İŞVEREN Cilt 44 • Sayı 5 • Şubat 2006

____________________________________________________________

 

Nükleer enerji neden ve nasıl bir çare?

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR  *

 

Nükleer enerji çağın vazgeçilemez gerçeği

 

Son günlerde Başbakan Erdoğan’ın ve Enerji Bakanı Güler’in söylemlerine bağlı olarak nükleer enerji konusu gündeme geldi ve bir tartışma sürecine girildi. Türkiye’nin enerji ve çevre sorunlarının çözümünde nükleer enerjinin rolü ya da alabileceği yer merak konusu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) tarafından 13 Şubat 2006 tarihinde yenilenen verilere göre, bugün dünyanın 30 ülkesinde 443 adet nükleer reaktör ünitesiyle güçleri toplamı 369 595 MW (megavat) olan nükleer elektrik santralları çalışıyor. Nükleer korsanlık peşindeki İran dışında, 9 ülkede 23 reaktör ile 17 990 MW yeni nükleer güç inşası sürüyor.

 

ABD’de 1996’dan sonra nükleer santral yapılmadı, ama tüm nükleer santralların kullanım faktörlerini artıran yenileme sonucu, 20 bin MW’lık yeni santrallar kurulmuşçasına enerji üretim kapasitesi kazanılarak, nükleer reform yaşandı. Bugün nükleer gücün zirveye çıktığı Fransa, İtalya’ya ve Almanya’ya nükleer elektrik ihraç ediyor ve en son santralını 1999 yılında tamamlamıştı. Japonya geçtiğimiz 2005 yılının 4 Temmuz günü 1358 MW’lık yeni nükleer santralını işletmeye açtı, 866 MW’lık bir santralın inşası devam ediyor. Avrupa’da Finlandiya 1600 MW, Romanya 655 MW güçlü yeni nükleer elektrik santralların yapımını sürdürüyor. 2004 yılında elektriğin Fransa’da yüzde 78.1’i, İsveç’de yüzde 51.8’i, Almanya’da yüzde 32.1’i, Japonya’da yüzde 29.3’ü, Finlandiya’da yüzde 26.6’sı, ABD’de yüzde 19.9’u, İngiltere’de yüzde 19.4’ü, Rusya’da yüzde 15.6’sı, Kanada’da yüzde 15’i, Romanya’da yüzde 10.1’i nükleerden üretilmiş.

 

Peki, kapanan nükleer santrallar yok mu? Var elbette ve 18 ülkede 117 reaktör ünitesi ile güçleri toplamı 35 899 MW olan eski üniteler kapanmış. Kapananların güçleri toplamı, bugün çalışanların yüzde 9’u düzeyinde. Kapanan reaktör sayısının 117 olmasına karşın güçleri toplamının yaklaşık 36 bin oluşu ve ortalamasının 300 MW düzeyinde kalması, eski olduklarının kanıtı. Yeni nesil reaktörler artık 600 MW’dan büyük, 1300-1500 MW elektriksel güçlerde yapılıyor.

 

Bugün nükleer elektrikte başı çeken Fransa’da 59 reaktör çalışırken, 11 eski reaktör kapatılmış. Yeni santral yapımını sürdüren Japonya’da çalışan 56 reaktör var, 3 reaktör kapalı. ABD’de 23 tane kapatılmış, 104 reaktör çalışıyor. Görüleceği gibi, 1986 Çernobil olayından sonra nükleer enerjiden kaçılıyor, reaktörler kapatılıyor yaygaraları gerçeği yansıtmıyor. Kaldı ki, eski teknolojili Çernobil olayı çok farklı ve örnek bile oluşturmuyor. Yeni nesil reaktörlerle artık nükleer enerji çevre dostu görülüyor ve iklim değişikliği tehlikesi karşısında, Kyoto Protokolü’nün amacına uygun biçimde, fosil yakıtlı santralların emisyonlarından kurtulabilmek için en güçlü çözüm kabul ediliyor.

 

Nükleer enerji devlet politikası, ama...

