31 Mart seçim sonuçları ülkemize siyasi fırtına getirdi. Sandıkların sayımıyla esmeye başlayan ve erki elinde tutanlarca istenmeyen değişim rüzgârı, siyasi fırtınaya dönüştü. Aynı anda ülke genelindeki seçim de İstanbul özelindeki seçime dönüşüverdi. AK Parti iktidarı için sonun başlangıcına işaret eden kırılma noktası olduğu görüşü, fırtınanın nedenini oluşturuyor. Trendin bu yönde devam edip etmeyeceğini zaman gösterecek.
31 Mart seçimi milletvekili genel seçimi değildi, Cumhurbaşkanlığı seçimi hiç değildi, yerel yönetim seçimiydi. Öyle olmasına karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK Parti Genel Başkanı olarak seçimlere tüm ağırlığını koydu, seçimi Türkiye’nin beka sorununa bağladı, muhalefeti beka sorunuyla eleştirdi. Evet, Amerika’nın düşmanca tutumundan kaynaklanan, Suriye ve Doğu Akdeniz’den Türkiye’ye yönlendirilen beka sorunu var, ama Amerika’ya kapıyı gösterip “get out- defol” diyemeyen de bu iktidar. Fırat’ın doğusuna giriyoruz denildiği halde hâlâ bekleyen de bu iktidar…
Türk seçmeni bu seçimde de AK Parti’yi birinci parti yapmış, iktidarın temeli Cumhur ittifakına ittifak bölgelerinde yüzde 49, Türkiye genelinde yüzde 50’nin üzerinde oy vermiş, siyasi istikrardan yana çıkmış olduğuna göre, beka sorunu karşısında gereken adımları atmak iktidarın görevi, 31 Mart’ta seçilen yerel yönetimlerin değil. Bugünlerde koparılması gereken fırtına yerel seçim fırtınası olmamalıydı, “S-400 alırsan F-35 vermem” diyen Amerika ile müttefikliğin sonlandırılması fırtınası olmalıydı.
Yerel seçim ölçeğinde hayal ettiği sonucu alamayan, hele hele İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye’nin en büyük üç ilini kaybeden AK Parti tepeden tırnağa hazmedememenin sancısıyla, sonuçlara mesnetsiz itiraz süreci başlattı. Geçersiz oylardan başlayan itiraz, tüm oylara, ilçe ve il seçim kurullarından Yüksel Seçim Kurulu (YSK) aşamasına dek uzatılarak sonuç geciktiriliyor. Bu da AK Parti’nin zaman kazanımıyla, kaybedilen belediyelerden bir şeyler kaçırdığı dedikodularını getiriyor.
Muhalefet sözcüleri AK Parti’nin itirazlarının iyi niyetli olmadığını, sürecin istismar edildiğini söylüyorlar. AK Parti’nin kurucularından, ilk ve eski dışişleri bakanları olan Yaşar Yakış, “Son anda ketenpereye getirip AK Parti’ye kazandırmak istiyorlar” diyerek, kuşkuları destekliyor. “Ketenpere” argo bir kelime, Türkçe Sözlük karşılığı “dolandırıcılık”, ama biz daha hafifiyle “sahtekarlık “ diyelim. Çok yazık, önce demokrasi ve sonra iktidar adına acı bir savlama. AK Parti için bu algı hiç de yakışık almıyor.
Kendi içtihadını çiğneyen YSK ise, Türk seçmeni ve kamuoyu gözünde daha fazla itibar kaybına uğramamak için çelişkili kararlarından kaçınmalı, süreci olabildiğince hızlandırarak, şeffaf biçimde adil sonuçlanmasını sağlamalıdır. Görev süresi hukuken tartışmalı biçimde uzatılan YSK Başkanı AK Parti’ye bedel ödeme arayışında olmamalıdır. Seçimi kazanan ve itirazlar nedeniyle mazbatasını alamayanlar bu seçimin mağdurları oluyor. Sürecin uzatılması, onları kamu vicdanında mağdurluktan öte mazlum durumuna düşürüyor. Çünkü, “kazanmasaydın” dercesine verilen demeçler ve YSK çifte standartları, onlara işkence oluyor. “Alma mazlumun ahını” diye bir sözümüz var, alınan “ah” aheste aheste de olsa gelecek seçimde sandıktan çıkar.
Demokrasi sandığa saygı gerektirir. Önce sandık sayımını kabul edip, sonra seçimi
kaybettiğini görünce mızıkçılık yaparcasına hukuki dayanaktan yoksun biçimde sandık sonucuna karşı çıkmak, demokratik erdemlilikle bağdaşmaz, milletten destek bulmaz.
Gençleşen seçmenin genç ve yeni yüzler istediği, 31 Mart seçimlerinden çıkan somut bir olgu. Türkiye’de seçme ve seçilme yaşının küçülmesinin, genç seçmen oranının artmasının doğal sonucu bu. Türkiye zaten lider eskiten ve yeni lider seven bir ülke olmakla birlikte, 17 yıldır yeni liderler üretemeyen çorak toprak gibiydi. Tabii ki bunun başlıca nedeni, eski liderlerin hegemonyasıyla yeni lider filizlerinin budanmasıdır. Türk halkı siyasi sohbetlerinde hep liderleri konu alır, siyasete liderler üzerinden bakar. Başarının da başarısızlığın da sorumlusu olarak hep lider gösterilir. Karşı partinin lideri kadar, desteklenen partinin lideri de eleştirilir. Bunun nedeni yeni arayıştır.
Şöyle bir düş kuralım ya da kurgu yapalım: Yeni Zelanda’da silahlı cami baskını sonucu tanıdığımız, genç kadın Başbakanı Jacinda Ardern Türkiye’ye gelse, cana yakın insanca tutumuyla, alnı açık başörtüsüyle, sevgi ve saygı dolu şık duruşuyla, seçim meydanlarına çıksa hem iktidar ve hem de muhalefet kesiminden alacağı oylarla sandığın üçte ikisini götürebilir.
Jacinda Ardern bir düş örneği, ama Türk seçmeni işte öyle samimi ve genç liderler arayışında. Bunun ilk aranacağı yer ise yerel seçimlerdir. İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kazanan Ekrem İmamoğlu’nun başarısının arkasında bu gerçek yatıyor. İmamoğlu çifti aydınlık duruşlarıyla yalnızca İstanbullu seçmenin değil, geleceğin genç bir lideri olarak, Türkiye’nin beğenisini kazanmış bulunuyor. Öyle ki Türkiye’nin muhalefet kesiminde, iktidar kesimine karşı siyaset savaşı verecek lider eksikliği vardı, Türkiye işte böyle bir genç lider kazanmış görünüyor.
İmamoğlu’nun karşısında yaşlı kalan Binali Yıldırım, Cumhur İttifakı adayı olmaktan çok, Erdoğan’ın İstanbul vekilharcı gibi bir adaydı. 24 Mart günü yapılan Cumhur İttifakı Yenikapı Mitingi konuşmasında, “İstanbul projelerini Cumhurbaşkanım açıklayacak” diyordu. Bu açıkça “Ben değil, o yönetecek” demekti. Siyasette “biat” her zaman oy getirmez, bazen de oy kaybettirir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi için matematiksel ifadeyle “Yıldırım özdeştir Erdoğan” formülü kurulmuştu, ama sandıktan onay alamadı. Belki Yıldırım da “Bin Ali, İn Ali” siyasi komutlarından yorulmuş olarak, çıkan sonuçtan gizli memnuniyet duyuyor olabilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan, İstanbul’dan yüzde 50 oy alabilmişti, yerel seçimde vekilharcı Yıldırım yüzde 48 buçuk oy aldı, Erdoğan’dan daha çok alacak hali yoktu herhalde. Gerçek ortada iken, Yıldırım’ın kaybetmesi Erdoğan’ın kaybetmesi gibi gösterilmek istendiğinden veya öyle varsayıldığından, partisince hazmedilemiyor. İtirazlar ve yeniden sayımlarla sonuç değiştirilmeye çalışılıyor. Geçen gün yeniden sayımla ilgili haber televizyondan yankılanırken, alışveriş ettiğim manav hiç beklemediğim şekilde, “Suyu dövsen yağ çıkar mı?” dedi.
Manav arkadaşın söylediğine benzer, “Yoktan yonga çıkmaz” diye güzel bir atasözümüz var. Rahmetli Süleyman Demirel’den duyduğum bir siyasi söz de var: “Politikacılar isterse, tekeden süt sağar” diye. Burada politikacılar erkek keçiden süt sağma sihirbazlık becerisini ne kadar gösterebilecek? Hayal edilen suyun yağı, tekenin sütü hayırlı olabilecek mi? Bir hafta sonra 8 Nisan akşamüstü İmamoğlu lehine olan fark 14 bine düşmüşse de sayılacak fazla sandık kalmadığından, Yıldırım’ın açığı kapanacak gibi görünmüyor. Kapamak için ha gayret, “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” misali döne döne sayılsın, ama yapılması gereken, İmamoğlu’nun mazbatasının daha fazla bekletilmeden verilmesidir.
Sandık sayımından çıkan sonuç, Türk milletinin hafızasına kazınmıştır. Nasıl ki dijital veriler silinemiyorsa, milletin ve seçmenin hafıza kaydı da silinemez. AK Parti’nin sandıkta kaybedip yıkılabileceği algısı oluşmuş bulunuyor. İktidarın kaybedebileceği, muhalefetin kazanabileceği kanıtlandı ya, bu algı gelecek seçimde AK Parti’yi zorlayacak görünüyor. 31 Mart Seçimi’nde tepki oylarının etkisinin büyük olduğu yadsınamaz, mesnetsiz sayım tepki oylarını artıracaktır. Hele hele hak gaspı gibi bir sonuç ve algı ortaya çıkarsa, onun getireceği sonuç AK Parti için yıkım olur. Seçimin iptali ise, ülkeyi hiç istenmeyen biçimde kaosa sürükler.
25 yıl sonra gelinen demokratik aşama – “Bin Ali, İn Ali, Elini Kaldır Ali”.
(Zafer Temoçin imzalı bu karikatür, Cumhuriyet Gazetesi, 5.4.2019 tarihli nüshasından
alınmış olup, alt yazısı tarafımızdan eklenerek mizahi anlamda seslendirilmiştir).
31 Mart Seçimi’nin sandık sonuçlarıyla siyasi haritada en büyük üç kentimiz aynı renge boyandı. İstanbul, Ankara ve İzmir, nüfusumuzun yüzde 30’nun yaşadığı kentlerimiz. Tek başına İstanbul’da ülke nüfusunun neredeyse beşte biri yaşıyor. CHP kazandığı diğer kent belediyeleriyle nüfusun yüzde 49’una hizmet verilebilecek. AK Parti genelde oyların yüzde 45’e yakınını almış olsa bile, büyük belediyeleri alamadığından iktidarı topal ördek benzetmesine uyuyor. Gelin görün ki onlar İstanbul ve Ankara için topal ördek benzetmesi yapıyor, ama kimin topallayacağını zaman gösterecek.
AK Parti İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni hiç kazanamadı. Ancak, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri son 25 yıldır AK Parti’nin elindeydi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi yıllardır AK Parti’nin kalesi oldu, hatta AK Parti orada oluşturulup kuruldu, pek çok bakanı da oradan geldi. 566 yıl önce Fatih’in İstanbul surlarında gedik açması gibi, şimdi AK Parti’nin İstanbul kalesinde gedik açılınca, endişeye kapılmalarına şaşılmamalı. Çünkü, AK Parti önemli bir siyasi mevzii kaybıyla karşı karşıya.
25 yıl önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak siyaset sahnesine çıkan Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanı. Batı’da örnekleri çok görüldüğü gibi, bizde de belediye başkanlığından devlet başkanlığına yürüyen ilk kişi olmanın onurunu taşıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Cumhurbaşkanlığı’na açılan yolun stratejik önemi de var. Açılan o yoldan elbette başka siyasetçilerimizin, genç liderlerimizin gelecekte devletin zirvesine yürüyebilmeleri olasılığı bulunuyor.
AK Parti 25 yıl önce aldığı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni eğer bugün CHP’ye devrederse, 22 milyar dolar borçla devredecek. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AK Parti’nin arpalığı olduğu söylentileri ayyuka çıkmış durumda. Yandaş müteahhitlere ballı ihaleler de cabası. Belediyenin personel sayısının 80 bin görünmesine karşın, 20 bin kişinin aktif olarak çalıştığı belirtiliyor. Gerisi bankamatiklerden maaş alan personel mi, onu el değiştirirse öğrenebileceğiz. Söz konusu kişilerin AK Parti teşkilatçıları olduğu söyleniyor. Personelin çoğunun altında araba olduğu bir başka söylenti. Acaba AK Parti, gelir kapısı kapanmasın diye mi İstanbul Büyükşehir Belediyesi için sayım kavgası veriyor?
Tabii ki bu kavganın siyasi boyutu çok önemli. Cumhurbaşkanı Erdoğan, başka hiçbir ülkede görülmeyen biçimde seçime ağırlığını ülke genelinde koydu, ama İstanbul seçimine özel önem verdiği biliniyor. Çünkü, İstanbul için 24 Mart’ta Cumhur İttifakı olarak yapılan Yenikapı mitingiyle yetinmeyerek, seçimden bir gün önce kentin değişik yerlerinde sekiz ayrı miting de yaptı. “Orayı kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözü bu aşırı önemin ifadesidir. Dört buçuk yıl sonra yapılacağı söylenen genel seçimde, kaybetme olasılığı ortaya çıktı diye mi bugünkü kaygı var?
Henüz itirazlarla başlatılan sayım sürecinin ne sonuç vereceği belli değil. O sonucu 13 Nisan’da görmeyi umuyoruz. Sonuç ne olursa olsun, ortaya çıkan siyasi fırtınanın yarınlarda ve gelecek genel seçimde etkilerinin olacağı belli. Yalnız şu da belli ki, bu seçim sürdürülebilir bir trend ortaya çıkarmış değil. İktidar partisi AK parti ve ana muhalefet partisi CHP bazında konuya bakacak olursak, her ikisinin de kazanç ve kayıplarına karşın, görünen sonuç sanki berabere bitmiş maç sonucu gibi. Bu seçimde istikrarı koruyan seçmen iktidarın kulağını kuvvetlice çekmiş oldu.
Ortaya çıkan sonuç sürdürülebilir olmayıp, bir sonraki genel seçimde değişebilir. Söz konusu iki partiden hangisi sonuçları doğru okuyup gereken önlemleri alabilirse, onun lehine değişecektir. “AK Parti kolay kolay yıkılmaz” görüşü şimdilik silinmiş olsa bile, AK parti kendisini yenilerken, CHP özüne dönemez ve kendini yenileyemezse, AK Parti’ye karşı başarı kazanamaz. Kısacası gelecek seçim, her iki partinin de değişimine ve kendilerini yenilemelerine bağlı. Kurulacağı söylenen yeni iki parti olsa da seçimin omurgasını AK Parti ve CHP oluşturacaktır, kurulacak yeni partilerle diğerlerinin, bu siyasi konjonktürde etkili olup değişiklik yaratmaları pek de söz konusu değil.
AK Parti’ye kayıtlı olduğu halde AK Parti’ye oy vermeyen seçmen ile Kılıçdaroğlu ve ekibi karşıtlığıyla AK Partiye oy veren CHP’li seçmenin gelecekte kime oy vereceği, partilerin kendilerini yenilemelerine bağlı. Seçmen değişikliğin kendi elinde olduğunun bilincine kavuşmuş ve gücünü görmüş bulunuyor. Her iki parti de seçim kazanabilmek için kendi tabanını yeniden kazanmak zorunda. Her iki parti hem gençleşmeli ve hem de genç seçmeni çekebilmeli. Seçmenin gençliği yaşa bağlı olsa da partinin gençliği geçen yıllara değil, politik fikirlerinin çağdaş olup olmamasına bağlıdır.
Seçim gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan klasik balkon konuşmasında “Değişim kendi içimizden başlayacak”, diye partide ve kabinede yapılacak değişikliğe işaret ediyordu. Metal yorgunluğundan metal kırılganlığı aşamasına geçmiş AK Parti’nin kadrolarını yenilerken gençleştirmesi, genç seçmeni yanına çekmesi kolay görünmüyor. Kabinede bakanların yerini değiştirme, bir-iki yeni yüz ekleme, parti yönetiminde de benzerini yapmakla çözülecek bir sorun değil. Kariyer ve liyakat sahibi yeni genç siyasetçiler bulmak gerektiriyor ki bugünden yarına hemen bulunamaz.
Genç seçmen kazanmak önemli bir sorun. Hangi eğitimi görmüş olursa olsun, genç seçmen tutucu olmuyor. İmam hatip okullarının öğrencileri arasında deizm görüşlerinin yandaş bulması bunun kanıtı. AK Partililerin kendi çocuklarının AK Partiye yönelmediği de biliniyor. Zor olsa bile yine de başarı için parti tabanının genç seçmenlerle takviyesi zorunluluk. AK Parti’nin muhafazakâr kalıpları ise burada sorun. Genç seçmen, karşısında yeni ve çağdaş fikirlerle gençleşmiş parti, genç ve dinamik adaylar görmek, genç liderleri desteklemek istiyor ve ancak bu koşullarda partiye yöneliyor.
CHP kesiminde başarı, tepki oyları ve 24 Haziran 2018 Genel Seçimi’nde HDP’ye ödünç verilen oyların geri alınmasıyla sağlanmış görünüyor. PKK ile göbek bağı bilinen HDP ile Kılıçdaroğlu ekibinin örtülü ilişkisi bir kara leke olduğu gibi, HDP’nin bugüne kadar kapatılmaması AK Parti için de bir kara leke. Tencere dibin kara, seninki benden kara misali. CHP’nin bugünkü başarısının sürdürülebilirliği olmaz. CHP için başarının sürdürülmesi, tıpkı AK Parti için söylediğimiz gibi, kendini yenilemesine, kendisinden kaçan tabanını yeniden kazanmasına ve genç seçmeni çekebilmesine bağlı. Bunun da CHP içinde değişiklik yapılmadan sağlanması olanaklı görünmüyor.
Her şeyden önce CHP, çizgisinden sapmış, Yeni-CHP (YCHP) dönüşümü geçirmiş bir parti. Bu dönüşüm aslında yenileşme değil, CHP ilkelerine ters tutum ve adeta karşı devrimle oluştu. YCHP ya da bugünkü CHP, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk gençliğine hitabesinde sözünü ettiği tehlikelerden biri olan, Cumhuriyet’in karşı güçlerce işgal edilmiş kalesi durumunda. Bu kalenin siyaset dinozorlarından kurtarılması, tehlikeli ilişkilerden arındırılması, ilkeleri doğrultusunda yenilenerek çağdaşlaştırılması ve tabanıyla birlikte gençleştirilmesi gerekiyor.
31 Mart Seçimi sonuçları değişmesi gereken bugünkü CHP yönetiminin ömrünü uzatmış görünüyor ki, bu olgu CHP için en büyük açmazdır. CHP’nin gerçekten sürdürülebilir başarıyı yakalaması, Kılıçdaroğlu ve ekibinin tasfiyesi sonrasında olabilir. Eğer bu yapılamazsa, gelecek seçimlerde YCHP yine kaybeder. Yeni kazanılan genç lider Ekrem İmamoğlu bir şans. Yeni genç lider ve genç siyasetçiler YCHP yönetimini yıkıp da YCHP’yi gerçek CHP yapabilirlerse, gelecek genel seçimin favori partisini oluşturmuş olurlar. Bunu yapamazlarsa, Kılıçdaroğlu koltuk kaybetmekten kurtulduğu gibi, AK Parti ve Erdoğan da gelecek seçimi kazanmayı garantilemiş olur…
İmamoğlu, aydınlık bir aile reisliğinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yürüdü, yarınlarda CHP’nin başına ve devletin zirvesine yürümesi, Çankaya’da otağ kurması olası.
Fikri hür-vicdanı hür, imanlı ve laik, Kuvâ-yi Milliye ruhuna sahip, Atatürkçü genç bir lider.
Demirel, kendi şahsiyetinde parti genel başkanlığı ve siyaset adamlığı ile Cumhurbaşkanlığındaki devlet adamlığını birbirinden ayırabilmiş saygın ve duayen bir politikacı idi. Onun dillerde dolaşan ünlü “Dün dündür. Bugün bugündür” sözüyle ve biraz da açarak konuyu şöyle tamamlayalım: “Eğer gerekenler yapılamazsa, dün dünde kalır, bugün olarak ileri taşınamaz”.