31 Aralık 2016
Başlıkta yer alan soruyu şu andaki koşullar ve beklentilerle olumlu yanıtlamak ne yazık ki olanaklı değil. 2016 gerçekten Cumhuriyet tarihimizin en karanlık yılı oldu, ama bu karanlık birdenbire ortaya çıkmadı. 21. Yüzyıla, 2000’li yıllara da pek de aydınlık ortamda adım atmamıştık, alaca karanlık başlıyordu. Geçen sürede ışıma-aydınlanma beklentisi de olmadı. Giderek koyu karanlık girdaba sürüklendik. Geldiğimiz yer bizim için kara delik olmamalı, ışığı yakalayabilmeliyiz, 2017’ye aydınlık beklentisiyle olmasa da aydınlık arayışıyla adım atmalıyız.
EkoENERJİ dergisi AKP iktidarına karşı “zülfekara dokunduğundan” reklamları kesilerek yayını beş yıl öncesinde sonlandırılırken, son sayımızdaki “Gündem” makalemizin başlığı “Türkiye aydınlığa tekrar ne zaman çıkacak?” sorusuydu(1). O yazımızı noktaladığımız andan bu ana kadar 62 ay geçmiş. Tan ağarmaya başlamadı ve 2017’ye girerken yine karanlık-aydınlık sorusuyla karşı karşıyayız.
Alacakaranlık 2002 sonrasında laik Atatürk Türkiyesi’nin genleriyle bağdaşmayan örnek ılımlı İslâm devleti oluşturma siyasetiyle koyulaşıyordu. İktidarda AKP, siyasetin arkasında o gün için destekçisi Amerika vardı. Amerika Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’ye eş başkanlık verme yutturmacasıyla, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeye(2) kalkışırken, hem Türkiye’yi aldatarak kullanmak ve hem de Türkiye’nin sınırlarını da değiştirmek istiyordu. Wilson prensiplerine dayalı Sevr haritası tozlu raflardan indirilmişti. Amerika bunun için onlarca yıl Lozan Antlaşması’nı tanımamış, Türkiye’yi NATO’nun jandarması olarak kullanırken stratejik ortağım diye sözde sırtını sıvazlamış, ama Lozan’ı tanımamakta ayak diremişti. Körfez savaşları ile Irak’ı biçimleyince İsrail adına Kürdistan aşkı alevlenmiş, Türkiye’nin sınırlarına göz dikmişti.
Amerika projesini gerçekleştirebilmek için laik devletin kalelerini ele geçirmeli ve Atatürk’ün askeri olan Türk Ordusu’nu hareketsiz bırakmalıydı. Laiklik karşıtı eylemleri Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenen AKP yönetimini bunun için destekliyor, Foreign Policy dergisinde dünyanın ilk yüz entelektüeli listesine soktuğu AKP yoldaşı Fethullah’ı ve cemaatini mekanizma olarak kullanabileceğini biliyordu. Bugün FETÖ’cüler dediğimiz “Fethullahçı Terör Örgütü” arkasına karanlık CIA’dan başlayarak Amerikan derin devletini, bu yoldan NATO ve Batı merkezlerine uzanan emperyalist odakları alarak güçleniyordu. Gücünü önce Ergenekon davasıyla başlayan TSK kumpaslarında kullandı, karanlık koyulaştı. Sonradan kumpaslar parçalandı, ama karanlık yırtılamadı. Nasıl yırtılsın ki? Karanlık güçler varlıklarını sürdürüyorlardı.
Genelkurmay’ın girişine dikilen Atatürk heykeli 19 Mayıs 2009 günü Org. İlker Başbuğ tarafından törenle açılmıştı. Ben de o törenin davetlileri arasında idim. Tören sonrası Genelkurmay’dan çıkarak nizamiyenin önünde kalabalıkta bir taksiye bindim. Şoför kalabalığın neden olduğunu sorunca, “Atatürk heykeli açılış töreni vardı” dedim. Şoför, “Atatürk heykeli dikiyorlar, ama içlerindeki Fethullahçıları görmüyorlar” demez mi? Donakaldım, bunu nereden biliyordu, yoksa ağzımı mı arıyordu, askeri kötülemek mi istiyordu? Sorular belleğimde peş peşe sıralanırken, “Bunu bilen de çok, içlerindeki cemaatçiler de çok” demez mi?
Bırakınız çok kişinin bilip bilmemesini, o gün bir yalın vatandaşın bildiğini yönetenler bilmiyorlar mıydı? Bilmemeleri ya da bildikleri halde göz yummaları büyük bir aymazlık değil miydi? Ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepe noktalarına kadar sızmışlardı. Polisin içindeki örgütlenmeleri de ayyuka çıkmıştı. Devletin tepeden tırnağa idari kademelerine ve yargıya da yerleşmişlerdi. Karanlık işte böyle koyulaştı.
Artan karanlığın yanısıra, Türkiye’nin güney ve güneydoğu sınırları giderek ısındı. Suriye’den Türkiye’ye tehdit olarak yönelen Amerika-İsrail patentli Kürt koridoru oluşturulmaya başlandı. Türkiye’nin güvenli bölge istemine Amerika ve yandaşı koalisyon ortakları bu yüzden sıcak bakmadı. Suriye parçalanmamak için Rusya’yı resmen çağırdığından, Türkiye’nin istemi Rusya ile işbirliğini gerektiriyordu. Ancak, hiç de beklenmedik biçimde 24 Kasım 2015 günü Suriye’de görev yapan Rus savaş uçağı, sınır ihlali gerekçesiyle Türk savaş uçağı tarafından düşürüldü. Olay Atlantik ötesinden Amerika’dan uzanan bir kumpastı. Amerika’nın amacı Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirip çatıştırmak, bu ortamdan yararlanıp Türkiye’nin sınırlarını Özgür Kürdistan’a giden yolda Kürt koridoru projesine uygun biçimde düzenlemekti.
AKP iktidarı yıllarca “Kol kola beraber yürüdük biz bu yollarda!” ve “Ne istediler ki vermedik?” nameleriyle dini siyasetle oyalanıp durduğundan, FETÖ’cüler eliyle gerçekleşen bu kumpası da göremiyor, “Angajman kuralları gereği” diye üstlenmek zorunda kalıyordu. Rusya ile ortaya çıkan gerginlik, Türkiye için ciddi siyasi ve büyük ekonomik kayıplara neden oluyordu. Haziran 2016’da diplomatik yoldan gerginlik giderilmeye başlamıştı ki, 15 Temmuz darbe kalkışmasıyla Türkiye sarsılıyordu.
Türk milletinin gözbebeği ve Cumhuriyet tarihi boyunca aydınlığın güvencesi sayılan Türk Silahlı Kuvvetleri, öyle ki Sonar Araştırma Şirketi’nin Nisan 2016 tarihli “Genel Siyasi Eğilimler Araştırması” yüzde 84,2 ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ni en güvenilir kurum olarak gösterirken, yıllarca içine yerleştirilmiş FETÖ’cü hainler eliyle darbe girişimine alet edilmek istenmişti. 15 Temmuz akşamı Türkiye’yi uçurumun kenarına getiren darbeciler, bu hareketi Atlantik ötesi emperyalist güç adına yapmışlardı. Gerçeği gizlemek için yurtta sulh amacıyla kalkışan Atatürkçüler gibi görünmeye çabaladılar, ama Türk Ordusu, Türk polisi, Türk halkı bu kez kumpasa gelmedi. Oysa arkalarındaki Atlantik ötesinin emperyalist gücü ve Batı cephesi, Türkiye’yi sınırları ve devlet yapısıyla kendi isteklerine ve Sevr hayallerine uygun biçimlendirmeyi tezgahlamıştı.
O lanetli gecede Başbakanın ve Cumhurbaşkanının açıklamalarıyla kalkışmanın karanlık yüzünü kavrayan halkımız, darbeye karşı birlik olmayı bildi. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kahramanları, polisin yurtseverleri, gerçek Atatürkçüler inançla el ele vererek darbecilerin önünü kestiler, şehitler vererek destan yazdılar, demokrasimizi ve devletimizi korudular. Hiç kuşkusuz darbecilerin başarmaları Türkiye’nin kara deliğe sürüklenmesi, emperyalist güçlerin eliyle Atatürk Cumhuriyeti ve devletinin yok edilmesi olurdu. TBMM’nin bombalanması, yapmak istediklerinin göstergesidir. Ülkemiz parçalanmaktan, büyük bir olasılıkla “Barış ve Demokrasi” adına NATO işgalinden kurtuldu. Basına yansıyan haberle Güney Kıbrıs’taki İngiliz üssünde özel kuvvet askerlerinin hazır tutulması tasarlanan işgal için ön adım hazırlığı olmalı.
Beklemedikleri biçimde darbe girişiminin bastırılmasıyla Atlantik ötesi ve Batı cephesi şaşkınlık içinde suskunluğa bürünürken, Türkiye’nin yanında yer alan tek devlet, Türkiye’ye Kurtuluş Savaşı’nda da destek veren Rusya oluyordu. 15 Temmuz’a giden yolda tüm istihbarat zafiyetine karşın Türkiye’nin zirvesini yine Rusya’nın duyumlarıyla uyardığı öğrenildi. O lanetli kalkışma sonucu iki ülke arasında şiddetli gerilim yaratan uçak düşürme olayını da, FETÖ’cülerin gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Türkiye-Rusya ilişkileri düzelince, Suriye’de Kürt koridorunun engellenmesi için 24 Ağustos’ta Fırat Kalkanı harekâtı başlatıldı, harekât hedefleri doğrultusunda başarıyla ilerliyor. Harekâtın başarısı Amerika’yı hem şaşırtıyor hem kızdırıyor. Planı çöktüğü için kızması olağan, şaşkınlığı ise kalkışmayla zayıflattığını sandığı Ordumuzun beklentisinin aksine güçlenmesi. FETÖ hainlerinden temizlendikçe gücü ve hareket yeteneği artıyor.
Amerika, İngiltere ve İsrail’in elbirliğiyle tasarlanıp oluşturulan İŞİD-DAEŞ terör örgütü, Ortadoğu’yu Batılı emperyalist odakların istemine uygun karıştırıp biçimlendirmek için kurulmuştu. Aslında PKK da, Suriye’nin kuzeyinde Kürt federe devleti kurabilmek için oluşturulmuş YPG de aynı odakların ürünü. Bu terör kuruluşları aynı amaç için örtülü işbirliği içinde. Amerika YPG’ye açıkça arka çıkıp silah verirken, sanki İŞİD’e karşı imiş gibi görünüp, el altından Suudi Arabistan ve Katar kanalıyla destekliyor. İŞİD’e karşı koalisyonun göstermelik harekâtı Amerika’nın ve emperyalist işbirlikçilerinin eliyle hep yetersiz bırakıldı. Ne zamanki Türkiye-Rusya işbirliği ortaya çıktı, Fırat Kalkanıyla Türk askeri Suriye’ye girdi, Amerika’nın planına çomak sokuldu. Gelişmelerden rahatsız olan Amerika ve koalisyon şimdi İŞİD’e karşı göstermelik de olsa hiçbir harekât düzenlemiyor. İŞİD’in canlı bombaları ve tüm gücüyle askerimize karşı direnebilmesi için Musul harekâtına ara verdiler, planladıkları Rakka operasyonundan vazgeçtiler.
Suriye’nin kuzeyinde Kuzey Irak’taki gibi bir oluşuma göz yummak(3) Türkiye’nin parçalanmasına göz yummakla eş anlamlı olur. İşte bu nedenle Suriye’de savaşan Türk askeri, Çanakkale’de savaşan atalarımız gibi vatan koruma görevi yapmaktadır. “Askerimizin Suriye’de ne işi var?” denemez, çünkü Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturan emperyalist karanlık Suriye üzerinden Anadolu’ya uzanmakta. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bugün Fırat’ın batısında, yarın Fırat’ın doğusunda kazanacağı zaferlerle terör karanlığına karşı tan ağaracaktır. Hiç kuşkusuz terör karanlığını tümüyle yırtmak için Irak’ın kuzeyindeki tehdit de giderilmeli, şafak doğmalı!
Türkiye İkinci Kurtuluş Savaşı günlerini yaşıyor, birincisinde emperyalistleri bozguna uğrattığı gibi, şimdi de bunu yapmaya muktedir. Aydınlık getirici zafere uzanan yol milletimizin birliğinden geçer. 15 Temmuz’da gösterilen bu birliktelik 7 Ağustos Yenikapı Mitingi ile siyaset sahnesine yansıtılmıştı. Nihayet aklıselim galebe çaldı derken, ne yazık ki sonraki gelişmeler hiç de öyle olmadığını gösterdi!...
Atlantik ötesi ve Batı cephesi eliyle beslenip azgınlaşan teröre karşı, yine aynı odakların marifetiyle ekonomimizi çökertme girişimlerine karşı, ulusal kardeşlik havasını sabote etmeye çalışanlara karşı, Yenikapı mitinginin siyasi ruhuyla milli seferberlik havasını canlandıracak güçlü milli birlik hükümeti oluşturmak gerekiyordu. Oysa tam tersi ulusal birlikteliği siyasi ayrışmayla bozacak, milletimizi ikiye bölecek, partili cumhurbaşkanlığı sistemiyle Cumhuriyetimizin ve devletimizin karakterini değiştirebilecek, bunun için otokrasiye özgü biçimde tek adamı yetkilendirecek anayasa değişikliğine gidilmek istenmesi aklıselimle bağdaşmıyor. Böyle bir yetki devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e bile verilmedi, verilmeye kalkışılsaydı da TBMM ve parlamenter sisteme inanmış bir lider olarak kabul etmezdi.
Tasarlanan biçimiyle cumhurbaşkanlığı sistemini içeren anayasa değişikliği, Türk milletinin birliğinden korkan, Türkiye’yi bölüp parçalamayı amaçlayan Atlantik ötesini ve Batı cephesini sevindirmekten başka neye yarar ki? Bu teklif Komisyondan geri alınmalıydı, olmadı. Şimdi Gazi Meclis’ten geçmemeli. O da olmazsa referandumda hayır oylarıyla milletimiz tarafından reddedilmeli. Böylece 2017 aydınlığa geçiş yılı olur.
Lozan sınırlarıyla ulusal, üniter, laik devletimizi korumak, Cumhuriyetimizi Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda ve demokrasi içinde sürdürmektir aydınlığa giden yol…
(1) Bu site “Basından Dergi Makaleleri EkoENERJİ Ağustos 2011 (Gündem) / (http://www.ultanirplatformu.com/basindan-dergi.html)
(2) ABD Dışişleri Eski Bakanlarından Condoleezza Rice imzasıyla 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yayınlanan makalede açıklanan 22 ülkedeki sınır değişikliğiyle Ortadoğu’nun dönüşümü tasarımı.
(3) Bu site “Röportaj ve Panellerden” EkoENERJİ Ocak 2007 (Araştırma Dosyası) / (http://www.ultanirplatformu.com/roportaj-panel.html)