15 Ağustos 2018
Amerika bugünün çok kutuplu dünyasını ve rakip güç odaklarını kabul edemiyor. Eski parlak günleri mazide kaldıkça saldırganlaşıyor. Ortadoğu’da Suriye’de kaybetti, İran ile uluslararası nükleer anlaşmadan çekilerek saldırıya geçti. Pek tabii bu ilk imza geri çekişi değildi, Paris İklim Anlaşması’ndan da imzasını çekmişti Kendi sorunlarını görmezden gelerek, Avrupa’ya ve Çin’e ticari savaş açtı. Venezuela ve Meksika’dan Kuzey Kore, Çin ve Rusya’ya kadar takışmadığı, çekişmediği ülke kalmadı.
Amerika Hegemonyasını Sürdürebilme Savaşında
ABD’nin Çin’e karşı açtığı ticaret savaşı, İran’a, Rusya’ya ve Türkiye’ye getirdiği yaptırımlar değişik bahanelere dayansa da geri planda yatan temel neden, Asya’nın yükselişine karşı tepkisi ve hegemonyasını korumak amacıyla önlem alma isteğidir. Çin ve Rusya Asya’nın en güçlü ülkeleri, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, BRICS kuruluşunun ana sütunları. İran ve Türkiye Asya’ya yönelmiş, Amerikan’ın askerî ve dolar hegemonyasına karşı çıkan, Ortadoğu’da da ağırlığı olan Batı Asya ülkeleri. ABD, Ortadoğu projelerinin karşısında Türkiye ve İran’ı engel olarak görmektedir.
ABD için hangi ülke olursa olsun, hegemonyasına başkaldıran ülkelere kumpastan yaptırıma kadar düşmanca tertipler uygulamak stratejisi oldu. NATO’nun patronu, ama orada bile müttefiklerine adil pay ödemedikleri gerekçesiyle tepkili. NATO, diğer üyelerinden çok ABD’nin çıkarına hizmet etse bile, sözde NATO’dan çıkma tehdidi de yapabiliyor. G7 zirvesinde Avrupalı müttefiklerine ateş püskürüyor. Avrupa Birliği’ne karşı ticaret savaşı açabiliyor. Trump’ın yönetiminde, kendi derin devletiyle çelişkili, kafası karışık, saldırgan ve ateşi yükselmiş hasta bir Amerika var.
Bu yazımı önce “Amerika’nın İran Ateşi ve Hürmüz” diye yazmaya başlamıştım. İran’a uygulanacak ABD yaptırımlarını tartışmak ve özellikle İran’ın Hürmüz kozunu enerji açısından irdelemek amacındaydım. Yazımın ilk sayfasında “Amerika’nın İran Ateşi Türkiye’yi de Kapsayabilir” diye bir alt başlık atmış, ilk paragrafını şöyle yazmıştım:
“Aslında ABD, İran’ın bölgede aktif rol oynamasını istememekte, kendisi dışında başka ülke ve ülkelerin öne çıkmasını kabul etmemektedir. Bu nedenle İran’dan sonra Türkiye’ye yaptırımlar uygulaması beklenen bir gerçek. Türkiye’nin İran’ın yanında yer alacak olmasını da yaptırım gerekçesi yapabilir. Oraya kadar uzanmadan bile, PKK casusu papaz Brunson’un salınmaması bahanesiyle, Türkiye de İran ile beraber yaptırımlarla karşılaşabilir. Türk yargısına saygısızlık edip, kararını kabul etmiyor, papazının suçsuz olduğu iddiasını kasıtlı sürdürüyor”.
Ben yazımı tamamlamadan, Amerika’dan Türkiye’ye tehditkâr biçimde, papaz Brunson serbest bırakılmazsa, bir dizi yaptırım uygulanacağı uyarısı geldi. Elbette Türkiye tehditlere pabuç bırakacak muz cumhuriyeti değildi. Amerika’nın diplomasiyle bağdaşmayan tehditkâr çıkışına; Dışişlerinden, Cumhurbaşkanlığından, Milli Güvenlik Kurulu’ndan sert tepkilerle yanıt verildi, ama ABD’nin ne yapacağı belli olmazdı. Çünkü ABD, Türkiye’yi müttefik değil, planlarına taş koyan düşman olarak görüyordu.
ABD’nin yaptırımı beklenenden hızlı ve İran yaptırımları başlamadan bir hafta önce geldi. Beyaz Saray sözcüsü ya da Edison firmasına ait plakların “mikrofon önündeki köpek” resimli etiketinden doğan darbımesel sözle “Sahibinin Sesi” Sanders, 1 Ağustos’ta “Rahibin tutuklanmasında rol oynadıkları gerekçesiyle İçişleri Bakanı Soylu ve Adalet Bakanı Gül hakkında yaptırım kararı aldıklarını” söylüyordu.
ABD Hazine Bakanlığı’nın yazılı açıklamasında, Başkanlık emrinde yer alan “Ciddi insan hakları ihlali durumuna karışan kişilerin mal varlıklarının dondurulması yasasına göre hareket edildiği” kaydediliyordu, söz konusu iki bakanın ABD’deki mal varlıklarının dondurulacağı belirtiliyordu. Oysa, İçişleri Bakanı Soylu ve Adalet Bakanı Gül, ABD’de mal varlıklarının olmadığını açıkladılar. ABD iki bakanla, dolayısıyla iki bakanlıkla ilgili tüm ilişkileri de askıya almış bulunuyor. İki bakanın başta ABD olmak üzere bazı ülkelere giriş ve çıkışları da yasaklanıyor.
ABD Başkanı Trump planladığı yaptırımlarla Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bilek güreşine tutuştu, ama kazanması olanaklı değil.
ABD’nin esas amacı yaptırımların tetiklemesiyle ekonomik kriz başlatmaktı. Türkiye’nin rezerv para olarak dolara bağımlılığı, dolara dayalı dış borçları bilindiğinden, yaptırımın Türkiye’nin yumuşak karnı dolar kurunu hedef aldığı ortada. Doların yükselmesiyle Türkiye’nin ulusal ekonomisinin zayıflatılması hedeflenmiştir. ABD, ekonomik zayıflamanın askerî gücümüze olumsuz yansımasını, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinin azalmasını, Avrasya’ya yönelişinin engellenmesini amaçlamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimi ile birlikte Türkiye’yi dize getirip, hegemonyası altında biçimlemek istemektedir. Amerika amacına ulaşamamalı, beklentileri boşa çıkarılmalıdır. Bu nedenle de ulusça birlik içinde bu kumpasa karşı durmak zorundayız.
