1 Mart 2021
“Bugünün geleceği dünden belliydi” diyebilir miyiz? 2020’nin sonunda Türkiye ulusal çıkarlarına dayalı dış politikasında duraksamayla geri adım atma sürecine giriyor, bu Avrupa Birliği (AB) ve Amerika (ABD) tutumlarına bağlı taktik olarak algılanıyordu. Ancak kısa süreli geçici taktikten öte, strateji değişikliğinin başlangıcı olması endişesi de yok değildi. Kâbuslu rüya gibi geri çekilme görünümü vardı.
Yunanistan’a karşı gereksiz yumuşama ve hatta garip yakınlaşma, Rusya ile ilişkilerde yersiz duraksama ve görünür soğuma, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama faaliyetlerinin durdurulması ve arama gemileri ile onlara eşlik eden savaş gemilerinin çekilmesi, ABD ve AB’ye karşı yumuşak söylemlerle şirin görünme çabası, Almanya ve Fransa ile dirsek temaslarından öte Merkel ve Macron ile diyalog arayışı, seçildiğinden beri Erdoğan’ı aramayan Biden’dan mesaj gelebilir umuduyla sürdürülen bekleyiş, yani dünkü dik duruşla uyuşmayan zıt tutum.
Tutum değişikliğinin görünür bir kazanımı da yok. Telefonu beklenen Biden, Erdoğan’ı aramıyor, çünkü dışladığı Türkiye ile S-400 pazarlığı yapmak istemiyor. Türkiye’den yükselen “Amerika ile yeni sayfa açmak istiyoruz” sesi karşılık görmüyor. NATO’da, Türkiye’nin veto hakkı nasıl kaldırılabilir arayışı sürüyor. “Avrupa’yı önemsiyoruz” sözü AB’yi hiç etkilemiyor. Ancak, “Türkiye zeytin dalı politikasıyla ödün vermeye mi hazırlanıyor?” sorusu içte ve dışta tartışılıyor. Düne göre ulusal çıkarlarla ilişkili politikada hercümerç süreci başlamış gibi.
ABD ve AB, yaptırım tehditleriyle Türkiye’yi dize getirmeye çalışırken, topyekûn emperyalist Batı Türkiye karşıtı tutumunu sürdürürken, Türkiye’nin zeytin dalı uzatması, geçmişteki dik duruş politikasını hercümerç etmesi, gerginliği gidermede akılcı politika olabilir mi?
2020’nin sonunda başlayan bu tehlikeli süreç, dünkü kararlı tutumun bugün olmaması, dış politikayı hercümerç etme görünümü sıkıntı verici. Hercümerç ile allak bullak etmek söz konusu olacağından, çıkar kaybının nelere uzanacağı endişesi doğuyor. Aralık 2020’de başlayan, 2021 Ocak-Şubat aylarında sürdürülen dış politikadaki yumuşama ya da gevşeklik algısı, kısacası ortaya çıkan atalet hayret verici. Bu karmaşayı ifade etmek için dilimize Farsçadan geçen “hercümerç” uygun bir tanım oluyor.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük (2011), hercümerç kelimesini “altüst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak” diye açıklıyor. Platformumuza 4 Ocak 2021 tarihinde koyduğumuz “2021 ve Türkiye Ekseni” başlıklı duyuru yazımızın sonunda, “Türkiye’nin Yapması Gerekirken 2020’de Yapmadıkları” sorununa değinmiş, nedenini “AB ve ABD tepkisini çekmemek için mi?” diye sormuştuk. 2021 yılında AB ve ABD baskılarına karşı dimdik durmak, ulusal çıkarlara tutarlı davranışla sarılmak varken, strateji ve politikamızı hercümerç etmek doğru olur mu? Diplomatik bir deyişle gereksiz zeytin dalı uzatmak, hele hele ödün vermeye kalkışmak yanlış olmayacak mı?
Aslında Türkiye karşısında değişen Batı dünyası yok, kaldı ki dün olduğu gibi yine yedi düvelin sinsi saldırısı var. Bu saldırılar sıcak çatışma değil elbette, ekonomik yaptırımlar düzeyinde politik çatışma. Türkiye’yi çaresiz bırakmayı hedefleyen peş peşe adımlar atılıyor. Saldırılar emperyalist Batı, bugünkü oluşumuyla AB ve ABD kaynaklı ve birbirine koşut, birbirini destekleyen adımlar. Kaldı ki sıcak çatışmaya dönme olasılığı da yok değil. “Emperyalist Batı’nın piyonu Yunanistan” arkasına aldığı destekle Türkiye’ye saldırı için askerî hazırlık içinde. Fransa’dan alacağı savaş uçakları, ülkesine konuşlandırttığı ABD üsleri, namluların Türkiye’ye çevrildiği askerî tatbikatlar ve yığınaklar hep bunun göstergesi, Helenizm adına maceraya atılabilir.
1 Şubat 2021 günü basında Yunanistan Savunma Bakanı Panagiotopoulos tarafından yapılmış açıklamayla, “2020 yazında Türkiye ile Yunanistan’ın üç kez silahlı çatışmanın eşiğine geldiği” haberi yer alıyordu. Yunan Bakan, “Yazın aylarca sürekli olarak teyakkuz halinde bulunduk. Seferberliğin merkezinde donanma filomuz vardı, zira filomuz Doğu Akdeniz’de bulunuyordu ve birçok durumda Türk filosuna yaklaştı. Ancak üslerdeki savaş uçaklarından sınırdaki birliklere kadar tüm silahlı kuvvetlerimiz her türlü gelişmeye hazırdı” demiş. Ardından da Yunanistan-ABD savunma ortaklığının kat ettiği gelişmelerden söz etmiş.
Yunan Savunma Bakanı donanmalarının Türk savaş gemilerine saldırma girişimlerinden söz ediyor, Adalar Denizi ve Akdeniz’in dibini görmek istiyorlarsa elbette deneyebilirler…
ABD, Türkiye’ye karşı saldırı helikopterlerini Dedeağaç üssüne yerleştirmiş bulunuyor. Yarınlarda hiç kuşkusuz başımıza bela olacak Dedeağaç üssü yeni krizlere yol açacak görünüyor. ABD Girit’te de sürekli savaş gemisinin bulunacağı deniz üssü oluşturmuş durumda. Girit’te bulunan Rus yapımı S-300 füzelerinden nedense hiç şikayetçi değil. Türkiye’yi hedef alan Dedeağaç ve Girit üsleri Lozan Antlaşması’na aykırı konuşlanmalar. Türkiye’den “sözde müttefik” diye bahseden ABD’nin koruduğu özde müttefiki hiç kuşkusuz Yunanistan.
ABD’nin Yunanistan’daki Girit ve Dedeağaç üslerine yarınlarda 20 kadar yeni üssün eklenmesinden söz ediliyor. Türkiye karşıtı tahkimat giderek daha büyük boyutlara varacak.
Doğu Akdeniz’deki doğalgaz piyasasını düzenlemek amacıyla oluşturulan ve Türkiye’nin dışlandığı, Yunan-Rum cenahının korunduğu Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na Ocak ayının sonunda ABD katılım başvurusu yaptı. Bu forumda Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, İsrail, İtalya ve Ürdün ile Filistin bile var. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığına karşı oluşturulmuş Forum ortaklığına katılan ABD, Doğu Akdeniz’e sömürü burnunu resmen sokmuş oldu.
Yunanistan, Doğu Akdeniz, Adalar (Yunanca kökeniyle “Ege”) Denizi ve Kıbrıs stratejisini ABD’yi arkasına alarak yeniden düzenlemiş bulunuyor. Öyle ki, Türkiye bir hamle yaparsa, karşısında ABD’yi bulması şaşırtıcı olmayacak. Türkiye’nin karşısında çok açık olarak Emperyalist ABD, Helenizm saplantısı peşinde koşan Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi ve Siyonist İsrail ittifakı var.
Yunanistan’a bugüne kadar Mavi Vatan açısından verilmesi gereken ders henüz verilmiş değil. Lozan’a karşı haksız olarak silahlandırdığı adalar bir yana, Egemenliği Yunanistan’a Devredilmeyen Ada, Adacık ve Kayalıkların (EGAYDAAK) dersini vermek gerekiyor. İşgal ettiği 19 ada ve iki kayalıktan bir an önce atılmalı. Eğer atılmazsa bu tip ada, adacık ve kayalıkların sayısı 153 olduğu için yarınlarda başka işgaller de yapacak ve toprak gemi sayılan bu yerlere el koymuş olacaktır.
Mavi Vatan Türkün vazgeçmeyeceği Kızılelma’sıdır. Mavi Vatan ülküsü Türk askerinin, Türk Bahriyelisinin kalbine kazınmış bir ülküdür. Türkiye Mavi Vatanını korumaya kararlıdır.
Yunanistan Ocak ve Şubat aylarında Adalar Denizi’nde savaş gemileri ile tatbikatlar yaptı. Lozan’a aykırı silahlandırdığı adalar da bu tatbikatların senaryosuna sokuldu. Tatbikatlarla gerginliği tırmandıran Yunanistan, Şubat sonunda Adalar Denizi ortalarında TCG Çeşme araştırma gemisinin hidrografik ölçümler yapması için ilân olunan Navteks’e şiddetle tepki koydu ve havadan savaş uçağıyla fişek atarak gemiyi taciz etti. Türkiye’nin gereken karşılığı verdiği açıklandı. Üstelik bunlar Yunanistan ile gereksiz sürdürülen istikşafi görüşmelerin yapıldığı sıralarda oldu.
Son olarak Türkiye’nin 25 Şubat–7 Mart tarihli Mavi Vatan-2021 tatbikatına Yunanistan’ın ne karşılık vereceği merak konusuydu. Mavi Vatan tatbikatına Türkiye’nin 87 savaş gemisi ve diğer deniz unsurlarının yanısıra Hava Kuvvetleri ve Kara Kuvvetleri de destek veriyor. Adalar Denizi ve Akdeniz’de gerçekleştirilen tatbikat, aklını başına alması için Yunan’a Türk’ün uyarısı niteliğinde.
Ancak, Yunanistan ve ABD karşı atakta boş durmadı. Avrupa Savunması (Defender Europe) – 2021 adıyla Dedeağaç ağırlıklı Türkiye’ye karşı tatbikat yapıyorlar. Bunun için ABD 145 helikopter ve 1800 askerî araç göndermiş. Bu düşman ikilisi savunma anlaşmalarını gözden geçirerek saldırı için ileri boyuta taşıyorlar. ABD, Yunanistan’ı ileri karakol olarak seçtiğinden askeri yığınağını artırma çabasında. ABD, Yunanistan’dan başka Bulgaristan ve Romanya’daki üsleriyle Türk Boğazları’nı da bypass etme çabasında, Türkiye ile Rusya’yı birlikte kuşatmak istiyor.
Türk tarafı yeni sayfa açmak istese de ABD sayfa açmaya niyetli değil. Türkiye ne kadar yumuşak davranırsa davransın, zeytin dalı yerine demetini sunsun, S-400’leri envanterinden çıkarsın, yine de ABD’ye şirin görünmeyecek, ABD’nin Türkiye karşıtı tutumu değişmeyecek, ödün talebi bitmeyecektir. Dolayısıyla yapılması gereken, ABD ile yeni sayfa açmak değil, geçmişten açık kalan sayfayı kapatmaktır.
ABD bu bölgede güçlü bir Türkiye görmek istemiyor, hele hele Rusya ile stratejik ilişkiler içinde olan bir Türkiye’yi hiç istemiyor. NATO üyesi Türkiye’nin Rusya ilişkilerinden rahatsız. Bölgede güçlü bir Türkiye kabul edebileceği olgu değil. ABD’nin arzusu, Sevr koşullarına indirgenmiş bir Türkiye, 89 yıldır Lozan’a karşıtlığını, bu yüzden sürdürüyor. ABD Türkiye’yi Rusya ve İran karşıtı, Büyük Ortadoğu Projesi destekçisi, elinin altında hazır ve ucuz Batı jandarması olarak görmek istemekte.
Rusya ile yakınlaşan bir Türkiye, günümüzde Putin-Erdoğan dostluğu ABD’yi tedirgin ediyor, böyle bir Türkiye’nin NATO içinde yer almasından rahatsız.
Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın önemli bir kilit taşı olduğu hiç unutulmamalı ve sürekli ileri adım atılmalı, ama son aylarda yeterince atak davranıldığı söylenilemez. Kuzey Kıbrıs Türk kesimindeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin üzerinden dört ay geçti, Kıbrıs’ta fiilen var olan iki devletli yapının uluslararası ortamda resmen tanınması için söylemlerin ötesinde, başta Azerbaycan olmak üzere Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıması beklenen devletlerle temas süreci başlatılamadı, Türkiye öne geçip bu yolu açmadı. 8 Şubat’ta Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ziyaret eden Yunanistan Başbakanı Miçotakis, stratejik dış politika hedeflerinin, “Ada’daki Türk işgalinin kaldırılması” olduğunu söyledi.
Kıbrıs’ta iki devletli çözüm dost ülkelerden başlayarak dünyaya kabul ettirilmeli, Birleşmiş Milletler’in Üyesi olması ve Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin doğuşu yolunda, uluslararası arenada gereken diplomatik adımlar kararlılıkla atılmalıdır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin kotarmaya çalıştığı Beşli Konferans, Türk tarafının niyetini açıklamaktan öte bir işe yaramayacağı gibi, Batı’nın federasyon baskısı için tehlikeli bir arenaya da dönüşebilir. Bu konferansa AB’nin gözlemci olarak katılmak istemesi hayra alamet değil. Şubat ayına adım atarken, Avrupa Konseyi Başkanı Michel, Kıbrıs sorununun çözümünde iki devletli modelin masada olmadığını söylüyor, Ada’nın Birleşmiş Milletler parametreleri çerçevesinde birleşmesi gerektiğini savunuyordu. Emperyalist Batı federasyon isteğini sürdürüyor. Ne yazık ki Kuzey Kıbrıs Türk kesimi içinde de federasyonu savunan partiler ve çatlak ses çıkaranlar, başta KKTC eski başbakanlarından Erhürman gibiler var.
Yunanistan AB marifetiyle federasyon kurdurup Kıbrıs’ın tamamını kapma uğraşısında. Türkiye’den “AB ile ilişkileri geliştirmek istiyoruz, hedefimiz AB üyeliği” söylemleri çıksa da AB Kıbrıs’tan çıkmayan ve vazgeçmeyen bir Türkiye’yi zaten istemiyor.
Kıbrıs’a ilişkin kaygı verici duraksama ortamında, 10 Şubat 2021 günü TBMM Grup Toplantısı’nda AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Artık iki devletli çözümden başka Kıbrıs’ta çıkış yolu kalmamıştır. İster kabul edersiniz ister etmezsiniz. Artık, federasyon mederasyon diye bir şey yok, geçin artık o işi” diye çıkışı emperyalist hesabın bozulması yolunda bir çıkıştı. Bu çıkış, AB ve ABD kaprislerine karşı sabrın sonunun geldiğini göstermesi bakımından önemli olduğu kadar, hercümerç sürecin yaşam şansının olamayacağını göstermesi bakımından da önemli.
Bu arada Doğu Akdeniz’de Meis Adası’nın güney batısında ve ayrıca 28 derece doğu boylamının batısında hidrokarbon aramaları yapılması beklenirken, pasif durmak Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmıyor. 28 derece doğu boylamını önceki yazılarımızda “Soros Sınırı” diye adlandırmıştık. Bu saptamamızın doğru olmamasını diliyoruz, ama tüm beklentilerimize karşın, Libya ile anlaşma sonucu kıta sahanlığı sınırını Girit’in doğu kıyılarına kadar uzatmanın sonrasında nedense, 28 derece doğu boylamının batısında arama ruhsatı verilmedi, arama gemilerimiz gönderilmedi. Soros Sınırı aşılmazken, Meis Adası altında kıta sahanlığımızda da arama durduruldu.
Şubat ayında Almanya’nın Frankfurt Allgemeine gazetesinde yer alan bir makalede, Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Meis Adası’na bağlı münhasır ekonomik bölge iddialarının “Boş bir rüya” ya da “Ölü doğum” olduğu görüşü vardı. Makalede “Atina, Türkiye kıyısı açıklarında görüş mesafesinde ve çok küçük olan 300 nüfuslu Yunan Meis Adası’nın ve yerleşimin olmadığı yan adaların güneye doğru 200 deniz mili bir Yunan münhasır ekonomik bölgesi oluşturduğunu iddia ediyor. Bunun uluslararası hukukta uygulanabilirlik şansı olamaz” diye vurgulanıyordu”. Türkiye’nin tezi de bu, doğru olanı da bu. Buna karşın Oruç Reis Arama Gemisi 2020’nin sonunda oradan niye geri çekildi ve bugün tekrar çekildiği yere neden gönderilmiyor?
