7 Kasım 2002

 

 

Beyaz İhtilâl ve Enerji

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

52 yıl sonra, 3 Kasım 2002’de 1950 seçimlerine benzeyen bir seçim yaşadık. Arada Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ın kazandıkları seçimler bile bu ölçüde bir değişime kapı açmamışlardı. Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam adlı kitabında, 1950 seçimleri için “Beyaz İhtilâl” der. Dünya Enerji dergisinde yayınladığımız enerji tarihi dizimiz için yaptığım röportajda Demirel, 1950 seçimini bir büyük “Devrim” olarak tanımlamıştı. 4 Kasım’da Sabah gazetesinin “Anadolu İhtilâli” manşetini görünce bunları anımsadım. Milletin Ankara’ya tepkisi 3 Kasım’da beyaz ihtilale dönüştü ve bugüne kadar Türkiye’yi yöneten partileri silip süpürerek sandığa gömerken, Ak Parti’yi ezici bir çoğunlukla iktidara getirdi. Türkiye, 1950’li yıllardaki gibi iki partili bir Meclis’e kavuştu. O zaman da muhalefette CHP vardı, bugün de. Derviş’li CHP’ye muhalefetten başka görev düşmeyeceği zaten belli idi. Türkiye yeni şans yakalamış bulunuyor.

 

Tayyip Erdoğan, Ak Parti’nin din eksenli bir parti olmadığını söylüyor. Doğrusu da bu. Ak Parti, “Müslüman demokrat” kimliğinin kendisi için tuzak olacağının bilincinde görünüyor. Liberal merkez parti kimliğini geliştirmeli. Cumhuriyetimizin temel ilkeleri ve yönetim kuralları bunu gerektiriyor. Öte yandan, iktidarı kazanmış bir partinin yönetim başarısı için başlangıçta eli kolu bağlı tutulmamalı. Bugünden geleceğe sorun hazırlanmamalı ve Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açabilecek Anayasa değişikliğine olumlu bakılmalı, hızla gerçekleştirilmeli. Avrupa Birliği normlarının bunu gerektirmesi bir yana, milletimiz istiyor. Türkiye’nin tek parti iktidarına kavuşması, siyasî ve ekonomik istikrar getireceği için sevindirici ve hayırlı bir gelişme. Umarız, iki partili parlamentoda birinin ak, diğerinin kara dediği zıtlaşmalar yaşanmaz, akılcı uzlaşmalarla Türkiye düzlüğe çıkarılır. Bu açıdan bakılınca, Baykal’ın başlattığı diyalog olumlu bir diğer gelişme.

 

Ak Parti iktidarı ile CHP muhalefeti, IMF politikaları ve Avrupa Birliği’ne giriş gibi, önemli siyasî ve ekonomik konularda görüş birliği içinde görünüyorlarsa da, ekonominin ayrıntıları üzerinde bu görüş birliği beklenmemeli. Örneğin, enerji sektöründe farkı görebilirsiniz. CHP bir enerji politikası geliştirememişken, Ak Parti’nin sağlıklı bir enerji politikası olduğunu vurgulamak gerekiyor. Dünya Enerji dergisinin Ekim sayısındaki panelde, seçim yarışındaki partilerin enerji politikalarını gündeme getirmiştik. CHP panele konuşmacı gönderemedi. Eski Enerji Bakanlarından olan Baykal’dan istediğimiz yazılı görüşü de alamadık. Seçim çalışmaları mazeret yapıldı, ama, görünen neden devletçi CHP ile Derviş’in hayalî Ortodoks kapitalist CHP’sinin çatışması idi. CHP’nin liberal enerji piyasası konusunda kendi içinde görüş birliğinde olduğu bile kuşkulu.

 

Ak Parti’nin enerji politikasının temelinde, ulusal çıkarları koruyarak, enerji arz güvenliği ve devamlılığını sağlayacak, rekabete dayalı bir enerji piyasasının oluşturulması var. Ak Parti, devletçilik yanı olmayan, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen piyasa ekonomisini benimsemiş bir parti. Özelleştirmeden, sektördeki işletmelerin özel sektör yatırımları ile yap-işlet modeli kapsamında gerçekleştirilmesinden yana. Ancak, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun yapısını hatalı gördükleri ve düzeltmek istedikleri biliniyor. Enerjide özelleştirme ve lisans verme usullerinin tam anlamıyla şeffaf ve rekabete açık olacağı da önemli bir vaatleri. Etkin ve verimli şekilde işletilemeyen mevcut tesislerin bir an önce özelleştirilmesi, yenilenip kapasitelerinin artırılması isteniyor.

 

Ak Parti yerli kaynakların kullanımına ve kaynak geliştirilmesine önem veriyor. Kömür ve sudan, güneş, rüzgâr, jeotermal ve biyomas gibi yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına, hatta geleceğin yakıtı sayılan hidrojen enerjisine bile parti programında yer verilmiş. Gerçekçi bir tespiti de, hidroelektrik santrallerin ve yerli kömüre dayalı yeni teknolojili termik santrallerin özel sektör tarafından kurulmasının desteklenmesi. Çünkü, yeterli destek sağlanmazsa, özel sektör yapım maliyeti düşük, yatırımda çabuk geri dönüş sağlayan doğal gaz santrallerine yönelir. Enerjide tek kaynağa bağımlılık istenmiyor. Doğal gaz santralleri karşısında alternatifler ortaya konulmuş. Ak Parti’nin enerji hedefleri arasında, gerekli güvenlik ve çevre koruma önlemleri alınmak suretiyle nükleer enerji santrallerinin kurulması da var. Enerji kayıp ve israfını önlemek, enerji tasarrufunu sağlamak için özel bir kanun çıkarmak istedikleri de biliniyor.

 

Türkiye’nin uluslararası enerji pazarında petrol ve doğal gaz için köprü konumunun gerçekleştirilmesi, dağıtım terminali olması benimsenmiş. Yurt içinde petrol ve doğal gaz aramalarına ağırlık verilmesi, özel sektörün desteklenmesi, yabancı sermayenin teşvik edilmesi gibi tutarlı ilkeler peş peşe sıralanmış. Zaman bu söylenenleri yapmaya başlama zamanı. Kısa sürede başbakan belirlenerek, Birinci Ak Parti Hükûmeti kurulacak. Bakanlık sayısının bugünkü 36’dan 25’e düşürülmesinin hedeflendiği söyleniyor. Kuşkusuz, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yerini koruyacak, ama tek çatı altında Enerji, Doğal Kaynaklar ve Çevre Bakanlığı oluşturulması düşünülemez mi? Yeni döneme merhaba...

 

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR