53 Yıl Sonra Atılabilen Temel: NÜKLEER (1)

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

13 Nisan 2018

 

Nükleer enerji Türkiye’nin gündemine 63 yıl önce 1955 yılında ABD ile imzalanan ‘Sulh için Atom’ anlaşmasıyla girmiş, 1956 yılında Atom Enerjisi Kurumu kurulmuştu. Ardından Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi kuruldu. 1957 yılında Türkiye’yi Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) içinde kurucu üye olarak görüyoruz.

 

Türkiye’de nükleer elektrik santrali kurulması için Varan-1 diyeceğimiz ilk girişim 1965 yılında başlatılıyor, ama sonuca götürülemiyordu. 1955’den 2010 yılına kadar geçen 55 yılda aşağıda ayrıntılarını açıklayacağımız Varan-1’den sonra Varan-2, Varan-3, Varan 4, Varan-5 ve nihayet Varan-6 girişimleri yapılıyor, altıncı girişim Türkiye-Rusya arasında imzalanan anlaşmayla olumlu sonuçlanıyordu.

 

Anlaşması imzalandıktan 8 yıl, ilk nükleer santral kurma girişiminden ise 53 yıl sonra nihayet 3 Nisan 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin tarafından Akkuyu Nükleer Elektrik Santrali’nin temeli atılarak, yapım aşaması resmen başlamış bulunuyor. Türkiye için hayırlı olmasını diliyoruz. Nükleer enerji Türkiye için gerekli, nükleer santraller de güvenilir ve üstelik iklim değişikliğine karşı çevre dostu santraller. Ancak, Akkuyu Nükleer Santral Projesinin eleştirilecek yanları var da onlara geçmezden önce Türkiye’nin nükleer santral edinme öyküsüne değineceğiz. Yarım asrı aşkın ciddi bir gecikmeyle Türkiye, nükleer santraller dönemine adım atıyor. Bu gecikmenin nedeni ve bedeli nedir acaba? Bu sorunun yanıtını bu yazımızda veriyoruz.

 

İlk Adımdaki Başarısızlık ve Arkasındaki Oyun!

 

Varan-1 adımı, 1965 yılında Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ) tarafından atılıyor, 1977 yılında işletmeye alınacak 400 MWe (2) güçte basınçlı ağır su soğutmalı (PHWR) ve doğal uranyum yakıtı kullanacak, ticari adıyla Kanada’nın Atomic Energy Canada Ltd (kısaca AECL) firmasının geliştirdiği Candu tipi reaktörlü bir nükleer santral için çalışma başlatılmış, firmayla gerekli temaslar yapılmıştı. Projeye Türk bilim insanları danışmanlık yapıyordu. Ekip, bu reaktörün daha ileriki yıllarda Türkiye’de yerli üretimi üzerinde duruyordu ve seçim bu bilinçle yapılmıştı. Başlatılan çalışma, ilk kez 1968 yılında Türkiye 2. Genel Enerji Kongresi’nde açıklandı. Öte yandan Türkiye 1960 sonrası planlı kalkınma dönemine girmişti. 1968 yılında hazırlıklarına başlanan İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 400 MWe güçlü çalışmayı dikkate almıyor, 80 MWe güçte nükleer santral öngörüyordu. Ancak, söz konusu Candu reaktörlerinin bu boyutta küçük tipleri o sırada yoktu ve EİEİ çalışması akamete uğruyordu.

 

Varan-1’in sonuçsuz kalmasının nedeni ve sonucu üzerinde durmak gerekir. PHWR reaktörler basit yapılıdır, zenginleştirilmiş uranyum gerektirmez, doğal uranyum (kabaca %99 Uranyum 238 “U-238” ve %0,7 Uranyum 235 “U-235” izotopu içeren) doğal yakıtla çalışacağı için daha ucuzdur. Yerli doğal uranyumun kullanımıyla dışarıya yakıt bağımlılığı getirmez. Türkiye’nin kendi uranyum yatakları da vardır. Bir başka önemli özelliği, bu reaktörlerden uygun zaman aralıklarında yakıtlar dışarı alınarak kimyasal temizleme yani yeniden işleme (reprocessing) uygulamasıyla, atom bombası yapımına uygun kalitede plütonyum 239 (Pu-239) elde olunabilmektedir. Günümüzde nükleer silah yapımında Pu-239 daha çok kullanılır. Çok saf uranyum 235 (U-235) de nükleer silah yapımında kullanılmaktadır, ama o sadece uranyum zenginleştirme (izotop zenginleştirme) ile elde olunur. Zenginleştirmeyle değil de nükleer reaktörlerden kimyasal işlemeyle üretilen Pu-239 tercih ediliyor.

 

Pakistan’ın 1971’de işletmeye giren 90 MWe güçlü Kanupp-1 santralı PHWR tip reaktörlüdür ve bu santralda kullanılan yakıtı işleme sayesine elde ettiği plütonyumla Pakistan ilk atom bombasını yapmıştır. O dönemde tehdit olarak gördüğü Hindistan’a karşı denge sağlamıştır. Halen nükleer güce sahip tek İslâm ülkesi olma özelliğini korumaktadır. Kısacası, PHWR tipi reaktör nükleer silah materyali üretmeye uygundur. Ancak, dünyada her nükleer teknolojisi ve santrali olan ülke atom bombası yapmadığı gibi, atom bombası yapmak için mutlaka nükleer elektrik santraline de gerek yoktur. Çünkü, nükleer silah materyali başka yöntemlerle de elde olunabilmektedir.

 

Zenginleştirilmiş uranyumla çalışan reaktörlerde ise yakıt çubukları belli merkezlerden sağlanır, kullanım sonucu da o merkezlere iade olunur. Yine her nükleer santrali olan ülke zenginleştirme tesisi kuramaz, ekonomik de olmaz. Kısacası doğal uranyumlu santraller nükleer patlayıcı madde teminini kolaylaştırmakta, ama zenginleştirilmiş uranyumla çalışanlardan nükleer patlayıcı madde kaçırılamamaktadır. IAEA bunun için nükleer santralleri denetim altında tutmaktadır. Dünyada IAEA denetimini kabul etmeyen bir ülke Kuzey Kore gibi ruj (kırmızı) devlet muamelesi görür.

 

Bir ruj devlet olmayan, tam karşıtı saygın bir devlet olan Türkiye, atom bombası yapmak için gizli bir çalışmaya hiç girmemiş, NATO’nun nükleer şemsiyesi altında böyle bir girişime gerek de duymamıştır. Fakat, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen ve Türkiye’yi kontrol altında tutmaktan vazgeçmeyen Batı, Türkiye’nin nükleer teknolojiye, hele hele atom bombası yapımına yol açabilecek bir santralle girmesini ne olur ne olmaz düşüncesiyle olsa gerek hiç istememiştir. Türkiye ise Batı’nın iki yüzlülüğünü uzun yıllar görmezden gelerek Candu santralı ısrarını sürdürmüştür, ama Batı nükleer santral girişimlerinde Türkiye’yi hep çıkmaza itelemiştir.

 

Türkiye’nin geçmişte yapısı daha basit ve komplike değil diye PHWR tipi reaktör ısrarı, nükleer santral girişimlerinin sonuçsuz kalmasının gizli nedenlerinden biridir. Hiç unutmam birlikte güneş enerjisi üzerine çalıştığım bir Fransız mimar-mühendis arkadaşıma, 1976 yılında “Nükleer santral kuracağız” dediğimde bana verdiği cevap, “Yunanistan boom” olmuştu Böyle bir yanıtı beklemiyordum, ilk anda ne dediğini algılamakta bile zorlanıp afallamıştım. İşte Batı aydınının Türkiye’ye çarpık bakışı bu.  Atatürk’ün Cumhuriyet dönemine damgasını vurduğu “Yurtta sulh cihanda sulh” politikasını anlayamadılar. Çünkü kendilerinin böyle bir barışçı politikaları yok, bizi de kendileri gibi sanıyorlar.

 

İşte şu günlerde vahşi Batı, Suriye’ye haksız yere saldırmak için hazırlık peşinde, ABD’nin şaşkın Başkanı Trump’ın direktifini bekliyor. Her nedense, Rusya Kıbrıs Rum Yönetimi’ne Akkuyu santralinin tehdit oluşturmayacağı güvencesini vermiş, bu kadar değer verdikleri Rumlar ise onlara karşı ABD deniz kuvvetlerini misafir ediyor. Trump, Suriye’ye ve Ruslara akıllı füze tehdidiyle it dalaşı başlatınca, ABD savaş gemileri Kıbrıs’ın Larnaka limanından demir alıp Suriye kıyılarına yöneldi. Rum destekli Amerikan saldırısına kapı açılıverdi.

 

İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda nükleer santral kurulu gücünün 400 MWe yerine 80 MWe düzeyine düşürülmesinde, Demirel hükümetlerinin büyük barajlı hidroelektrik santrallar kurma politikasının etkisi vardı. Demirel hükümetleri nükleer enerjiye karşı olmamışlar, ama barajlı büyük hidroelektrik santrallere öncelik vermişlerdir. Bu da enerji politikasında yerli kaynakların değerlendirilmesi açısından doğru bir tercihtir.  4 Temmuz 2004 tarihinde Demirel ile yaptığım röportajda, “Nükleer santralin bugüne kadar yapılamamış olması içimde bir ukdedir” diyordu ve 1965 tarihindeki girişim için de şu açıklamayı yapıyordu:

 

“Biz, 3 Kasım 1965 tarihli hükümet programımıza, ‘Nükleer enerjiden ne zaman ve nasıl faydalanılacağı çalışmalarına titizlikle devam olunacaktır’ diye yazmışız. Yalnız, dünyada nükleer elektrik üretimi ilk 1954’de Moskova’da başlamıştı. O yıllarda dünyada yaygın nükleer santrallar yokken, biz hükümet programımıza yazmışız. Zaten kalkınmacı bir hükümet olarak gelmişiz ve ‘Keban’ı yapacağız, Köprü’yü yapacağız, televizyonu getireceğiz ve nükleer enerji de yapacağız’ diyoruz. Yalnız, nasıl yapılacağı hakkında çok fazla bilgimiz yok, ancak programa öyle yazmışız. Ondan sonra araya başka hükümetler giriyor, şu oluyor, bu oluyor, çeşitli siyasi gelişmeler var, ancak biz bu konuyu ilerletmişiz ve yer seçimini de yapmışız”.

 

Niyet, Demirel’in söylediği gibi olsa da atılan adım başarısızlıkla sonuçlanıyordu. O yıllarda İsrail, atom bombası yapıp gizli nükleer güç olmaya çalışıyordu. Türkiye’nin atom bombası yapma, nükleer güç olma planı ve niyeti bulunmuyordu, ama Batı’ya göre belli mi olurdu? Batı İsrail’in Ortadoğu’daki güvenliğini ve üstünlüğü sağlama peşinde iken, Türkiye’ye böyle bir potansiyel tanımak istemiyordu ve Türkiye’nin önü kesilmeliydi. Türkiye zaten nükleer santral yerine Keban hidroelektrik santralını yapma sevdasındaydı, çağdaş teknolojiden uzak kalmalıydı. Keban için Dünya Bankası’ndan kredi verilir, uyuması sağlanırdı. O yıllar için ABD, Türkiye’yi de Kanada’yı da “nükleer plan bir başka bahara” diye oyalayabilecek potansiyelde, emperyalist yüzünü maskelemiş sözde güvenilir (!) müttefikti ne de olsa…

 

Varan-1 Başarısız Olsa da Varan-2, 3, 4 Yolları Denenecekti…

 

Varan-2 adımı Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) tarafından atılacaktı. Fransızların EDF’sine (3) özenilerek, 1970 yılında TEK kuruluyordu.  Fransa’yı nükleer santraller ülkesi yapan EDF idi. TEK de 1972 yılında Nükleer Santraller Dairesi’ni kurup çalışmaları başlatıyordu. 1976 yılında TEK, nükleer santral için ilk ihaleye çıkıyordu.  600 MWe güçte ilk nükleer santralin 1983/1984 yıllarında devreye girmesi öngörülmüştü. Marmara’dan başlayan kuruluş yeri araması Akdeniz, Mersin’de noktalanıyor ve 1977 yılında bugünkü Akkuyu’da bu santralin kurulması için yer lisansı uluslararası standartlara uygun biçimde alınıyordu.

 

 

Akkuyu birden fazla nükleer santral kurmaya elverişli bir nükleer sit alanı

 

Fransız ve İsveç firmalarından oluşan danışmanlık konsorsiyumunun tavsiyesine uyularak doğal uranyum yakıtlı PHWR nükleer reaktörden vazgeçiliyor, kurulması istenen 600 MWe güçlü santral için ihale sonucu İsveç ASEA firmasının kaynar sulu (BWR) reaktörü seçiliyordu. Yakıt doğal uranyum yerine dışarıdan ithal olunacak zenginleştirilmiş uranyum olacaktı, santralden nükleer bomba hammaddesi kazanılması gibi bir olanak da söz konusu olmayacaktı. Ancak o yıllarda enerji ve ekonomi açısından yapılan analizler, Türkiye’de 1995 öncesinde nükleer enerjiye geçme zorunluluğu bulunmadığını gösteriyordu. Nükleer santral ertelenebilirdi ve İsveç Hükümeti kredi garantisi vermeyince bu ihale iptal ediliyordu.

 

Varan-3 adımı ise, 1980 askeri darbesi sonrası atılan adımdı. Önce 1981’de IAEA ile tüm nükleer çalışmaların uluslararası denetime açık olması için anlaşma imzalanıyor, 1982 yılında Atom Enerjisi Kurumu, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) olarak yeniden örgütleniyordu. 1983 yılında TEK dışında oluşturulmak üzere “Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu” (NELSAK) kanunu çıkarılarak, yeni bir kamu iktisadi teşebbüsü oluşturulmak istendi.

 

Aynı yıl Akkuyu’da ve Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santraller için firmalarla ilişki kurulmuştu. İş ihaleye çıkılmaksızın seçilen firmalara verilecekti. Görüşülen firmalar Kanada’nın AECL firması, Almanya’nın Siemens Kraft Werk Union (KWU) firması ve ABD’nin General Electric (GE) firması idi. Buna göre Akkuyu’da 665 MWe ve 990 MWe güçlü reaktörler sırasıyla Kanada ve Alman firmaları tarafından, Sinop’ta ise 1185 MWe gücündeki iki ünite Amerikalılar tarafından kurulacaktı. Türkiye yerli uranyum yataklarını değerlendirmek için yine Kanada’nın PHWR reaktörünü seçmişti, ama diğerleri basınçlı su soğutmalı (PWR) tip zenginleştirilmiş uranyum yakıtlı reaktörlerdi.

 

Bu çalışmanın yapıldığı yıl, 1983 seçimiyle 12 Eylül askeri darbe yönetiminin son bulduğu yıl oluyor, 13 Aralık’ta Turgut Özal Hükümeti görevi devralıyordu. Dolayısıyla bu santrallere ilişkin görüşmeler Turgut Özal Hükümeti tarafından sürdürülüyor, santrallerin o zaman nükleer enerji piyasasında uygulanmayan yap-işlet-devret (BOT) modeli ile kurulması gündeme getirilince, firmalar birer birer çekiliyorlardı. Bunların yerini, Ege’de çevre katliamı yapan üç linyit santrali alıyor, onlara da ucuz olsun diye Doğu Avrupa teknolojisiyle baca gazı arıtması bile olmadan kurduruluyordu. NELSAK ise kâğıt üzerinde kalıyor, kuruluşu gerçekleştirilmiyordu. Özal, yerli nükleer teknolojiye uzanacak yolun ve nükleer santraller döneminin önünü kesiyordu.

 

Varan-4 adımı ikinci ihale girişimidir. Çiller Hükümeti’nde TEK, 1993 yılında Türkiye Elektrik Üretim İletim A.Ş. (TEAŞ) ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) olarak ikiye ayrılıyor, TEK’in Nükleer Santrallar Dairesi de TEAŞ bünyesine alınarak, Nükleer Santrallar Şube Müdürlüğü’ne indirgeniyordu. Kurulması hedeflenen NELSAK kurulmayarak tarih olmuş, Nükleer Santrallar Dairesi’ne darbe vurulmuştu. Kelimenin tam anlamıyla ne umulup ne bulunmuştu?...

 

1992 yılında TEK’de başlatılmış olan yeni bir nükleer santral girişimine ilişkin çalışma ise sürdürülüyordu. Bu çalışmaya dayanarak TEAŞ, 1997 yılında Necmettin Erbakan Hükümeti döneminde Akkuyu Nükleer Santrali için ihaleye çıkıyordu. 1500 MWe güçlü bir nükleer santral hedeflenmişti. Geçmişteki girişimler olumsuz sonuçlandığı için nükleer santral firmaları Türkiye’den gelen teklifleri neredeyse ciddiye almaz olmuşlardı. Yine de ihaleye Kanada AECL firması, Alman Siemens ile Fransız Framatom ortaklığı, Amerikan Westinghouse ile Japon Mitsubishi ortaklığı teklif vermişlerdi. Bu ihale ilan edilen tarihlerde sonuçlandırılamıyor, uzatmalarla yılan hikayesine dönüyordu.

 

Firmaların rekabetinden çok ülkelerin rekabeti ihale sürecini etkiliyordu. Teklifler arasında maliyet ve birim enerji fiyatı farklılıkları vardı, ama en ucuz ve en gelişmiş nükleer santral teklifleri bu ihalede alınmıştır. Doğal uranyumlu PHWR tipi reaktör mü, yoksa Fransız-Alman, Amerikan-Japon teklifinde yer alan PWR tipi zenginleştirilmiş uranyumlu reaktör mü seçilecekti?... Lobiler, dünya gizli güçleri ihaleyi etkilemek için kolları sıvamışlardı.

 

Öte yandan bu ihale aşamasında Romanya Türkiye’ye bir teklifte bulunuyor, teklif 1999 yılında Romanya Cumhurbaşkanı Constantinescu tarafından dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’e yapılıyordu. Romanya, Kanada AECL firmasıyla kurdurmak için anlaştıkları iki Candu tipi santralden birinin elektriğini Türkiye’ye satmayı teklif ediyordu ve hatta Romanya’dan çekilecek özel iletim hattı bile gündeme gelmişti. Ersümer’in bana anlattığına göre; Cumhurbaşkanı Constantinescu tarafından konuta davet edilip gider, "Buyurun Sayın Cumhurbaşkanım, ne emrediyorsunuz?” dediğinde, “Ne uğraşıyorsunuz bu çevrecilerle falan Sayın Bakan. Biz burada birinci Candu santralini yaptık. Siz ikincinin finansmanını sağlayın, biz elektriğini size verelim” teklifini yapar.

 

2000 yılında Başbakan Ecevit, rüzgâr santralleri öyküleri, santrallerde kullanılan nükleer fisyon teknolojisi yerine yakında uygulamaya sokulacağı savıyla güvenli nükleer füzyon teknolojisi aldatmacaları ve sözde çevreci karşı çıkışlarla kandırılınca, kendisinde bir nükleer santral ihalesine imza atma cesaretini bulamıyor, o günkü Enerji Bakanı Ersümer’e “Benim dönemimde nükleer santral ihale edilmesini istemiyorum” dedikten sonra, 2000 yılında bu ihaleyi “şimdilik durdurma” diye sonuçlandırmadan iptal ediyordu. Böylece Ecevit tarafından bilgi yoksunluğuyla yarım asırlık devlet politikası, ulusal çıkarlara aykırı olarak tersyüz edilmiş oluyordu. Bu görüşümü yazılarımda, televizyon programlarında, açık oturumlarda defalarca dile getirdim.

 

25 Temmuz 2000 tarihinde Başbakan Ecevit, Bakanlar Kurulu toplantısı ardından yaptığı açıklamada, “Nükleer enerji santralları yapımından vazgeçmemiz doğru olmaz; fakat bunu bir süre ertelememiz ve yeni nesil nükleer santral teknolojisinin devreye girmesine fırsat tanımamız uygun olur” demişti. Platformumuzda “Röportaj ve Panellerden” kategorisinde açıklamasının tamamı yer almaktadır (http://www.ultanirplatformu.com/roportaj-01.html). Metnin tamamından görüleceği gibi, bugünkü koşullara göre Ecevit’in değerlendirmesi ve beklentileri boşa çıkmıştır. Örneğin Ecevit, nükleer santral maliyetlerinde ucuzlama bekliyordu, tam tersi olmuştur. Doğalgaz kıtlığı beklentisi ise hiç söz konusu olmamış, doğalgaz bağımlılığı artmıştır. Nükleer füzyon santralleri beklentisi ise bilimsel bir ütopya olarak kalmıştır. Rüzgâr ve güneş santralleri beklentisine gelince, enerji sorununa çözüm değil, pansuman tedavisi bile sayılamayacak boyutta kalmıştır.

 

Ecevit’e geçmişte danışmanlık yapmıştım, 12 Eylül sonrasında ünlü Arayış dergisinde enerji politikası yazılarını ben yazmıştım, hemen hepsi Ecevit’in kontrol ve onayından geçiyordu. Görüşlerime değer ve önem verdiğini ben söylemiyorum, o günkü hatıratlarını kitaba dökenler yazdı. Ancak, DSP kurulmazdan önce ben görüş ayrılığı nedeniyle Ecevit’in yanından ayrılmıştım. Daha sonra Rahşan Hanımın kendisine bulduğu yenilenebilir enerji lobisine bağlı danışmanlarının onu rüzgâr ve güneş gibi kaynaklara yönlendirdiğini gördüm. Duygusal kişiliği ve şair yönü çevre dostu denilen bu kaynaklara umutla yaklaşmasına neden oluyordu. Onların alternatif kaynak olduğunu, enerjide baz yükü yeterince taşıyamayacaklarını göremediği gibi, teknik konuların uzağında olduğundan yersiz bir nükleer enerji fobisi yaşıyordu. Nükleerden yana olmak oy kaybettirir kaygısı da taşıyordu. Varan-4 böylece olumsuz sonuçlandı. Daha sonra Ecevit ile Muğla Üniversitesi’nin bir toplantısında karşılaşıp, aynı masada yemek yediğimizde yanlış yaptığını söyleme fırsatını buldum. Kararını savunmadı “oldu bir kere der gibisinden” başını sallamakla yetindi.

 

Varan-5 ve Varan-6 ile AKP’nin Adımları

 

2002 yılı sonunda AKP iktidara geldikten sonra nükleer santral yeniden konuşulmaya başlandı, ama başlangıçta uranyum yakıtlı değil, bizde çok bulunan toryum yakıtlı nükleer santral kurmak hayaliyle. Deneme aşamasından öteye geçememiş, ticari uygulaması başlamamış santral tipi üzerinde ciddi bir girişime de dayanmayan sözlerle, maalesef yıllar kaybedildi. AKP iktidarı, ancak 2004 yılında uranyum yakıtlı nükleer santralden söz eder oldu. Konunun kotarılması ise 2007 yılına kadar uzadı. Geçmiş deneyimler nükleerde geç kalmanın daima kayıplar getirdiğini göstermesine karşın zaman hoyratça harcanabilmişti…

 

Nihayet 8 Mayıs 2007 tarihinde 5654 sayılı “Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun” çıkarıldı. Kanunun bazı maddeleri 10’uncu Cumhurbaşkanı Necdet Sezer tarafından veto edildi. 22 Temmuz seçimlerinden sonra yeniden ele alınan ve veto edilen maddeleri dışında tüm maddeleriyle yenilenen kanun, 9 Kasım 2007 tarihinde, yine aynı adla ve bu kez 5710 sayılı olarak “Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun” diye bir kez daha çıkarıldı. Çıkarılan kanuna göre yapılan hazırlıkla, artık ihale niteliğinden farklı bir yarışma yöntemiyle firma seçiminin yapılması kararlaştırılmıştı.

 

TETAŞ’ın değerlendirmesiyle en uygun teklif belirlenerek, ilgili şirketle sözleşme imzalanmasına izin alınmak üzere Bakanlar Kurulu onayına sunulacaktı. Uygun görülen teklif için Bakanlar Kurulu ilgili şirketle TETAŞ arasında sözleşme imzalanmasına izin verecekti. Daha sonra EPDK tarafından şirkete lisans verilecekti. Lisans verilmesinin ardından ilgili şirketle TETAŞ arasında, santralin işletmeye girmesinden itibaren on beş yılı aşmayan enerji satışını düzenleyen sözleşme imzalanacaktı. Planlanan süreç buydu, ama yürümedi…

 

Varan-5 böyle başladı ve 24 Mart 2008’de nükleer santrali kurup işletecek, TETAŞ’a elektrik satacak şirketin belirlenmesi için yapılacak yarışmanın ilânı Resmî Gazete’de yayınlandı. Son teklif verme ve tekliflerin açılma tarihi 24 Eylül 2008 olarak belirlendi. 24 Eylül tarihi geldiğinde, teklif sunmak için gerekli şartları yerine getiren 5 firmanın, teklif yerine teşekkür mektubu sunarak yarışmadan çekildikleri görüldü ve bir tek Rus Atomstroyexport firması ile Türk ortağının oluşturduğu konsorsiyum teklif verdi. Batılı firmalar niçin teklif vermemişlerdi, geçmişte sonuçlandırılamayan girişimler ve iptal edilen ihalelerle Türkiye inandırıcılığını kaybettiğinden mi, yoksa Türkiye’nin nükleer enerjiye el atmasını istemeyen gizli güçlerin baskısından mı?...

 

Rus teklifi Batı ülkelerinden gelebilecek tekliflerin tahminine göre ucuzdu, ama 2000 yılındaki teklife göre santral maliyeti kat be kat artmıştı. Önce elektrik fiyatı yüksek bulundu, konsorsiyum ek teklif sundu. Bu ikinci fiyatın Türkiye elektrik piyasası fiyatıyla uyumlu olduğu görülüyordu. Ancak fiyat uzlaşmazlığı sonuca bağlanmadan işin ilerlemesini engelleyen bir idari yargı, yani Danıştay’ın iptal kararı sonucu, 2009 yılının sonunda bu yarışma da akamete uğradı. AKP’nin ilk girişimi baltalanmıştı.

 

Varan-6 ise sonuca götürülen son girişim oluyordu. Bu kez ne ihale ne de yarışma kılıfı giydirilmeksizin, Hükümetlerarası ikili anlaşma ile işin kotarılması kararlaştırılmıştı. Böylece ihalenin idari yargıda iptalinin önünün kesilmesi amaçlanmıştı. 12 Mayıs 2010’da Rusya ile Akkuyu Nükleer Santrali için bir Hükümetlerarası anlaşma imzalandı. İmzalanan anlaşma Türkiye’ye nükleer teknoloji kazandırmaya uygun değildi, teklif olunan enerji satış fiyatı da pahalıydı. Üstelik inşa edilecek santral Türkiye’nin mülkü olmuyor, Rusya’nın mülkiyetinde kalıyordu. Böylesi çarpıklıkları bulunan bir anlaşmanın sorumlusu elbette Rus tarafı değildi, konuyu kavrayamayan ve işi beceremeyen AKP enerji yönetimi bu sonucun sorumlusuydu…

 

Bu anlaşma daha sonra 15 Temmuz 2010’da 6007 sayılı kanun ile onaylandı. Nükleer enerjiye ve nükleer santrallere bilinçsizce karşı olan ana muhalefet partisi CHP, 6007 sayılı kanunu iptal için Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini söyleyerek karşı çıkmıştı. Ancak, usulüne uygun olarak yapılan ve Meclis’in onayladığı anlaşmalar ulusal kanunların üzerinde bir statüye sahiptirler. Bu nedenle de onay anlaşmaları için Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açılması olanaksızdır. CHP bunu sonradan anlayıp gördü ve Varan-6’yı iptal ettiremedi.

 

Anlaşmadan Temel Atmaya Uzanan Yol Ancak 8 Yılda Alınabildi

 

Geçen 8 yıl hazırlık dönemi olarak adlandırılıyor. Açıklandığına göre bu dönemde yapılan işler; Akkuyu NGS (Nükleer Güç Santrali) Elektrik Üretim Anonim Şirketi’nin kurulması, santralin inşası için proje şirketine arazi tahsisinin gerçekleştirilmesi, mühendislik etütlerinin yürütülmesi, halkın aydınlatılmasının sağlanması, santralin tesisi için gerekli lisans ve izinlerin alınması, inşaata ilişkin ön hazırlık çalışmalarının yapılması şeklinde sıralanmakta. Kurulacak santralin ikizi olarak Rusya’daki Novovoronej-2 NGS gösterilmiş olup, bu santrale Türkiye’den geziler düzenlenmiştir. Yöre halkıyla ilişkilerin yumuşak tutulması için ağaçlandırmadan, Ramazan aylarında iftar programlarına kadar çeşitli etkinliklerin yapıldığı da rapor ediliyor. Santralin işletilmesinde kullanılacak personelin yetiştirilmesi için Türkiye’den Rusya’ya gönderilen öğrencilerin eğitimi ise hazırlık döneminin önemli bir etkinliği.

 

Şirketin ana hissedarı Rosatom Energy International (REIN A.Ş.). Bu şirket Rusya’nın yabancı ülkelerde nükleer santral inşası ve işletiminde faaliyet gösterecek bir Rus devlet şirketi. REIN A.Ş.’nin yanısıra JSC Atomstroyexport, JSC Inter RAO UES, JSC Atomenergoremont, JSC Atomtechenergo Rus şirketleri de hissedar görünüyor. Hazırlık döneminde Ruslar Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.’nin yüzde 51 hissesi kendilerinde kalmak üzere yüzde 49 hisse için ortak aradılar. Ortak arama süreci hâlâ sürüyor. İki Türk inşaat şirketinin önce talip olup, sonra caydıkları biliniyor.

 

20 milyar dolara mal olması beklenen santralin 7,5 milyar dolarlık bölümünün Türk şirketlerince, Eximbank ve özel bankalardan sağlanacak ticari kredilerle karşılanacağı açıklanmıştı. Şu an ortada talip bir Türk şirketi bulunmuyor. Son olarak Rusya Enerji Bakanı Alexandr Novak, yüzde 49’luk hisse satışına ilişkin olarak, “Eğer başka yatırımcı bulunmazsa, o zaman projeyi Rosatom şirketi tamamlar. Projeye bugüne kadar 3 milyar dolar yatırıldı devamı da yapılır” açıklamasında bulundu.

 

 

Akkuyu’nun ikizi Rusya’daki Novovoronej-2 Nükleer Güç Santrali

 

3 Nisan 2018 günü Akkuyu’ya yaklaşık 500 km uzakta bulunan Ankara’da, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen törenle Erdoğan-Putin ikilisi uzaktan kumandayla temel atımını gerçekleştirdi. Böylece birinci aşama olan hazırlık dönemi bitiyor, ikinci aşama olan Akkuyu NGS İnşaatı dönemi başlamış oluyordu. Birinci aşamada “Gerekli lisans ve izinlerin alınmasının ardından ilk ünite 7 yıl içinde devreye alınacak” deniliyordu, şimdi ilk ünitenin Cumhuriyet’in 100. Yılı 2023’de (5 yıl sonra) devreye alınacağı söyleniyor. Finansman sorunu, para yokluğu bu süreyi uzatabilir.

 

Santral tamamlandığında her biri 1200 MWe güçte 4 adet VVER V-491 model reaktör yer alacak ve toplam kurulu gücü 4800 MWe olacak. 4 Nisan 2018 günü IAEA sitesinde Güç Reaktörleri Enformasyon Sistemi istatistiklerinde ilk kez Türkiye’ye yer veriliyor, inşaat aşamasında (1) rektör olduğu gösterilip, Akkuyu-1 reaktörünün PWR tipte Mersin’de kurulduğu, net dizayn kapasitesinin 114 MWe, brüt kapasitesinin 1200 MWe, ısıl kapasitesinin 3200 MWt (4), olarak belirtiliyor, şebekeye bağlanma ve ticari üretime geçiş tarihinin belli olmadığı (N/A- uygulanabilir değil) kaydediliyordu.

 

 

Erdoğan ve Putin ikilisi 3 Nisan 2018’de Ankara Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önünde düzenlenen törenle ve uzaktan kumandayla Akkuyu Nükleer Santrali’nin temelini attılar

 

Zaten ikinci aşamanın bitiş tarihi resmen deklare edilmemiş durumda, 2023 bir niyet ve umut beklentisi. İkinci aşamanın ardından üçüncü aşama denilen, “Akkuyu NGS’nin işletilmesi ve Teknik Destek” dönemi başlayacak. Santral, Rusya’nın yönetimi ve desteğiyle 60 yıl işletilecek. 60 yıl sonra dördüncü aşama olan, nükleer santralin işletmeden çıkarılmasına sıra gelecek. Sökülüp parçaları Rusya’ya götürülecek.

 

 

Yarım asrı aşkın uğraşıyla nükleer santrale uzanan yol 3 Nisan 2018 günü açıldı

 

Akkuyu Yeni Teknolojiyle Yapılan Güvenli Nükleer Santral Olacak

 

Her şeyden önce vurgulamak gerekir ki Akkuyu yöresi, nükleer santral kurmaya uygun bir nükleer sit alanı. Geçmişte Ecemiş fayı geçiyor, deprem tehlikesi var, deniz suyunun sıcaklığı yüksek gibi haklı haksız eleştiriler yapılmış olsa da bu eleştirilerin tutarlı bir yanı yok. Bir kere Ecemiş fayı ölmüş bir hat, etkinliği yok ve santral 9 şiddetinde depreme dayanıklı olacak şekilde inşa ediliyor. Deniz suyunun sıcaklığı buhar çevriminde yoğuşma açısından, dolayısıyla termodinamik verim açısından bir etken, ama zaten ısı transfer sistemi bu parametrelere göre dizayn edildiğinden herhangi bir verim düşüklüğü söz konusu bile değil.

 

Akkuyu santralinde kullanılacak Rus VVER-1200 reaktörleri Batı kriterlerine uygun geliştirilmiş reaktörler olup, artık İngilizce “core catcher” denilen, yani “kor tutucu” ile de donatılıyor. Kor tutucu, reaktör göbeğinde nükleer reaksiyonun gerçekleştiği ve ısı enerjisinin açığa çıktığı yeri tecrit eden bir koruyucu. Nükleer santrallerin ömrü genelde 40 yıl olmasına karşın, burada reaktör ömrünün 60 yıl olarak 20 yıl daha fazla verilmiş olması, Batı’da zorunlu bir kriter olan “Aging” (5) nedeniyle. Yani 40 yıl sonra yaşlanma etkisi giderilerek reaktörlerin ömürleri 20 sene daha artırılıyor ki bu da yatırımın ekonomikliği açısından elbette çok önemli. Kısacası Türkiye’de yer alacak reaktörler Batı standartlarına uygun. Özetle denilebilir ki bu reaktörlerin herhangi bir tasarım sorunu ve kötü denilebilecek yanları yok, güvenilir reaktörler.

 

 

 

IAEA internet sitesinden Akkuyu Nükleer Santrali kaydı (4 Nisan 2018)

 

Öte yandan nükleer enerji, dünyanın önemli sorunu sera etkisi ve global ısınma karşısında insanlığın başvuracağı çağdaş çözüm yolu. Herhangi bir zararlı gaz emisyonları yok. Görünmez olduğu için insanların adeta öcü gibi gördüğü radyasyon sızıntı tehlikesi de söz konusu değil. Teknik olarak, sızıntıya geçiş verebilecek kaçak yolu yok. İşte Fransızlar nükleer santrallerle iç içe yaşıyorlar, hiçbir nükleer kaza ve radyasyon sızıntısıyla karşılaşmıyorlar. Çernobil kazası işletmede oluşan bir kaza değil. Çernobil deneme yapılan bir santral ve kaza denemesiyle alınacak önlemler araştırılırken, denemenin kontrol dışına çıkmasıyla oluşmuş bir kaza. Fukushima kazası ise yaşlı bir santral olmasına karşın yine reaktörden kaynaklanan bir kaza değil. Okyanusta oluşan tsunaminin santrale verdiği hasarla ortaya çıkan kaza. Akkuyu’nun yer aldığı Akdeniz sahil şeridi bir tsunami bölgesi de değil. Kaldı ki şimdi yeni yapılan nükleer santraller üzerine uçak düşse bile reaktör kazası oluşturmayacak yapılar.

 

Yerli Nükleer Teknoloji Kazandırmayacak Santralle Nükleer Enerji Adımı

 

Üç maddelik bir kanunla onaylanıp yürürlüğe girmiş olan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu sahasında Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” ile Türkiye nükleer enerji dönemine adım atıyor. Çoğu kez söylediğimiz bir gerçeği burada bir kez daha vurgulamakta fayda var. Türkiye kilit teknolojileri hiçbir zaman Batı’dan alamamıştır. Demir-çelik, alüminyum ve sanayide olan diğer örnekleri gibi Rusya’dan almıştır. Nükleer enerjiye de Rusya’nın yardımıyla giriyor. Ancak yapılan anlaşma, Türkiye’ye yerli nükleer reaktör yapma teknolojisi getirecek değil. Rusya’ya kuracağı ve mülkiyetinde kalacak santralden elektrik satış imtiyazı veriyor. Yapılmış olan anlaşmanın eleştirilecek en önemli yanı bu. Temel atılmadan önce, Rusya ile ilişkilerin iyi olduğu günümüzde anlaşma revize edilmeliydi, ama bu gündeme dahi getirilmedi. AKP yönetimi nükleer konusunu kavrayabilmiş değil.

 

Rusya, Türkiye’de kendi malı olacak, belki bir veya birkaç Türk ortağın da sermaye katkısı yapacağı kendi santralini kuruyor, 60 yıl kendisinin çalıştıracağı bu santralden üretilen elektriği Türkiye’ye satacak. 60 yıl sonra ömrünü tamamlayınca santrali söküp parçalarını götürülecek. PWR tipi reaktörlü bu santralin reaktörü de yakıtı da Rusya’dan gelecek, kullanılan yakıt çubukları Rusya’ya geri götürülecek. Isı eşanjörlerinin, buhar borularının, vanaların, jeneratör aksamının temininde istenirse yerli teknoloji kullanılabilir, ama bu nükleer teknoloji kazanmak olmaz. Diğer termik santrallerde de kullanılan bu tür donanımlara ilişkin yerli teknolojimiz zaten var. Sözde yerli teknoloji katkısına aldanılmamalı. Bizim için gerekli olan nükleer reaktör teknolojisi, Akkuyu santrali o teknoloji transferine olanak vermiyor.

 

Sonuç olarak Rusya bir nükleer paket şeklinde santralini getirecek, serbest piyasada rekabete girmeksizin anlaşma fiyatı ve miktarıyla Türkiye’ye elektrik satacak. Hatta santral herhangi bir nedenle üretimi durdurmak zorunda kalırsa, anlaşma miktarı elektriği Rusya’dan Türkiye’ye bir başka yoldan temin etmeyi de taahhüt ediyor.