İkinci Dünya Savaşı sonrası sözde Milli Şef İnönü, Ebedi Şef Atatürk’e zıt siyasetiyle, Amerika’ya yanaşıyor, karşılığında Marshall yardımından bir avuç kapıyordu. İnönü’nün açtığı yolu Menderes genişletiyor, “İkinci Amerika olacağız” sloganıyla Türkiye’yi Amerika ile borda bordaya getiriyor, NATO ile Atlantik ittifakının prangasına bağlıyordu. Amerikan mandasını elinin tersiyle iten Türkiye, ne yazık ki Amerika’nın hegemonyasına sokuluyordu. Böylece Türkiye, Sovyetlere karşı Atlantik sisteminin ileri karakolu ve ucuz asker ülkesi yapılmıştı. Nereye kadar sürecekti?...
27 Mayıs Darbesi Sonrası 1964 Fay Çatlağı
Tarihin cilvesi çoktur. İnönü Milli Şeflik’ten düştü, Menderes Rusya’ya gitmeye kalkınca, ABD’nin onayladığı 27 Mayıs darbesiyle darağacına yürüdü. 27 Mayıs’tan sonra Türkiye yeniden demokrasiye dönerken, İnönü hayatının sonbaharında bu kez Başbakan olarak görev alıyordu, ama ABD’nin komutuyla çakılacaktı!..
1964 yılında Türkiye Kıbrıs’ta soydaşlarını korumak için askeri müdahaleye hazırlanıyordu. O zamanki ABD Başkanı Johnson’dan İnönü’ye 5 Haziran 1964 tarihli, “Sayın Bay Başbakan” diye başlayan ünlü mektup geldi. O mektubun tek cümlelik özeti, “Böyle bir harekete tevessül etmeden önce Birleşik Amerika Devletleri’nden onay almanız gerekir, biz onaylamıyoruz” diyordu. Kısacası “Dur(!)” komutu verilmişti Mutlaka İnönü’nün hayatında aldığı en ağır mektup olmalı, ama hatasının bedelini ödüyordu işte. ABD ile ilk kırılma oluşmuş, büyük fay çatlağı ortaya çıkmıştı.
Yeni Dünya Düzeninde Türkiye’nin Yeri
Uğradığı hezimetin ağırlığı karşısında İnönü, “Bir gün yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini alır” diyecekti. Aradan yarım asrı aşkın (54 yıl) süre geçti. Bugün ne İnönü ne de Johnson hayatta, ama içinde bulunduğumuz süreçte yeni bir dünya kuruluyor. Türkiye Atlantik ittifakından kopmayı tartışıyor ve yeni arayış içinde. Şanghay İşbirliği ve BRICS ülkelerinin yanında yer alma çabasında. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu dile getiriyor.
Erdoğan, Türkiye’nin Şanghay ve BRICS içinde yer almasını, eğer ABD’ye ve Batı’ya gözdağı vermek için değil de gerçekten samimi olarak istiyorsa, Türkiye’ye Şanghay ve BRICS kapılarını kolayca açabilir. Yaparsa bu da tarihi başarısı olur. Erdoğan, Rusya ve İran ile işbirliğine giderek, ABD’nin Suriye yenilgisinde de etkili olmuş başarılı bir siyasetçi. ABD, Erdoğan’ın bu yönünü bildiği için de Türkiye hedefte. Trump Erdoğan’dan daha dün Birleşmiş Milletler’in Kudüs kararında uğradığı yenilginin intikamını da almak istiyor.
Amerika’nın dolar silahı ateşlenmiş olsa da liranın değer yitirmesi durdurulacaktır.
Trump’ın intikam amaçlı yaptırımlarıyla ateşlenen doların yükselişinin, planlanmış bir kumpas olarak ekonomik çökertme hedefi açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Görünen köy kılavuz istemez. Son birkaç haftadır yaşadığımız hadiseler şu gerçeği bir kez daha gösterdi; Türkiye diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de bir kuşatmayla karşı karşıyadır” diyor. Bu kuşatma ekonomik savaş kuşatması ve 15 Temmuz darbe girişiminin yeni bir versiyonu niteliğinde. Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 Ağustos günü Büyükelçiler Konferansı’nda dünyaya seslenerek, “Kur şöyle oldu, böyle oldu suretiyle battık, bittik, böyle bir şey yok. Türkiye’nin ekonomik dinamikleri sağlamdır” diyerek, dayanma gücümüzü vurguluyordu.
ABD’nin 1974 Ambargosuna Verilen Yanıt Bugün Örnek Alınmalı
Yukarıda sözünü ettiğimiz Başkan Johnson’un mektubuyla o gün için Amerika Türkiye’yi durdurmuştu, ama 10 yıl sonra 1974 Barış Harekâtıyla Kıbrıs’a gerekli müdahale yapıldı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne uzanan yol açıldı. Türkiye’nin Başbakanlık koltuğunda kendine Milli Şef adını taktıran kişi yoktu, Türk halkının “Karaoğlan” diye bağrına bastığı Ecevit vardı, İnönü’nün yapamadığını yaptı.
Başbakan Ecevit, daha öncesinde ABD’nin dayatmasına karşı çıkarak, Türkiye’de haşhaş ekim yasağını kaldırmıştı. Kıbrıs’a Türk askerini çıkararak tarihe geçen lider oldu. Bunun üzerine ABD Türkiye’ye silah ambargosu uygulayarak gözdağı vermeye kalkınca, Türkiye’deki bütün Amerikan askeri üs ve tesisleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrol ve gözetimi altına alınarak gereken yanıt kaçınılmadan verildi. Daha sonra Süleyman Demirel de bu politikayı sürdürdü. ABD’nin ambargosu hiçbir işe yaramadı, sonuçsuz kaldı.
12 Eylül Darbesinden 15 Temmuz Tezgâhına
Türkiye’yi 12 Eylül 1980 darbe sürecine sürükleyen ve darbe yaptıran yine ABD idi. Amacı NATO’dan ayrılmış Yunanistan’ın tekrar dönebilmesi için Türkiye’nin Ege’deki mavi vatanımıza ilişkin kırmızı çizgilerini kaldırtabilmekti. Son kez 15 Temmuz 2016’da engel gördüğü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devirmek, Türkiye’yi biçimlemek, bir taşla iki kuş vurmak için FETÖ darbesini planlayıp tezgahlayan da ABD oldu. Türkiye’yi karıştırıp “Yurtta Sulh” yutturmacasıyla parçalayarak, Kürdistan’ının kuruluşuna yol açmak istedi, ama vatansever Türk halkını ve satın aldığı hainlere karşın Atatürk’ün Ordusu’nun yiğitlerini aşamadı, hezimete uğradı.
Elbette ABD’nin tezgâhları bitmedi, aklınca halen Türkiye’yi terbiye etme kumpasları sürüyor. Gündemdeki yaptırım, Türk lirasına ve ekonomiye yönelik yeni kumpası sürecin devamı. 24 Haziran seçiminde de Türkiye’yi karıştırıcı ortam arayışına girdi, ama fırsat bulamadı. Sorosvari davranışla seçim sonucundan hoşnut olmayanları meydanlara döktürüp karıştırmak istediyse de muhalefet içinde aklıselim galip geldi beceremedi. Bu süreç sürdükçe Türkiye, sözde müttefiki, gerçekte stratejik düşmanı ABD’ye karşı her zaman teyakkuzda olmak zorunda.
Trump’a misilleme olarak el konulması gereken İstanbul’daki Trump Towers.
ABD Başkanı Trump’a Karşı Misilleme Kapsamına Trump Towers da Alınmalı
ABD’nin son yaptırımı, devletimize karşı çok büyük bir saygısızlık. Her şeyden önce Türkiye’yi uluslararası ortamda rencide etmek, küçük düşürmek amacıyla yapıldığı görülüyor. Türkiye bu yaptırımla geri adım atmayacağını yekvücut açıkladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan misilleme kararı geldi. “Amerika’nın Adalet ve İçişleri Bakanlarının Türkiye’deki mal varlıklarını donduracağız, varsa” dedi. Ancak iki Amerikan bakanlı liste eksik sayılır. Trump’ın Türkiye’deki mal varlığı İstanbul Trump Towers da el konulması gereken bir yapı. Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin dibinde yapılmakta olan Amerikan Büyükelçiliği binasının yapımı da durdurulmalıdır. Misilleme elbette diplomasinin altın kuralıdır, ancak ABD’ye karşı yine de yeterli sayılamaz. Çünkü ABD 15 Temmuz’da alamadığı sonucu, dolara dayalı ekonomik krizle almak istiyor. ABD’nin ekonomik savaşına, onun coğrafyamızda hareketini sınırlayıcı önlemlerle ve misliyle karşılık verilmelidir.
Amerika ile Bir Yatağa Girmek Asla Olmadı ve Olamaz
Döviz darbesiyle ekonomimiz krize sürüklenirken, gerekli önlemleri alması gereken Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın, ilk günlerde olayı küçültmek istercesine, Türkiye-ABD örtülü savaşını karı-koca kavgasına benzetmesi ise, asla kabul edilemez. Bu benzetme büyük bir diplomatik gaf, kendisi adına siyasi şansızlık olmuştur. Böyle bir benzetme, Amerika’nın amacına hizmet etmekten başka bir işe yaramaz. Eğer Türkiye Kurtuluş savaşı vermek yerine Amerikan mandasını kabul etmiş olsaydı, işte o zaman bir yatağa giren karı-koca ilişkisinden söz edilebilirdi. Ulusal onurunu her şeyin üzerinde tutan Türkiye entegrasyona gidip Amerika ile birleşmedi ki!... İsmet Paşa zamanında büyük devletlerle ilişkiyi ayı ile yatağa girmeye benzetmişti, karı-koca olarak yatağa girmeye değil….
Yaptırım Bahanesinin Döviz Dalgasıyla Ulusal Ekonomiyi Çökertme Arayışı
ABD Türkiye’ye yaptırım uyguluyor diye dolar serbest piyasada 4,80’lerden önce 5 TL’nın üzerine çıktı, 5,5 TL derken, 6 TL’yi aştı, 7 TL’ye yöneldi. ABD’nin oyununa içeride de manipülasyonla katkı sağlayan spekülatörlerin harekete geçtiği anlaşılıyordu. Euro da 5,60’lardan önce 6 TL’yi aştı, 7 TL’nin üzerine sıçrayarak 8 TL’ye doğru yol akmaya başladı. Dalgalı tırmanış süreci durmuş değil. Hafta sonu tatilinde ve hatta Uzak Doğu borsalarının bile kapalı olduğu gece saatlerinde spekülatörlerin manipülasyonlarıyla dolar yükseltiliyor. Zaten bir süreden beri Tük lirası üzerinde var olan kumpasın yaptırım bahanesiyle güç kazandığı görülüyor.
Dolar kuru artışının tetiklenmesiyle Türkiye ekonomisini çökertme savaşı, Batı basınının önemli gündem konusu.
Kuşkusuz ABD yaptırımının amacı da böyle belirsiz bir süreci oluşturabilmekti. ABD’nin yaptırım uyguladığı ülkelerde özellikle finans sektörünü hedef alıp, göçertmeye çalıştığı biliniyor. Bugün için ABD, 15 Temmuz’da FETÖ darbesiyle dize getiremediği Türkiye’yi döviz girdabında finans güçlüklerine dayalı ekonomik krizle dize getirmek istiyor. Hükümetin gereken her türlü tedbiri tam ve hızla alması, Türkiye’nin de işadamından işçisine ve ev kadınına kadar panik yapmadan, Amerika’nın kirli amacına alet olmadan, soğuk kanlılıkla karşı önlemlere destek vermesi gerekiyor.
Saldırgan Amerika’ya Karşı Sözde Müttefiklik Artık Tasfiye Edilmeli
Hükümet kanadından uzlaşma arayışıyla ABD’ye mutabakat sağlamak için heyet gönderilmesi yanlış olmuştur. Eğer heyetler arası görüşmeyle diplomatik çözüm söz konusu olacaksa, önce olayı başlatan Amerikalılar Türkiye’ye gelmeliydi. Amerika, müttefiki Türkiye’yi kaybetmeme çabası göstermeliydi. Bunun yapılmayışı ABD’nin müttefikliği sildiğini gösteriyor, sıra bu müttefikliği Türkiye’nin tasfiyesinde.
ABD’ye gönderilen heyet, mutabakat sağlayamadığı gibi, eline tutuşturulan ABD’nin serbest bırakılmasını istediği 15 kişilik listeyle Türkiye’ye döndü. Üstelik Brunson serbest bırakılsın diye süre tanıma küstahlığına muhatap oldu. Bunu haber yapan Wall Street Journal, yeni yaptırımların yolda olduğunu yazınca, dolar yeni tırmanışlara yöneldi. Papaz Brunson serbest bırakılacak olsaydı bile, yaptırımların sürdürülmesi için ABD kuşkusuz başka bahaneler bulacak, PKK-PYD/YPG teröristlerine karşı askerî harekâtların durdurulmasına varan yeni istekler sıralayacaktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gelişme karşısında doğru bir değerlendirmeyle, “Dolar bizim yollarımızı kesemez. Bize karşı sürdürülen ekonomik savaşa milletçe cevap vermeliyiz” diyordu. “Döviz-faiz lobileri ellerini ovuşturmasınlar, kazanamayacaklar” uyarısını yaparken, Türkiye’nin ulusal egemenlik haklarına halel verecek tavizler söz konusu olunca “iş değişir” diye vurguluyordu.
New York Times gazetesine bir yazı gönderen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kötülüğün dünyanın her yerinde pusuya yattığı bir dönemde, uzun zamandır müttefikimiz olan ABD'nin Türkiye'ye karşı attığı tek taraflı adımlar, sadece ABD'nin çıkarlarına ve güvenliğine zarar verir. Çok geç olmadan, Washington ilişkilerimizin asimetrik olabileceği yanlış düşüncesini bir kenara bırakmalı ve Türkiye'nin alternatiflere sahip olduğunu kabul etmelidir. Bu tek taraflılık ve saygısızlık trendini tersine çeviremezlerse yeni dost ve müttefikler aramaya başlayacağız" uyarısını yapıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Ağustos günü Türkiye’den ABD’ye seslenerek, “NATO’da stratejik ortağını bir papaza değişiyorsun” diyordu. Ancak, ABD ne yaptığının farkında, zaten bilinçli yapıyor. Onca kez vurguladığımız gibi, Türkiye’yi müttefik kabul etmiyor ki düşmanı varsayıyor. Ağızlarda sakız gibi çiğnenen “stratejik müttefiklik” sözü, Türkiye tarafında acaba ilişkiler kökten kopmaz da az bir zayiatla bu kriz aşılabilir mi umudundan kaynaklanıyor. Oysa görünen gerçek şu ki: 1949’da başlayan ABD ilişkisi, 69 yıl sonra bitmiştir. Türkiye bu hesabı er geç tasfiye etmek zorundadır. Saldırgan Amerika’ya “Türkiye’den elini çek ve çekil git” denilmelidir.
ABD’nin iki bakanı bahane ederek Türkiye’ye aldığı yaptırım kararı, aslında Türkiye’ye karşı örtülü savaşın ileri adımıdır. Suriye’de, Irak’ta ABD piyonlarıyla zaten silahlı çatışma içindeyiz. Öte yandan, ABD darbeler tezgahlıyor, yeni darbe fırsatları arıyor, kumpaslar oluşturuyor. Yetmiyor, Doğu Akdeniz’de İsrail’i, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, Yunanistan’ı, Mısır’ı, Suudi Arabistan’ı ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni tehditkâr tatbikatlar için kışkırtarak Türkiye’yi taciz ediyor. Bunlara İngiltere ve Fransa da destek veriyor, ama arka planda hep sözde müttefik, gerçekte düşman ABD var.
Kaldı ki ABD nasıl bir müttefik ve nasıl bir NATO ortağı ki, Türkiye’nin yapımına katkı sağladığı, parasını verdiği F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye teslimini engelleyen kararı onayladı? ABD nasıl dost ki Türkiye ve ABD arasındaki gerginliği, Amerikan basını savaş olarak niteliyor? Türkiye’ye karşı askerî kumpaslarla yetinmeyen ABD, Türkiye’yi dize getirebilmek amacıyla ekonomik savaşa yönelmiş bulunuyor. ABD’nin bu savaşına gereken karşılığı, canını yakacak şekilde vermeliyiz.
Amerika, yapımına ortak olup parasını ödediğimiz F-35 uçaklarının teslimini askıya aldı. Gelecekte onları bize karşı Yunanistan’a vermesi hiç şaşırtıcı olmaz. Türkiye Rusya’dan nasıl S- 400 füzelerini alıyorsa, F-35’den daha ileri teknolojiye sahip Su-35 uçaklarını da alır.
ABD’ye etkili ve canını acıtacak yanıt verilmek isteniyorsa, bu askerî nitelikte olmak zorundadır. ABD’nin yaptırımı Başkan Erdoğan’ın da dediği gibi, evanjelist ve siyonist bir anlayışın ürünüdür(1). Türkiye yaptırımının mimarı ABD Başkan Yardımcısı Pence zaten evanjelist bir siyasetçi olarak tanınıyor. Türkiye’nin yanıtı, Türkiye topraklarına göz diken evanjelistlerin ve siyonistlerin canını yakacak nitelikte olmalıdır ki sonuç versin. Bu da onların Ortadoğu ve Kürdistan bağlantılı Büyük İsrail projelerine çomak sokmayı gerektirir.
ABD projelerini gerçekleştirmek için Türkiye’deki askerî üslerden yararlanıyor. Sözde NATO üssü denilen bu üslerdeki her türlü Amerikan askerî faaliyeti durdurulmalıdır. Adana İncirlik’teki ABD üssü, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne askerî destek sağladığı bilinen bir üstür. İncirlik’te ABD’nin nükleer silahları bulunmakta olup, son kez basında yer alan haberlere göre, ABD bu üslerdeki atom bombalarını yeni jenerasyon bombalarla değiştirme çalışmasındadır. Buna asla izin verilmemesi gerektiği gibi, öncelikle İncirlik üssü ABD’ye kapatılmalı, Amerikan askerî varlığı çıkarılmalıdır.
Amerika, Adana İncirlik üssünden ve Türkiye’deki diğer askerî üslerden zaman kaybedilmeksizin çıkarılmalıdır.
Malatya Kürecik’teki radar üssü ise İsrail’in askerî güvenliğine hizmet sağlamaktadır. İsrail’i balistik füzelerden koruma için izleme yapan bu üsteki faaliyetler de durdurulmalıdır. Diyarbakır, Batman ve diğerleriyle Türkiye’de 15 adet Amerikan ve NATO üssü olduğu biliniyor. Bunların 10 tanesi NATO’nun dışında ve ABD silahlı kuvvetlerinin kullanımında olup, bu üslerden ABD’nin çekilmesi sağlanmalıdır.
Şu an döviz kurlarının aşırı yükselmesiyle tetiklenen ekonomik krizin fırsata dönüştürülmesi gerekir. Dolardan bu denli olumsuz etkilenmemizin nedeni, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarıdır. Türkiye ekonomisinin bir süredir aşırı ısındığı, kırılganlık risklerinin arttığı biliniyordu. Türkiye, artık tüketim ekonomisi, rant ekonomisi yapısından, üretim ekonomisine yönelmeli, köklü bir ekonomik reform yapmalıdır.
Hiç kuşkunuz olmasın, ABD Türkiye’yi çok iyi izlemekte, sorunlarını, zayıf noktalarını, kırılganlıklarını gayet iyi bilmektedir. Rahip Brunson bahanesiyle yaptırımı koyarken, bunun döviz kurlarını ateşleyecek kıvılcım olduğunu biliyordu ve Türkiye’yi önce ekonomik olarak zayıflatmak için ateşledi. Bugün yaptırımları kaldırsa bile, Türkiye ekonomisinin sorunları ve jeopolitik riskler nedeniyle dolar önceki düzeylere kolayca gerilemeyecektir. Türk lirasının değer kazanması belli bir süreci kapsayacak ekonomik reform gerektiriyor.
Saldırgan Amerika yaptırımına yeni boyutlar da katıyor. Türkiye’den Amerika’ya ihraç olunan çelik ve alüminyuma uyguladığı gümrük vergilerini iki katına çıkararak ticareti kesiyor. Türkiye’nin ABD’ye yılda iki milyar dolara yaklaşan çelik ihracı vardı, önü kesilmiş oluyor. Türkiye de her türlü Amerikan malının Türkiye’ye girişine engel koymalı. Amerika yaptırımlarını genişletmek için bir süredir uyuyan hücre gibi bekletilen Zarrab davası nedeniyle, Türkiye bankacılık sistemine yönelik düzenlemelere de gidebilir. Amerika’nın kötü niyeti belli olduğundan, Türkiye sorunun çözümünü Washington’un insafında arayamaz, ararsa, istiklâlini kaybeder!... Sorunun çözümü yalnızca Ankara’nın alacağı kararlarla sağlanabilir.
