5 Eylül 2022
Bu yıl Mayıs’ta İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusuna Türkiye’nin karşı çıkışı, ABD’nin Türkiye’ye F-16 satışını koz olarak kullanmasıyla 40 günde duraksadı. Madrid NATO Zirvesi de hegemonyasını güçlendiren ABD’nin, Rusya ve Çin’e meydan okumasıyla sonuçlandı. ABD, Türkiye’ye teselli mükafatı olarak, tacizci Yunanistan üzerinde uçmamak koşuluyla F-16 satışına onay vereceğini, Yunanistan’a ise yeni üsler kuracağını açıkladı. Bu arada, Suriye’de 30 kilometrelik güvenli bölge oluşturma harekâtı dört aydır bekletilirken, sonunda olması gereken biçimde Esad yönetimi ile uzlaşmaya yönelindi. ABD ve AB’nin dayatmasıyla iki yıldır Doğu Akdeniz’de durdurulan hidrokarbon arama çalışmaları ise, Ağustos ayında dördüncü sondaj gemimizle Mavi Vatan’ın Batı ufkunda değil, Antalya Körfezi dış sınırında başlatılabildi. Türkiye’nin ABD’ye, AB’ye, NATO’ya karşı eylemsizliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül’de Şanghay Beşlisi toplantısına katılmasıyla sonlanmaya yönelir mi acaba?
Haziran sonunda Platformumuza “NATO’da Bilek Güreşi” başlığıyla bir yazı koyacaktık ki her şey birden değişiverdi. Türkiye’de yönetimin iç kamuoyuna başka, yabancı ülke temsilcilerine başka konuştuğu ne yazık ki bir kez daha görüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK-PYD/YPG yandaşı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı sertçe ve dik duruşla karşı çıkmıştı. Ancak bu karşı çıkışta, asıl PKK-PYD/YPG koruyucu ve kollayıcısı ABD’nin hedefe alınmaması, eksiklikten öte bilek güreşinin sonunu olumsuz getirecek büyük bir yanlışlıktı. Mayıs ayının ortasında Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olma istekleri açıklanınca Erdoğan’ın karşı çıkışıyla başlayan bilek güreşi, 28 Haziran Madrid Zirvesi arifesinde Türkiye-İsveç-Finlandiya’nın imzaladıkları memorandum (mutabakat) ile sonuca ulaşılmamış olmasına karşın, son buluyordu. Hedef olması gereken boyutta seçilmediğinden, Erdoğan fırsatı değerlendirememiş, Biden ise ABD’nin hegemonyası adına kazançlı çıkmıştı.
NATO’da PKK-PYD/YPG yandaşı İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı çıkarak başlattığı bilek güreşini Türkiye 40 gün sonra sonlandırıyor, bu iki ülke ile kabul için istenen koşullarını içeren bir Memorandum imzalıyordu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinistö, İsveç Başbakanı Andersson, Finlandiya Başbakanı Marin çözüm yolunda atılan ilk adımı mutlu karşıladılar.
NATO Madrid Zirvesi sonrası yazımızın başlığını, “NATO’da Kazanan ABD Oldu” diye değiştirip düzeltmeye girişmiştik, ama ABD’nin kazanmış olmasını ve bunun ifadesini içimize sindirememiştik. Türkiye yönetimi ise memorandumu diplomatik başarı sayıyor, NATO’da ilk kez PKK’nın yanısıra, PYD/YPG ve FETÖ’nün terör örgütleri olarak kaydedilmesini başarı hanesine ekleyerek yeterli görüyordu. Duayen Devlet Adamı Demirel sohbetlerimizde politik hedeften söz ederken, “Hoca, okunu yüksek atacaksın” diye ders gibi öğüt verirdi. Demirel’in önerisine göre hedef yüksek, yani geniş kapsamlı ve büyük tutulmalıydı. PKK/PYD-YPG destekçiliği nedeniyle yalnızca Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularının hedef alınması yetersizdi. Söz konusu örgütlerin en büyük destekçisi NATO’nun patronu ABD ile NATO üyesi diğer destekçiler de kapsama alınmalıydı. NATO’nun görüşme tutanaklarından öte, Yeni Stratejik Konsepti’ne terör örgütleri diye PKK-PYD/YPG ile FETÖ adlarıyla eklenmeliydi.
Demirel, “Siyaset Adamı ve Devlet Adamı farklı olmak zorundadır” derdi. Dış politikada müzakerelere siyaset adamı olarak girerseniz, Demirel’in deyişiyle “Tekeden süt sağan diplomatlar” sizi istedikleri noktaya çekebilirler. Demirel’in “Siyasette dün dündür, bugün bugündür” sözü ise siyaset bilimine kazınmıştır. Beklenmeyen “Memorandum” şaşkınlığı karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan bu klişeye sarılıyor, “Siyasette dün dündür, bugün bugündür, 24 saatte çok şey değişebilir” diyordu. Erdoğan, “Siyaset, kavga ve gürültü işi değildir. Siyaset barışa endeksliyse, dost kazanma gayreti içinde olacaksınız” diyerek tutumunu savunuyordu. İsveç ve Finlandiya’ya yeşil ışık yakılması Batı için yeterli değildi, başka hedefleri de vardı. Tekeden süt sağanlar NATO Zirvesi yemeğine İspanya’nın davetlisi olarak katılan Türk düşmanı Güney Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis’i Erdoğan’ın yanında aynı foto karesine sokarak, gelecekte Kıbrıs Rum kesimini de NATO’ya almak istedikleri ve planları olduğu mesajını verdiler.
Bugün İsveç ve Finlandiya’yı NATO üyesi yapmaya çalışan Batı Bloku, yarınlarda Kıbrıs Rum Kesimi’ni de NATO’ya sokmaya niyetli. Madrid Zirvesi’nin yemeğine davet ettikleri GKRY Lideri Anastasiadis’i, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un çabasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanına sokarak “merhabalaşma” diye niyetlerini açık edip mesajlarını sundular.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in katılımıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinistö, İsveç Başbakanı Andersson tarafından imzalanan memorandum NATO belgesi olmayıp karşılıklı niyet beyanı niteliğinde bir zabıt. ABD Başkanı Biden bu gelişme üzerine sosyal medya hesabından açıklama yaparak, “Varılan memorandum nedeniyle Türkiye, İsveç ve Finlandiya’yı kutluyorum. NATO’yu güçlendirecek ve müşterek güvenliğimizi destekleyecek Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya davetine yönelik kritik bir adım ve zirveye harika bir başlangıç” diyordu. Doyum noktasına ulaşmış NATO’nun yeni üyelerle büyümesi, Türkiye’nin ve hatta Avrupa’nın aleyhine idi, ama ABD’nin hegemonya hedefiydi. Açıklamasıyla Finlandiya ve İsveç’e davetinin kendilerine ait olduğunu ifade eden Biden, zafer kazanmış olmanın mutluluğu içinde Madrid zirvesinde gülücükler dağıtıyordu. O sıra merak edilen ABD’nin bu sonuca ulaşmak için Türkiye’ye karşı hangi kozu kullandığıydı!...
ABD Başkanı Biden, gülücükler dağıtırken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elini sıkıyor, gülümseyen ikiliye NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de katılıyordu. Zirve havası ılımandı.
Memorandum, İsveç ve Finlandiya’nın söz konusu terör örgütleriyle mücadelede işbirliğini kabul etmesi, destek sağlanmaması, terör suçlularının iadesi konusunda gereğinin yapılması, savunma sanayisinde ambargo ve kısıtlamalara gidilmemesi, Türkiye’ye yönelik terör propagandasının engellenmesi, bu örgütlerin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerinin yasaklanması ve soruşturulması konusunda bir taahhüt, ama uyulup uyulmama konusunda elbette bağlayıcılığı yok. Atılması gereken adımların uygulanması, adalet-istihbarat, güvenlik kurumlarının katılımıyla oluşturulan “Daimî Ortak Mekanizma” tarafından denetlenecek. İlk toplantısı 26 Ağustos’ta yapıldı ve vaatler tekrarlandı. Ancak, daha başlangıçta çatlak sesleri duyulan İsveç ve Finlandiya’nın mutabakata ne denli uyacakları kuşkulu. Nitekim, hâlâ ülkelerinde teröristlerin gösterilerine izin veriyorlar. ABD, Almanya, Fransa, Yunanistan vb. ülkelerin teröristlere destekleri sürerken kendileri de yol bulacaklarını umuyorlar.
Türkiye, Finlandiya ve İsveç tarafından 28 Haziran’da imzalanan Memorandum’un Daimî Ortak Mekanizma’sının ilk toplantısı Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de 26 Ağustos’ta yapılıyor, teknik düzeyde işbirliğinin yoğunlaştırılması konusunda mutabık kalınıyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin veto hakkının saklı tutulduğunu söyleyip, “Biz Parlamentomuzdan geçirmedikten sonra zaten bu iş yürümez. Önce İsveç ve Finlandiya’nın üzerlerine düşen görevi yerine getirmeleri lâzım. Eğer yerine getirilmezse, Parlamentomuza gönderilmesi söz konusu değil” diyor. Türkiye’nin fırsat kaçırdığı ise ABD’de bile yankılandı. ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarından Bloomberg’de Bobby Ghosn’un yaptığı analizde, “Erdoğan NATO’da Büyük Bir Fırsat Kaçırdı” başlığı kullanıldı. Bobby Ghosn, daha önce de Bloomberg’de Türkiye ile Batı ülkeleri arasında iplerin gerilmiş olduğunu söyleyerek dikkat çekmişti. İsveç ve Finlandiya ile uzlaşmaya ilişkin görüşünde, “Erdoğan, kriz zamanındaki bir lider gibi davranmak yerine sınırlı siyaseti tercih etti, büyük liderliğini göstermedi” diyordu. Kaçırılan fırsat Bobby Ghosn’a göre, “NATO’da daha büyük ağırlık kazanma fırsatı”, bize göre ise “NATO’nun büyümesine ve ABD’nin hegemonyasına engel olmak”.