 

Türkiye’nin bir değil, birden çok fazla nükleer santrale ihtiyacı var, ancak ulusal nükleer teknoloji oluşumuna yol açacak, reaktör teknolojisi transferi sağlayacak nükleer santraller gerekiyor. Değerli dostum TAEK eski başkanlarından Prof. Dr. Cengiz Yalçın hocamızın bir sözünü yinelemeden geçemeyeceğim. “Biz Anadol otomobili yaptığımız zaman Güney Kore bisiklet bile yapamıyordu, şimdi nükleer santral yapıyor ve bize nükleer santral teklifi veriyor. İstenirse Türkiye beş yıl içinde kendi ulusal reaktörünü geliştirebilir”. Türkiye’nin bu anlayışı uygulamaya aktarabilecek iktidar sorunu var.

 

Akkuyu Nükleer Santrali ve Satacağı Elektriğin Fiyatı Çok Yüksek

 

Başlangıçta 20 milyar dolar yatırımla yapılacağı söylenen, ancak şu anki koşullara göre 25 milyar dolardan aşağıya çıkmayacağı kestirilen Akkuyu Nükleer Santrali’ne Türkiye Hazinesi yatırım katkısında bulunmuyor, üretilecek elektrik için alım garantisi vermiş durumda. Dolayısıyla santrali yapacak olan Ruslar yatırımın geri dönüşünü elektrik satışından karşılayacaklar. Alım garantisi için saptanan fiyat ise nükleer santrallerin elektrik üretim maliyeti bazına göre çok yüksek.  Kısaca pahalı ve serbest piyasaya karşıt alım garantisi olan bir nükleer santral kuruluyor.

 

Yapılan anlaşmaya göre, 15 yıl süre ile ortalama 12,35 US cent/kWh fiyatıyla alım garantisi verilmiş. Bu ortalama fiyat olup, maksimum fiyat 15,33 US cent/kWh düzeyine kadar çıkıyor. Türkiye elektrik piyasasında bugün bu fiyat düzeylerinde başka kaynak santrallerinden alımlar yapılıyor, ama nükleer gibi bir baz yük santrali için diğer ülkelerdeki nükleer elektrik üretim maliyetleriyle karşılaştırıldığında fiyat çok yüksek. Tabii burada konulan 15 yıl süre, yatırımın bu sürede amortismanının hedeflenmesi demek olduğu için fiyat yüksek tutulmuş durumda.

 

Akkuyu Nükleer Santrali’nden yapılacak elektriğin satış fiyatını, Ecevit’in 2000 yılında iptal ettirdiği nükleer santral ihalesindeki üretim maliyetleri ile karşılaştırmakta yarar var. 18 yıl önce rekabet ortamında alınan tekliflerdeki fiyatlara bakarsak, en pahalı fiyat 3,35 US cent/kWh, en ucuzu da 2,28 US cent/kWh. Akkuyu Santrali’nden sağlanacak elektrik, 18 yıl önceki en pahalı teklife göre ortalama 3,7 kat, en ucuz teklife göre 5,5 kat daha pahalı. İşte Ecevit’in yanlış kararının Türkiye’ye parasal maliyeti bu.

 

27 Mart 2001 tarihli bir mektupla o günkü Rusya Enerji Bakanı Adamov, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ersümer’e, Rus nükleer santralleri tarafından üretilen elektrik enerjisini Rusya’dan Türkiye’ye Karadeniz’in altından döşenecek kablolarla taşıyıp satmayı teklif etmiştir. Ersümer’in bana da gösterdiği mektupta enerji satış fiyatının TEAŞ’ın o andaki alım fiyatlarının çok altında olacağı özellikle vurgulanmakta, projenin finansman giderlerinin, enerji tedarik ve alım garantilerinin, sualtı kablo inşaatlarının, işletme ve diğer tüm masraflarının tamamen ticari imkânlarla karşılanacağı, Türk ve Rus Hazine Bakanlıklarına herhangi bir yük getirmeyeceği belirtilmektedir. Bakanlar arasındaki ikili görüşmede 0,8 US cent/kWh fiyatla Litvanya ve Estonya’ya verdikleri gibi verecekleri de dile getirilmiştir.

 

Bu teklif, yukarıda daha önce açıkladığımız Romanya Cumhurbaşkanı Constantinescu tarafından yine Ersümer’e yapılan teklif gibi. İkisinin arasında sadece hat güzergâhı farkı ve fiyat farkı var. Ancak her iki teklifin işaret ettiği alternatifin çok daha ekonomik olduğu kuşkusuz. Öyle olunca, Rusya’nın mülkiyetindeki Akkuyu Nükleer Santrali yerine, Rusya’daki nükleer santrallerden enerji alınması daha mantıklı olurdu. Oysa istenen Türkiye’nin malı olacak nükleer santralden elektrik üretmekti, santralden Türkiye’nin strateji ve çıkarları doğrultusunda yararlanmaktı. Bu yapılamamıştır.

 

Nükleer elektrik satın alma fiyatını diğer özel santrallerden alınan elektrik fiyatıyla da karşılaştıralım. Yerli kömür santrallerinin elektriği 205 TL MWh, yani 20,5 krş/kWh (5,2 US cent/kWh), HES elektriği 7,3 US cent/kWh, Rüzgâr elektriği 7,3-8,0 US cent/kWh, jeotermal elektriği 10,5 US cent/kWh, biyokütle elektriği 13,3 US cent/kWh, güneş elektriği 13,3-14,4 US cent/kWh birim fiyatlarından alınmaktadır. Akkuyu’nun elektriğine ilk yıllarda verilecek fiyat 15 US cent/kWh üzerinde olup, 15 yıllık ortalaması 12,35 US cent/kWh fiyatıyla Türkiye’de nükleer pahalı bir kaynak olmakta. Oysa, Avrupa ülkelerinde nükleer elektrik maliyeti tabanda en düşük değerlerde yer alır.

 

Nükleerde Atılan Adımlar Tutarlı Strateji ve Planlamadan Yoksun

 

Türkiye’nin bir değil birden fazla nükleer santrale ihtiyacı vardır ve bu santraller yıllar önce yapılmalıydı. Örneğin 5000 MWe gücündeki bir nükleer santral bugün derelerin ve köylülerin baş belası olan HES sıkıntısını ortadan kaldırırdı. Nükleer santraller ile ciddi çevre sorunlarına yol açan yanlış teknolojili linyit santrallerinin yapılmasına gerek duyulmazdı. Ancak, Türkiye’nin tutarlı enerji planlaması hiçbir dönemde olmamıştır, AKP enerji yönetiminde ise hiç olamadı, olması da olanaksız görünüyor.