Geçen yıl Yavuz Sondaj Gemimiz Doğu Akdeniz’de kendi kıta sahanlığımız üzerinde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sözde münhasır ekonomik bölgesinin kıta sahanlığımıza tecavüz ettiği kesimde Selçuklu-1 kuyusunda kesintili gelen doğalgaz akımı bulgulamıştı. Bunu İngiltere’nin Financial Times gazetesi haber yapmıştı. 6000 metreye ulaşan bu sondajın yakınlarında yeni sondajlar yapılacağı açıklanmışsa da henüz adım atılmış değil. Oysa, “Doğu Akdeniz’den müjde alacağımız günler yakındır” denilerek, Türk ulusuna umut aşılanıyordu. Söylenen o yakın günler nerede?
Yavuz Sondaj Gemisi Kıbrıs yakınlarında eksik kalan Selçuklu sondajını tamamlamalıdır. Oruç Reis Arama Gemisi de öncelikle Aralık 2020’de geri çekildiği yere, ardından 28 derece doğu boylamının yani Soros Sınırı’nın batısında aramalara gönderilmelidir.
Şubat ayında Enerji Bakanı yeni bir çıkış yaparak, “Şimdi ilk hedefimiz Akdeniz’de bir keşif gerçekleştirmek” dedi, ama o ilk hedef her nedense beklemede görünüyor. Beklemenin arkasında ABD ve AB’ye karşı yumuşama politikasının yattığı söylenebilir. Oysa, Şubat ayında Türkiye, Norveç’ten yeni bir sondaj gemisi almak için anlaşma yaptı. İyi hoş da Yavuz Sondaj gemisi kenarda bekletilirken, yeni alınan sondaj gemisi ne yapacak acaba? Umarız, Doğu Akdeniz’e ve Adalar Denizi’ne hiç de beklenmeyen biçimde güçlü bir çıkış hamlesi yapılır.
Doğu Akdeniz, Yunanistan ve Rum cephesi ile ilgili olumsuzluklar sürerken, Suriye’deki beklenen gelişmeler de Türkiye açısından Batı ilişkilerini altüst edecek görünüyor. ABD, Suriye’de PYD/YPG güçlerine desteğini sürdürüyor, Kürt garnizon devletinin kurulmasına çalışıyor. Kürt yapılanmayı ne yazık ki Rusya da destekliyor. Bu arada Türkiye terörü engellemek adına PKK’nin yeni üssü Sincar bölgesine operasyon yapma gereğini duyuyor, ama ne Irak Merkezi Yönetimi ne de Barzani Kürt Yönetimi ikna edildi. Her ikisi de ABD’nin yeni Başkanı Biden bahanesiyle beklemeden yana. Türkiye kendi hesabını kendi kesmek zorunda.
ABD bu yörede operasyonu zorlaştıracak girişimler peşinde. Derik bölgesinde Cizre karşısında Kürt terör güçleriyle birlikte kullanacağı üs inşa etmekte. Suriye’de oluşacak Kürt devletçiği ile Barzani Kürt devletçiliğini birleştirerek, Bağımsız Kürdistan’a giden yolda ilerleme stratejisi uyguluyor. Ardından sıra bu Kürt devletinin Büyük İsrail’e dönüştürülmesine gelecek. Tabii Türkiye’den de toprak koparma planları var. Sincar operasyonu ABD’nin stratejisinin bozulması için zorunlu.
Suriye’de ABD desteklediği PYD/YPG güçlerini donatmayı sürdürüyor. ABD İsrail çıkarına Kürt devleti kurma amacında olduğundan, bir kolunda İsrail diğer kolunda Kürtler var.
Önemli sorun, ABD, AB ve Rusya’nın da Sincar’a yapılacak Türkiye harekâtına karşı olmaları. İran da Türkiye’nin Sincar harekâtına karşı. Önümüzdeki dönemde Suriye nedeniyle Türkiye’nin sıkıntıları artacak. Sincar operasyonuna yol açmak için yapılan Gabar operasyonu ne yazık ki iç politikada kutuplaşma ve sürtüşmeye neden oldu. Türkiye’nin Gabar’da PKK’ya karşı gerçekleştirdiği temizlik harekâtının, PKK’nın rehine katliamıyla gölgelenmesi girişimi söz konusu olmamalıydı.
Gabar operasyonunda ortaya çıkarılan yeraltındaki özel mağara-cezaevi-depo yapısı, ABD’nin PKK’ya lojistik desteğinin mühendislik ürünü olarak görülmekte. Kaçırılarak bu mağarada tutulup işkence yapılan, sonra da vurularak şehit edilen asker-polis ve sivil insanlarımızın haince katledilmesi emrini ABD’nin koruduğu PKK liderleri verirken, herhalde ABD’li akıldaşlarına da danışmışlardır.
Türkiye’nin bekası için Irak ve Suriye’deki PKK/PYD-YPG terör güçlerine karşı etkin mücadele sürdürülmek zorunda. ABD, Büyük Ortadoğu Politikası’nın başarısı için NATO’yu Irak’a özel üsle güç olarak sokuyor. ABD, Kandil yakınında Ortadoğu’nun en büyüğü olacağı söylenen bir askeri üssü de kuruyor. Bugün Irak Kandil’de bulunanın 10 katını aşkın Kürt terörist Suriye’de bulunuyor. Bu terör güçleri ABD tarafından ağır ve modern silahlarla donatılmakta. ABD’nin Erbil’deki askeri hava alanından TIR’lara yüklenen silahlar, Sincar yolundan PYD/YPG’ye gidiyor ki o yol artık kesilmeli.