Stoltenberg’in taraflar arasında koşturma diplomasisiyle değil de NATO’nun patronu ABD’nin baskısıyla sağlanan mutabakat, Madrid’de NATO Zirvesi perdesinin parlak spotlarla açılmasını sağladı, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenliğe en büyük ve doğrudan tehdidin Rusya olduğu ilân olunurken, Çin’e dek uzanan hedeflere dayalı yeni stratejik konsept kabul edildi. Kısacası ABD, Madrid’de hegemonyası adına NATO’yu genişletme ve isteklerini kabul ettirme başarısını sağladı. Bu başarıya gölge düşmemesi için Türkiye’yi mutabakata zorlamakta kullandığı koz “koşullu F-16 satışı” olmuştu. Madrid Zirvesi’nde Erdoğan ile Biden’ın yüz yüze görüşmesinde ABD Başkanı’nın samimi olmadığını öne süren Bloomberg Analisti Ghosn, “Biden’ın F-16 çıkışı da Türkiye için teselli ikramiyesi” dedi, ama tuzak çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyalarında Madrid memorandumunu zafer olarak elbet kullanacaktır, tuzak içeren “F-16 Teselli İkramiyesi” ise hiç de kullanılabilecek gibi değil.
Türkiye’nin NATO’da bilek güreşini sonlandırmadan bırakıp Memorandum ile yumuşayarak Madrid Zirvesi’nin ılıman havada gerçekleşmesini sağlamasının ödülü, Bloomberg Analisti Ghosn’a göre “F-16 teselli ikramiyesi” idi. Resimde teselli ikramiyesi sayılan F-16 Viper savaş uçağı ve uçağın kokpiti görülüyor. Ancak, bu teselli ikramiyesi koşullu tuzakla donatılmıştı.
Tuzak: “BU UÇAKLARLA YUNANİSTAN ÜZERİNDE UÇAMAZSINIZ” koşulu…
NATO üyesi Türkiye, yıllarca Batı ile ortak hareket içinde bulunsa da, Avrupa Birliği kapısında haksız ve hukuksuz bekletilmeyi onur meselesi yapmayıp sindirmeye çalışmışsa da, Doğu Akdeniz’de ve Adalar Denizi’nde Batı’nın sınırı Yunanistan ile çizilerek Türkiye dışlanmış bulunuyor. Yunanistan’daki 5 üssünü 9’a çıkarmaya karar veren ABD, Türkiye’yi kendi coğrafyasında üsleriyle çevrelemiş durumda. Türkiye içinde de İncirlik ve Kürecik gibi üslerde isteğine göre hareket edebiliyor. İşte bu ABD, Türkiye’nin batıdaki Mavi Vatan bölümünü Yunanistan’a, Güneydoğu Anadolu bölgesini Büyük İsrail’e devşirilecek Kürdistan’a verebilme hayali içinde. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı diye F-35 uçak projesinden çıkardığı Türkiye’nin peşin ödediği parasına karşılık uçaklarını vermezken, bir nesil eski F-16 uçaklarını teselli ödülü diye vermek için “Yunanistan üzerinde uçamazsın” gibi kabul edilemez tuzak koşul koyuyor, görünen manzara Türkiye’nin NATO bataklığında çabaladığı...
Platformumuzda defalarca inceleyip karşı çıktığımız NATO’nun gerçek yüzünü ortaya koyabilmek için bir kez daha analiz gerekiyor. Bugün Türkiye’de “NATO’ya evet mi hayır mı?” diye referandum yapılsa, Türk halkının “Hayır” diyeceği biliniyor. NATO’nun patronu ABD, NATO’yu kuruluş amacının dışında kendi hegemonyasını koruma ve kollama silahı olarak kullanmakta. Bu gerçeği dünyada ilk gören Fransa lideri Charles de Gaulle olmuştu. Alman Şansölyesi Helmut Schmidt de NATO’nun gerekli olmadığını ifade eden bir siyasetçiydi. Fransa’nın NATO’nun askerî kanadından çıkışından sonra girişinde fırsat kaçıran Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası tepkiyle NATO’nun askerî kanadını terk eden Yunanistan’ın geri dönüşünde, vahim bir ulusal hatayla çok daha büyük fırsatı değerlendirememişti. Erdoğan, Fransa ve Yunanistan’a “Evet” diyen Türkiye’nin aynı hataya İsveç ve Finlandiya başvurusunda bir kez daha düşmeyeceğini basa basa vurgulamışsa da, NATO’daki beklenti hiç de böyle değil.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty Organization “NATO”), ABD’nin tek kutuplu dünyada gerek gördüğü coğrafi alanda egemenlik oluşturmak amacıyla çıkarı için gereken ülkeleri yakalayıp tutmasına yarayan diplomatik ve askerî kapanı, hegemonyasını koruma-kollama ve güçlendirme silahıdır. Bu nedenle kendi ulusal çıkarları doğrultusunda adım atmak isteyen ülkeler ve Türkiye için içinden çıkılması zor, aslında içine gireni yutmaya çalışan bir bataktır. 4 Nisan 1949’da ABD’nin liderliğinde 12 ülke tarafından kurulmuş, geçen 73 yıllık süreçte farklı dönemlerde 18 ülkenin katılmasıyla üye sayısı 30’a yükselmiş askerî ittifakın üye sayısı, İsveç ve Finlandiya katılabilirse 32’ye çıkacaktır. ABD, NATO’yu büyütme hedefinden vazgeçmediği için Avrupa’dan bir-iki üye daha bulabilir, ama ABD’nin niyeti doğuya Rusya ve Çin’e doğru, ayrıca Ortadoğu’yu kapsayacak şekilde NATO’yu genişletmektir. NATO doyum sınırını aşmıştır, büyümesi işlerliği açısından sorundur.
NATO, içine girmeden görülemeyen bir batak.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı savunma örgütü olarak kurulmuştu, ama Kore Savaşı’na kadar bir siyasi ortaklık niteliğindeydi. ABD sosyalist dünyayı düşman görüyordu, NATO düşman güçten gelebilecek saldırıya karşı savunma yapacaktı. Ancak 1950’de patlak veren Kore Savaşı ile savunma değil, ABD’nin hücum için kullandığı uluslararası saldırı gücü de oluyordu. Türkiye, ABD’ye yaklaşarak NATO kapısını aralayabilme, Batı bloku içine girebilme amacıyla Bayar-Menderes iktidarı tarafından hiç gerekmediği halde Kore’ye 14938 asker gönderdi ve 700’ü aşkın vatan evladı şehit oldu. Kaybolanlarla birlikte yitirdiğimiz Mehmetçik sayısı 887’dir. Muhalefet lideri İsmet Paşa’nın desteğiyle de yapılan Türkiye’nin NATO’ya üyelik başvurusu, Eylül 1951’de ayağımıza vurulan pranga gibi Yunanistan ile birlikte kabul ediliyor, 18 Şubat 1952 günü TBMM tarafından onaylanıyordu. O günkü iktidara göre, “Kore’de bir avuç kan vererek büyük devletler arasına katılmıştık”.
Türkiye Kore Savaşı’nda ABD’ye destek çıkarak vatan evlatlarını şehit verip, NATO üyeliği kapısını açıyordu. Menderes’in “Küçük Amerika olacak” dediği Türkiye, ona göre artık büyük devlet sayılırdı. Türkiye NATO’ya alınırken, ayağına vurulan pranga gibi Yunanistan da üye yapılmıştı. Time dergisine Atatürk ve İnönü’den sonra Menderes de NATO jandarması diye 1958’de tüfekle ve kılıçla kapak olmuş, “Türk Ordusu Batıyı Rusya’dan koruyor” yazılmıştı.
Dünya ABD’nin liderliğinde Batı Bloku ve Sovyetler Birliği’nin liderliğinde Doğu Bloku diye, “Demir Perde” tanımıyla ikiye ayrılmış ve “Soğuk Savaş” yaşanmıştı. Doğu Blokunda NATO’ya karşı Sovyetler Birliği’nin önderliğinde 8 sosyalist ülkenin katılımıyla 14 Mayıs 1955’de imzalanan anlaşmayla askerî ittifak olarak Varşova Paktı kurulmuştu. NATO sürecinde 1949-1991 Soğuk Savaş dönemi, 1991-2001 Demir Perde çöküşüyle ara dönem, 11 Eylül sonrası 2001-2010 dönemi, 2010-2022 dönemi ve 2022 Ukrayna Savaşı sonrası ayırt edilebilir. Bu dönemler içinde koşullara özgü konseptlerle stratejiler belirlenmiştir. NATO’nun gizli yüzünü ilk ortaya koyup karşı çıkan kurucu üye Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından General De Gaulle olmuştu. De Gaull’e göre, “ABD, dünyadaki tüm askerî, siyasi ve ekonomik olaylara kendi çıkarı için müdahale eden işgalci bir devlet” olarak değerlendirilmeliydi. Avrupa liderlerinin gerçeği söyleme cesareti olmadığından, bunu ifade etmeyi kendine görev saymıştı.