 

1965’den bu yana dört girişimi başarısız kalan Türkiye’de, beşinci girişim başlıyor. 1965 yılında, 1977’de devreye girecek 400 MW’lık santral hedeflendi, DPT izin vermedi. 1976 yılında açılan ihale, 1983/84 yıllarında işletmeye girecek 600 MW’lık Akkuyu nükleer santralını amaçlıyordu, kredi garantisine takıldı ve iptal edildi. 12 Eylül darbe hükümeti, TEK dışında NELSAK (Nükleer Elektrik Santralları Kurumu) kurulması için kanun hükmünde kararname çıkardı, ayrıca 1983 yılında üç firma ile sipariş görüşmelerini başlattı. Akkuyu'da 665 MW ve 990 MW’lık iki, Sinop’ta 1185 MW’lık bir santral kurulması amaçlanmıştı. Sonra Turgut Özal yap-işlet-devret statüsüne döndürmek isteyince uzlaşma olmadı.

 

Dördüncü ve sonuncu girişim, ikinci ihale oldu. Üç konsorsiyumdan 1997’de alınan teklifler; iki ya da dört tane 669.5 MW’lık, bir veya iki tane 1482 MW’lık, bir tane 1218 MW’lık projelere aitti. Farklı bazdaki üç teklifin değerlendirilmesinde gereken beceri ve basiret gösterilemedi, sonradan Beyaz Enerji operasyonunda dava konusu yapıldığı gibi, ihaleye fesat karıştırıldığı iddiaları ve dedikodu sarmalı ikinci ihalenin iptalinde etkili oldu.

 

Bu iptalde, koalisyon hükümetinde başı çeken DSP’nin yenilenebilir enerji tutkusu da etkiliydi. Çünkü ANAP ve MHP nükleer santralı istiyordu. 25 Temmuz 2005 günü dönemin Başbakanı Ecevit, ihalenin iptalini açıklarken, “Nükleer enerji santralları yapımından vazgeçmemiz doğru olmaz. Fakat, bunu bir süre ertelememiz ve yeni nesil nükleer santralların devreye girmesine fırsat tanımamız uygun olur” diyordu. İlk cümlesi doğruydu, ama ihaledeki tekliflerden iki tanesinin, zaten o gün için yeni nesil reaktörleri içerdiğini görememişti. Nükleer enerjiyi içine sindiremediğini açıklayan Ecevit’in ve partisinin yenilenebilir enerji tutkusu, o kaynakların yetersizliğini, nükleer enerjinin gerekliliğini görmelerini engellemiş, devlet politikası ve projesi sorumsuzca belirsizliğe itilmişti.

 

Şimdi AK Parti iktidarı projeyi belirsizlikten çıkartma çabasında. AK Parti’nin programı, “Nükleer enerji santralları kurulacaktır” diyor. Başlangıçta Gül Hükümeti’nin programında nükleere değinilmemişti, ama Erdoğan Hükümeti’nin programında, “Çevreci nükleer enerji kaynakları devreye sokulacaktır” deniliyor. Enerji Bakanı Güler göreve geldikleri ilk aylarda, toryumlu nükleer santrallar istediklerini açıklıyordu, oysa dünyada deneme niteliğinde olan bu santralların ticari amaçla kurulamayacağı bilinmiyor değildi. AK Parti enerji yönetiminin bunu değerlendirebilmesi için iki yıl geçti. TBMM’deki 23 Nisan 2004 resepsiyonunda Enerji Bakanı Güler, nükleer için özel çalışma grubu oluşturduklarını ve uranyumlu santral kurulacağını söylüyordu.

 

2004 yılının Nisan-Haziran döneminde elektrik ve doğalgaz piyasalarında serbestleştirme karşıtı yasa tasarısı ortalığı karıştırmışken, nükleer konusu sanki gündemi değiştirmek için ortaya atılmış gibiydi. Nükleer programın stratejiye bağlanması öngörülmüştü, bunun üzerinde çalışılıyordu. Stratejinin 2004 Temmuz-Ağustos aylarında ortaya çıkacağı, Bakanlar Kurulu’ndan geçtikten sonra, açıklanacağı söylenmiş olsa da, bugüne kadar açıklanmadı. 2004’den sonra 2005 yılında konuya değinilmedi, yeniden kamuoyuna duyurulması 2006’nın Şubat ayında oldu. Bakan Güler, 10 Şubat 2006 tarihli demecinde, “Nükleer santral planımız hazır, özel sektör yapacak” diyordu. En önemlisi, 13 Şubat’ta Afşin-Elbistan B santralının açılış töreninde, Başbakan Erdoğan ilk defa, “Nükleer santrallarla enerji sağlama gayreti içindeyiz” dedi.