1300 kilometreyi aşan Irak-Suriye güney sınırı, Türkiye için bir terör sınırı durumunda. Türkiye’nin önünde uzun ve zorlu bir mücadele süreci var. Bu zorlu süreçte Türkiye’nin Rusya’yı yanına çekmesi gerekiyor. Rusya ile Suriye’den Doğu Akdeniz’e kadar geniş bir coğrafyada stratejik işbirliği gerekiyor. ABD ile sözde müttefikliğin sürdürülmesi ise, artık gerek Suriye sorunu gerekse Doğu Akdeniz sorunu açısından olanaklı değil. Türkiye ve ABD arasında savaş var, bu savaşta ABD vekil güçlerini kullanıyor.
Türkiye kendi savunmasına güç katabilmek amacıyla ve haklı gerekçelerle, ABD ve NATO müttefiklerinin vermediği hava savunma sistemi yerine, S-400’leri Rusya’dan satın aldı. Bu yerinde bir tercihti ve 15 Temmuz darbe girişimini yaptıran ABD’ye karşı en güçlü yanıt oldu. Şimdi, ABD S-400’lerin Türkiye’nin askeri envanterinden çıkarılmasını istiyor. Böyle bir istek, “Silah bırak, teslim ol” anlamına gelir.
Türkiye’nin S-400’lerden vazgeçmesi silah bırakması olur. S-400’lerin yerine geçecek eşdeğer başka silah Batı’dan gelmez. Türkiye S-400’lerin tartışılmasını reddetmeli.
Türkiye’nin ABD ile S-400 konusunu masaya yatırma, pazarlığa açık olma tutumuna girmesi yanlış bir politikadır. Girit modeli diye adlandırılan S-400’leri bir yere kapatmak hem savunmamızı sekteye uğratır hem de prestijimizi zedeler. Türkiye’nin ABD ve bazı NATO ülkelerinden füze alma talebi ise, ABD ve NATO’yu tatmin etmeye yönelik bir zeytin dalı olsa da Türkiye’nin yararına sonuç getirmeyeceği bellidir.
ABD S-400’lerin terk edilmesini isterken, Suriye’de desteklediği PYD/YPG güçlerinin savunulması için Türkiye’ye karşı Rojava (Ayn İsa merkezli Suriye Kürdistanı) bölgesi Deyrizor’da hava savunma sistemi kuruyor. Türkiye’ye vermediği Patriot füzelerini buraya yerleştirecek. Bu arada basında Rus şirketi Rostech’in Başkanının Rusya ve Türkiye arasında ek parti S-400 sevkiyatı görüşmelerinin sürdüğü açıklaması yer aldı. Bu haber doğru ise ABD’ye karşı en anlamlı S-400 yanıtı bu olur.
ABD Türkiye’ye Patriot füzeleri vermedi, şimdi Suriye Rojava bölgesi Deyrizor’da PYD/YPG güçlerine vererek, Türkiye’ye karşı yerleştiriyor.
Yunanistan’ın sığınağı AB, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de durdurmak amacıyla, açıkçası Mavi Vatan’dan ödün vermesi için yaptırımlar belirlemiş, uygulamasını Mart ayı toplantı sonrasına erteleyerek, o zamana kadar Türkiye’nin davranışlarını gözlem altına almıştı. AB ayrıca, Yunanistan’ı kollayan ABD’nin Türkiye’ye Rusya’dan alınan S-400 Hava Savunma Sistemi nedeniyle uygulamayı kararlaştırdığı CAATSA (Amerikan Düşmanlarına Karşı Yaptırım Yasası) kapsamındaki uygulamalarına bakarak, ABD ile birlikte hareket etmeyi de kararlaştırmıştı.
ABD Kongresi’nin Türkiye’ye karşı aldığı CAATSA yaptırımlarından vazgeçmesi beklenmemeli. Türkiye’yi pasifleştirmek için kullanacakları Demokles’in Kılıcı CAATSA.
ABD’nin Halk Bankası davası da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı Demokles’in kılıcı gibi, Başkan Biden tarafından ayrı bir koz olarak kullanılmak istenecektir. AB ve ABD’nin Türkiye karşıtı davranışları, Erdoğan iktidarını bir ölçüde sıkıştırmış olmalı ki, dik duruşu sürdürme yerine ılıman diplomasi sergilenir oldu ve hercümerç görünüm böyle oluştu. Ancak, yaptırım kararlarına engelleme diye ABD ve AB’ye zeytin dalı politikası uygulamanın bedeli, ulusal çıkarlar açısından ağır faturaya neden olur.
Türkiye’nin sıkışmasının nedenlerden biri ve önde geleni diplomatik başarısızlıkla dış politikada karşılaşılan yalnızlığın aşılamaması oldu. Dış ilişkilerde restleşmelerle sorunlar çözümlenemiyor, aksine büyütülüyor. Anlamsız yalnızlık böyle oluştu. Dış politikada atılacak kararlı adımlar öncesinde, uygun zemini oluşturmak gerekiyor. Gelinen noktada “ABD NATO’da müttefikimizdir, NATO’nun vazgeçilemez olduğunu biliyoruz” ve “AB ilişkisine önem veriyoruz” diyerek, zeytin dalı politikasına sarılarak ABD’ye ve AB’ye seslenmek açmazlardan kurtarmak yerine yeni açmazlar getirir.
Türkiye karşıtlarının amaçları, Batı’nın lider ülkeleriyle ve piyonlarıyla Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta, Suriye’de, Kafkaslarda ve Ortadoğu’da geriye çekilmesini ve ödün vermesini sağlamaktır. Batı baskısından oluşan sıkıntı ödün vererek giderilemez, bu başka ödünlere kapı açacak süreci başlatır. Unutulmamalı ki Türk milleti ulusal çıkarlarından ödün verme politikasını kabul etmez.
Türkiye dış politikada kendine destekler kazanmaya çalışmalıdır. Diplomatik yoldan Batı içinde ve dışında kazanabileceğimiz ülkeler vardır ve Türkiye bu sıkışık zamanında dostlarını artırmak zorundadır. Dik durmanın gerektirdiği rasyonel bir strateji oluşturulmalı, bu stratejiye göre dış destekler sağlanmalıdır. Yoksa, Biden ABD’sinin ve Almanya-Fransa AB’sinin insafına sığınarak dış politika sürdürülemez.
Türkiye’nin sıkışmasının bir diğer nedeni, ülke içinde pandemi ortamında yaşanan ekonomik darboğazdır. Türkiye ekonomisinde sorunları rasyonel çözme yerine para politikasıyla gün kurtarılmaya çalışılıyor. Dövize endeksli Tük Lirası’nın yanısıra ekonomide ciddi bir döviz alanı var. Devletin Hazinesi yanlış politikalarla boşaltılarak döviz varlığı çok azaltılmış olsa da U.S. Dolar ve Euro ekonomide belirleyici etkisini, güçlü ödeme aracı özelliğini koruyor. Hazine’nin açığı sorunu büyüttü. Türkiye darboğazdan para politikalarıyla değil, üretim ekonomisine sarılarak çıkabilir.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı sisteminde tüm kararların sorumluluğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlandığından, ABD ve AB kendilerine karşı uygulanan politikayı Türkiye politikası olarak görmek yerine, Erdoğan politikası diye görüyorlar. Cumhurbaşkanlığı sistemi öncesinde parlamenter sistem döneminde de gerek Başbakanlığı ve gerekse ilk Cumhurbaşkanlığında Erdoğan yine egemendi, ABD ve Batı Erdoğan’a karşı tepkiliydi. ABD tepkisini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı yıkmak amacıyla 15 Temmuz darbe girişimine kadar götürdü. Türk ulusunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında yer almasıyla şaşkınlık içinde başarısızlığa uğradılar.
ABD, sinsi bir CIA planıyla ve FETÖ eliyle darbeyi yaptırıp, Türkiye’yi karıştırarak, sözde müttefikine demokrasi getirmek adına el koyma gibi gizli hesaplara girişmişti. Yanına çekeceği Türkiye’yi müttefiki değil, emrindeki güç ve uydusu gibi kullanmayı tasarladığı kuşkusuzdu. Darbe kalkışmasının hemen ardından Rusya Devlet Başkanı Putin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a geçmiş olsun demenin yanısıra yardım elini uzatıyordu. O sırada ABD, İngiltere ve Avrupa liderleri Türkiye’yi aramamışlardı.
ABD’nin bugünkü Başkanı Biden, o günlerde Başkan olan Obama’nın yardımcısıydı. Darbe girişiminden 40 gün sonra 24 Ağustos’ta Türkiye’yi ziyaret ediyor, kendisini havaalanında Türkiye’nin Washington Büyükelçisi ve ABD’nin Ankara Büyükelçisi karşılıyordu. Türkiye ABD’ye karşı tavır takındığını resmî karşılama yapmamakla göstermiş oldu. Bu ziyaret öncesinde 10 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan St. Petersburg’da Putin ile buluşmuş, S-400 alımı da orada karara bağlanmış, Türkiye ABD’ye karşı Avrasya’da yerini oluşturmaya başlamıştı.
Ankara’da ilk önce bombalanan TBMM binasını giden Biden, hayatının en büyük yalanını, “Amerika, 15 Temmuz’dan, bu olaydan haberdar değildi. Türk milletinin ABD’den daha iyi dostu yoktur” diye söylüyordu. ABD suçunu örtme çabasındaydı. O gün de bugün de ABD ve Batı Erdoğan’ı düşman görüyor. Erdoğan değişirse, Türkiye’nin Mavi Vatan ve Suriye gibi ulusal çıkarıyla ilgili politikalarının değişeceğini, Batı yanlısı muhalefetten bir lider seçilecek olursa, kendilerine uygun biçimde işi kotaracaklarını sanarak yanlış strateji peşinde koşuyorlar.
Şubat başında medyada “Türkiye ve Erdoğan’ı düşman gösteren Vakıftan Biden’a 10 öneri” haberi yer aldı. ABD’nin Washington merkezli Demokrasileri Savunma Vakfı (Foundation for Defense of Democracies – FDD) tarafından Başkan Biden’a sunulan raporda Türkiye için 10 öneri yer alıyor, cezalandırıcı ve tehditkâr olunması isteniyordu. Bu vakıf ABD’deki azılı Neocan’ların (Siyonist İsrail koruyucusu ‘Yeni Muhafazakârlık’ siyasi akımı) yer aldığı tescilli Türkiye ve Erdoğan düşmanı olan, baba-oğul Bush’lar dahil pek çok siyasetçinin içinde bulunduğu bir kuruluş. Vakıfta Dick Cheney, Paul Wolfowitz gibi isimlerle, ABD Eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman da var.
ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı düşman gördüğünden olacak ki Biden Erdoğan’ı aramıyor. Türkiye’nin “Ya Rusya ya da ABD” dayatmasıyla biat etmesini sağlama arayışındalar. Türkiye öyle ya da böyle biat etse bile, Biden elini Erdoğan’a dostça sıkmak için değil, emperyalist doğrultuda ödün koparıp teslim almak amacıyla kolunu kapmak için uzatacaktır.
Türkiye’ye, Türk Hükümeti’ne ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı ağır ifadelerin kullanıldığı raporda, Erdoğan’ın Rusya gibi ABD hasımlarıyla coşkulu işbirliği yaptığı, ABD’ye, NATO’ya ve bölgesel ortaklarına meydan okumak için Doğu Akdeniz’e ve Ortadoğu’ya Türk askeri konuşlandırdığı, Mavi Vatan diye Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’ne saldırganlık peşinde koştuğu, Yunan ve Mısır karşısında Libya’yı anlaşmaya zorladığı iddiaları yer alıyor. Erdoğan karşıtı muhalefetin desteklenmesi, demokrasi ve insan hakları bahanesiyle yaptırım uygulanması öneriliyor.
FDD Raporu’nda S-400 baskısının artırılması, CAATSA yaptırımlarının katı şekilde uygulanması, Halkbank davasına bağlı olarak ABD Hazine Bakanlığı’nca ceza verilmesi, F-35 tedarik zincirinden Türk şirketlerinin çıkarılması, Doğu Akdeniz’de müttefiklerle işbirliğinin derinleştirilmesi, Biden tarafından Doğu Akdeniz’e özel temsilci atanması, Kürtlerle barış sürecinin sürdürülmesi için baskı yapılması, Suriye’de YPG/ PYD’nin güçlendirilmesi, Suriye Kürtleri ile Türkiye’nin anlaşmaya zorlanması öneriliyor. Erdoğan’ın pervasız diye adlandırılan ekonomik politikalarına karşı, Uluslararası Para Fonu (IMF) üzerinden reformların şart koşulacağı bir anlaşma imzalanması için Ankara’ya baskı yapılması isteği de var.
10 Şubat’ta medyaya yansıyan habere göre, FDD Raporu’ndan sonra 100 senatörden oluşan ABD Senatosu’ndan 54 senatörün imzasıyla Biden’a gönderilen mektupla, “Türkiye’ye baskı yapılması” çağrısında bulunuluyordu. İnsan haklarının korunması konulu bu mektupta, Erdoğan’ın baskıcı rejim çizgisinden vazgeçirilmesi gerektiği vurgulanıyordu. Diplomatların yorumuna göre içeriği ile bu mektup dehşet verici, saç-baş yolduran türden ifadeler taşıyor. Türkiye’nin Azerbaycan’ı teşvik ederek Ermenistan’a saldırttığı gibi asılsız suçlamalar bile var.
ABD ve AB ilişkilerinde sorun son zamanlarda çıkmış değil, başlangıcından beri vardı. Türkiye karşı çıkmayıp ödün verici davranışlar sergilediği sürece sorunlar örtülmüş ve görülmek istenmemiştir. Bugün Türkiye Irak’ta Saddam sonrası kırmızı çizgilerini kaldırıp bölgesel Kürt yönetiminin oluşmasına izin verdiği gibi, Suriye Kürt devleti oluşumuna karşı çıkmasa, Doğu Akdeniz’de kıta sahanlığı iddiasında bulunmasa, Mavi Vatan kavramına ulusal sorun olarak bakmasa, İran’a ve Suriye’ye karşı ABD, AB ve İsrail yanında yer alsa, Batı’nın emir erliğini ya da jandarmalığını sürdürse, Rusya’ya ve Çin’e yakınlaşmayıp Avrasya’ya yönelmese, ABD gerginliği elbet olmaz.
ABD-Türkiye ilişkisi bundan sonra düzelme sürecine girmez. ABD’ye biat ederek jandarmalığını yapacak bir Türkiye artık yok. Karşılıklı güven ise yıkılmış durumda.
ABD kendisine biat edecek Türkiye istiyor. Bağımsız Kürdistan yoluyla Büyük İsrail hedefine yönelik Ortadoğu projesine çomak sokmayacak Türkiye arayışında. Bu yolda atılmasını istediği ilk adım Türkiye ile PYD/YPG arasında uzlaşma sağlamak. Türkiye bekasından ödün vermesine yol açabilecek bu isteği kabul edemez. Bu nedenle S-400 konusu Türkiye’nin direncini kırmak için sürekli gündemde tutulan bir konu. Eğer ödün verilir ve ABD S-400 konusunda istediği sonucu alırsa, Türkiye’yi baskılamak için başka engeller çıkarmaya devam edecektir.
Yunanistan sınırlarını kendi sınırları varsayan AB ise, Doğu Akdeniz’deki Yunan isteklerine destek veriyor. Kıbrıs’ı da kendine ait ada olarak gördüğünden, Kıbrıs Türk kesiminin Rumlar tarafından asimilasyonunu istiyor. AB ve ABD, 2004 yılında Annan Planı ile Kıbrıs Türk kesimini Rumlara teslim etmeye hazır, lider Denktaş’ı sahneden çektiren, masada Birleşmiş Milletler ilkeleri diye Kıbrıs’tan vazgeçerek askerini çekecek olan Türkiye’yi arıyorlar. Kendi kıta sahanlığını Mavi Vatan olarak görmeyecek bir Türkiye hayal ediyorlar. Bunlar artık düşünülemeyecek hayallerdir. Türkiye tehlikeli virajlardan geçip geldi, ama onlar geçmişte kaldı.
Türkiye’nin ulusal kimliğini ve ulusal çıkarlarını koruyarak, egemenliğine gölge düşürecek AB üyeliğine soyunmaması, AB dışında kalması, yeni dünya düzeni açısından da doğru olandır.
Türkiye Mavi Vatanını hem Yunanistan’a hem de arkasındaki AB’ye karşı koruyacaktır.
Emperyalist Batı, Türkiye’nin iç dinamiklerini gözleyerek isteklerini kabul ettirmek için fırsat kolluyor Siyasi ayrışma ve kutuplaşma değerlendirmek istedikleri bir ortam. Türkiye’nin ABD ve AB baskılarına karşı birlik ve beraberlik içinde olması gerekirken, siyasetin ve sokağın gündeminin farklılığı, birlik oluşturmaya engel görünüyor. Batı’dan gelen “Demokrasi ve İnsan Hakları” çıkışları, Ortadoğu Demokrasi Baharı’nın Türkiye’ye uyarlanması gibi bir aldatmaca. Türkiye’de iktidar karşıtı ortam ve kaos oluşturma çabalarının gizlenmesi için kullandıkları demokrasi örtüsü. Türkiye’nin birlik ve beraberlik içinde olması gerekiyor, ama iktidar ve muhalefet uçurumu bir sorun.
Pandemi nedeniyle kapanan iş yerleriyle sarsılan ekonomik yaşam, toplumun bir kesiminde açlık-tokluk sorununa dönüşmüş olsa bile, Türk milletinin düşmanı karşısında bütünlüğünü koruma geleneğini, dışa karşı birlik ve beraberlik görüntüsünü bozamaz. Türkiye’nin dışa karşı birlik ve beraberlik görüntüsünü bozan, Türkiye üzerinde hesapları olanları umutlandıran, bir türlü bitmeyen kısır siyasi çekişmelerdir. Yılbaşından bu yana son iki aydaki çekişmeler örneklerle dolu.
Örneğin, Türkiye’nin üniversiteler geleneğine aykırı rektör atamaları gerginliği beraberinde getirebiliyor. Cumhuriyetin ilk üniversitesi Ankara Üniversitesi’ne lisans, lisansüstü ve akademik yükselmeleri başka üniversitelerde gerçekleşmiş bir eski siyasetçi rektör olarak atandığında çıt çıkmadı, ama her yerde böyle olmuyor. Amerikan Robert Kolej’den dönüştürülmüş Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan siyasi kimlikli atama, 5 Ocak’tan bu yana süren direniş oluşturdu. Polisin müdahalesiyle kapısına kelepçe vurulan Boğaziçi Üniversitesi akademik tarihe yakışıksız bu anıyla geçti. Oysa Başkanlık Sistemi’nde de rektör seçimi olabilir, atama gerekmez, toplum rahatsız edilmez, Batı’nın konuyu haksız kullanımına fırsat oluşturulmaz.
Ekonomik sıkıntıları fırsat sayan muhalefet, Erdoğan’ın Cumhuriyet İttifakı’nı 2023’ü beklemeden seçime çekme arayışında. İçinde bütünlük olmayan muhalefetin Millet İttifakı’nda başı çeken parti, kuruluş çizgilerinden saptırılmış olan, bunu anlatmak için başına yeni anlamında (Y) harfi eklenen YCHP’nin PKK ile bağlantılı HDP’yi koluna takmasına kendi tabanı da üyeleri de tepkili. İktidar, muhalefeti yeni siyasi fırtına oluşturan anayasa çıkışıyla alt etme çabasında. Bugün için iktidarın ve muhalefetin uzlaşacağı yeni anayasa zemini olmadığı gibi, iktidarın tek başına anayasa değiştirme gücü de yok. Batı bu fırsatı, Türkiye’ye karşı özgürlük ve demokrasi söylemleriyle kışkırtarak, toplum bütünlüğünü parçalayıcı yönde değerlendirmek istiyor.
Türkiye, Irak’ın Gara dağına operasyon yapıp PPK’ya ciddi bir darbe vurdu. PKK’nın dağ içinde beton ve çelikle tahkim edilmiş mağara üssü ele geçirildi. Bu riskli operasyonda seçkin bordo bereli üç askerimizin şehit verilmesi dışında, geçmişte PKK tarafından kaçırılmış ve beş yılı aşkın süre hapsedilmiş asker, polis ve sivil rehineler, Gara’daki tahkim edilmiş mağarada canilerin hunharca katliamıyla şehit edildiler. PKK, 13 Türkü vurarak Türkiye’yi zora sokmak istemişti. YCHP’nin liderinin bunu siyasi malzeme yapıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçlaması, askerî operasyonu tartışmaya açmak istemesi, PKK’lıların ve arkasındaki Batılıların kaos amacıyla, “Türkiye karışıyor, birliği bozucu çekişme” diye sevinmelerine neden olmuştur.
Batı, her fırsatta Türkiye’yi karıştırarak düşman saydığı Erdoğan’ı zora sokmak ister. Siyasi görüş ve tutum diye Batı’nın oyununa alet olunmamalıdır. Batının taktiklerine karşı iktidar ve muhalefetin uyanık olması gerekiyor. Kurtuluş Savaşı öncesi, ABD destekli İngilizler ve Batılı müttefikleri ülkeyi bölüşürken, İstanbul’da İngiliz Muhipleri (Severleri) vardı. Şimdi ABD ve AB muhipleri sadece Ankara ve İstanbul’da değil, Türkiye’nin her yerinde varlar. Bunların oyunlarına gelinmemeli, birlik ve beraberlik korunarak, emperyalist Batı’ya karşı dik durulmalıdır.
Türkiye emperyalist Batı’ya karşı Atatürk ilkeleriyle milli birlik içinde dik durmalıdır.
Şunu vurgulamak gerekir; ABD ve AB baskıları karşısında dik duramayan, zeytin dalı politikasına sarılan ve öyle ya da böyle ödün vermeye yönelecek bir iktidar, Türk milletinin desteğini kaybeder, o zaman seçmen siyasi tabloyu değiştirir.