De Gaulle, ABD’ye ve NATO’ya karşı çıkan asker kökenli Fransa lideriydi. De Gaulle, ABD’nin askerî, siyasi ve ekonomik olaylara kendi çıkarı için müdahale ettiğini, işgalci bir devlet olduğunu söylüyor, NATO’yu da onun bu amaçları için araç olarak görüyordu.
De Gaulle, olumlu yanıt alamayacağını bilmesine karşın, diplomatik olarak 17 Eylül 1958’de ABD Başkanı Eisenhower’e mektup gönderip, NATO’da yeni düzenleme yapılmazsa çıkacağını bildirmişti. De Gaulle, 1962’de Cezayir ile savaşı bitirdikten sonra en büyük sorun olarak ABD emperyalizmini görüyordu. Sovyet tehdidinin ortadan kalktığını vurgulayarak, ABD hegemonyasının kaldırılmasını istiyordu. Ancak, De Gaulle’ün ABD ve NATO karşıtı politikaları ve Cezayir’de direnişçilerle sorunu çözmesi, ABD’yi rahatsız etmişti. Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkan subayların oluşturduğu NATO ilişkili Gizli Ordu Örgütü (Fransız Gladyosu) eliyle bir ABD darbesi tezgâhlanıyordu. Darbe girişiminin başında Pentagon ilişkili NATO Orta Avrupa Müttefik Kuvvetleri eski Komutanı General Challe yer alıyordu. Darbe girişiminden sonra Elysee Sarayı sözcüsü, “Bu komployu yapanlar ABD yönetiminin desteğini almış, ordunun en anti-komünist kesimleridir” açıklamasını yapmıştı.
De Gaulle Fransa için Batı ve Doğu arasında denge kurmak istiyordu. Görüşleri ABD derin devletini rahatsız ettiğinden, 1961’de Pentagon ilişkili darbe girişimiyle devrilmek istenmişti.
De Gaulle, 7 Mart 1966’da Fransa’nın NATO’nun askerî kanadından çekildiğini açıkladı, “NATO aslında bir aldatmaca, ABD’nin Avrupa’ya el koymasının kamuflajı” diyordu. İsviçreli yazar Daniele Ganser’in 1998 yılındaki doktora çalışmasından 2005 yılında kitaba dönüştürülen “NATO’nun Gizli Orduları” eserinde, ABD Başkanlarından Nixon’un, “NATO uluslararası alanda görülmemiş şekilde işleyen bir örgüttür. Çünkü bu askeri ittifaka biz liderlik ediyoruz” dediği aktarılmıştır. Siyaset bilimi çalışma ve yayınlarıyla tanınan Ganser, “İllegal Savaşlar” kitabında ise eski Alman Şansölyesi Helmut Schmidt’in NATO için, “Gerçekte bu organizasyon gerekli değil. Objektif olarak ele alındığında ABD dış politikasının ve küresel stratejisinin bir aracıdır” dediğini yazmıştır. 5 Aralık 1995’te Fransa’nın NATO’nun askerî kanadına aşamalı olarak döneceğinin açıklanması yeni bir süreci başlatmışsa da, 2003 yılında Fransa’nın ABD tarafından Irak’ın işgal edilmesine karşı çıkması kriz oluşturmuştu.
Fransa’nın NATO’nun askerî kanadına dönüşü Fransız kamuoyu tarafından 2009 yılına kadar çokça tartışılmış ve eleştirilmiştir. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Nisan 2009 NATO Zirvesi öncesi Fransa’nın NATO’nun askerî kanadına dönüş kararını NATO Genel Sekreterliğine resmen bildirince, NATO karşıtı De Gaulle geleneği güçlü Fransa’da büyük bir tartışma yaşanmıştı. Türkiye Fransa’nın NATO’ya dönüşüne “Evet” oyu vermişti. Sarkozy ise Türkiye’nin AB üyeliğine “Hayır” diyen bir siyasetçiydi. Bunu seçim kampanyasında açıklamış, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da Türkiye’ye tam üyelik yerine “İmtiyazlı Ortaklık” statüsü verilmesini savunmuş, Almanya Şansölyesi Merkel tarafından desteklenmişti. Sarkozy’nin fikri seçilmeden önce afişe olduğuna göre, Türkiye Fransa’ya “Evet” demeyi pazarlık konusu yaparak AB kapısının açılmasını sağlayabilirdi, ama bu fırsatı değerlendirmeyi o dönemin Türk politikacıları düşünmediler, sabıkalı Cezayir canisi Fransa’ya “Evet” dediler.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Yunanistan’ın askerî cunta hükümeti, Türkiye’nin askerî müdahalesinin engellenmemesi ve beklenen desteğin verilmemesi gerekçesiyle 22 yıllık NATO üyeliğini sonlandırıyor, NATO’nun askerî kanadından çekiliyordu. Yunanistan, Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde NATO’yu olağanüstü toplantıya çağırmış, ittifak buna yanıt vermemişti. Yunan Cuntası bu gerekçeye dayanıyor, Türkiye’ye askerî yanıt veremediğinden başka çıkar yol da bulamıyordu. Yunanistan’ın ayrılması ile Adalar Denizi üzerindeki hava hattı sınırları sorununu, 1976’da Hora araştırma gemisinin açılmasıyla alevlenen karasuları sorunu Türkiye lehine ortadan kalkıyordu. Kaybını gören ve güvenlik endişesine düşen Yunanistan, NATO’ya geri dönmek istiyordu. Bu amaçla ABD ile dönüş planı üzerinde uzlaştılar, ama Yunanistan’ın havada ve denizde istediği kontrol hakları Türkiye’nin talepleriyle örtüşmediğinden, Türkiye 1978 yılında Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü veto etti.
12 Eylül darbe sürecine uzanan ve Türkiye’de koalisyon hükümetlerinin yaşandığı o dönemde gerek Başbakan Demirel’in ve gerekse Başbakan Ecevit’in hükümetleri bu ulusal sorunda aynı politikayı izliyor, ABD’ye Yunanistan’ın çıkarı için ödün vermiyorlardı. 12 Eylül askerî darbesinden aylar önce 19 Şubat 1980’de Genelkurmay Başkanı Evren, Türkiye’nin 1974’de hava sahasını sınırlayan “Mor Hat” uygulamasının tek taraflı olarak kaldırıldığını Başbakan Demirel’e bildiriyordu. Bu Yunanistan’a ödün olarak nitelendirilen bir hamle idi ve karar öncesi siyasi otorite ile temas kurulmamıştı. NATO Avrupa Kuvvetleri’nin ABD’li başkomutanlarının Yunanistan’ın askeri kanada dönüşüne kolaylık gösterilmesi isteklerine Demirel ve Ecevit direnirken, Orgeneral Evren’in direnmeyeceği görülmüştü. Yunanistan’da 1980 seçimleri öncesi seçimi kazanması beklenen PASOK partisi başkanı Papandreu’nun seçim sonrası NATO’dan tamamen çıkabileceklerini açıklaması da, ABD’nin Türkiye’ye baskısını artırıyordu.
ABD Yunanistan’ı NATO’ya almak, Körfez Harekâtı ile Kuzey Irak’ta Kürdistan devleti kurdurmak ve İran’a karşı cephe kazanmak amacıyla Türkiye’de siyasi çalkantılar ve sağ-sol çatışmaları karmaşasındaki sivil yönetime son vermek için 12 Eylül darbesini tezgahladı. 12 Eylül 1980’de Kenan Evren, kuvvet komutanlarından oluşan kuartet ekibiyle siyaset sahnesini deviriyor, CIA’nın Türkiye Masası Şefi Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” diye darbenin sonuçlandığı haberini veriyordu. Darbeden günler sonra 6 Ekim 1980’de ABD Ankara Büyükelçisi James Spain, Kenan Evren ile görüşerek ABD Başkanı Carter’ın NATO’nun güneydoğu kanadının bölünmesinden, Türkiye’nin Yunanistan’ı veto etmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiriyordu. Cunta lideri ABD hizmetkârı Evren’in devlet memurlarına maaş ödemesi için ABD’den gelecek paraya ihtiyacı vardı. 17 Ekim’de Ankara’ya gelen NATO Başkomutanı Orgeneral Rogers çözümü dayatıyordu.
General Rogers’ın getirdiği formül üzerinde asker sözüyle anlaşma sağlanıyor, üç gün sonra 20 Ekim 1980’de Yunanistan’ın NATO’nun askerî kanadına dönmesi resmen onaylanıyordu. Rogers Planı ile Yunanistan’ın NATO’ya dönmesi gerçekleşirken, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık noktaları kaldırılmıyor, sorun çözümlenmeden sürüyordu. Rogers Anlaşması herhangi bir yaptırım içermediği, sadece asker sözüne dayanılarak imzalandığı için Yunanistan’daki PASOK iktidarı (Papandreu Hükümeti) anlaşmayı tanımayarak reddetmiş, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü ise “Türkiye’ye karşı kazanılmış diplomatik zafer” olarak ilân etmiştir. Rogers Anlaşması’nda öngörülen, Larissa’da kara ve hava üslerinin kurulmaması gibi koşulların yerine getirilmemesi Türkiye’de hayal kırıklığı oluştururken, Türk-Yunan ilişkilerindeki gerginliğin sürmesine neden olmuştur. Asker sözüne dayalı anlaşma sadece bu üsleri değil, Türkiye’nin AB (o günkü adıyla Avrupa Topluluğu) ilişkilerini de içeriyordu.
İki general, Rogers ve Evren, biri asker sözü veriyor, diğeri bunu kabul ederek vatana ihanet ediyor. Böylece NATO kapısı Yunanistan’a açılıyor. Yunanistan ise Türkiye’ye AB kapısını kapattırıyor. Şimdi de ABD ve NATO himayesinde Türkiye’yi tuzaklara düşürme peşinde. Mavi Vatan üzerinde 20 ada, iki kayalığı işgal etmiş, adaları illegal silahlandırmış durumda.