Dolara Karşı Çözüm Bozuk Düzende Değil Milli Direnme Ekonomisinde
Dünyada Neo-liberal düzen çöktü. Bu nedenle Özal’ın 24 Ocak kararlarıyla getirdiği çarpık, denetimsiz, sözde piyasa ekonomisi denilen bozuk liberal düzen, Kemal Derviş ekolü onca ekonomistin rötuşlarına karşın başarıya ulaşamadı ve duvara çarpmış bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye’de ekonomik düzen yeniden yapılandırılmak zorunda. Bugünkü sorun karşısında Türkiye öncelikle “Milli Direnme Ekonomisi” oluşturmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı “100 Günlük Eylem Planı” tüketim ekonomisinin devamını öngörüyor ki bugün tam aksine üretim ekonomisi gerekiyor. Akıldışı “Kanal İstanbul” gibi yatırımlara savuracak kaynağımız yok, inşaat sektörü diye betona gömecek sermayemiz de. İnşaat yapan değil, fabrikalar inşa eden ülke olmak zorundayız. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak tarafından açıklanan “Yeni Ekonomi Modeli” de yeterli görünmüyor. Sadece serbest piyasaya dayalı değil, karma ekonomik düzenle kamu sermayesine de dayalı bir ekonomik yapıya ihtiyaç var. Devlet özellikle ithal ikamesi amaçlı üretim için ekonomiye girmek zorunda. Yeni teknolojilerle katma değer üretebilen yatırımlara öncelik veren ulusal üretim ekonomisini oluşturmalıyız.
Türkiye’nin alacağı önlemler bir plan çerçevesinde kısa, orta ve uzun vadeli olacaktır, ama hızla hareket etmek gereği vardır. Bugünlerde her ekonomist Türkiye’ye bir çözüm reçetesi yazıyor. Burada ayrıntılara girip reçete yazma amacımız yok. Türkiye’nin liyakatli ekonomi-maliye uzmanlarından, deneyimli planlamacılarından yararlanılarak, “Milli Direnme Ekonomisi” hedefleri doğrultusunda hazırlanacak kapsamlı plan, gerçekçi çözüm reçetesi olacaktır.
Ateş, Türkçe’de vücut ısısı anlamında ve hastalık göstergesi olarak da kullanılan bir kelimedir. Burada “Amerika’nın İran ateşi” derken, Amerika’nın İran hastalığını kastediyoruz. Amerika’nın İran hastalığı, yine Ortadoğu’yu biçimleme projelerinden kaynaklanıyor. Üstelik İran, ABD’nin iki stratejik müttefiki İsrail ve Suudi Krallığı’nın da düşmanı. Böyle olunca, Amerika’nın İran ateşi kolay kolay sönecek gibi değil. İran’a uygulanan ambargo ve yaptırımların tarihi süreci de bunun kanıtı.
Tarihi Süreçte İran Ambargoları
İran, Anglosakson cephesinden gelen ilk ambargoya Musaddık’ın başbakanlığı döneminde (1951-1953), petrolün millileştirilmesi üzerine karşılaşmıştı. O zaman İran petrolü üzerinde kontrolünü kaybeden İngiltere ambargo başlatıyordu. Anglosakson cephesinin diğer ülkesi ABD bir komployla İngiltere’nin yardımına koşmuştu. ABD’nin ünlü başkanlarından Eisenhower’ın onayıyla yapılan TP-Ajax operasyonuyla Musaddık devriliyor, İngiltere-ABD işbirlikçi Pehlevi Hanedanını yeniden iktidara taşıyor, İran’ın Batı çıkarlarına göre tek elden yönetilmesi sağlanıyordu. Musaddık devrilirken Türkiye’de Menderes yönetimi vardı ve Musaddık’a karşı cephe alınmış, ABD darbesini desteklemişti.
Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin monarşi yönetimi, 1979’daki İran İslâm Devrimi’ne kadar sürecekti. İtilip kakılan Şahı ABD, 1980 yılında ölümünden önce Rockefeller’in aracılığı karşısında pek de istemeyerek ülkesine kabul edecekti. 1980 yılından bu yana inişli-çıkışlı bir süreçte İran’a ABD yaptırımları 35 yıldır sürüyor. 1980’de rehine krizi, peşi sıra silah ambargosu, kimyasal ürün ambargosu derken, 1992’den itibaren balistik füze, atom bombası, kimyasal ve biyolojik silahlar edinme iddiasıyla başlayan yaptırımlar, 1995’de ABD Kongresi’nin İran-Libya Yaptırımlar Yasası (ILSA) peş peşe gelip geçti. 2004’den bu yana nükleer silah üretme çalışmaları iddiasıyla uygulanan yaptırımları, 2010’dan sonra İranlı işadamlarının banka hesaplarına uygulanan yaptırımlar ve İran Merkez Bankası’na uygulanan ambargo izledi. 2015’den sonra İran şirketlerinin yurtdışı faaliyetlerini durdurmaya yönelik yaptırımlar görüldü.
İran bu süreçte ABD’yi “Büyük Şeytan” kabul ederken, İslam devrimine kara çarşaf devrimi gibi bakan Türkiye, son yıllara kadar yine ABD’nin yanında ve İran’a mesafeli olmuştur. Oysa İran emperyalizme karşı savaş veriyordu ve bunu Atatürk’ün emperyalizme karşı verdiği savaşla kurduğu Türkiye anlayamıyordu. ABD müttefikliği, stratejik ortaklığı Türkiye’nin gözünü kör etmişti. 10-12 yıl önce Tayyip Erdoğan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olmakla övünebiliyor, İran’a karşı mesafeli duruyordu, 15 Temmuz sonrasında gelişen sıcak ilişki yoktu.
İran Bugün Trump’ın Haksız Ambargosuyla Karşı Karşıya
Başkan Trump’ın atılan imzadan caymasıyla, Başkan Obama tarafından 2015 yılında ABD-İran arasında imzalanan “Nükleer Anlaşma” geçersiz sayılınca, İran yeni bir gerginlikle ve üstüne üstlük haksız yaptırımlarla karşılaştı. (2) ABD’nin İran’a uygulayacağı ambargonun içeriği açıklanınca, İran ile ticareti olan Avrupa Birliği ülkelerini de vuracağı görüldüğünden, Avrupa başkentlerinde Trump’a karşı tepkiler oluştu. Almanya ve Fransa liderleri Trump’ın anlaşmadan caymasını hata olarak değerlendirdiler. Ambargoya katılmayacaklarını, kararı tanımayacaklarını ve ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet edeceklerini söyleyenler oldu. Türkiye de İran’ın yanında yer alacağını açıkladı.