 

1998 yılının sonunda toplanan Türkiye Birinci Enerji Şûrası’nda, 2020 yılına kadar en az 10 bin MWe nükleer kurulu güç gerekir kararı alınmıştı. TÜSİAD için 1998 yılında hazırladığım ve Türkiye 1. Enerji Şurası’na sunulan “21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi” başlıklı raporda (6) 2023 yılı, yani Cumhuriyet’in 100’üncü yılı için 15 bin MW nükleer güç hedef gösteriliyordu.

 

8-10 yıl önce AKP iktidarı da en az 8 bin MWe toplam güçte iki nükleer santral kurulacağından söz ediyordu. Bu söylem Akkuyu’da 4800 MWe ve Sinop İnceburun’da Japon-Fransız konsorsiyumunun yapacağı şeklinde gündeme gelen 4480 MWe güçlü nükleer santraller planına dönüşmüştü. Elektrik Üretim A.Ş. (EÜAŞ) ile kamunun Sinop İnceburun Nükleer Santrali konsorsiyumda yer alacağı açıklanmıştı. Ancak 4-5 yıldır bu santral konusunda sağlanan bir gelişme yok. 2023-2030 döneminde üçüncüsü Kırklareli-İğneada’da olmak üzere üç nükleer santralin hedeflendiği ve üçüncü santral için Çinlilerle görüşme yapılıp uzlaşıldığı iki yıl önce resmi ağızlarca açıklanmışsa da bugüne kadar bu konuda bir ilerleme kaydedilemedi.

 

Ancak şu anda finansman sorunu ve ekonomik darboğaz nedeniyle parasızlıktan Akkuyu ve İnceburun santrallerinin aynı dönemde inşa edilerek iki nükleer santralın birlikte yapılması olanaklı görülmüyor. Yukarıda vurgulandığı gibi parasızlık nedeniyle Akkuyu Santrali’nin bile dört ünitesi ile 2023 yılına tamamlanması beklenmemeli, diğer ünitelerinin yapımının 2025 yılını aşması olasılığına da şaşırmamalı.

 

Burada belirtmek gerekir ki Mersin Akkuyu sahası tescillenmiş bir nükleer sit alanıdır ve 10 bin MWe düzeyinin üzerinde santralin kuruluş yeri olabilecek büyüklüktedir. Nükleer santralleri dağıtmak yerine bir araya toplamak işletme, denetim, bakım, onarım, güvenlik vs. açısından tutarlı olduğu gibi, çevre etki değerlendirme açısından da uygun bir çözümdür. Dolaysıyla santralin birini Mersin-Akkuyu’da diğerini Sinop-İnceburun’da ve bir diğerini Tekirdağ İğneada’da kurma planı mantıksızlıktır.

 

Türkiye’nin İhtiyacı Olan Nükleer Santraller Nasıl Kurulmalıdır?

 

Türkiye’de bugün nükleer santraller yabancı sermaye, özel sermaye, yerli ve yabancı özel ortaklıklar, kamu sermayesi, kamu-özel sektör işbirlikleri/ortaklıkları (Public Private Partnership -PPP modeli) içeriğinde kurulabilir. Nükleer santraller stratejik tesislerdir, yapımından kapanışına kadar her aşaması aşırı kontrol gerektiren bu santrallerin işletilmesi kendine özgü düzenleme gerektirir. Bu işler en sağlıklı biçimde kamu eliyle yapılabileceği için bizim önerimiz; nükleer santrallerin kamu eliyle veya kamunun yanısıra özel sektöründe yer alabileceği PPP modeli kapsamında kurulabileceğidir. Her iki koşulda da santralın mülk sahibi devlet olmak zorundadır. Kamu özel sektör işbirliğinde ortaklık payları ne olursa olsun, santralin işletme ve denetimi yalnızca ve yalnızca kamunun elinde olmalıdır.

 

Yukarıda da vurguladığımız gibi, şu anda Türkiye’nin görünür nükleer santral ihtiyacı 15 bin MWe düzeyinin üstündedir. Dolayısıyla çok ciddi bir finansman gerekmektedir. Bu kadar büyüklükteki nükleer santrallerin, EÜAŞ bünyesinde yer alması uygun olmayacaktır. Yine yukarıda üçüncü girişimde (Varan-3) sözünü ettiğimiz NELSAK (Nükleer Elektrik Santralleri Kurumu) bir kamu ekonomik girişimi olarak, günün koşullarına uygun düzenlemeyle oluşturulmalıdır. Nükleer enerji planlaması NELSAK tarafından yapılmalı, santraller NELSAK tarafından inşa ettirilip işletilmelidir. Lisanslama ve denetim açısından TAEK’in eksikleri de giderilmelidir. “Bugünkü enerji yönetimi bu işin üstesinden gelebilir mi?” derseniz, tüm kurum ve kuruluşlarıyla, üstelik yöneticileriyle o yetenekten yoksun görünüyor.

 

--o--

 

(1)  Bu yazımı, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi eski müdürlerinden, TAEK eski başkanlarından, 1961’de İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Nükleer Enerji Enstitüsü’nü kuran, birinci nükleer santral girişimine bilimsel danışmanlık yapan, “Nükleer Mühendisliğin Esasları” kitabının yazarı ve ısı bilimi ile termodinamik üzerinde yayınları bulunan, 1985 yılında emekliye ayrıldıktan sonra da çalışmalarını sürdüren, TV’de birlikte nükleer enerji tartışmasına katıldığım, çeşitli kongrelerde konu üzerine sohbetler yaptığımız, 2000 yılında vefat eden rahmetli Prof. Dr. Nejat Aybers hocamızın anısına adıyorum.

(2) MWe; Megavat elektrik, nükleer santrallerin termik ve elektrik güçleri ayrı ayrı belirtilir, önemli olan da elektrik gücüdür.

(3) EDF: Électricité de France

(4) MWt: Megavat (termik) ısıl.

(5) Yaşlanma etkisi

(6) 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD), Yayın No. TÜSİAD-T/98-12/239), Aralık 1998, İstanbul.

 

 

Teşekkür: Değerli Dostum Sanayici ve Fizik Yüksek Mühendisi Adil Buyan ve TAEK Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi emekli elemanlarından nükleer teknoloji uzmanı Dr. Reşat Uzmen’e ilgi göstererek yazımı okuyup değerlendirdikleri, özellikle atom bombası yapımında kullanılan nükleer materyale ilişkin bilgi verdikleri için teşekkür ediyorum.

 

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR