ENERJİDE YARINLAR BEKLENTİSİ

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

 

14 Haziran 2021

 

Oxford ve Cambridge üniversitelerinde akademisyenlik yapmış İngiliz ekonomist Kate Raworth, 2017 yılında “Doughnut Economics: Seven Ways to Think Like a 21st-Century Economist” adlı kitabını yayınladı. İsmin başında ekonomiye sıfat tanımlaması olan “Doughnut”, yağda kızartılmış halka şeklinde mayalı pişi hamuru demek. Kitap 2019 yılında A. Emre Pilgir’in çevirisiyle “Simit Ekonomisi: 21. Yüzyıl İktisatçısı Gibi Düşünmenin Yedi Yolu” adıyla Türkçe olarak yayınlandı. Çeviride ülkemizin ünlü ekonomistlerinden Dr. Mahfi Eğilmez’in sunuş yazısı da yer alıyor. Kitabı satın alırken, kapağında simit resmi olsa da simiti ekonominin kurucularından Adam Smith ile özdeşleştirmiştim. Oysa, Smith’in teorisinin güncellenmesiyle ilişkili değil, gerçi yer yer eleştirisi var. Raworth, simit ya da çöreği, “Simit için altına inilmemesi gereken toplumsal tabanla ötesine geçilmemesi gereken küresel baskıların oluşturduğu ekolojik tavan” diye açıklama yapmış, 21. yüzyıl boyutunu böyle tanımlıyor.

 

Raworth’un kitabında sıralanan yedi yol şöyle: (1) Hedefi Değiştir, (2) Büyük Resmi Gör, (3) İnsan Doğasını Geliştir, (4) Sistemleri Kavra, (5) Bölüştürmek İçin Tasarla, (6) Yenilemek İçin Yarat, (7) Büyüme Konusunda Agnostik “Bilinmezci” Ol. Dr. Eğilmez’in de sunuşunda vurguladığı gibi, simidin toplumsal tabanı olan iç halkası on iki temel ihtiyacı kapsıyor, bunlardan biri de enerjiye erişim. Kitapta enerji ile ilgili ne özel bölüm ve ne de bir alt başlık var. Metinde küçük küçük örneklerle, elektrik, rüzgâr, güneş enerjisi ve entegre enerji sistemiyle ilgili sayısı 10’a ulaşmayan cümlelere rastladım. Oysa kanımca, 21. yüzyıl ekonomisti gibi düşünmenin yollarından biri ve en önemlisi enerjiden geçiyor. Enerjiye erişim toplumsal tabanda olmakla birlikte, enerji kullanımın sonucu ortaya çıkan salınımlar da ekolojik tavanı belirliyor. Hem mühendis ve hem de ekonomist diplomalarına sahip olduğum için söylemiyorum, ama ekonomiyi bilmeyen mühendisin, mühendisliği bilmeyen ekonomistin eksik kaldığı bir gerçek.

 

Adam Smith 18. yüzyılda üretim fonksiyonunu “emek, sermaye, toprak (tabiat)” diye üç faktöre bağlamıştı. Teknolojik gelişimle birlikte bu fonksiyona “enerji” yeni faktör olarak eklendi. Üretim artışı enerji tüketiminin koşut artışıyla gerçekleştiğinden, 20. yüzyılda enerji tüketim miktarının yüksekliği gelişmişlik göstergesi olarak değerlendiriliyordu. 20. yüzyılın son çeyreğinde önce artan çevre kirliliği, 21. yüzyılın ilk 10 yılında fark edilen dünya yüzey sıcaklığının ortalama artışı, birincil global enerji tüketimine bir sınır koyma gerekliliğini ve enerji kalitesini gündeme getirdi. Enerjinin kalitesi ise temiz enerji, sürdürülebilir enerji, yeni ve yenilenebilir enerji kavramlarıyla enerji konusuna yeni boyutlar ekledi. Evrenin doğal yasaları var, bunlardan biri de entropi yasası. Entropinin artışı evrenin baş aşağı gidişi gibi sona götürücü bir yoldur, ama her enerji çevrimi ve tüketimi entropide, yani yararsız enerjide artışa neden olur. Entropi artışını sınırlı tutacak, temiz, yeni ve yenilenebilir enerji çevrimi ideal olanıdır.

 

ULUSLARARASI ENERJİ AJANSI (IEA) GÖZÜYLE TREND

 

Ulusal değerlerimizden olan uluslararası bir bürokratımız var; Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörü Dr. Fatih Birol. Ajansın en üst pozisyonu olan bu görevi, 1 Eylül 2015 tarihinde üstlendi. Daha önce 1995’den başlayarak Uluslararası Enerji Ajansı Baş Ekonomisti unvanıyla Global Enerji Ekonomisi Direktörü görevinde bulunuyordu. Değerli bir dostum olması nedeniyle onur duyduğum Dr. Fatih Birol, uzun yıllardan bu yana her yıl yayınlanan World Energy Outlook (Dünya Enerji Görünümü) kitabının ve Ajansın çok sayıdaki diğer yayınlarının çıkmasına önderlik etti. World Energy Outlook serisi kapsamında dünyanın genel enerji durumuna ait en sağlıklı veriler, durum saptamaları, ayrıntılı değerlendirmeler, modellerle geleceğe ilişkin yapılan kestirimler, sağlıklı enerji ekonomisi ve politikası analizleri yer almaktadır. Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu IEA, OECD’ye bağlı bir kuruluş olduğu için World Energy Outlook serisi uluslararası nitelikte güvenilir yayın olarak önem taşıyor.

 

World Energy Outlook içinde geleceğe yönelik enerji projeksiyonları ya da enerji trendi 2010 yılına kadar referans senaryoya göre verilirken, 2010 yılından itibaren üç senaryoya göre veriliyordu. Bunlar uygulanmakta olan politikaları kapsayan “Fiili (Uygulanan) Politikalar (Current Policies) Senaryosu”, küresel ısınmayı sınırlandırmak amacıyla çevresel yaklaşımlara yer veren “Yeni Politikalar (New Policies) Senaryosu” ve çevresel yaklaşımların çok daha fazla ağırlıkta olduğu “450 Senaryosu” olmak üzere sıralanıyordu. 450 senaryosu atmosferdeki sera gazı CO2 (karbondioksit) konsantrasyonunun 450 ppm düzeyini, yani buna göre dünya global sıcaklık artışının 2,5 dereceyi aşmamasına göre düzenlenmiş senaryo idi. Dünya pandemi süreciyle birlikte Uluslararası Enerji Ajansı da senaryolarını; “Belirtilen Politikalar (Stated Policies) Senaryosu”, “Gecikmeli İyileşme (Delayed Recovery) Senaryosu” ve “Sürdürülebilir Gelişme (Sustainable Development) Senaryosu” olarak belirledi.

 

Belirtilen Politikalar Senaryosu, bugünkü politika tabanına dayanmakta ve pandeminin 2021’de kontrol altına alınacağını varsaymaktadır. Bu senaryoda kriz öncesi seviyeye gayrisafi hasılanın 2021’de, global enerji talebinin de en erken 2023’de gelmesi, fosil yakıtlarda keskin değişiklikler olacağı varsayılmaktadır. Buna karşılık küresel elektrik talebinde yenilenebilir enerjinin son yirmi yıla göre daha fazla büyümesi öngörülmüştür. Gecikmeli İyileşme Senaryosu’nda başlangıç koşulları Belirtilen Politikalar Senaryosu ile aynı olmakla birlikte, sağlık ve ekonomi için çok pesimist (kötümser) süreç seçilmiştir. Bu karamsar senaryo pandemide dibe inileceğini, ekonomik, sosyal ve enerji indikatörlerinin ancak uzun süreçte düzelmeye yöneleceğini varsaymaktadır. Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda başlangıç koşulları Belirtilen Politikalar Senaryosu ile aynı alınmakta, ayrıca küresel ısınma yani iklim, temiz hava-çevre kapsama alınarak enerji erişim hedeflerinin belirlenmesi yolu seçilmiştir.

 

Bu çalışmamızda, söz konusu senaryolardan Belirtilen Politikalar Senaryosu ile Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu sonuçlarına göre geleceğe ilişkin enerji verilerine yer verilmiştir. Pandemi sürecinin dibe inmesine yönelik karamsar veriler, pandemiyle mücadelede ve aşılamada sağlanan başarılar nedeniyle olası olmaktan çıkmış görünmektedir. Her iki senaryoya göre birincil enerji talepleri tablo 1’de ve tablo 2’de yer almaktadır. Enerji bütçesinde sert çekirdek olarak da tanımlanan fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalgaz) 2019’da talebin %80’ini karşılamıştır. Fosil yakıt kullanımının baskılanması amacıyla Belirtilen Politikalar Senaryosu’nda bu pay 2040 yılında %69’a, Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda %56’ya düşecektir. Böylece yanma ürünü CO2 emisyonu azaltılmış olacaktır. Nitekim yanmaya dayanan biyoenerjinin mutlak değerleri de CO2 emisyonunu azaltmak için Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda daha küçük seyredecek görünmektedir.

 

Tablo 1. Belirtilen Politikalar Senaryosu’na göre enerji talebi – Dünya.

MTEP: Milyon ton eşdeğer petrol, BOYDO: Bileşik Ortalama Yıllık Değişim Oranı

 

Tablo 2. Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’na göre enerji talebi – Dünya.

MTEP: Milyon ton eşdeğer petrol, BOYDO: Bileşik Ortalama Yıllık Değişim Oranı

 

Küresel iklim değişikliği ve ısınma karşısında CO2 emisyonu olmayan nükleer enerji, hidrolik enerji (akarsu gücü) ve yenilenebilirlerden rüzgâr, güneş, jeotermal, denizsel enerjiler (dalga, gel-git, su tabakaları arasındaki sıcaklık farkı, deniz akıntıları) önem kazanmıştır. 2019-2040 sürecinde Belirtilen Politikalar Senaryosu’nda nükleer enerjinin payı %5, hidro enerjinin payı %3, diğer yenilenebilir enerjilerin payı %2-8 düzeyinde iken, Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda bu paylar yükselmekte, nükleerin payı %5-9, hidro enerjinin payı %3-4, diğer yenilenebilir enerjilerin payı %2-18 olmaktadır. Nükleer, hidro ve diğer yenilenebilir enerjiler güç sektörü, yani elektrik üretimi için birincil kaynak olduklarından bu kapsamdaki hedeflere bakmak gerekmektedir. Belirtilen Politikalar Senaryosu ve Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu kapsamında güç sektöründeki kaynak ile elektrik ve CO2 verileri tablo 3 ve tablo 4’de gösterilmiştir. Elektriksel kurulu gücün yanısıra elektrik üretim düzeyleri de verilmiştir.

 

Tablo 3. Belirtilen Politikalar Senaryosu’na göre güç sektörü – Dünya.

BOYDO: Bileşik Ortalama Yıllık Değişim Oranı

TWh (Teravat-saat = milyar kWh, GW (Gigavat) = 1000 MW = milyon kW

FV: Fotovoltaik, OGG: Odaklanmış güneş gücü (Güneş termik)

Mt: Milyon ton, gCO2/kWh: kWh başına gram CO2, u.d.: Uygulanabilir Değil

 

Tablo 4. Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’na göre güç sektörü – Dünya.

BOYDO: Bileşik Ortalama Yıllık Değişim Oranı

TWh (Teravat-saat = milyar kWh, GW (Gigavat) = 1000 MW = milyon kW

FV: Fotovoltaik, OGG: Odaklanmış güneş gücü (Güneş termik)

Mt: Milyon ton, gCO2/kWh: kWh başına gram CO2, u.d.: Uygulanabilir Değil

 

2040 yılına kadar uzanan süreç içerisinde Belirtilen Politikalar Senaryosu’na göre fosil yakıtlardan elektrik üretimi için azalma öngörülse de bu düşüş Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’na göre daha az orandadır. Belirtilen Politikalar Senaryosu’nda kömür ve petrolden üretilen elektrik hem yüzdesel pay ve hem de mutlak değer bakımından azalma gösterirken, doğalgazdan üretilen elektrik mutlak değer bakımından artmakta, yüzdesel pay düşüşü de %1-2 gibi küçük kalmaktadır. Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda ise doğalgazdan üretilen elektrik hem mutlak değer ve hem de yüzdesel pay olarak ciddi azalma göstermektedir. 2019-2040 sürecinde yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik Belirtilen Politikalar Senaryosunda %27’den %47’ye yükselirken, Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda %27’den %72’ye ulaşmaktadır. Yenilenebilir enerjilerden güneş fotovoltaik elektriğin payı her iki senaryoda da rüzgâr elektriğini geçmekte, geleceğin başat üretimlerinden biri olacağı görülmektedir.

 

Fosil yakıt kullanımının azalmasıyla CO2 emisyonu azalacaktır. Bu emisyonun intensitesi (yoğunluğu), yani kWh elektrik üretimi başına düşen gram olarak CO2 miktarı 2019 yılından 2040 yılına uzanan süreçte, Belirtilen Politikalar Senaryosu’na göre 463 gramdan 282 grama düşerken, Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’nda 2040 yılı değeri 67 gram olarak kestirilmektedir. IEA’nın çalışmasına ve öngörülerine göre küresel dünya sıcaklığının düşürülmesi ve iklim değişikliğinin önlenmesi için izlenmesi gereken yol Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’dur. Bu da koşar adam yenilenebilir kaynaklara yönelmeyi gerektirmektedir. CO2 emisyonu olmayan iklim değişikliğine karşı güçlü bir alternatif olarak görülmesi gereken nükleer enerji ise, aslında çevre dostu olmasına karşın uranyum yakıtlı ve fisyon reaksiyonuna dayanan bugünkü santrallara kamuoyunun güvensizliği nedeniyle, dinamik gelişme yapamayan, bekleyen, adeta durağan kaynak olmaya mahkûm edilmiş görünümdedir.

 

KOŞAR ADIM YENİLENEBİLİR ENERJİYE YÖNELMEK

 

1960’ların başından 2020’lerin başına uzanan süreçte, önce “Alternatif Enerji Kaynakları”, sonra “Tükenmez Enerji Kaynakları”, ardından da “Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları”, bugün sadece “Yenilenebilir Enerjiler” dediğimiz kaynakların 60 yıllık süreçte katettikleri yol inanılmaz derecede başarılı ve büyük olmuştur. 21-31 Ağustos 1961 tarihlerinde Roma’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler (UN) Enerjinin Yeni Kaynakları (New Sources of Energy) Konferansı’nda ele alınan kaynaklar; Güneş Enerjisi, Rüzgâr Enerjisi ve Jeotermal Enerji olmak üzere üç kaynaktı. Tarihin ilk çağlarından beri kullanılan akarsu gücüne dayalı hidro ya da hidrolik enerji alışılmış (klasik) kaynak olarak ayrı tutuluyordu. Sonradan küçük debili akarsular büyük barajlardan ayrılıp bu gruba eklendi. Deniz orijinli boğaz akıntıları, alt-üst tabaka sıcaklık farklılıkları, gel-git ve dalga enerjileri, ormanlara ve enerji tarımına dayalı biyoenerji, son olarak küresel yenilenebilir ısı da bu kapsama sokuldu.

 

2040 yılına kadar uzanan süreçte birincil kaynaklardan sağlanacak enerji talebi Belirtilen Politikalar Senaryosu’na ve Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’na göre yukarıda açıklanmış bulunuyor. IEA çalışması 2070 yılına kadar uzanacak süreci de içermektedir. Üstelik bu süreç enerji teknolojisi perspektifleri ışığında tüketim sektörleri bazında da irdelenmiş bulunuyor. Her iki senaryoda da alışılmış klasik kaynaklar olarak fosil yakıtlar varlığını koruyor. Sürdürülebilir Gelişme Senaryosu’na göre toplam birincil enerji talebi 13 milyar ton eşdeğer petrol düzeyinden 15 milyar ton eşdeğer petrol düzeyine çıkarken, bu talebin %25,5’i fosil yakıtlardan, %9,6’sı nükleerden, %64,8’i yenilenebilir kaynaklardan karşılanabilecek. Toplam talep içinde %22,3 yenilenebilir bütçesinde %34,5 ile en büyük payı güneş enerjisi almakta. Güneş enerjisinden sonra büyük payı olan modern biyoenerjidir. Geleneksel biyokütle yakıt kullanımı ise sıfırlanarak ortadan kalkmaktadır. Üçüncü büyük pay rüzgâr enerjisine aittir.