Haksız ambargonun ilk aşaması 6 Ağustos’ta resmen başladı. Bu aşama, İran’ı ekonomik olarak köşeye sıkıştırmayı hedefliyor. İlk aşamada, İran hükümetinin ABD dolarıyla alışveriş yapması yasaklanıyor. Ayrıca altın ve değerli metal ticaretinin engellenmesi öngörülüyor. Getirilen ithal yasakları var. İran’ın devlet tahvili ihalesi açması ve devlet tahvili satması yasaklanıyor. Otomotiv sektörüne ilişkin sınırlamaların yanısıra, İran’a uçak ve uçak donanımı satımına ilişkin iptaller getiriliyor. Bu nedenle Tahran ile 38 milyar dolarlık sözleşme yapmış uçak imalatçıları siparişlerin iptali tehlikesiyle karşı karşıya. İran’dan ABD’ye yönelik gıda ve halı satışına ilişkin finansal işlemlerin de askıya alınması bu aşamanın listesinde.
Trump, Amerika’nın kendisinden önce İran ile yaptığı nükleer anlaşmayı iptal edip, Amerikan-İran düşmanlığını körükleyerek tarihi hata yaptı ve İran’a haksız ambargo koydu.
İlk aşama başlayınca Başkan Trump, “İran ile iş yapan Amerika ile iş yapamaz” dedi. Trump sadece ambargoyu delecek şirketleri değil, o şirketlerin bağlı oldukları ülkeleri de tehdit ediyordu. ABD İran’a yönelik ambargo konusunda giderek yalnızlaşacak görünüyor. Türkiye, Rusya ve Çin daha baştan yaptırımlara uymayacaklarını açıklayarak İran’a destek kararı verdiler. Avrupa Birliği, Almanya, Fransa ve İngiltere de ABD’den yana tavır almayıp ambargoya karşı çıkarak, İran ile ticareti sürdüreceklerini söylediler. Avrupa Birliği, İran ile meşru ticaret yürüten şirketlerin korunacağını açıkladı. ABD yalnızlaşsa da ambargoya katılmayanlar olsa bile, yine de bu ambargonun dünya ticareti üzerinde olumsuz etkiler doğurabileceği bilinmeli. Özellikle ambargonun petrol ve doğalgaz konusunu içeren ikinci aşaması küresel sıkıntılara gebe görünüyor.
Halkımızın kullandığı “turpun büyüğü heybede” diye bir söz vardır. ABD’nin İran yaptırımı da öyle. Asıl büyük ambargo koşulları, 4 Kasım’da yürürlüğe girecek ikinci aşamada bulunuyor. İkinci aşamada İran ile ilgili tüm petrol işlem ve hizmetlerinin durdurulması öngörülüyor. Petrolle beraber tüm enerji sektörüne, doğalgaza yönelik ambargolar devreye sokulacak. İran’dan petrol temelli petrokimya türevlerinin alımına yasak getiriliyor. İran Merkez Bankası’nın yabancı bankalarla ve finans kuruluşlarıyla arasındaki işlemlerin, İran ile ilgili tüm sigorta işlemlerinin durdurulması isteniyor. İran liman işletmelerinin, tersanelerinin, gemiyle taşımacılık sektörünün de ambargoya dahil edilmesi hedefleniyor.
2017 yılı sonu itibariyle dünya ispatlanmış petrol rezervinin yüzde 9,3’ü İran’da bulunuyor. Bu oranla petrol varlığı bakımından Ortadoğu’da Suudi Arabistan’dan sonra ikinci sırada geliyor. 2017 yılındaki günlük petrol üretimi ortalama 4,98 varil (yılda 234,2 milyon ton) düzeyinde gerçekleşmiştir. Dünya toplam üretimindeki payı yüzde 5,4 düzeyinde. İran petrolü Çin ve Hindistan ilk sırada olmak üzere 15’den fazla ülkeye ihraç ediliyor. Türkiye ise İtalya ve Japonya’nın önünde dördüncü sırada yer alıyor. Türkiye ayrıca boru hattıyla İran’dan doğalgaz almakta.
Trump şu anda ısrarla, müttefik ülkelerden İran ile ticari ilişkilerini azaltmalarını değil, sıfıra indirmelerini istiyor. Türkiye ABD’nin istemine katılmayacağını açıkladı. Türkiye’ye karşı yaptırım ve birinci aşama başlamadan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu basına, “Amerika’dan bir heyet geldi. Biz bu yaptırımlara katılmayacağımızı söyledik. Biz petrol alıyoruz, bir de uygun şartlarda alıyoruz. Siz uzaktan konuşuyorsunuz, ama biz bunlara uyamayız. Türkiye olarak bu yaptırımlara uymayacağımızı izah ederken, Amerika’nın bu yaptırımlarını doğru bulmadığımızı da söylüyoruz. İran konusunda herhangi bir ülkenin yaptırımlarına uymak zorunda değiliz” diyordu.
Trump’ın İran ambargosu ve Türkiye yaptırımı iki ülkeyi Amerika’ya karşı birleştirmiş bulunuyor. Bu birliktelik Amerika’nın silahını etkisiz kılacak bir gelişme.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da yine Türkiye yaptırımı ortaya çıkmadan önce, BRICS toplantısı için Güney Afrika’ya giderken, Ankara Esenboğa Havalimanı’nda İran’a yaptırım kararına ilişkin olarak, “ABD bizim nasıl stratejik ortağımız ise, bizim dünyada diğer stratejik ilişkimiz olanlarla ilişkimizi kesmek, bizim bağımsızlık anlayışımıza ters düşer. Komşumuz olarak stratejik ortağım olacak. Aynı şekilde burada kazan kazan esasına göre pek çok gelişmeler var. Biz bunu hep söyledik, şu anda da söylüyoruz” diye açıklama yapıyordu.
Yaptırımlara katılmanın Türkiye-İran stratejik işbirliğine, komşuluk ilişkilerine ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun düşmeyeceği kesinlikle ortada olan bir gerçek. Bu gerçek Türkiye’de hemen her kesim tarafından vurgulanıyor. Türkiye ve İran düşman değil, Batı Asya Birliği içinde güvenilir müttefikler olmak zorunda olan iki ülke. İran ambargosuna Türkiye’nin olası katılımı karşısında uğrayacağı ekonomik zararın yıllık 10 milyar dolardan az olmayacağı söyleniyor, ama 10 milyar dolardan çok daha kıymetli olan elbette İran ile güvenilir komşuluk ve dostluk ilişkisidir.
Kimse Türkiye’den tarihi dostluğun bozulmasını isteme hakkına sahip değil. Kaldı ki Türkiye’nin ABD’nin hatırı için İran’ın karşısına geçme seçeneği yok. Çünkü hem İran ve hem de Türkiye, ABD’nin bugün düşman olarak karşısına aldığı ülkeler. Gerçek böyle olunca yapılması gereken zaten ortada, o da İran ile ABD’ye karşı dayanışma içinde işbirliğidir.