Sonradan açıklandığına göre Rogers Evren’e, “Yunanistan’ın NATO’ya tekrar dönmesine hayır demezseniz, Yunanistan da sizin Avrupa Topluluğu’na (AB’ye) girmenize karşı çıkmayacak” demiş. İlginçtir ki NATO’ya dönüp bir yıl içinde AB’ye tam üye olan Yunanistan, Türkiye’nin AB’ye girmesine sürekli engel oluşturmuştur. Başkan Carter’ın beklemediği biçimde kolay sağlanan çözüm, Türkiye için ulusal çıkarlarıyla çelişkili bir sorun oluşturmuştur. Evren’in asker sözüne dayanarak yaptığı uzlaşma, Türkiye’ye karşı asker sözüyle işlenmiş ihanetten öte geçememiştir. Türk-Yunan anlaşmazlığı kendini yenileyen süreç içinde gelişmesini sürdürmektedir. Son olarak ABD’nin Yunanistan’a kurduğu üsler ile Demirperde sonrası dönemde Batı-Doğu arasındaki sınır Yunanistan kıyılarından çizilmiş, Türkiye’nin Mavi Vatanı’na doğru genişlemeyi hedef edinmiş yönelimdedir. ABD, Emperyalist Batı ve onlara yaslanıp sığınan Yunanistan’dan başkaca bir davranış zaten beklenemez.
Türkiye 70 yıldır NATO için fedakârlık yapmış, müttefiklik koşullarını yerine getirmiş iken, NATO’dan yeterli olumlu karşılığı görebilmiş değil, olumsuz karşılık ise Türkiye’yi düşman gibi saymaları. Şu an Erdoğan iktidarının aksini söylemesine karşın, NATO’nun büyümesi Türkiye’nin aleyhine. Çünkü, emperyalist ABD’nin hegemonya alanı genişletilmemeli. Bu nedenle İsveç ve Finlandiya’nın PKK yanlısı olması bir yana, NATO üyesi yapılmaları, Avrupa’da barış karşıtı oluşuma kapı aralanması olmakta, Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesine ters düşmekte. ABD tek kutuplu dünya istediğinden NATO Madrid zirvesinde, “Rusya Federasyonu, ittifak ortaklarının güvenliğine, Avro-Atlantik bölgesindeki istikrar ve barışa en ciddi ve direkt tehdit” varsayılmış, “Çin Halk Cumhuriyeti, Atlantik kampının çıkarlarına, güvenliğine ve değerlerine karşı çıkan, kurallara dayalı uluslararası düzeni yıkmaya çalışan ülke” diye tehdit kapsamına sokulmuştur, ama Türkiye, Rusya ve Çin’e karşı olamaz.
İsveç ve Finlandiya’yı başlangıçta veto edeceğini açıklayan Türkiye’ye karşı bazı NATO ülkelerinde “Türkiye NATO’dan çıkarılmalı” görüşü dillendirilmişti. Ancak, Türkiye’nin kendisi istemedikçe NATO üyeliğinden çıkarılması olanaksızdır. Kaldı ki hem NATO’ya olan katkısı ve hem de her ne kadar Batı’nın sınırı Yunanistan ile çizilmiş olsa da jeopolitik durumu nedeniyle ABD tarafından çıkması istenmemekte. Türkiye’nin NATO’dan çıkmasının düşünülemeyeceğini, NATO’nun dışında kalarak gelişmeleri eylemsiz seyretmek yerine, içinde kalarak gelişmelere müdahale etmek tezini savunan iç görüşler ise tartışmalıdır. Çünkü, NATO için veto hakkı ile demokratik ittifak söylemleri sözde kalmakta, eylem koyabilmek ABD’nin iznine bağlı olmaktadır. Türkiye ulusal savunma sanayisiyle uzun menzilli hava savunma füzelerini geliştirerek, yeni nesil savaş uçaklarını üreterek, zaten savaş gemilerini, denizaltılarını, tank ve kara savaş araçlarını yapabildiği için NATO’ya gerek duymaksızın güvenliğini sağlayabilir.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO başvurusunun veto edileceğinin açıklanmasının ardından, memorandum imzalanıncaya kadar geçen sürede Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı tahrikleri ve ABD’nin Yunanistan’ı kışkırtması dikkat çekiciydi. Ülkemiz medyasında “Yunanistan ile savaş kapıda mı?” sorusu tartışılır olmuştu. Türkiye’nin tahriklere kapılıp Yunanistan’a saldırması ve ABD tarafından saldırgan ülke ilân olunarak NATO’dan dışlanması için girişimde bulunması kurgusu akla geliyordu. ABD Başkanı Biden’ın Yunan yanlısı olduğunu, Kıbrıs Barış Harekâtı öncesi genç bir senatör olarak savaşı önleme adına Türkiye’ye geldiğinde Başbakan Bülent Ecevit saptamıştı. Bu yıl Miçotakis’in ABD’ye yaptığı ziyarette Biden, kendi adına Rumca ekleme yaparak, “Bidenakis” diye Rum yanlısı yüzüyle Miçotakis’in elini sıkmıştı. Miçotakis ise bu takıyı, “Bidenopulos, bu daha doğru olur” diye düzeltmişti. Miçotakis ile kol kola olan Bidenopulos, Türk-Yunan Savaşı çıkarsa memnun olacak mı?
Kendini Yunanistan uyruğunda sayan ABD Başkanı Bidenopulos, Rum kardeşleri Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Yunan ekibiyle Beyaz Saray’da 17 Mayıs’ta mutlulukla kucaklaştılar.
Avrupa’da Ukrayna-Rusya savaşını kışkırtan ABD, Rusya’yı yıpratmaya çalışırken, ABD derin devletinin savaş kışkırtıcı kadını saldırı öncüsü, Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi, Tayvan’ı ziyaret ederek yine savaş tamtamlarını çaldırdı. ABD Ukrayna’dan sonra Uzakdoğu’da Çin-Tayvan Savaşı, Doğu Akdeniz’de Türk-Yunan Savaşı çıkarmayı hegemonyasına karşı duruşları ortadan kaldırabilmek amacıyla istiyor görünümünde. Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkması bile umurunda değil, kendisini Atlantik’in öte yakasında güvende sayıyor. Genişletilmiş Ortadoğu’yu biçimleme bahanesiyle Taliban’ı kullanıp 11 Eylül olaylarını tezgahlayan ABD, dünyaya kendisinin vurulmasının olanaksız olmadığını göstererek hata yapmış oldu. Artık güvende olamayacağı ortada. Avrupa’yı enerji krizi ve ekonomik sıkıntılara sürükleyen ABD’nin tüm oyunlarına karşı Rusya kazanırken, Tayvan pususundan Çin kazançlı çıkıyor. Türk-Yunan Savaşı olursa, NATO’nun parçalanmasıyla kaybedeni ABD olur.
Türkiye’nin düşmanlarını korkutan, savunma sanayiinde izlenen gelişmedir. Dün Altay tankının motorunu ithale çalışan Türkiye, şu an motoru geliştirme aşamasında. Milli muharip uçağının türbinlerinin yerli yapımı üzerinde çalışılmakta. Vurucu güdümlü silahlar ve mühimmat, gerekli donanım ve teçhizatlar zaten üretiliyor. Geriye ne kalıyor, NATO’nun nükleer şemsiyesi mi? Ukrayna Savaşı nedeniyle nükleer silahların tartışılması ayağa düştü. Bu noktada, gülümseyeceğiniz bir anımı aktarayım; Ankara Üniversitesi’nde bir hocam vardı, sonra Konya Selçuk Üniversitesi’nde rektörlük yaptı, rahmetli Prof. Dr. Süleyman Kadayıfçılar. Çetrefilli bir konu oldu mu, “Atom sırrı mı?” derdi. Asistan iken, 1965 yılında “Atom Enerjisinin Kullanım Alanları” adlı bir makale yazmış, atom bombasının yapısına da literatürden değinmiştim. Arkadaşlarım, “Artık, Süleyman Hoca’nın atom sırrı kalmadı” diye takıldılar. Espri bir yana, Türkiye dünyada atom bombası yapabilecek 10 ülke arasında sayılıyor, ama şu an niyeti yok.
Menderes’in iktidarına dek Türkiye, uçağını ve motorunu yapan ülke iken, NATO’ya girmesiyle uçak yapımı durdurulmuş, Kayseri Uçak Fabrikası, düdüklü tencere yapar olmuştu. NATO üyeliğinden önce İnönü’nün ABD’nin Marshall Yardımı için avuç açmasıyla da Türkiye’nin sanayileşmesi durdurulmuş, tarım ülkesi olarak kalması sağlanmıştı. Ancak, ulusal çıkarlar savunma sanayiinde dış bağımlılığın azaltılmasını gerektirince, 1973’de Türk Uçak Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) kuruluyor, 1984’de de TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TAI) oluşturuluyor, ardından iki şirket 2005 yılında birleştiriliyordu. Bugün TUSAŞ Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (Turkish Aerospace Industries, Inc. “Kısaca TAI”), modern uçak üretebilmekte, parça imalâtından uçak montajına ve uçuş testlerine kadar her türlü aşamayı gerçekleştirebilmektedir. Başlangıçta kamunun, Lockheed Martin ve General Electric International ortaklığı ile kurulan TAI’deki yabancı hisseler 2005’de satın alınmıştır.
TAI’nin F-16 Savaşan Şahinler, hafif nakliye ve eğitim uçakları, helikopter yapımı, insansız hava araçları deneyimi bulunmakta. ABD’nin F-35 savaş uçaklarına yönelmesiyle F-16 üretimi durdurulan TAI, yerli ATAK helikopterlerini üretmekte, Milli Muharip Uçak (MMU) projesini yürütmekte, ANKA insansız hava aracı ve uydu yapımını gerçekleştirmektedir. Ayrıca, TUSAŞ Motor Sanayii A.Ş. (TEI) tarafından uçak motor ve türbinleri geliştirilmektedir. Geliştirilen “HÜRJET” eğitim ve hafif taarruz uçağı projesinin ise montajına başlanmış olup, HÜRJET gelecek yıl semalarımızda olacak. HÜRJET’in geniş görev yelpazesi ve üstün faydalı yük taşıma kapasitesiyle muharebe alanlarında önemli bir güç unsuru olması beklenmekte. TUSAŞ’ın geliştirdiği Milli Muharip Uçak (MMU) ise uçan bilgisayar niteliğinde, F-35’ler gibi 5. nesil jet savaş uçağı olup, 2025’de ilk uçuşunu yapması beklenmekte, 2028’den sonra seri üretimi başlayacak bu uçaklarla Türkiye 5. nesil uçak üreten dördüncü ülke olacak.
Türkiye’nin ulusal uçak sanayiinin ürünü olan eğitim ve hafif taarruz amaçlı ilk yerli jet uçağı HÜRJET’in TAI’de imalât ve montajına başlanmış bulunuyor, TAI üretim bandında ilerliyor.
Gelecek yıl semalarımızda göreceğimiz HÜRJET, fonksiyonları ve yüküyle etkili olacak.
Türkiye’nin 5.nesil savaş uçağı olacak, Milli Muharip Uçağı’nın (MMU) birebir maketi ve havada uçarken resmedilmiş görünümü. Türkiye MMU projesiyle Amerika, Rusya ve Çin’den sonra 5.nesil uçak üreten dördüncü ülke olacak. ABD, Türkiye’nin böyle bir düzeye ulaşmasından tedirgin. Gelecekte Türk devletlerinin hava kuvvetlerinde de yer alması beklenen MMU sayesinde oluşacak Türk Hava Gücü, emperyalistlere karşı tehdit olacaktır.
TAI, F-16 üretimini durdururken, Türkiye F-35 projesine ortak olduğundan, en karmaşık yapı birimlerinden olan orta gövde üretimi TAI’de başlamıştı. Uçağın TAI ve yan kuruluşlarınca üretilecek başka parçaları da vardı. Amerikalıların “çok iyi tedarikçi” diye değerlendirdikleri Türkiye’nin yaklaşık 1000 parça üreteceği söyleniyordu. Türkiye bu sayede MMU projesi için de deneyim kazanıyordu. Türkiye, geleneksel kalkış ve iniş versiyonlu 116+18 adet F35A siparişi yapmış, 11 milyar dolar ödemeyi taahhüt etmiş ve 1,4 milyar doları peşin ödemişti. Haziran 2018’de “Türkiye’ye ilk F-35A uçağı ABD-Teksas Eyaletinin Fort Worth kentinde düzenlenen ve Savunma Sanayii Müsteşar Yardımcısının katıldığı törenle teslim edildi” denildi, ama ilk etapta teslim edilecek 6 adet F-35A uçağı Arizona Luke Askerî Hava Üssü’nde konuşlandırıldı. Türk pilotlar da bu üsse eğitim için yollanmışlardı. Ancak, Türkiye Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi aldı diye F-35 programından çıkarıldı, uçakları gönderilmedi.
F-35 projesinden dışlanmadan önce, kendi katkısıyla üretilmiş F-35A uçakları siparişine ait ilk parti altı savaş uçağı, Teksas-Forth Worth’de 21 Haziran 2018’de yapılan bir askerî törenle Türkiye’ye sözde teslim edilmiş oldular, fakat gönderilmeyeceklerdi. Nitekim, Arizona Askerî Hava Üssü’nde alıkonuldular. Uçakların pilotları eğitim için Arizona’ya gönderilmişti, ama ABD’nin S-400’ler bahanesiyle elleri boş döndüler. O sıra dünyada F-35 uçaklarının beklenen performansı sağlamadıkları da tartışılıyordu. ABD’nin el koyup sonra Yunanistan’a verdiği Türk F-35’leriyle tarih tekerrür etmişti. Birinci Dünya Savaşı öncesi de İngilizler Osmanlı’nın siparişi “Sultan Osman” ve “Reşadiye” savaş gemilerine el koymuş vermemişlerdi. Aynı oyun bir kez daha oynanmıştı, ne de olsa ha Amerikan ha İngiliz, ikisi de Anglosakson değil mi?
Beyaz Saray ve Pentagon yetkilileri Ankara’nın Rus Hava Savunma Sistemi S-400’ü almasının F-35 programına zarar vereceğini iddia etmişlerdi. Bunun teknik gerekçesi yoktu, siyasi gerekçeye dayanıyordu. ABD tarafı ise S-400 radarları yakın bir yere konuşlandırıldığında, F-35 uçaklarının uçuş bilgilerini elde ederek uçakların güvenliğini zaafa uğratacağını, F-35 uçaklarının kabiliyetleri hakkında teknik istihbarat bilgileri elde edeceklerini savunuyorlardı. Geçen zaman ABD iddiasının doğru olmadığını gösterdi. ABD, gizli planları ve amaçları doğrultusunda Türk Hava Kuvvetleri’nin güçlenmesini istemiyordu. Bu nedenle Türkiye’yi Nisan 2021’de projeden resmen çıkardı. Türkiye bu kez, ABD’ye peşin ödemesini kurtarabilmek, kendi MMU uçağının yeterli üretime ulaşacağı zamana kadar hava kuvvetlerini zafiyete uğratmamak amacıyla, yeni model F-16’lar almak ve mevcut F-16’larının modernizasyonu için başvurdu. Türkiye’de “Yeni F-16’lar ve modernizasyon yeterli olacak mı?” tartışması başladı.
Şu an Türkiye ABD’den F-16 uçaklarının en üst versiyonu olan 40 adet F-16V (Viper) savaş uçağı ve Türk Hava Kuvvetleri envanterinde bulunan F-16’ların modernizasyonu için de 80 adet modernizasyon kiti almak istiyor. F-16V son zamanlarda öne çıkan en yeni F-16 konfigürasyonu, diğer F-16’lar 4. nesil uçaklar olurken, F-16V ise 4,5. nesil olarak adlandırılmakta, ama 5. nesil değil. Türk Hava Kuvvetleri’ne F-35’ler kadar olmasa da önemli bir kabiliyet artışı getirebileceği yetkililer tarafından söylenmekte. 2015 yılında ilk uçuşunu gerçekleştiren F-16V uçakları bugün Lockheed Martin firması tarafından birçok ülkeye pazarlanıyor, ancak satışlar ABD Kongresi’nin iznine bağlı. Kongrenin Yunan lobisi ve Yahudi lobisi kışkırtmalarıyla Türkiye’ye bakışının olumsuz olduğu biliniyor. Başkan Biden, NATO için Türkiye’nin önemli olduğunu söyleyerek, F-16 satışını ve modernizasyonu desteklemekle birlikte gizlice, “İsveç ve Finlandiya’ya karşı vetoyu kaldırmazsanız uçakları alamazsınız” mesajı yolladığı iddia olunmakta.
Türkiye’nin NATO’da bilek güreşini engelleyen ve yumuşamasını sağlayan Biden’ın bu gizli mesajıdır. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itiraz mutabakata bağlanınca Biden, “Hatırlanacağı gibi Türkiye’ye F-16 satmamız gerektiğini söylemiştim. Ve bu jetleri modernize etmeliyiz. Bunun tersi çıkarımıza olmaz” demiştir. Siyasi yorumcular bunu Türkiye’nin yumuşamasının ödülü diye değerlendirmişlerdir Biden’ın açıklaması Ankara’da olumlu karşılanmış, Atina’da tepkiye yol açmıştı. Yunan lobisine bağlı ABD’li siyasetçiler F-16 satışını engellemek için harekete geçtiler ve ABD Temsilciler Meclisi’nde 179’a karşı 244 oyla kabul edilen düzenleme ile “(1) ABD Başkanı’nın Türkiye’ye F-16 satışının ABD’nin ulusal çıkarına uygun olduğunu onaylaması ve (2) F-16’ların Türkiye tarafından Yunanistan toprakları üzerindeki uçuşlarda kullanılmaması için somut adımlar atılması” koşullarını getirdiler. Bu karardaki “ABD’nin ulusal çıkarlarına uygunluk” ifadesi art niyetli kullanıma açık bir düzenleme.
Temsilciler Meclisi’nin kararı, ABD’nin uluslararası hukuku tanımayan, Türkiye’ye karşı dost olmayan ülke olduğunun kanıtı. Dünyada kara suları sınırı kadar üstündeki hava sahasının kontrolu kuralı geçerli iken, Yunanistan 6 millik kara sularına karşın, NATO’da zamanında Türkiye yönetiminin aymazlığıyla çıkardığı tartışmalı karara dayanarak, 10 mil hava sahası iddiasını sürdürüyor. Türkiye’ye verilecek F-16’ların buna uyması elbette söz konusu olamaz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, böyle bir şartı Biden’ın söylemediğini ifade ederken, Milli Savunma Bakanı Akar, “Şartlı almayı kabul etmeyeceğiz” diyerek resti çekti. Bakan Akar, Al-Jazeera televizyonuna yaptığı açıklamada, “Biz Türkiye’nin egemen bir devlet olduğunu ve şartlı bir şekilde uçak almayı kabul etmeyeceğimizi söyledik. Bu şartların değişeceğine inanıyoruz. ABD’nin hatasından geri döneceğini umuyoruz” demiş bulunuyor. Yanlış iki koşul nedeniyle satış gerçekleşmezse, ABD Türkiye’ye yeniden silah ambargosu uygulamış olacak.
Türkiye ile ABD arasında F-16 alımı ve modernizasyonuyla ilgili olarak süren teknik görüşmelerin dördüncüsü Ağustos ayı içinde ABD’de yapıldı. 19 Ağustos’ta görüşmelerin olumlu geçtiği söylendi, teknik çalışmanın tamamlanması sonrası ABD heyeti tarafından Türkiye’nin talebine ilişkin ayrıntılı bir rapor hazırlanarak Kongre’ye sunulacak. Kongre koşullu mu yoksa koşulsuz mu kabul edecek veya ret mi edecek ondan sonra açığa çıkacak. Aslında Türkiye’nin F-16V uçaklarına değil, geleneksel kalkış ve inişli olanların yanısıra, Anadolu Amfibi Gemisi’ne inip kalkabilmesi için kısa kalkış ve dikey iniş özellikli 5. nesil uçaklara gereksinimi var. ABD, Türkiye’nin ihtiyacı olan bu tür F-35’leri vermiyor, tacizci Yunanistan’ı güçlendirmeye çalışıyor. ABD’nin himayesinden şımaran Yunanistan ise, Ağustos ayında üç kez radar kilidi atarak Doğu Akdeniz’de NATO görevi yapan Türk F16’larını taciz etti. Kendisine ateş dışı karşılık verilmiş olsa da, bu eylemler çatışmaya yol açacak düşmanca adımlardır.
Türkiye, Yunanistan’ın tacizlerinin NATO faaliyetlerini hedef alan bir girişim olduğunu ve NATO makamlarına iletildiğini açıkladı. Radar kilidi atmak, füze atılmasından önceki adım. Radar kilidi atılması füze atma niyetini ve hazırlığını gösteren çok ciddi bir taciz. Karşılığın verildiği ve Yunan uçaklarının uzaklaştırıldığının açıklanmasına karşın, karşılığın ne olduğu, it dalaşı olup olmadığı, olayın Doğu Akdeniz’in neresinde gerçekleştiği açıklanmadı. Geçmişte Türkiye’nin bu tür eylemlerle iki uçak kaybettiğini uzmanlar söylüyor. Türk uçaklarına füze atmaya kalkışan ve tetiği çekmek için kilidini açan Yunan füze ve uçaklarına verilmesi gereken karşılık askerî adımla, onların ateşle imhasıdır. Yunanistan karşı harekete geçerse yapılacak iş de o uçakların kalktığı ve füzelerin bulunduğu alanların füzelerle vurulmasıdır. Miçotakis’in seçim kazanması için, “2022’de Türkiye ile aramızda iki günlük savaş çıkabilir” diyen Yunanlılara unutamayacakları ders vermek için her an siyasi kararlılıkla hazır olunmalı.
Yunanlılar 25 Ağustos’ta da Doğu Akdeniz’de radar kilidi atarak aynı tacizi üçüncü kez gerçekleştirdiler. Suskunluğunu sürdüren NATO Genel Sekreterliği bu taciz ve tahriklere destek mi oluyordu? Millî Savunma Bakanlığı NATO görevinin ne olduğuna ilişkin açıklama yapmıyordu. Önceki tacizden sonra emekli bir Türk komutan olayı TV’de yorumlarken, ABD’nin nükleer başlıklı bomba taşıyan stratejik Boeing B-52 Stratofortress uçaklarının Akdeniz üzerinden Bulgaristan hava sahasına, oradan da Karadeniz’e geçerek devriye görevi yaptıklarını, onları Türk F-16’larının koruduğunu söylüyordu. “B-52 uçağına nükleer bombalar Girit’ten ya da Güney Kıbrıs’tan yüklenmiş olabilir” diyordu. Öyleyse, ABD ve NATO’nun Yunanistan’ı uyarmaması, Türkiye’nin tuzağa çekilmek istenmesinin çok riskli bir kumpas olduğu görülüyor. Yunanistan F-16’ları 28 Ağustos’ta Girit açıklarında bu kez Türk gemisini tacize yönelmişlerken, Türk F-16’ları engelliyor, “Biz buradayız” mesajı veriyorlardı.
Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de haksız kazanımlar peşinde olan Yunanistan peş peşe tacizlerle kriz çıkarmaya, Türkiye’yi saldırgan ülke gösterme çabasıyla zora sokmaya çalışmaktadır. Millî Savunma Bakanlığı kaynaklarınca açıklanan 28 Ağustos tarihli habere göre, Girit Adası’nda konuşlu Rus yapımı hava savunma S-300 füze sisteminin radarı 23 Ağustos’ta Türk jetlerine kilitlenmiş. Bu hem Yunanlıların S-300’leri aktif hale getirdiklerini, hem de B-52 uçaklarının Girit’ten havalanmış olduğunu ortaya çıkaran bir haber. Türkiye’ye karşı savaş çığırtkanlığı içerisinde olan Yunanistan’ın tuzağına bugüne dek düşülmemiş olmasına karşın, bu taciz ve tahriklerine sürekli sabır gösterilecek, vurucu güçle yanıt verilmeyecek demek değildir. Özellikle hava ve deniz sahasında kısa süreli bir çatışma yaşanması olasılığı giderek artmaktadır. Kısa da sürse uzasa da Yunanistan’ın bir daha tacizi ve tahriki göze alamayacak düzeyde ders alması için ağır bir darbeyle vurulması kaçınılmaz duruma gelmektedir.
Ağustos ayında Yunanlılar, F-16 uçakları ve Girit’e konuşlandırdıkları Rus yapımı S-300 füzeleri ile Doğu Akdeniz üzerinde NATO görevi yapan Türk F-16’larını radar kilidi atarak taciz etmeye başladılar. Türk uçaklarının ABD’nin NATO devriyesi yapan ve nükleer bomba taşıyan B-52 uçaklarını koruma görevi yapmalarına karşın, Yunan tacizi karşısında ABD ve NATO suskunluklarını korudular. Üç tacizden birinde S-300’lerin kullanılması aktif olduklarını ve Girit’te üssü olan ABD’nin Rus yapımı 300’lerden hiç de rahatsız olmadığını gösteriyordu.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi hava sahasında süren tacizleri devam edecek görünüyor. Yunanistan ABD’den F-35, Fransa’dan Rafale 2000 uçakları alarak hava kuvvetlerini güçlendirme yönünde adımlarını sürdürüyor. Güçlendikçe Türkiye’ye karşı saldırganlığını artıracaktır. Bu nedenle Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş uçağı sayısı, yeni nesil savaş uçakları, geliştirdiği milli roketleri ile vurucu gücü Yunanistan’ı ürkütecek boyutta olmalıdır. ABD’nin ilk etapta açığı kapatmak için söz konusu F-16’ları ve modernizasyon kitlerini vermeyeceği, bahaneler çıkaracağı anlaşılıyor. Türk Hava Kuvvetleri’ni güçlendirecek en önemli çözüm, Türkiye’nin TUSAŞ Milli Muharip Uçak (TAI Turkish Fighter X “TF-X”) projesini olabildiğince hızlandırarak öne çekmek. ABD, Türkiye’nin Savunma Sanayiinden tedirgin ve dünyada altıncı 5. nesil uçak olacak Milli Muharip Uçak yapmasını istemiyor. Böyle bir uçağın Türk Cumhuriyetlerinde de yaygınlaşması olasılığı ise korkulu rüyası sayılıyor.
Türkiye, Milli Muharip Uçak seri üretimini yeterince gerçekleştirinceye kadar, açığını dışarıdan alarak kapatmak zorunda. ABD’nin satışı gerçekleşmeyecek görünen 4,5 nesil F-16V uçaklarıyla açık kapatılamayacak. Türkiye’nin Fransa’dan Rafale 2000 uçakları almak amacıyla görüşmeler yaptığı söylentileri çıktı, ama Fransız uçakları da 4,5. nesil. Türkiye’nin Rus Su-35 uçakları için görüştüğü söylenmişti, o uçaklar da 4,5. nesil. İngiliz/İtalyan/Alman ortak yapımı Eurofighter uçağı ve İsveç yapımı Saab JAS30 uçağı da 4,5 nesil. Dünyada 5. nesil olan beş uçak var. ABD’nin ilk 5. nesil uçağı Lockheed Martin F-22 Raptor ve sonraki F-35’den başka, Rusya’nın Sukhoi Su-57 uçağı ile Çin’in Chengdu J-20 uçağı ve uçak gemileri için son geliştirdiği Shenyang FC-31 uçağı. ABD 5. nesil uçak vermeyince, geriye Rusya ve Çin uçakları kalıyor. Rusya veya Çin’den 5. nesil savaş uçağı alacak Türkiye’nin NATO üyeliği, Rusya’dan S-400 alımından daha büyük tartışma oluşturacaktır, ama önemli olan ulusal savunmadır.
Rusya’nın 5. nesil uçağı Sukhoi Su-57. Bu uçağı Rusya Devlet Başkanı Putin, 27 Ağustos 2019’da Moskova’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gösterirken, “İsterseniz bu uçaktan da alabilirsiniz” diyerek, ABD’nin S-400’e karşı F-35 vermemesi sorununa çözüm öneriyordu.
Çin’in 5. nesil savaş uçakları: Chengdu J-20 ve Shenyang FC-31.
Rusya’dan veya Çin’den 5. nesil uçak alacak Türkiye ile NATO’nun uyumu sürebilecek mi? Yoksa, nabzı hızlanacak, tansiyonu yükselecek ilişki vaki sona yaklaşımla noktalanacak mı?
Türkiye’nin ABD ve AB ile bir sorunu da Doğu Akdeniz’dir. Türkiye’nin kıta sahanlığının uzandığı coğrafi konum belli olduğu gibi, olması gereken Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırları da belli. Mavi Vatan’ımızın önemli bölümünü oluşturan Doğu Akdeniz’deki ve Adalar Denizi’ndeki olası MEB sınırına Yunanistan’ın haksız itirazı ve tecavüzü var. Yunanistan buraların aynı zamanda AB’nin yetki alanında olduğunu belirterek, alışılagelen tutumuyla Batı ülkelerini yanına çekme girişimini sürdürüyor. Ne yazık ki AB ve ABD’den bu konuda haksız destek görüyor. İki yıl önce Yunanistan’ın tutumu nedeniyle, çözülmesi olanaksız sorunların karşılıklı görüşmelerle çözülmesi için başlatılan boşa kürek çekme, geçmişten gelen “İstikşafi Görüşmeler” ismi değiştirilerek “İstişari Görüşmeler” olarak sürdürülmesi, tutum değişikliği olmadığından sonuçsuz kaldı. Ancak, bu iki yıl boyunca Türkiye’nin hidrokarbon arama faaliyetleri Karadeniz dışında tümüyle durduruldu, Doğu Akdeniz’den arama gemileri çekildi.
Türkiye’nin dördüncü ve ileri teknolojili Abdülhamid Han Sondaj Gemisi 9 Ağustos’ta Akdeniz’e açıldı, Antalya Körfezinin dış köşesinde 2 Ekim’e kadar sürecek sondaja girişti. Önceki sondaj gemilerimiz, Fatih, Yavuz ve Kanuni, Osmanlı’nın gelişme döneminde çağ açan ve İmparatorluğu büyüten padişahlarının adını taşıyorlardı. Abdülhamid Han diye anılan, II. Abdülhamid ise, 1876-1909 arasında çöküş sürecindeki 34. Padişah, 113. İslâm Halifesi olarak mutlak hakimiyetle, baskıyla ülkeyi yönetmiş biri. İngiltere-Rusya arasında salınım siyaseti güden Abdülhamid, Ruslara karşı 93. Harbi ile büyük bir yenilgi almış, ülkeyi parçalanma sürecine sürüklemişti. Doğu Akdeniz’in en büyük adaları Kıbrıs ve Girit onun zamanında elden çıkmıştır. Kıbrıs’ın İngilizlere tesliminden sonra 1880’de Abdülhamit’e Altın Post Şövalyeleri Tarikatı şövalyelik nişanı vermiştir. Bahriyeliler ihtilal yapamasın diye donanmayı Haliç’te çürüten kişinin adı, Mavi Vatan’da görev yapacak gemiye verilmiş bulunuyor!...
Türkiye’nin dördüncü ve en gelişmiş teknolojili sondaj gemisi Abdülhamid Han 9 Ağustos’ta Mersin’de yapılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da katıldığı törenle Doğu Akdeniz’e açıldı. Türkiye’nin ilk üç sondaj gemisi Fatih, Yavuz ve Kanuni olarak Osmanlı’nın çağ açan, toprak kazandıran kudretli padişahlarının adını taşırken, 34. Padişah olan Abdülhamid çöküş dönemi ve istibdat rejimi ile ünlüdür. Mavi Vatan’ın iki büyük adası Kıbrıs ve Girit onun zamanında elden çıkmış, Osmanlı Donanması istibdat rejimine karşı direnişe geçmesin diye Haliç’te çürütülmüştür. Genç bir subay olan Mustafa Kemal de istibdatçı Abdülhamit’i devirmek için oluşturulan Hareket Ordusu’na katılmıştı. Böyle bir Osmanlı padişahının adının Mavi Vatan’da görev yapacak gemiye verilmiş olmasını içime sindiremediğimden, ben o gemiye “A.H. Sondaj Gemisi” diyorum, başarısı Abdülhamid’in günahını silmeyecektir.
Deniz tabanında 12200 metre derinliğe kadar sondaj yapabilen en gelişmiş teknolojilere sahip A. H. Sondaj Gemisi’nin Mersin kıyılarından Doğu Akdeniz’e açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan Helikopter’den izliyor. Gittiği Antalya Körfezi dış sınırının olduğu bölge iki yıl önce sismik tarama gemileriyle taranmıştı., Peş peşe İskenderun, Mersin Antalya körfezlerinden Rodos’a kadar uzanan kesimde kolay ulaşılabilir gaz rezervi potansiyelleri olduğu kestiriliyor.
34. padişaha hak etmediği ödül saydığımız bu çelişkili adı, biz kısaca “A. H. Sondaj Gemisi” diye ifade edeceğiz. Türkiye daha önce Kıbrıs çevresinde önemli sondajlar yapmış ve resmen açıklanmayan bulgularla karşılaşmıştı. Öte yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bizim “Soros Sınırı” adını verdiğimiz “28 Derece Doğu Boylamı” batısında TPAO’ya ruhsat verilen kesimde aramaları başlatması, Libya ile Deniz Yetki Alanı Anlaşması sonrasında MEB sınırı batısı olan Girit’in kıyılarına kadar aramaların geliştirilmesi gerekiyordu. Beklenen bu iken, Türkiye reddettiği Yunanistan’ın MEB iddiasının temeli Sevilla haritasıyla tanınan yetki alanının dışına çıkmaksızın, Antalya Körfezi köşesinde sondaj yeri seçmesinin nedeni, iki yıl önce burada yapılan sismik aramalarda herhalde önemli bulgulara rastlanmasıdır. Yunan basınında A. H. Gemisi için “Türk sondaj gemisi en ılımlı senaryo ile yola çıktı” görüşleri yer aldı. Ta Nea gazetesi “İlk adım ölçülü” manşetini kullandı. Atina ve yandaşları şu an memnun!...
A.H. Sondaj gemisinin offshore sondaj yaptığı Yörükler-1 kuyusu, Antalya Körfezi’nin hemen köşesinde umutlu bir alanda bulunuyor. Sondaj sonucu merakla bekleniyor.
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’e çöreklenebilmek için temel aldığı hukuki geçerliliği olmayan ABD’nin bile kabul etmediği Sevilla haritasını AB de kabullenmiyor. Yunanistan tarafından 2000’li yılların başında İspanya Sevilla Üniversitesi’nde iki akademisyene hazırlatılmış. Yukarıdaki resimde Sevilla haritasında Yörükler-1 sondajının yeri ve Sevilla haritasının kabul edilemez olduğunu televizyonda eleştirerek söyleyen Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu görülüyor. Sevilla haritasında Türkiye’ye bırakılan en büyük yer Antalya Körfezi. Yörükler-1 sondajı da Antalya körfezinin köşesinde yer aldığından Yunanistan’da yeri olumlu değerlendiriliyor.
Ankara, ABD, NATO ve AB ilişkilerini gerginleştirmemek, ABD’den uçak alımını sekteye uğratmamak, iç kamuoyuna da “Doğu Akdeniz’e çıktık” diyebilmek için de bu yeri seçmiş olabilir. Atina, yerin ilk adım olduğu görüşünde ve ilân olunan NAVTEKS’in sona ereceği 7 Ekim sonrasının beklentisiyle A. H. Gemisi’nin Rodos’a doğru ilerleme yapmasını bekliyor. Elbette olabilir, Rodos mülkiyeti bizde olan 12’li adalardan biri. Ancak, ABD ve AB ile Yunanistan’a haddini bildirmek için bu da yeterli sayılmaz, siyasi amaçla Girit kıyılarına kadar ilerlenmeli. Çünkü, Türkiye’nin kıta sahanlığı Girit Adası’nın batısında 23 derece 20 dakika doğu boylamına, Gavdos adacığına dek uzanıyor. Mart 2019’da NATO tatbikatında SAS komandolarımızın Girit suları altında bayrağımızı açarak çektirdikleri resim NATO-MARCOM sitesine konulmuş, kıta sahanlığımızın sınırına dikkat çekilmişti. Yunanlıların itirazıyla resim kaldırılmışsa da Platformumuzda 1 Mayıs 2019 tarihli 22’nci Arayış ve Gündem makalemizde duruyor.
Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlik sonlanarak, karşılıklı Büyükelçilik açma kararı alınmış bulunuyor. Bundan çok daha önemlisi, Türkiye ile Suriye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan legal yönetimi arasındaki gerginliği sonlandıracak kapı açılması. Ankara ile Şam yönetiminin birbirine düşmanca davranması, ABD’nin işine gelen yanlış tutumdu. Suriye Devlet Başkanı “Esad”, anlamsız bir politik tutumla “Eset” diye dışlanmış, Esad muhalifi Suriyelilerle ilişki sürdürülmek istenmişti. Oysa, Suriye’de ABD’nin müttefiki olan PKK uzantısı PYD/YPG’ye Esad yönetimi de karşıydı. Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstererek Türkiye’nin yaptığı meşru harekâtlar, Suriye’nin de çıkarına olmuştu. Ankara ve Esad yönetiminin işbirliği gerekiyordu, ama mezhep farkına dayalı dini oluşumlar engel oluşturuyordu. Türkiye, Rusya ve İran liderleri, Erdoğan, Putin ve Reisi’nin Temmuz ayında Tahran’da Astana formatındaki Yedinci Üçlü Zirvesi anlaşmazlığın sonlanmasına zemin hazırladı.
Bölünme riski olan Suriye’nin Türkiye ile uzlaşması kendi çıkarı için önemlidir. Türkiye için Suriye yönetimiyle gerginliğin ortadan kalkması zor olmakla birlikte, Suriyeli göçmenler sorunu, PYD/YPG’ye karşı 5. Harekât konularında rahatlama getireceği gibi, Doğu Akdeniz’de yeni işbirliği fırsatı doğurur. Suriye ile MEB anlaşması yapılarak Mavi Vatan’ın Doğu sınırının legal boyuta sokulmasıyla, Türkiye-Suriye ve Rusya ortak arama ve sondaj çalışmasına girişilebilir. İsrail ile ilişkilerin düzelmesi ise, İsrail’e 2010 yılında Kıbrıs Rum Kesimi’nin isteğiyle yaptığı MEB alanlarını sınırlama anlaşmasını, ana kara parçası Türkiye ile yenileme fırsatı getirerek kazançlı çıkmasını sağlayacaktır. İsrail, Doğu Akdeniz’de 1999 yılında hidrokarbon aramalarına girişmişti. Bulguladığı gazını Avrupa’ya ulaştırarak pazarlamak için Türkiye ile işbirliğine ihtiyacı var. 9 Mayıs 2022 tarihli Duyuru yazımızda önerdiğimiz gibi, oluşturulacak Türk Doğalgaz Hubı üzerinden ve Kıbrıs Türk Gazı Boru Hattı ile bu olanağa kavuşabilir.
Türkiye Doğu Akdeniz’de ve Adalar Denizi’nde cüretkâr adımlar atmak, hak ve çıkarlarını ödünsüzce korumak zorundadır. Öncelikle Adalar Denizi’nde Türk kara sularının dibinde, iskân edilmemiş olduğundan aidiyeti belirsiz diye Yunanistan’ın işgal ettiği 20 küçük ada ve iki kayalık işgalden temizlenmeli. Ayrıca, Adalar Denizi’nde Türk kıta sahanlığı üzerinde Taşoz Adası yakınında yapılan offshore ile çıkardığı Türkiye’ye ait ham petrol kapanına el konulmalı. 12’li adalarda yaptığı haksız silahlandırma ortadan kaldırılmalı. Mülkiyeti Türkiye’ye ait olmasına karşın kullanım hakkı Yunanistan’a devredilmiş adalar üzerindeki tüm askerî üs ve tesisler kapatılmalı. Geçerli sayılan anlaşmalarla Girit Adasının dörtte biri Yunanistan’a dörtte üçü Türkiye’ye ait görünüyor. Girit’in çevresindeki adacıklar ise Yunanistan’a bırakılmış değil, ama Yunan işgalinde. Girit konusu, halen çözüme ulaşmamış bir Doğu Akdeniz sorunu. Yunanistan’ın her yanı haksız işgallere dayalı el koymalarla bezenmiş.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama faaliyetlerine Doğu Akdeniz’in olası her yerinde yoğun biçimde, hızla girişmek gerekir. ABD’li milyarder ve vahşi kapitalizm adına dünyayı siyasi düzenleme cambazı George Soros’un Uluslararası Kriz Grubu (International Crisis Group) tarafından Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan MEB sınırı için önerilen 28 derece doğu boylamı (Soros Sınırı) artık geçilmelidir. Türkiye Libya Anlaşması ile bu sınırı aşmış, TPAO’ya sınırı aşan arama ruhsatları verilmiş, ama Soros Sınırı Batı yakasında aramalara girişilmemiştir. Bunun nedeni, ABD’nin Türkiye ve Yunanistan’a sınırın kabulü için dayatması mıdır, yoksa uluslararası siyaset cambazı Soros’un taraflar arasında sağladığı gizli uzlaşma mıdır? Kabul edilemeyecek böyle bir uzlaşmayla Türkiye’nin adım atması engellenmekte midir? Türkiye, Doğu Akdeniz’in kendi MEB alanına dahil her yerinde, KKTC ile anlaşmasına da dayanarak Kıbrıs çevresinde ve Girit’in doğusunda aramalara bir an önce girişmelidir.
Hidrokarbon aramalarında umutlu görülen yerlere öncelik verilmesi elbette rasyonel bir tutumdur. Ancak Türkiye, Soros Sınırı dediğimiz, ABD’li Macar Yahudisi milyarder ve uluslararası siyaset cambazı Soros’un Uluslararası Kriz Grubu’nca Türkiye ile Yunanistan arasında MEB sınırı olarak önerilen 28 derece doğu boylamını batıya doğru aşarak Doğu Akdeniz’deki aramalarını geliştirmeli, Girit ve Kıbrıs çevresi yoğun arama alanları olmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’i Soçi’deki ziyaretinin ardından Türkiye’ye dönerken, 6 Ağustos’ta medya temsilcilerine yaptığı açıklamada, “Eylül ayında Şanghay Beşlisi Özbekistan’da toplanacak. Görüşmemizde Sayın Putin de rica etti, biz de oradaki toplantıya katılacağız” diyordu. “Güvenlikte İşbirliği” ve “Ekonomik İşbirliği” denilen, üyelerinin egemenliklerinden siyasi ödün vermesini gerektirmeyen Şanghay İşbirliği Örgütü, anti NATO ya da NATO alternatifi olmadığı gibi, eski Varşova Paktı’na ve AB’ye benzememektedir. 1996’da Şanghay’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın anlaşmasıyla oluşturulduğunda, “Şanghay Beşlisi” diye anılmıştı. 2001 yılında Özbekistan Şanghay Beşlisi’ne katılırken adı Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), kuruluş tarihi 15 Haziran 2001 olarak kabul edilmiş, daha sonra Hindistan, Pakistan ve İran’ın katılımıyla üye sayısı dokuza çıkmıştır. 2012 yılında ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye oybirliğiyle Diyalog Ortaklığı’na kabul edilmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya-Soçi ziyareti dönüşünde 6 Ağustos’ta uçakta medya mensuplarına yaptığı açıklamada, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Eylül ayında yapılacak toplantısına Putin tarafından Türkiye adına davet olunduğunu ve bu daveti kabul ederek katılacağını açıkladı. Türkiye’nin Batı Bloku’nda ABD ve AB ile ilişkilerinin gergin olduğu, NATO’da sürtüşmelerin yaşandığı bu dönemde Doğu Bloku’nun en önemli örgütünün liderler zirvesine davet olunması, Batı’ya karşı Doğu Bloku’nun ve Türkiye’nin hamlesi olmaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Platformumuzun ilk Arayış ve Gündem makalesinde vurgulandığı gibi, 18 Kasım 2016’da Pakistan dönüşünde medyaya Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olmamız gerektiğini savunuyordu. ABD ile ilişkilerin iyi olmadığı ve ABD tarafından Türkiye’nin güçlü bir bölge ülkesi olmasının istenmediği bu dönemde, 15-16 Eylül’de Özbekistan’ın Semerkant kentinde toplanacak ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’ne Türkiye’nin davet olunması ve bunun kabul edildiğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanması, son derece önemli bir gelişmedir. Bu gelişme Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi daha gerebileceği gibi, ABD’nin Türkiye’nin önemini bir kez daha idrak etmesini de sağlayacaktır. Yunanistan’a dayalı olarak oluşturduğu Batı-Doğu sınırının kendisi ve Batı dünyası için kayıplar getirdiğini bu sayede görebilir. Çin’e karşı NATO’yu organize etmeye çalışırken, NATO’nun güçlü ülkesi Türkiye’nin Doğu Bloku içinde yer alması ise ABD için uyku kaçırıcı uyarı olacaktır.
Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içerisinde tam üye olarak yer almalıdır.
Türkiye şu anda ŞİÖ Diyalog Ülkesi statüsündedir, bu Gözlemci Ülke statüsüne yükseltilebilir, ama yeterli olmaz. Türkiye’nin hedefi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi tam üyeliktir. 2016 yılında Türkiye’nin ŞİÖ üyesi olması için AB üyeliğinden vaz geçeceği söyleniyordu, ama zaten AB üyesi yapılmadı ve yapılması da beklenmiyor. Ayrıca ne AB üyeliği ne de NATO üyeliği, ŞİÖ tam üyeliğine engel değil. NATO’nun eski Genel Sekreterlerinden Rasmussen, “Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmesinin NATO üyeliği açısından sorun doğurmayacağını, bir bakıma NATO ve ŞİÖ arasında muhtemel sorunlarda köprü rolü oynayabileceğini” söylemişti. ŞİÖ, üyeleri ve gözlemcileriyle Avrasya’nın yaklaşık yüzde 74’ünü kapsıyor. Bu devasa coğrafya doğal gaz ve petrol zenginliğiyle öne çıkıyor, askerî açıdan da Dünyanın Kalpgâhı’nı içeriyor. Türkiye’nin ŞİÖ ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştirmesi önemli kazanımlar sağlar.
Bu “Arayış ve Gündem” makalemiz, 10-12 Eylül 2022 tarihli AYDINLIK gazetesinin “Özgürlük Meydanı” sayfasında kısaltılmış olarak yayınlanmıştır. AYDINLIK gazetesinin yayını Platformumuzda “Basından Gazete Makaleleri” kategorisinde 82. sırada yer almaktadır.
http://www.ultanirplatformu.com/82-13-09-2022.html
https://www.aydinlik.com.tr/haber/nato-batagindan-sanghaya-338192