 

Tablo 5. 2070 enerji perspektifi (MTEP)

 

Bugün üretim büyüklüğü bakımından önemli küresel yenilenebilir kaynaklar; rüzgâr, güneş fotovoltaik, hidro enerji ve biyoenerji olmaktadır. Biyoenerji ormanlara ve enerji tarımına dayalı katı yakıt, etanol (etil alkol) ve biyodizel gibi sıvı yakıt şeklinde tüketildiğinden, CO2 emisyonu nedeniyle temiz enerji kavramına sokulamamakta, yeni ve yenilenebilir yakıt olarak tanımlanmakta, iklim değişikliğine karşı çözüm getiriciliği sınırlı kalmaktadır. Büyük barajlara dayalı alışılmış hidro, akarsu santrallarına dayalı küçük hidro, güneş fotovoltaik ve rüzgâr ise CO2 emisyonunun yokluğundan iklim sorununa katkı sağlayan olanaklardır. Yıllık kapasite artışı bakımından önde gelen kaynaklar ise güneş fotovoltaik ve rüzgâr enerjisidir. Türkiye’de de yenilenebilir olanaklardan elektrik üretiminde ağırlığı olan kaynaklar da hidro, rüzgâr ve güneş fotovoltaik olmaktadır. Biyoenerji konusu Türkiye’de çöp termik santralleri dışında yer almamakta, çöp termik santralleri ise yenilenebilir kaynak sayılmamaktadır.

 

Küresel olarak hidrolik enerjide yıllık eklenen yeni kapasite artışı, potansiyelin büyük bir kısmı değerlendirildiği için artık büyük düzeyde olamamaktadır. Bununla beraber olağan gidişle bile 25-30 GW gibi yıllık kapasite artışları sağlanabileceği görülmektedir, ama bunun 100 GW düzeyini aşması da söz konusu olabilir. Buna karşın rüzgâr santrallerinde küresel yıllık kurulu güç artışı 2020 yılında 65 GW düzeyine ulaşmış olup, bu yıl 7,3 GW denizsel olmak üzere 68 GW düzeyine yükselmesi bekleniyor. Güneş fotovoltaik kurulu güç eklemesi küresel olarak 2020 yılında yaklaşık 107 GW olmuştur. 2021 yılında yeni eklemenin 117 GW düzeyine çıkması olası, 2022 yılında ise 120 GW düzeyini aşacak görünüyor. Dünya genelinde 2020 yılında yenilenebilir elektrik üretimi %7 artmış olup, uzun dönemde küresel talep artışının %5 düzeylerinde süreceği kestiriliyor. Elektrik üretimi 2050 yılında bugünkünün 2,5 katı olacakken, CO2 salımı yenilenebilir kaynaklarla sınırlanacaktır.

 

Türkiye’de yenilenebilir elektrik üretiminde hidroelektrik, rüzgâr ve güneş fotovoltaik santrallar başattır. 2020 yılında üretilen 305,5 milyar kWh elektriğin 78,1 milyar kWh ile %25,6’sı hidro kaynaklardan, 24,6 milyar kWh ile yaklaşık %8,1’i rüzgâr santrallarından ve 11,2 milyar kWh ile %3,7’si de güneş fotovoltaik santrallardan karşılanmıştır. Diğer yenilenebilir kaynaklardan üretilen elektrik 4,1 milyar kWh olmuştur. Kurulu güç kapasitelerine gelince, barajlı hidroelektrik santrallar 22925,0 MW, HES diye tanımlanan akarsu santralları 8058,9 MW düzeyindedir. HES’lerin gelişi güzel artırılması, çevre etki değerlendirmesi bakımından taşıdıkları olumsuzluklar, tarım ve yaban hayata verdikleri zarar bir yana, kentsel yerleşim yerlerinde de sıkıntılar oluşturduğundan enerji yararı tartışılır olmuştur. Öte yandan Türkiye’de de büyük barajlı santralların yapımı tamamlandığından, önümüzdeki süreçte yeni büyük hidro kapasitelerin eklenmesi, ancak yeni teknolojik olanaklarla sağlanabilir.

 

Türkiye’nin rüzgâr santralları kurulu gücü 2020 yılı verileriyle 8832,4 MW olarak verilmektedir. Bu santralların tamamı karasal santrallardır. Şu anda Türkiye’nin denizsel rüzgâr santralı bulunmamaktadır. Buna karşılık Adalar Denizi (Ege) kıyıları rüzgâr potansiyeli bakımından elverişli görünmektedir. Bugün bu kıyılarda Türkiye’ye ait olmasına karşın iskân edilmemiş diye Yunanistan tarafından fiilen işgal edilmiş EGEAYDAAK (Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) sorunu yaşanmaktadır. Geleceğin temiz enerjisi için Türkiye’nin deniz rüzgâr santral alanları Yunan işgalinden kurtarılmayı bekliyor. Türkiye’de güneş fotovoltaik kurulu gücü 2020 yılı düzeyiyle 6667,4 MW kadardır. Fotovoltaik kurulu gücün artış hızı, rüzgâr kurulu gücündeki artış hızından daha yüksektir. Türkiye’de üretilen elektriğin 2020 itibariyle %37’si hidro, rüzgâr ve güneş yenilenebilir üçlüsüne dayanmaktadır. Enerji piyasası teşvikleriyle gelişimin hızlanması sağlanmaktadır.