Saldırgan ABD’ye karşı, Türkiye’nin ev sahipliğinde Rusya, Almanya ve Fransa’nın katılımıyla 7 Eylül 2018 tarihinde yapılması planlanan İstanbul zirvesi, önemli bir karşı diplomatik atak olacak görünüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan BRICS toplantısına katılmak için gittiği Güney Afrika dönüşünde gazetecilere bu zirve açıklamasını yaptı. Zirveye katılacak dört ülkenin de ABD’nin İran ambargosuna karşı tutum takınmış olması ayrıca önemli. Dolayısıyla zirve, ABD’nin ticaret savaşına karşı Türkiye’nin Batı’da oluşturduğu cephe karakteri kazanıyor ve başarılı bir diplomatik girişim olarak görünüyor. İstanbul zirvesinden ABD’ye karşı uyarıcı kararlar çıkması beklenmeli.
Şu an ABD-İran restleşmesi, ilk adım öncesi ve sonrasındaki atışmalarla sürüyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, ABD’nin haksız ambargo ve yaptırım kararına tepki gösterirken, “İran ile barış barışların, savaş da savaşların anasıdır” demişti. Ruhani Temmuz başında da “İran petrolünün kesilmesi bölge petrolünün kesilmesi demektir” açıklamasını yapmıştı. ABD Başkanı Trump Ruhani’ye verdiği yanıtta, ülkesini asla tehdit etmemesi için uyarıyor, “Çok az kişinin gördüğü sonuçlara katlanırsın” tehdidinde bulunuyordu. Yaptırımların ilk aşaması devreye girdikten sonra halkına seslenen Ruhani, “Hepsinin üstesinden geleceğiz. Eğer birlik olursak yaptırımlar başarısız olacaktır. Halkımıza karşı psikolojik savaş yürütülüyor” diyordu.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin İran petrolü kesilirse bölge petrolünün kesileceğini söylemesi, farklı yorumlara neden olsa da İran’ın en büyük tehdidiydi. Bu tehdide İran Devrim Muhafızları Komutanı, “İran’ın petrol ihracı engellenirse, Hürmüz Boğazı’ndan dünyanın diğer noktalarına petrol geçişine izin vermeyeceğiz” diyerek açıklık getirmişti. ABD’nin İran’a uygulayacağı petrol ambargosuna Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasıyla yanıt verilmesi, dünya petrol piyasasını allak bullak edecek bir gelişme olur. Küresel enflasyona neden olur. Hürmüz Boğazı, İran’ın elini güçlendiren bir koz.
Hürmüz Boğazı’nın Önemi
Dünya deniz ticaret yollarında “Şok Noktaları” (Choke Points) diye adlandırılan düğüm noktaları vardır. Bu noktalar deniz trafiğinin kesilmesi riskini taşırlar. Bu noktalardan altı tanesi kritik öneme sahiptir ki en başta Hürmüz Boğazı (ya da geçidi) gelir. US Energy Information Administration (Amerikan Enerji Bakanlığı) kayıtlarına göre, bu boğazdan 2011-2015 döneminde günde ortalama olarak yaklaşık 17 milyon varil petrol geçerken, 2016 yılından itibaren 18 milyon varilin üzerine çıkıp 18,5 milyon varil olmuştur. Bu miktar, deniz yolu petrol ticaretinin %31,3’üne karşılıktır. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması tüm Ortadoğu’nun petrol ihracatına darbe vurur. Böyle bir gelişme bugün yaklaşık 68 dolar olan WTI petrolünün ya da 73 dolar olan Bent petrolünün spekülatörler eliyle 200 dolar üzerine çıkmasına yol açar. Petrol ithal eden ülkeler büyük bir enflasyon darbesiyle karşılaşır.
İran’ın Amerika’ya karşı büyük kozu Hürmüz Boğazı, petrol tankerlerinin ve Amerikan donanmasının kolayca geçemeyeceği şekilde kapatılırsa dünya, sorumlusunun Amerika olacağı ciddi petrol krizine ve enflasyon sürecine sokulur.
Hürmüz Boğazı’nı Kapatma Seçenekleri
Ancak, siyasi gelişmeler ve her zaman sıcak olması beklenen Ortadoğu’daki gelişmeler, yakın zamanda beklenmeyen yeni gerginlikler yaratabilir. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması gündeme gelebilir. Peki Hürmüz Boğazı kapatılabilir mi, askerî ve teknik açıdan olanaklı mı, kapatılırsa nasıl kapatılır?
Hürmüz Boğazı, uzunluğu 200 km ve genişliği 50 km (en dar yerinde 39 km) olan bir boğazdır. Ancak bu boğazda, 200-250 bin tonluk petrol tankerlerinin 12 m’ye yaklaşan draftları (3) nedeniyle, emniyetle seyredebilecekleri alanlar geniş sayılmamaktadır. Hürmüz Boğazı’ndan büyük tonajlı tankerlerin geçişinin ise, barış zamanında bile tehlikeli olduğu, itina gerektirdiği bilinmektedir (4). Askerî stratejistlerin bakış açısıyla, bu boğazın deniz trafiğine kapanması için uygulanabilecek üç alternatif bulunuyor, bunlar sırasıyla:
1. Boğazın mayınlanması: Hürmüz Boğazı’na doğu-batı ekseninde yani enlemesine sabit mayın hattı döşenebileceği gibi, geçişin başladığı çok daha uzak yaklaşma sularının da mayınlanabileceği belirtiliyor. Bu tip bir uygulama 1991 Körfez Krizi sırasında, Irak Deniz Kuvvetleri’nce Körfez ülkelerinin petrol trafiğine karşı uygulanmış, NATO ülkelerinin çok sayıda mayın arama-tarama gemisi haftalarca mayın temizliği yapmıştı. Ancak yer yer etkili olmakla birlikte, yine aradan geçiş fırsatı bulunabilmektedir. ABD donanmasının ve NATO gemilerinin mayınları hızla temizleme çalışması yapacağı kuşkusuzdur.
2. Boğaz giriş-çıkışında denizaltılardan ve su üstü savaş gemilerinden torpido, füze atışı yapılarak, tanker trafiği akışının engellenmesi ikinci bir alternatif olarak değerlendirilmektedir. Böyle bir harekâtın hava harekâtıyla desteklenmesi de beklenir. Ancak böyle bir harekâtın fazla etkili olması beklenmemekte, Körfez’deki güçlü ABD donanması tarafından bunun az bir gayretle engellenmesi mümkün görünmektedir.
3. Boğazın en kritik yerlerinden birinde (özellikle derinlik bakımından) kendisine ait ya da karşı tarafa ait büyük tonajlı bir geminin batırılmasıyla geçişin engellenmesi, en etkili alternatif olacaktır. Hürmüz Boğazı’ndan özellikle büyük tonajlı tankerlerin geçebileceği derinlikteki sulara, en az onlar kadar büyük tonajlı gemi veya tankerlerin batırılması halinde, deniz trafiği büyük tankerlerin geçişine kapatılmış olur. Bu arada küçük tonajlı bazı tankerler geçse de ihtiyaç karşılanamayacak, petrol borsaları ve dünya ticareti tepetaklak bir durumla karşılaşacaktır. Tanker enkazının kısa sürede kaldırılması da olanaklı görülmemektedir.
Hürmüz Savaşı Göze Alınabilir mi?
ABD, Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasına asla izin vermeyeceğini defalarca deklere etmiş bulunuyor. Ancak askerî açıdan, teknik olarak kapatılabileceği görülüyor. Kapatılırsa alternatifi Ortadoğu’daki boru hatları diye düşünülebilir. Fakat, Irak, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Körfez dışına uzanan yeterince boru hatlarına sahip bulunmuyorlar. Mevcut boru hatlarıyla taşınabilecek ham petrol günde en fazla 3,9 milyon varil olup, Hürmüz Boğazı’ndan geçenin beşte biri kadardır ve yeterli değildir. Hürmüz Boğazı’nı ikame edecek bir başka yol yoktur.
Hürmüz Boğazı’nın kapatılması, global enerji arz güvenliği açısından NATO’nun müdahalesini gerektiren bir durum ortaya çıkarır. Ayrıca süper devletleri de değişik saflarda karşı karşıya getirir. Bir bölgesel savaş olasılığı ortaya çıkar. Ruhani’nin dediği, savaşların anası bir savaşı çıkarabilir mi, ABD bunu göze alabilir mi, ABD alsa bile dünya göze alabilir mi?
Saldırgan ABD böyle bir savaşı finanse edecek ekonomik güçte olmadığı gibi, yanında hiçbir müttefikini de bulamaz. NATO’yu da bu amaçla istediği gibi kullanamaz. Trump’ın planladığı Arap NATO’su, yani Ortadoğu Stratejik İttifakı (Middle East Strategic Alliance-MESA) böyle bir anda işe yarar mı? Beyaz Saray’dan söylenen, “MESA İran’ın saldırganlığıyla mücadele edecek, Ortadoğu’ya istikrar getirecek” sözleri akıllarda olsa bile, henüz ortada tutarlı bir şey yok. Dünya konjonktürünün böyle bir savaşa kolay kolay izin vermeyeceği de düşünülmeli.
Karşı kozların kullanılmasının yaratacağı sıkıntılar, Amerika’ya geri adım attırır mı? Geri adım atmasa bile, Amerika’nın saldırganlığına ve Trump’ın çılgınlığına dünya seyirci kalmayacak görünüyor. Bugün için Rusya, Çin, İran ve Türkiye ABD’nin yaptırımlarına karşı birbirlerini destekliyorlar. Bu desteğe tüm Şanghay ve BRICS ülkelerinin katılması beklenmeli. Batı’dan Almanya’dan Fransa’dan, İtalya’dan gelen destekler var. İngiltere ve Kanada bile ABD’yi haksız bularak eleştiriyor. ABD çılgınlıklarını sürdürecek olursa, Asya Pasifik, Avrasya ve belli başlı ülkeleriyle Batı Amerika’ya karşı birleşecek görünüyor.
Türkiye sahte müttefikine karşı bölgede gerçek müttefikler bulmuş durumda.
ABD, dünyayı hegemonyasına alabilecek bir güce sahip değil ve gücü giderek zayıflıyor. Saldırgan hareketleri müttefik desteklerini de yok ediyor. ABD dönüp kendine ve yaptıklarına bakmalı. Yeni bir dünya düzeninin oluşmakta olduğunu görmeli. Bu yeni dünya düzeni içinde Türkiye ve bölge ülkeleri için önemli olan Batı Asya Birliği de gerekiyor. Bu birlik Türkiye, İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Rusya’nın katılımıyla bir an önce oluşturulmalı.
Bölgemizde Türkiye ve Suriye yönetimlerinin anlaşmazlığı gibi, ülke çıkarlarıyla bağdaşmayan anlaşmazlıklar bir yana itilmeli. Irak da NATO ya da Batı ile değil, bölge dayanışmasıyla güçlenip birliğini koruyabileceğini görmeli. Güçlü bir bölgesel ittifak, Amerika’nın da İsrail’in de bölgeye yönelik evanjelist ve siyonist mantıkla oluşturulmuş çarpık planlarının çöpe atılmasını sağlayacaktır. Ekonomik işbirliğini de içeren böyle bir ittifak, bölgede dolar bağımlılığının son bulmasına, ulusal paralarla uluslararası bölgesel alışverişler yapılmasına olanak tanıyacaktır.
--- o ---
(1) Evanjelist, Evanjel anlayışa sahip, evanjelizmi kabul etmiş olan anlamındadır. Evanjelizm ise Kitab-ı Mukaddes’e (Kutsal Kitaba) dönmek ve yönelmek demektir. Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit (Tevrat, Zebur (Mezmurlar) ve Yeni Ahit (İncil)’den oluşur. İncil ise tek olmayıp, kilisenin kabul ettiği birbirinden ayrı dört İncil (Matta, Marcos, Luka ve Yuhanna) vardır. Bu İncillerin her birine de evanjel denir. Kitab-ı Mukaddes Filistin ile Altın Hilâl dediğimiz Ortadoğu’da Suriye ve Irak sınırları içindeki bir bölüm toprakları, Yahudiler için vadedilmiş kutsal topraklar olarak görür. Siyonizm, Filistin’de Yahudiler için vatan kurulmasına destek veren uluslararası Yahudi siyasetidir. Dolayısıyla, evanjelistler ile siyonistler kutsal topraklar idealiyle birleşmektedir. Hedefleri Büyük İsrail’in inşası, bunun ön adımı olarak Bağımsız Kürdistan’ın kurulması, kutsal toprakların koparılmasına zemin oluşturulmasıdır. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, bu amaca hizmet etmektedir. Türkiye’nin bu projeye taş koyması ABD’nin huzurunu kaçırıyor.
(2) ABD Başkanı Trump, 14 Temmuz 2015’de Viyana’da P5+1 (BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri ve artı bir- ABD, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa artı Almanya) ile İran arasında imzalanan ve 16 Ocak 2016 tarihinde yürürlüğe giren, “Kapsamlı Ortak Eylem Planı” denilen Nükleer Anlaşma’dan 8 Temmuz 2018’de çekildiklerini ve İran’a yönelik yeni yaptırımların yürürlüğe sokulacağını duyurmuştu.
(3) Draft: Su çekimi, gemi tabanıyla suyun üst düzeyi arasında kalan dikey yükseklik, yani geminin su içinde kalan alt kesiminin yüksekliği.
(4) 200 000-250 000 DWT (dedveyt ton) yük kapasiteli gemilerin geçebilmelerine karşın, VLCC (çok büyük ham petrol tankeri / 320 000 – 550 000 DWT) gibi büyük tonajlı gemilerin geçişi tehlike yaratmaktadır.