 

Nükleer santralların özel sektörce kurulması isteniyor, bu olumlu. Daha Bakan’ın ağzından çıkmadan, 2004 Temmuz’unda Dünya Enerji dergisinde yönettiğim nükleer enerji panelinde, iki holding temsilcisi özel sektörün yapması gerektiği görüşünü dile getirmişlerdi. Bakan ise özel sektörü bu yıl söylüyor, uygun olmayan kamu-özel sektör ortaklığını da dile getiriyor. Serbest piyasaları hedef almış Türkiye’de, pahalı enerji üretimine neden olacak böyle bir ortaklık hiç konuşulmamalı. Bu beşinci girişimde konunun yeni ve en önemli yanı, özel sektöre dayalı olarak yapılmak istenmesi. Bugün için enerji alanında çalışan altı holdingin projeye ilgi duyması umut verici, proje kesinleşince bu sayı artacaktır.

 

Beklenen elektrik darboğazları ve nükleer enerji

 

Geçen yıl 160.3 milyar kWh (kilovatsaat) elektrik tüketen Türkiye’nin bu yıl 171.4 milyar kWh tüketmesi bekleniyor. Türkiye elektrik santralları toplam kurulu gücü 38 820 MW (megavat). 2006 yılının talebini karşılamak için 134 milyar kWh termik, 39 milyar kWh hidrolik kaynaklardan ve sembolik olarak 89 milyon kWh de rüzgârdan elektrik üretileceği planlanmış. 134 milyar kWh termik üretim içinde 75.8 milyar kWh ile en büyük pay doğalgazın. Doğalgazdan başka ithal kömür ve petrol ürünleriyle üretilecek elektrik de hesaba katılırsa, termik üretimin 93.9 milyar kWh’i ithal kaynaklara dayanıyor. Yani, toplam elektrik üretiminin yüzde 54’ü ithal kaynaklardan elde olunacak.

 

Yakın gelecekte nükleerin çare olamayacağı arz açığı var!…

 

Hazırlanmakta olan 9. Kalkınma Planı’nın Genel Enerji Özel İhtisas Komisyonu raporunda kabul edilen projeksiyon, iki senaryoya dayalı. Biri kalkınma hızlarına göre olabilecek üst sınırı, diğeri alt sınırı gösteriyor. Buna göre 2007 yılında talebin en fazla 190.7 milyar kWh, en az 180.3 milyar kWh olması bekleniyor. 2007 yılında yapılmakta olan santrallarla kurulu güç 40 bin MW’ın üzerine çıkacağından, talep karşılanabilecek. Fakat, 2008 yılı için 191.7 ile 206.4 milyar kWh arasında olması beklenen talebi karşılamakta sorun var. Kurulu güçte beklenen artışın 200 milyar kWh’e yaklaşacak talebi karşılaması mümkün görülmüyor. Kısacası, elektrik darboğazı kapımıza dayanmış durumda.

 

2000 sonrasında darboğazlı yıllar geride kalmış gibiydi. Önceki hükümetler döneminde başlanan ve sonuncusu 12 Şubat 2006 tarihinde işletmeye alınan Afşin-Elbistan B santralı gibi rahatlatıcı büyük projeler bitti. “Elektrik fazlası var, talep abartılıyor” diye dişe dokunur yeni projelere girişilmedi. Özel yatırımcılar suçlandığından, taahhütlerden cayılmaya kalkışıldığından, elektrik piyasası da, çalışır duruma getirilemedi. DPT, Enerji Bakanlığı’na yeni gönderdiği yazıda, 2008 yılında elektrik arz açığının ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu belirtirken, Enerji Bakanlığı ve ilgili kurumları tedbir almakta yetersiz kalmakla suçlamış bulunuyor. Aslında, bu darboğaz, 2004 yılında da 2007/2008 krizi olarak konuşuluyordu, ansızın ortaya çıkmış değil.

 

2008-2010 açığının kapanması, inşası en az 7-8 yıl süren nükleer santrallar ile olamayacak. İki-üç yılda kurulabilen, ilk yatırımı düşük, üretimi pahalı doğalgaz santrallarında çare aranacaktır, ama bu doğalgaz dış bağımlılığını ister istemez daha da artırır. Dolayısıyla, 2-3 yıl içinde kurulan, kanal tipi hidroelektrik projelerin hızlandırılması gerekir. Özel sektörün elinde bu tanıma uyan 444 proje ile 3206 MW hidrolik kurulu güç olanağı var. Üstelik hidroelektrik, ucuz enerji demek.

 

Yine de 2008’e yeni santralların yetiştirilmesi çok zor, çözümü ucuz elektrik ithalinde aramak doğru olanı. Bunun için Türkiye’nin Avrupa UCTE bağlantısı 2007’de tamamlanmalı, Trakya-Anadolu iletim hatları geliştirilmeli. Şimdi öncelikli gündem, 2008-2010 krizini ve çarelerini tartışmak elbette. Bakana göre bir ay, Başbakana göre bir-iki ay sonra açıklanacak nükleer strateji ve program ortada yokken, DPT uyarısının hemen ardından başlatılan nükleer tartışma gündemi saptırmamalı ve 2008 darboğazını kamuoyundan gizlemeye neden olmamalı.

 

2010’lu yılların darboğazları nükleersiz aşılamaz!...

 

2010 yılında Türkiye’nin elektrik talebi en az 217 milyar kWh, en çok 242 milyar kWh olacak. 2020 yılında en düşük talep 406 milyar kWh’e ulaşırken, üst sınırı 499 milyar kWh’e tırmanıyor. Yani, 2020 yılında 400 milyar kWh aşılacak. Bizce 500 milyar KWh’in üzerine bile çıkılabilir. Neresinden bakarsanız bakın, 14 yıl sonra 400 milyar kWh’i aşkın elektrik talebi olacak Türkiye, bunun tamamını kendi kaynaklarından karşılayabilir mi? Bu incelemeye değer bir ütopya.

 

Türkiye’nin tüm kömür yataklarını tüketmek pahasına, kömürden yapılabilecek termik üretim yılda en fazla 115 milyar kWh kadar olabilir. DSİ, Türkiye’nin ekonomik hidroelektrik potansiyelini 127 milyar kWh kabul ediyor, özel sektörün yaptığı çalışmalar 192 milyar kWh/yıl olabileceğini gösteriyor. Kullanılabilecek hidroelektrik potansiyelin üst sınırı, teknik potansiyele yakın olarak 200 milyar kWh/yıl varsayılabilir. Rüzgârdan yapılacak üretim, 2020 yılına kadar 30 milyar kWh/yıl’ın üzerine çıkamaz. Jeotermal, güneş ve biomas yakıtlardan üretilebilecek ekonomik enerji de 5 milyar kWh/yıl düzeyini aşamaz. Tüm bunların toplamı 350 milyar kWh/yıl eder ki, talebin alt sınırı 400 milyar kWh’e ulaşamamaktadır. Kaldı ki, 350 milyar kWh/yıl potansiyeli bir ütopyadır.

 

Türkiye’nin kaynakları zengin değil, enerji ithali zorunlu. Arz güvenliği için Türkiye, yerli ve ithal tüm enerji kaynaklarından ekonomik sınırlar içinde, optimal boyutlarda enerji üreterek kaynak çeşitlendirmesi yapmalı. Bugün için yaklaşık 39 bin MW olan kurulu güce 2020’ye kadar en az 41 bin MW, en çok 57 bin MW yeni güç eklemek gerekiyor. Enerji Bakanı Güler’e göre, 54 bin MW’lık bu ek gücün 5 bin MW’ı nükleer olacak ve 2015’de nükleer elektrik üretimi başlayacak.