 

ÖTELENEN NÜKLEER ENERJİNİN SIÇRAMASI KAÇINILMAZ

 

1979 yılında Amerika’da Pensilvanya eyaleti Three Mile Adası’ndaki nükleer santralda soğutma sistemindeki arıza nedeniyle ilk kaza yaşanmıştı. Ana besleme vanasının insan hatası sonucu kapatılmasıyla oluşan ve ucuz atlatılan bir kazaydı. Kazada zarar gören kimse olmamıştı. 1986 yılında Rusya ya da o zamanki adıyla Sovyetler Birliği’nde Çernobil Nükleer Santralı’nda ise bir facia yaşandı. Bu santral bir deneme santralıydı. Nükleer kaza simülasyon çalışması yapılırken deneme kontrolden çıkmış, gerçek kazaya dönüşmüş, 31 kişi ölmüş, ama 600 bin kişi kanser riski taşıyan yüksek radyasyona maruz kalmıştı. Bu kaza nükleer enerji karşıtlarınca objektif kriterler bir yana bırakılıp abartılarak nükleer korku için kullanılan bir argüman oldu. 2011 yılında da Japonya’daki deprem sonucu ortaya çıkan tsunamiyle meydana gelen Fukuşima kazası yeni argümandı. Santraldaki işçiler aşırı radyasyona maruz kalırken, 20 km çaplı bir alan içinde 200 bin kişi de radyasyondan korunmak için tahliye edilmişti.

 

Söz konusu kazalar yaşandı diye nükleer enerjiden vazgeçilmiş değil. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) verilerine göre bugün için dünyanın 32 ülkesinde 443 nükleer reaktörle toplam 393068 MW elektriksel kurulu güç bulunuyor. Bu nükleer elektrik santralları kurulu gücü bakımından dünyanın ilk beş ülkesi sırasıyla ABD, Fransa, Çin, Rusya ve Japonya. Dünyanın 19 ülkesinde de 52 reaktör ile 54535 MW elektriksel güç inşaat aşamasında. Türkiye’de her birinin elektriksel kurulu gücü 1200 MW olan toplam 3600 MW (net elektriksel kapasite olarak 3342 MWe) kurulu güç Akkuyu’da inşaat aşamasında. Rusya’nın kurduğu reaktörler dünyanın gelişmiş güvenli reaktörü özelliğini taşıyor. Yeni reaktör kuran ülkelerin başında ise Çin geliyor.  Elektrik arzının ABD’de ve Rusya’da %19,7’si, Fransa’da %70,6’sı nükleerden sağlanıyor. En büyük paya sahip olan Fransa’da halk nükleer reaktörlerle yan yana yaşıyor ve bilinçli olan toplum bundan tedirginlik duymuyor.

 

Dünyada temiz enerji denilirken, iklim değişikliğine engel olmak için sera gazı emisyonunun ortadan kaldırılmasından söz edilirken, nükleer enerjiye yer vermemek siyasal ve toplumsal tercih olabilir, ama bilimsel tercih olamaz. Nükleer enerji bilimsel açıdan temiz kaynaktır, ancak yersiz korkular ve haksız suçlamalarla toplumda tepki oluşturulmuştur. Nükleer enerjiyi silah başta olmak üzere her alanda kullanan dünyanın önde gelen büyük devletleri, bu çağdaş teknolojinin kendileri dışında kalan diğer ülkeler tarafından kazanılmasını istemedikleri için oluşan korku nükleer tekellerinin kırılmasını engellemektedir. Bu korku, toplumda öcü gibi imajıyla bilimle çelişmektedir.  Nükleer Alanda Kadınlar Platformu (NÜKAD) Başkanı, Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi eski elemanlarından değerli uzman arkadaşım B. Gül Göktepe, bu yıl 5 Haziran Dünya Çevre Günü mesajında, “Günümüzde ekosistemin korunmasında nükleer enerjinin vazgeçilemez rolü” üzerinde duruyor ve şöyle diyordu:

 

“Dünyanın büyük sorununun farkındalığıyla, uzun vadeli küresel ortalama sıcaklıktaki artışını, sanayi öncesi seviyelerin 2°C'nin çok altında tutma hedefinin stresi altında ‘İklim değişikliğine karşı nükleerden daha cazip başka hangi enerji kaynağı olabilir?’ diye soruyoruz! ‘Nükleerin cazibesi’ bu enerji kaynağının birçok olumlu yönüne dayanmaktadır. Nükleer güç halen büyük miktarda elektriğin atmosferi kirletmeden üretilmesini sağlayan en gelişmiş ve en verimli enerji kaynağıdır.”

 

Nükleer enerji elektrik üretiminden askeri amaçlara, tıp ve tarım alanına dek pek çok yerde kullanılan bir enerji. Donanmasını sürekli güçlendiren Türkiye’nin yarınlarda uçak gemisi ve modern denizaltıları için küçük güçlü özel nükleer reaktörlere ihtiyacı var. Askeri amaçla nükleer enerji denilince ilk akla gelen atom bombası ve nükleer savaş başlıklı füzeler oluyor, ama öyle değil. Sadece silah olarak değil, devitici güç kaynağı olarak da kullanılıyor. Sırası gelmişken değinelim, nükleer silaha sahip dokuz devletten beş tanesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri. Bunun dışında Hindistan’ın ve Pakistan’ın nükleer silah gücü kabul ediliyor. İsrail resmen açıklanmamış gizli nükleer silahlı devlet. Kuzey Kore ise nükleer silaha sahip olduğu için rouge (ruj) yani kırmızı devlet sayılıp dışlanıyor. İran nükleer programıyla baskı altında tutuluyor. Nükleer Silah Paylaşımı diye Türkiye dahil beş NATO üyesinde nükleer başlıklar olduğu biliniyor. Nükleer özde caydırıcı silah olarak tanımlanıyor.

 

Şimdi, Batı ve emperyalist egemenler Türkiye’yi NATO’dan atabilme arayışı içinde. Bu istekleri gerçekleşirse ya da NATO’nun içinde bulunmak Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla çelişirse, NATO dışındaki Türkiye’nin caydırıcı silaha ihtiyacı olmayacak mı? Kaldı ki bu silaha sahip olmakla onu yapabilecek teknolojiye sahip olmak da farklı. O teknolojiye sahip olmak bile caydırıcılık için yeterli. Türkiye silah yapmak için değil, ama denizaltısına, uçak gemisine, küçük güçlü elektrik santrallarına nükleer reaktör üretebilecek teknolojiye sahip olmalı. Rusların yaptığı Akkuyu Nükleer Elektrik Santrali Türkiye’ye nükleer teknoloji kazandırmıyor. Yap-İşlet-Sahip Ol (BOO) modelli Akkuyu, Rusya’nın sınırları dışında 60 yıl, uzatmalı 80 yıl işleteceği sonrada ömrü doldu diye söküp götürecekleri bir Rus santralı. Üstelik bu santralda kullanılacak yakıttan üretilecek plütonyum (Pu235), Rus atom silahlarının materyali olacak.

 

Türkiye’de değişik zamanlarda yapılan beş nükleer santral girişimi, bunlarla ilgili anlaşma pazarlıkları ve bazıları için çıkılan uluslararası ihalelerin sonuca götürülmeyip iptal edilmesinden ötürü, nükleer yatırımda inandırıcılık kaybolmuştu. Batıların artık Türkiye’nin girişimlerini ciddiye almadığı, teklif bile vermek istemediği bir dönemde, 2010 yılında Rusya ile Akkuyu anlaşması yapıldı. Türkiye’de son ihalenin iptalinin üzerinden 10 yıl geçmiş, yeni bir nükleer strateji yalpalamalarla çizilememişti. Böyle bir ortamda kotarılan Akkuyu Nükleer Santralı anlaşması, konu üzerinde yeterli bilgisi olmayan enerji bürokrasisince düzenlenmiş olduğundan, Türkiye’nin çıkarlarıyla çelişkili gerçekleşti. Oysa bu süreçte küresel olarak nükleer yatırımlar durgun bir dönem yaşadığından, Türkiye bu fırsatı yeni bir güven ortamı oluşturmak koşuluyla avantajlı biçimde kullanabilirdi, ama bu yapılamamıştır. Türkiye’ye santral işletmeciliği dışında nükleer teknoloji kazandırmak için getireceği hiçbir katkı yoktur.

 

Türkiye yatırımına katılmadığı bu santraldan ilk 15 yıl 15,33 cent/kWh fiyatla elektrik alacak. İşletme boyunca ortalama fiyat 12,35 cent/kWh düzeyinde olacak. Rusya macerasından önce 1992 yılında başlatılan girişimle 1997 yılında açılan ihaleye Batılı şirketler uygun koşullarda teklif vermişlerdi, ama ihale 2000 yılına kadar sonuçlandırılmamış, 25 Temmuz 2000 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit, tüm sorumluluğu üstlenerek şair romantikliği yanıyla “Nükleer enerjiyi sindiremiyorum” diye, “şimdilik durdurma” kararı verip iptal etmişti. Ecevit’in yeterli akademik kariyeri bulunmayan yenilenebilir yanlısı danışmanlarının önerisiyle iptal ettiği ihaledeki tekliflerin en pahalısı 3,35 cent/kWh, en ucuzu 2,28 cent/kWh idi. 2001 yılında Rusya Enerji Bakanı Adamov’un o zamanki Türk mevkidaşı ve benim de değerli dostum Ersümer’e Karadeniz altından geçecek kabloyla 0,8 cent/kWh fiyatla elektrik satma önerisi yaptığını öğrenmiş, hatta bir de mektup görmüştüm.

 

Bugün kullanılan uranyum yakıtlı ve nükleer fisyona (çekirdek parçalanmasına dayalı zincir reaksiyona) dayalı nükleer enerji korkusu, her ne kadar radyasyon yayımı tam kontrol altında olsa da klasik teknolojinin yerini yeni bir teknoloji almadığı sürece, fosil yakıt ve yenilenebilir enerji lobilerince körüklenen korku sürecektir. Nükleer fisyonun yerine nükleer füzyonun kullanılması uzun süreçte olabilirse de henüz görünebilir yarınlarda yer almamaktadır. Ancak yarınlar için geliştirilen güvenli teknolojiler vardır. Nükleer santrallarda güvenlik kriterlerinin geliştirilmesinin ve daha güvenli reaktörlerin hedeflenmesinin dışında, bilinen klasik nükleer reaktörler yerine yeni teknolojili küçük reaktörler ve nükleer yakıt olarak uranyum yerine toryuma dayanan toryum reaktörleri, ergimiş tuz reaktörleri üzerinde artan çalışmalar sürdürülüyor. Bu çalışmalarla nükleer enerjiye yeni bir kapı açılması bekleniyor. Toryum reaktörü üzerinde dün yalnızca Hindistan dururken, şimdi Çin ve Rusya, hatta İngiltere çalışmalar yapıyor.

 

Küçük güçlü reaktörler 300 MW düzeylerinde tasarlanıyor, 20-25 MW’lık mikro reaktörler de planlanıyor. Mikro reaktörlere yapıldıkları yerde yakıt yüklenecek, işleme yerine her şeyiyle hazır götürülüp kurulacak, 25-30 yıllık çalışma ömürleri boyunca kullanılacaklar. Yeniden yakıt yüklenmeyecek, sökülerek nükleer çöplüğe atılacak. Kısacası bir ömür boyu kullanımlık reaktörler de denilebilir. Öte yandan eriyik tuz reaktörleri, toryum reaktörleri nükleer güvenliği de artıracak. Uranyumlu reaktör atom silahları yapımında kullanılan nükleer patlayıcı materyal kazanımı için öne çıkmıştı. Toryum reaktörlerinde böyle bir olanak olmadığı gibi bu olasılık da yok, yani askerî anlamda kullanıma kapalı. Toryum daha güvenli ve temiz nükleer enerji anlamına geliyor. Ayrıca toryum dünyada uranyuma kıyasla çok daha fazla bulunan bir materyal. Dünya rezervi bakımından da Türkiye ön sırada yer alıyor. Toryum, geleceğin yakıtı olarak tanımlanıyor. Şu anda daha çok sıvı florür toryum reaktörü üzerinde duruluyor.

 

 

Kategoriler

DUYURULAR