ödün vermesi için siyasi deyimiyle havuç uzatılmış bulunuyor. Türkiye’yi böyle bir havuçla kandırabilecekleri sanmaları aslında kurnazlık değil, akıl tutulması yaşadıklarının göstergesidir. Çünkü bu öneri Türkiye’ye kazandıracak doğalgaz verme önerisi değil, kaybettirecek zehirli gaz verme önerisidir ve projenin arkası karanlıktır.
Bir kere 10 bcm gazla Hub olunmaz. Kaldı ki, Ada’daki Türk askeri çekilecek ve Birleşik Federe Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacak olursa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Rumların eyaletine dönüşmekle kalmayacak, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinin bir bölümü de Rumların eline geçecek, Antalya ve İskenderun körfezlerine kadar Rumlar sokulma olanağını bulacaklardır. Doğu Akdeniz’den yarınlarda Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bugün Rumların bulduklarından daha fazla hidrokarbon rezervi bulgulayabilecektir, çünkü Türkiye’nin deniz çanağındaki hakkı daha fazladır. İsrail’in Gazze’nin el koyduğu gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlanması, Türkiye’nin Gazze ve Filistin halkıyla dostluğundan başka İslam dünyası dayanışmasıyla da bağdaşmaz.
Kürdistan hamisi ABD’nin ve stratejik ortağı İsrail’in, Avrupa Birliği’nin, Rum Yönetimi’nin amacı Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den dışlanmasıdır. Ege’de 18 adacık ve bir kayalığımıza el koyarak tüm Ege’yi kendi münhasır ekonomik bölgesine dahil etmek isteyen, deniz korsanlığıyla Ege’de uluslararası sulardan geçen Türk ticaret gemisine ateş açan Kıbrıs Rumlarının ağabeyi Yunanistan, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den de dışlanmasını en az Kıbrıslı Rumlar ve İsrailli Yahudiler kadar istiyor.
Yahudi ve Rum lobilerinin Türkiye’nin jeopolitik geleceğine ilişkin çıkarlarından vazgeçmesi için yaptıkları aldatıcı tekliflere kanılmamalı, uzattıkları havuç elimizin tersiyle itilmelidir. Doğu Akdeniz’in doğalgaz ve petrol üretim alanı olduğu kadar, Çin’den gelen offshore ipek yolunun da bir bölümünü oluşturması nedeniyle, ayrıca Ortadoğu’da değişen kuvvet dengeleri karşısında ulusal çıkarlarımızın korunabilmesi ilkesiyle; Türkiye Kıbrıs’tan asker çekmek yerine askeri varlığını deniz ve hava unsurlarını da ekleyerek güçlendirmelidir. Basra Körfezi’nde Katar’da kara, hava, deniz unsurlarıyla üs kuran Türkiye yakın coğrafyasında denizlerdeki hakimiyetini de yeni üslerle güçlendirerek korumak mecburiyetindedir.