 

2020’ye kadar kurulması istenen 5 bin MW nükleer güç çok mütevazi kalmakta. Türkiye 1. Enerji Şurası’nda 10 bin MW nükleer güç önerilirken, TÜSİAD raporundaki nükleer güç önerimiz 12 bin MW idi. Yeni stratejide nükleer gücün, elektrik talebini taban değerin üzerine fazla çıkarmamak, anlaşmalarda taahhüt edilen doğalgaz miktarlarını aynen almak, yeni doğalgaz anlaşmalarında proje değerlerini kısmamak amaçları ile küçük tutulduğu anlaşılıyor. Türkiye iklim değişikliğine karşı Kyoto Protokolünü imzalamak, bazı ayrıcalıklar tanınsa da emisyon sınırlamasına gitmek zorunda kalacak bir ülke. Emisyon yayımının önlenebilmesi için baz yük termik santralları olarak nükleer santrallar gerekiyor.

 

Nükleer santralın güvencesi, yeri, tipi, yatırım modeli

 

Türkiye, 1955 ve 1957 yıllarında imzaladığı anlaşmalarla nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanmayı taahhüt etmiş bulunuyor. Nükleer santralın yer seçiminden inşasına ve işletilmesine dek tüm işlemler, Türkiye’nin 1957 yılında üyesi olduğu Uluslararası Atom Enerji Ajansı (IAEA) kurallarına uygun olarak, lisanslı biçimde ve denetiminde yapılmak zorundadır ve IAEA denetimi en büyük güvencedir.

 

Nükleer santral işletmeciliği aşırı disiplinli, sıkı kontrollü, güvenli işletmecilik olup, çevrenin ve insan sağlığının korunması temel ilkesidir. Nükleer karşıtı lobiler, dünyanın iklim dengesinin fosil yakıt emisyonları yüzünden altüst olduğunu ve yenilenebilir kaynakların yetersizliğini görmezlikten gelerek, hiçbir bilimsel değeri olmayan iddialarla, akıl dışı biçimde nükleer enerjiye, dolayısıyla çağdaş teknolojiye, insanlığın refahına, uygarlığa karşı çıkıyorlar. Çok kısa ve somut vurgulayalım; nükleer santrallarda ölümcül kaza ihtimali kömür ve doğalgaz santrallarından daha azdır. Kontrol ve izleme tekniklerinin çok geliştirildiği bu santrallardan radyoaktif kaçak ve radyasyon sızıntısı olması mümkün değil. Abartılacak nükleer atık sorunu yok, güvenli depolama teknikleri var.

 

Bugün nükleer santralların en yoğun olduğu Fransa’da halk nükleer enerjiye karşı değil. Santralların soğutma kuleleri yakınındaki sularda yüzüp tatil yapıyorlar, kentlerde nükleer santrallarla iç içe yaşıyorlar. Üzerine iki atom bombası atılmış Japonya halkı da nükleer enerjiye karşı değil. Nükleer santralın atom bombası olmadığını biliyorlar. Batıda nükleer karşıtı lobilerin, petrol ve diğer enerji şirketleri tarafından desteklendikleri biliniyor ve her ülkede bulunabilen nükleer karşıtı fanatikleri kullanıyorlar. Şimdi önemli olan nükleer karşıtı lobilerin oyunlarına gelmemek, halkı aydınlatarak nükleerin zararlı değil, yararlı olduğunu göstermek. Devletin önderliğinde örgütlü ve planlı aydınlatma seferberliği başlatılmalı.

 

Nükleer santralların nerede kurulacağı tartışılıyor. Şu anda Türkiye’nin lisanslı ve alt yapısı hazırlanmış tek nükleer sit alanı Mersin-Büyükeceli-Akkuyu. Burada birden fazla, hatta beş reaktöre yetecek yer var. Akkuyu, büyük bir titizlikle seçilmiş, uygun yerdir. Orada nükleer santral kurmaktan vazgeçilecek olursa, İskenderun gibi modern teknolojili ithal kömür santralı kurulabileceği de düşünülmeli, ama nükleer santral tercih olunmalı. Akkuyu dışında henüz lisanssız ve etütleri tam yapılmamış Sinop yöresi var. Geçmişte üzerinde durulan bir yer de Kırklareli-İğneada idi. Sıralan bu üç yere, Konya-Beyşehir-Seydişehir, Ankara-Beypazarı-Nallıhan, Karadeniz Ereğlisi-Akçakoca, Kırıkkale-Nevşehir Kızılırmak vadisi eklenmiş bulunuyor. Akkuyu ise, hazır olması nedeniyle öne çıkıyor. Başka yeri seçmek, hem zaman ve hem de para kaybı olacak.

 

Bugün dünyada elektrik üretimi için kullanılan 443 nükleer reaktörün 214 tanesi PWR (Basınçlı Su Soğutmalı) tip olup, bu reaktörler zenginleştirilmiş uranyumla çalışıyorlar. Avrupa’da yeni geliştirilmiş bulunan son nesil EPR tipi basınçlı su soğutmalı reaktörlerin başındaki “E” harfi “European”, yani Avrupalı kelimesinden geliyor, bu da PWR’nin geliştirilmişi. Ruslar buna benzer, Asyalı (Asian) denilen APR reaktörlerini geliştirdiler. ABD’nin de gelişmiş (advanced) dedikleri APWR (veya AP) tipi yeni nesil reaktörleri var. Yeni nesil kor tutuculu santrallar, güvenlik açısından erimenin önlendiği en güvenli santrallardır.

 

Artık doğal uranyumlu, ağır sulu reaktör tipi hiç düşünülmemeli, zenginleştirilmiş uranyumla çalışan geliştirilmiş (evrimleştirilmiş) PWR tipi yeni nesil reaktörler seçilmeli. Geliştirilen başka tipler olsa da, temelde PWR kadar denenmiş değiller. Nükleer güç 5 bin MW gibi küçük düzeyde iken, yakıt için zenginleştirme tesisi kurmak yerine, ithal edilmesi daha ekonomik. Bu ithal için bir ülkeye bağlı olmak gerekmiyor, seçenekleri var. Nükleer yakıt fiyatları istikrarlı ve pahalı değil.

 

Nükleer yakıt enerji yoğun bir kaynak. Büyük bir nükleer santralın yakıt çubuklarında, nükleer yakıtı içeren milyonlarca seramik pelet (küçük topakçıklar) bulunur. Bir pelet, yaklaşık 9 mm çapında ve 12-13 mm uzunluğunda minnacık silindir olup, bir santimetre küpten küçük bu hacim içindeki yakıt bir tona yakın kömüre, 150-160 galon petrole eşdeğerdir. Bu sayede sadece bir yıllık değil, gelecek yıllarda kullanabilecek nükleer yakıtın santral içinde, küçük hacimde depolanması mümkün. Fiyatı dalgalanmaktan koruyan bu özelliği nedeniyle, petrol ve doğalgaz ithalindeki dış bağımlılık, nükleer yakıt ithalinde yok. İthal nükleer yakıtla çalışan santral bile dışa bağımlı sayılmıyor.

 

Başta vurguladığımız gibi, artık nükleer santrallar yalnızca özel sektör tarafından yapılıp işletilmeli, devlet ulusal nükleer strateji ve politikaya göre uygulamanın sınırlarını, santralların yerlerini belirlemeli ve yalnızca denetleyici olmalıdır. Nükleer santral, piyasaya üretim yapacaksa da, milyarlarca dolarlık yatırımların bazı güvenceler istemesi kaçınılmaz olduğundan, nükleer santral yatırımlarının düzenlenmesine, konsorsiyum şeklinde oluşacak yatırımcı şirketlerin statülerinin belirlenmesine, işletme dönemi idari, hukuki, mali, ekonomik mekanizmaların açıklığa kavuşturulmasına, enerji piyasasındaki yerlerinin ve bağlantılarının ne olacağına ilişkin Nükleer Santrallar Kanunu çıkarılmalıdır. 

 

*Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi, enerji ekonomisti ve enerji sistemleri planlama uzmanı, 1998 tarihli TÜSİAD Enerji Stratejisi Raporu’nun yazarı, RESSİAD (Rüzgâr Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği) Başkanı, gazeteci yazar.

 

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR