SALDIRGAN SİYONİZMİN SOYKIRIMI

 

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

 

24 Kasım 2023

 

Sözde Seçilmiş Halk Vadedilmiş Topraklar Peşinde Koşuyor

 

Biz sonsuzluğa uzamasını dilediğimiz Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlarken, dünya ABD’nin koruyucu kanatları ile Batı’nın vurdumduymazlığı ve hoşgörüsü altında, Siyonist İsrail’in kadın-çocuk demeden Müslüman Filistin halkına uyguladığı soykırımı izliyordu. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutlamak için miting düzenlenmemiş olması büyük eksiklik olarak kayıtlara geçmişken, onun yerine 28 Ekim günü İstanbul’da İsrail katliamını protesto etmek için hükümetin düzenlediği miting, Siyonist İsrail mezalimini lanetlese de AK Parti’nin iç politika yatırımına hizmet amacı taşıyordu. 29 Ekim günü Cumhuriyetimiz 100’üncü yaşını doldururken, Siyonist İsrail’in Filistin halkına uyguladığı soykırımda şehit sayısı sekiz bini aşmış, ölen çocuklar üç bin beş yüze yaklaşmıştı. Çocukların vasiyet yazdığı bu vahşetin daha çok süreceği görülüyordu.

 

Siyonizmin temelinde, Yahudilerin dini inançları yatar. Putperestliğe karşı tek Tanrı’yı arayan Hz. İbrahim’in kavmi olarak kendilerini “Seçilmiş Halk” diye görürler. Musevilik inancında seçilmişlik kavramı yalnızca Yahudi halkını kapsar, oysa kutsal kitapları Tevrat’ta bahsedilen bir ırk değildir, Tanrı’nın emirlerini benimseyerek uygulayan bir halktır. Bunu görmezden gelerek kendilerini seçilmiş ırk varsayıyorlar. Kaldı ki Yahudi ırkı diye bir ırk da yok, ırkların karışımı var. Kuran’ı Kerim’in birçok yerinde o zamanın seçilmiş Yahudi halkının bozuk karakteri ve kötü nitelikleri zikredilerek lanetlendiği, azarlanıp horlandığı görülür. Müslümanlar arasında “Yahudiler lanetli mir?” tartışması yapılır. Ancak, İslâmiyet, peygamberlerine karşı çıkan, tek Tanrılı dinden putperestliğe dönen o zamanın Yahudi kavmi dışındaki Yahudileri lanetlemiş değil.

 

Kısacası, “Seçilmiş Halk da yok, Lanetlenmiş Irk da yok”. Sorun, kendisini seçilmiş sayan Yahudilerin vadedildiğine inandıkları topraklar peşinde katliama ve soykırıma kadar her şeyi mubah gören inançla koşmalarında yatıyor. Musevilik inancında kutsal topraklar sayılan “Vadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mevud)”, İbrahimi dinler olarak nitelenen Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık için önemli sayılan, günümüzde bir bölümüyle İsrail ve Filistin’in bulunduğu topraklara verilen isimdir. Bu toprakların sınırı tam çizilmemiş ve tartışmalı olmakla beraber, Nil’den Fırat’a uzanan bölgede yer aldığı savlanmaktadır. Yahudi devletinin mimarı Theodor Herzl, Yahudi Derneği ve Yahudi Şirketi ile zengin Musevilerden oluşturulacak muazzam servetle, Osmanlı sınırları içinde bulunan Filistin topraklarını Abdülhamit’ten satın almak istemişti.

 

Yahudilerin kendilerine vadedilmiş sandıkları kutsal topraklar (Arz-ı Mevud). İsrail arkasına ABD’yi almış olsa da bu toprakları hiçbir zaman alamaz ve Büyük İsrail’i kuramaz.

 

Osmanlı’nın borçlarının silinmesine dek uzanan teklifi Abdülhamit kabul etmeyince, Herzl’in tüm Siyonistlere talimatı, “Sultan Abdülhamit devrilmeli, Osmanlı parçalanmalı” olmuştu. Servetini Napolyon Savaşları’na borçlu olan, Avrupa’daki savaşlar için devletlere borç vererek büyüyen, bugün Federal Reserve Banks sistemine (Amerikan Merkez Bankası’na) ortak olan Rothschild Ailesi’ni finans ve ticaret alanında kökleştiren Baron Edmond de Rothschild Osmanlı’ya borç verirken, Osmanlı’dan kazandığı faizle amacını gizli tutarak, Filistin’de araziler satın alıp Yahudi kolonileri kurmaya başlamıştı. 1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail Devleti kurulmasının temelini atan Rothschild ailesidir. Bugün Gazze’de ve Batı Şeria’da katledilen Filistinliler dedelerinin Yahudilere sattıkları arazilerinin bedelini kanla ödüyorlar.

 

Siyonizm, Kutsal Topraklardan Filistin’i Gasbederek İsrail Devleti’ni Kurdu

 

Siyon, Tevrat (Hristiyanların Kitabı Mukaddes’indeki Eski Ahit ‘Ahd-i Atîk) tarafından açıklandığına göre, İsrail Kralı Dâvûd (İslâm inancına göre kendisine Zebur ‘Mezmurlar Kitabı’ indirilen peygamber Hz. Davut) tarafından fethedilip krallığının merkezi yapılan Kudüs kenti için kullanılan isimdir. Kral Dâvûd tahtını Gazze’de doğan oğlu Süleyman’a (Süleyman tapınağını inşa eden peygamber Hz. Süleyman’a) bırakmıştır. Dâvûd Yıldızı (Dâvûd’un Kalkanı) sembolü ise, M.Ö 1000’lerden bu yana Yahudi toplumunu simgeleyen ve İsrail bayrağında yer alan bir semboldür (İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri belli etmek için Naziler tarafından da işaret olarak kullanılmıştır).

 

 

Her bir köşesi bir peygambere işaret eden altı köşeli Davut Yıldızı. M.Ö 1000’lerden bu yana Yahudi halkının amblemi olarak tanınıyor ve İsrail bayrağında dini simge olarak kullanılıyor.

 

Türk İslâm Ansiklopedisi’nde, “Kelime kökünü Kudüs’ün yedi tepesinden biri olan ‘Siyon’ tepesinden alan Siyonizm” denilmektedir. 19’uncu yüzyılın son çeyreğinde Rus Yahudisi Nathan Birnbaum tarafından “Siyonizm”, siyasi terimler arasına sokulmuştur. 1897 Basel Konferansı ile teşkilatlanmaya başlayan bu ideolojik oluşum, Musevileri Filistin’e yerleştirme amacını güden ve üyelerini Yahudilerin oluşturduğu bir örgüte dönüşmüştür. Türk Dil Kurumu, Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğünde Siyonizm (Fr. Sionisme), “XIX yüzyıl sonlarında çeşitli ülkelerde Yahudilerce ortaya atılan, Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan akım” diye açıklanmıştır. 10 Kasım 1975 tarihinde BM Genel Kurulu “Siyonizmin bir çeşit ‘ırkçılık ve ırkî ayrımcılık’ olduğuna ilişkin” 3370 sayılı kararı kabul etti. Siyonizm bugün İsrail Devleti terörüdür.

 

Yahudi Devleti” kitabında Herzl, “Biz bir ulusuz, tek bir ulus!..” diyor ve Filistin’i de “Filistin bizim tarihi evimiz” diye tanımlıyor. Ancak, Herzl Yahudi devletinin sınırlarını, “Sınırımız kuzeyde Kapadokya dağları, güneyde Süveyş Kanalı’na kadar olan alanı kapsamalı” diyerek çiziyor. Hz. Davut’un ve Hz. Süleyman’ın Krallığı bu alanları kapsıyordu. Yahudiler bunu Tevrat’taki Tekvin (Hz. Musa’nın Birinci Kitabı) BAP 13’e ve BAP 15’e bağlıyorlar. BAP 13’ün sonunda, “RAB (Tanrı) Abrama (Hz. İbrahim’e) dedi: Şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale ve cenuba ve şarka ve garbe bak; çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim”. BAP 15’in sonunda, “O günde RAB Abramla ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, bu diyarı senin zürriyetine verdim”.

 

1917’de Padişah Yavuz Sultan Selim Mercidabık Savaşı’nda Filistin’in bir bölümünü Memlükler’den almış, kalanı kendisinden sonra gelen oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından alınmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizler Kudüs’ü ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkarak son bulunca, Milletler Cemiyeti Kudüs’ü İngiliz mandasına bıraktı. 1939’da Filistin’de Yahudilerin toprak satın almasına kısıtlamalar getiren İngiliz Manda yönetimine karşı Siyonist göstericiler tepki gösterirken, taşıdıkları pankartlarda, “Biz bu topraklar üzerindeki hakkımızı İngiliz Mandası’ndan değil, Tevrat’tan alıyoruz” yazıyordu. Yahudiler olabildiğince toprak alarak kolonilerini geliştirip, Filistin’e Yahudi göçü için zemin hazırlamakta başarılı oldular. Batı, Filistin’i Yahudi yurdu görür oldu.

 

Hitler’in Yahudi soykırımı (Holokost), Nazilerin ırk egemenliği politikasının sonucu mudur, yoksa Siyonistlerce Filistin’e Yahudi göçünü başlatmak için kurgulanmış tezgâh mıdır? Hitler 1933’de iktidara geldiğinde Yahudilerin yüzde 95’i Siyonist değildi, Hitler’in Yahudi soykırımı dürtülü güdümlü göç için yüzde 5’iyle işbirliği yaptığı iddia olunur. Siyonistler de “Yahudiler eziliyor” yaygarasıyla kendi saflarına çekerek, Filistin’de toplanmalarını ve İsrail devletinin kuruluşunu sağlamışlardır. Hitler’in savaşını finanse eden Yahudi bankerlerin istekleri de buydu. Zehirli gaz odalarında öldürülerek yakılan Yahudiler, çoğunlukla 65 yaş üzerindeki yaşlılardır. Hitler, Yahudilerin Filistin’e güven ve düzen içinde göç edebilmesi ve Holokost için Adolf Eichmann’ı görevlendirmiş, Almanya’dan kaçış ve göç Siyonistlerin denetiminde işbirliğiyle gerçekleştirilmiştir.

 

Nazi Almanyası’ndan kaçanlarla birlikte Doğu Avrupa’dan ve diğer ülkelerden Filistin’e Yahudi göçü başlamış, ama Siyonistler İngilizlerle çatışır, Yahudiler mülteci kamplarına yerleştirilir olmuştu. Yahudi sorunu üzerine oluşturulan “BM Filistin Özel Komitesi (UNSCOP)”, 1947’de Filistin’in Yahudi ve Arap devletleri için ikiye bölünmesini, Kudüs’ün BM kontrolünde olmasını önermiş, BM Genel Kurulu bu öneriyi kabul etmişti. 14 Mayıs 1948’de İngilizler bölgeyi tamamen terk edince, Yahudi Devleti kuruluyor, ama 1948-1949 Arap İsrail Savaşı yaşanıyordu. 1948-1951 döneminde bölgeye artan Yahudi göçü olmuştur. 1967’de Ortadoğu’yu sarsan Altı Gün Savaşı, yıllardır bitmeyen Arap-İsrail Savaşına dönüşmüştür. İsrail savaştaki üstünlüğüyle topraklarını dört katına çıkarmıştır. Savaşlardan başka Yahudi yerleşimcilerin katliamları da sürüp gitmiştir.

 

Filistin toprakları 1948’den önce Mısır’ın ve Ürdün’ün elindeydi. 1948’de ilk Arap-İsrail Savaşı yaşanırken, Mısır tarafından Gazze’de Filistin Devleti kuruldu ve Arap Birliği tarafından tanındı, ama Batı Şeria ile Kudüs bu devletin yönetim alanının dışındaydı. 1967’de Altı Gün Savaşları’nda İsrail Gazze’yi işgal etti. Filistin’in bağımsızlığını ancak 1988’de Filistin Kurtuluş Örgütü Cezayir’de ilân edebildi. İşgalden sonra 2007’den itibaren Gazze Hamas tarafından yönetiliyor. Hamas bir terör örgütü olmayıp, Filistin halkının oylarıyla seçilen Gazze yönetimini üstlenmiş siyasi oluşumdur. Bugün fiilen ikiye bölünmüş, ama birbirinden ayrılmaz olan Filistin’i Gazze’de Hamas, Batı Şeria’da İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki anlaşma uyarınca Filistin Yönetimi yönetmektedir ve yönetimin başında Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas bulunuyor.

 

1948’den beri küçülen Filistin, büyüyen İsrail. Filistin bugün Gazze’de Hamas, Bati Şeria’da Filistin Yönetimi tarafından temsil ediliyor. İsrail bugün Gazze’yi ele geçirmeye çalışırken, yarın Batı Şeria’yı ortadan kaldırmak isteyecektir. Oysa Filistin-İsrail çatışmasında çözüm İsrail’in soykırımı değil, 1967 sınırları içinde iki devletli çözümle Filistin’in bağımsızlığıdır

 

Netanyahu, 23 Eylül 2023’de BM kürsüsünde İsrail’in yeni projelerini anlatırken kullandığı haritada, Batı Şeria ve abluka altındaki Gazze Şeridi İsrail toprağı olarak gösterilmişti.  Netanyahu’nun gösterdiği aslında pimi çekilmeye hazır Siyonist Soykırım bombasıydı

 

Bugünlerde Gazze’nin geleceği konusunda tartışılan iki seçenek var. Bunlardan biri, resmen açıklanmamış olmasına karşın İsrail’in Gazze’yi ilhak etmek isteğine ilişkin görüş. Diğer seçenek de yine resmen açıklanmamış olmakla birlikte ABD’nin görüşü olarak söyleniyor, Gazze’nin Hamas’ın elinden alınıp Batı Şeria Filistin Yönetimi’ne verilmesi. Ancak, bu görüş İsrail tarafından kabul görmüş değil. İsrail ve ABD ateşkese karşı çıktıkları gibi, Hamas’ın elindeki esirlerin kurtarılması için esir takasına da İsrail yanaşmaktan kaçındı. Bu arada Gazze’nin yeraltı tünellerinde üstlenen Hamas güçlerine karşı ABD’nin Blackwater paralı askerlerinin çatışmalara katıldığı ortaya çıktı. İsrail 300 bin yedek askerini göreve çağırmış olmasına karşın, ancak 70 bin kişinin katılması, İsrail içinde savaş karşıtı gösterilerin başlamış olması da yeni bir aşama.

 

 

İsrail’in hedefi Gazze’de başladığı soykırımla Filistin’i yemek, ama Hamas güçleri dişine sert geldi, orantısız güce karşın İsrail ordusuna ciddi kayıplar verdirdiler, tanklarını tahrip ettiler.

 

Filistin’i aşan boyutuyla kutsal topraklar üç kıtanın birleştiği yerde bulunmakta. Bereketli Hilâl (Fertile Crescent) topraklarını, siyasi ve askerî terminolojiyle Dünya Kalpgâhı’nın (Heartland) güneyinde Kenar Kuşak (Rimland) üzerinde yer almakta, jeopolitik açıdan önem taşımaktadır. Yerleşik tarımın başladığı bu bölge, Mezopotamya coğrafyasını içermekte ve Sümer, Asur, Babil gibi uygarlıklara beşik olmuş bir yerdir. Dünyanın yakın gelecekte karşılaşması olası su kıtlığı ve kuraklık karşısında, dünyayı besleyebilecek bölge olarak da değerlendirilmektedir. ABD’nin İsrail tutkusu, Yahudi lobilerinden, Evanjelist ve Yahudi siyasi yöneticilerinden gelen bağlılığın yanısıra, Pentagon’un dünya hakimiyeti için Kenar Kuşak üzerinde konumlanma stratejisinden kaynaklanmaktadır. Doğu Akdeniz’e hakimiyet açısından da önemli saymaktadırlar.

 

İsrail’in ABD destekli Büyük İsrail düşü dünyanın kıymetli coğrafyası Bereketli Hilâl’in üzerine oturacak şekilde tasarlanmış. Bereketli toprakları kapsamasından başka Pentagon’un Kenar Kuşak üzerinde yer alma, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e hâkim olma stratejisine de uygun.

 

Barışa Karşı Siyonizm’in Nazizm’den Farkı Yoktur!...

 

Siyonizmi, “Dini Siyonizm” ve “Siyasi Siyonizm” diye ikiye ayırmak gerekir., Yahudi mistiklerce savunulan Dini Siyonizm, onların gizemsel duygu ve düşüncelerine bağlı olup, Yahudiliğin kurtarıcı Mehdi bekleyişi umudundan kaynaklanmaktadır. Onlara göre Mehdi yeryüzüne indiğinde, dünyanın bütün ırkları kutsal topraklarda hakimiyet kuran tek bir topluma (Yahudilere) bağlanacaklardır. Dini Siyonizm, Yahudilerin kutsal topraklara hac geleneğini doğurmuştur. Fanatik bir düşünce olan Dini Siyonizm, İslâm muhalefeti ile karşılaşmamış, Yahudi toplumu ile Müslüman veya Hristiyan Araplar arasında ayrımcılığa yol açmamıştır. Siyasi Siyonizm Theodor Herzl ile doğmuş, kutsal topraklara hâkim olması istenen Yahudi Devleti, Yahudi-Arap çatışmasından öte, tüm Müslümanlarda Antisiyonizm ve Yahudi karşıtlığı (Antisemitizm) oluşturmuştur.

 

Dinsel kitaplarını ilkel mantıkla yorumlayıp işlerine geleni seçen Siyonistler, ırkçılığa (Judaizm’e-Yahudiliğe) dayalı sömürgecilik anlayışına sahiptirler. Onlara göre, kutsal topraklardaki diğer devletlerin sömürgeye dönüştürülmesi gerekir. İsrail, sınırlarını sürekli genişletme emrini Tevrat’tan aldığını söylemekte, uyguladığı devlet terörizmi ve soykırımı bu kaynağa dayamaktadır. Siyonistlerin sömürgecilik anlayışı geleneksel olandan farklıdır ve kutsal topraklara gelen Yahudilerin yerli halka efendilik edeceği sömürgecilik türüdür. İşte bu amaçla, Siyonist İsrail devlet terörizmi uygulamakta, Filistin halkına soykırımla büyük bir mezar hazırlamaktadır. Siyasi Siyonizmin ırkçılığı, İsrail Devleti’nin tüm yasalarına ve icraatına ilham kaynağı olan bir sistemdir. Siyonizm’in Nazizm’den farkı da sadece ırka değil, dine de dayalı oluşudur.

 

 

İsrail, Gazze’den başlayarak soykırımla Filistin halkını kan çanağına gömmek istemekte.

 

Siyonizm modern ırkçılık çeşidi olup, Theodor Herzl’in İsrail’in kuruluşu için izlediği yol emperyalizmle işbirliğine dek uzanır. 1939’dan sonra Almanya’da Siyonistlere karşı sert tutum görülmüş olsa bile, Siyonizm ile Nazizm çatışmadan uzlaşmıştır. Siyonistler Almanya’da Nazilerin iktidara gelişini kendileri için tarihi fırsat olarak görüp değerlendirmişlerdir. 1944 yılında Sovyet Cephesi’nde Kızıl Ordu’nun saldırıları Almanları zor duruma sokunca, zayıf yerleri yeni kıtalarla takviye edebilmek için Adolf Eichmann Siyonistlerden on bin askeri kamyon istemiş, bu istek daha sonra İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı olan Siyonist Chaim Weizmann’ın onayıyla karşılanmıştır.  Siyonistler Nazilerden başka İtalyan Mussolini faşistleriyle de uzlaşmışlardı. İkinci Dünya Savaşı sonrası İsrail’in ilk Başbakanı David Ben-Gurion, emperyalist ABD ile anlaşıverdi.

 

Yahudi katliamı (Holokost) ve Filistin’e Yahudi kaçışının organizatörü, Siyonistlerin işbirlikçisi olan Nazi Subayı Adolf Eichmann, savaştan sonra Arjantin’e kaçmış, Ricardo Klement isimli Alman kökenli Arjantinli işadamı olmuştu, ama İsrail’de intikam günleri başlamıştı. Siyonist ajanlarca Eichmann’ın yeri ve kimliği bilindiğinden, İsrail istihbaratı MOSSAD için bulunması hiç de zor olmamıştı. 11 Mayıs 1960’da bir operasyonla yakalayıp uçakla gizlice İsrail’e getirdiler, savaş suçlusu olarak Nisan 1961’de yargılanması başladı. Bu yakalama ve kaçırma olayı, MOSSAD’ın istihbarat örgütü olarak dünya çapında ün kazanmasına neden oldu. Sekiz ay süren davanın ardından asılarak idam edildi. Siyonistler, Yahudi soykırımının propagandası yapmak, Nazi nefretini diri tutmak, MOSSAD’ı meşhur etmek için Eichmann’ı yakalayıp asmışlardı.

 

Yahudilere karşı duyulan nefreti ifade eden Antisemitizmin nedeni, Siyonizm’e karşı tepki olmaktan başka, Yahudilerin bulundukları ulus içinde kendilerine özgü ayrı bir gizli ulus oluşturmaları ve devlet içinde de yine gizli bir devlet oluşturma çabalarıdır. Bunu Siyonizm gereği yaparlar. İçinde bulundukları ulusun dilini konuşmaktan ve isimlerini almaktan öte, o ulusun inandığı dini adetleri uygularlar, ama Yahudi olduklarını asla unutmazlar ve kendi dinlerini saklarlar. Yahudi dönmesi olarak bilinenlerde bu davranış örnekleri görülebilir. Sömürü, yozlaştırma ve yıkıcılık faaliyetleri, bu tür uyutulmuş ya da uyuyan Siyonistlerin amaçları olur. Bu arada Siyonistler o ulusun ve dünyanın kamuoyunu etkilemek için her türlü propagandaya ve yalana başvururlar.

 

Siyonistler için barış Yahudi egemenliğinde ve Yahudi olmayanların kendilerine hizmet etmelerindedir. Bu amaçla vahşet dahil her türlü saldırıyı yapmaktan çekinmezler. Kendi içlerinden amaçlarına karşı çıkan barışseverleri öldürmekten çekinmedikleri de İzak Rabin olayında görülmüştür. İsrail’in beşinci Başbakanı olan İşçi Partisi lideri Rabin, asker kökenli bir politikacıydı, Siyonistlerin amacı olan yayılımcı politikayı terk etmişti. İsrail için o zamanki mevcut toprakların yeterli olduğuna inanıyordu. Filistin’in tamamını kapsayacak İsrail Devleti kurulmasına ve Büyük İsrail emellerine karşıt bir tutumdaydı. Batı Şeria’daki Arap kent ve köylerinden Yahudi yerleşimcileri geri çekmeyi kabul etmişti. Siyonistler tarafından “hain” ilan edildi, 4 Kasım 1995 akşamı Tel Aviv’de düzenlenen bir mitingde militan Yahudi gencin kurşunlarıyla öldürüldü.

 

1968’de imzaya açılan ve 1970’de yürürlüğe giren “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT)”, İsrail’in taraf olmadığı ve İsrail’e karşı uygulanmayan bir antlaşma. Oysa İsrail, atom ve nötron bombalarına sahip bir nükleer güç. Siyonistler Büyük İsrail peşinde olduklarından İsrail’in haber alma örgütü diye bilinen aslında Derin İsrail Devleti olan MOSSAD’ın en önemli amaçlarından biri, büyük bir nükleer güce ulaşmasıydı. İsrail kurulduktan yedi ay sonra Rus kökenli ve Fransız atom bombasının mimarı Yahudi Surdin’i İsrail’e getirerek çalışmalara başlanmış, İsrail Atom Enerjisi Komisyonu 1952’de kurulmuştu. 1955’de ABD Barış İçin Atom Programı kapsamında İsrail’e küçük bir reaktör vermişti, ama bu yetmiyordu. 1957 yılında Fransa’dan amaçlarına uygun reaktör almak için anlaştılar ve Negev (Necef) Çölü’ne yerleştirdiler.

 

Gerekli reaktöre kavuşmuşlardı, ancak İsrail Başbakanı Ben-Gurion’un tutumundan kuşkulanan Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Guella, İsrail’e uranyum sevkiyatını durdurmuştu. İş yine MOSSAD’a düşüyor, Brüksel Madenler Dairesi’nde Belçika Kongosu’nda faaliyet gösteren bir firmaya ait depolanmış uranyum bulunduğu saptanıyordu. MOSSAD dolambaçlı satın alma yoluyla bir Türk armatörün gemisi de kullanılarak, 29 Kasım 1968’de uranyumu Kıbrıs’a getirmiş, Kıbrıs açıklarında İsrail tankerine yüklenerek Hayfa limanına götürülmüştü. Uranyum ticaretini denetlemekle görevli Euratom’dan her nasılsa izin alınmıştı. Euratom, gizli amacı ve örtülü kaçakçılığı yedi ay sonra fark edebilmişti. Ve İsrail atom bombasını yaptı. Şimdi Gazze Savaşı’nda sıkışınca, gerekirse atom bombası kullanmaktan söz ediyor.

 

ABD’deki Yahudi Gücü ve Dayanakları

 

İsrail’in Filistinlilere ve özellikle Gazze’ye baskıları, Yahudi yerleşimcilerin keyfi insan avları, haklarının gasp edilmesi, artan baskılar karşısında Hamas’ın silahlı kanadı (El-Kassam Tugayları) 7 Ekim sabahı İsrail’e Aksa Tufanı hareketiyle saldırı başlattı ve rehineler aldı. Ünlü İstihbarat örgütü MOSSAD, iç istihbarat örgütü Shin Bet (Şabak), askerî istihbarat örgütü AMAN ve polis teşkilâtı istihbarat birimi atlatılmış, İsrail hazırlıksız yakalanmış, atılan roketlerle Demir Kubbe savunma sistemi de aşılmıştı. Saldırı karşısında şaşkınlaşan İsrail, o andan itibaren Gazze’yi aralıksız bombalayarak taş üstünde taş bırakmadı, okullar, hastaneler, sivil yerleşim yerleri yok edildi. Bu vahşi Siyonist saldırıyı desteklemek adına, 12 Ekim günü ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken İsrail’e kritik ziyaret yapıyor, “Bir Yahudi olarak buradayım” diyordu.

 

Blinken, İsrail Başbakanı Netanyahu ile Tel Aviv’deki görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında, İsrail’e yardıma hazır olduklarını söylüyor, İsrail’i cesaretinden dolayı kutlayıp; “İsrail’e net bir mesaj getirdim. Kendinizi savunabilecek kadar güçlü olabilirsiniz. Ancak, ABD var oldukça hiçbir zaman bunu yapmak zorunda kalmayacaksınız. Çünkü biz her zaman yanınızda olacağız” diyordu. Altı gün sonra da 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden Tel Aviv’e giderek, İsrail’e desteğini açıklıyordu. Geçen altı gün içinde İsrail Gazze’deki El-Ehli Baptist Hastanesi’ni bombalamış, yaralı ve hastalarla birlikte hastaneye sığınanlardan 500 kişiyi öldürmüş, savaş suçu işlemişti.  İnsanlık adına tepki toplayan bombalamayı Biden görmezden geliyor, “patlama” diye adlandırıp saptırmak için, “Diğer taraf yapmış gibi görünüyor” yalanını uyduruyordu.

 

12 Ekim’de İsrail’e destek için Tel Aviv’e giden ABD Dışişleri Bakanı Blinken, “Bir Yahudi olarak buradayım” diyordu. 18 Ekim’de ABD Başkanı Biden Tel Aviv’de Siyonist katil İsrail Başbakanı Netanyahu’yu kucaklayarak “Yanınızda olacağız” diye destekliyordu.

 

ABD yönetiminin gerçek kimliği, Sam amcanın şapkasının altında Yahudi Kipa’sı var.

 

Biden, İsrail Devleti’nin Yahudiler için güvenli bir yer olarak kurulduğunu söyleyip, 75 yıl önce kuruluşundan 11 dakika sonra ABD Başkanı Harry Truman’ın İsrail’i ilk tanıyan devlet olduğunu hatırlatarak, “Onların yanında olduğumuzu o zaman göstermiştik, şimdi de bunu göstereceğiz” diyordu. İsrail’e destek diye peş peşe iki uçak gemisi gönderdi. Ayrıca 900 uzman askerini ve bir generalini İsrail’e destek için görevlendirdi. ABD’nin bu güçlü destek açıklamaları karşısında, Avrupa liderleri geri kalırlar mı? İngiltere Başbakanı Rishi Sunak Ortadoğu ziyaretleri kapsamında 19 Ekim’de önce Tel Aviv’e gidiyor, Sunak’ın ardından İngiltere de bir uçak gemisi yolluyordu. 11 Ekim’de İsrail’i durmaya çağıran Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise, 24 Ekim’de İsrail’e giderek “Acınızı paylaşıyoruz” diyor, terör mücadelesi diye niteleyerek desteğini açıklıyordu.

 

 

Biden, İsrail’i desteklemek ve korumak için ABD’nin iki uçak gemisiyle birlikte 900 uzman asker, bir stratejist general yolluyordu. Gazze’ye attığı mühimmatları da sürekli gönderdi.

 

ABD Dışişleri Bakanı ve Başkanının ardından İngiltere Başbakanı Sunak ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron da İsrail’e desteklerini sunmak için Tel Aviv’e koştular.

 

ABD ve İsrail, entegre olmaktan öte, sanki bütünleşmişçesine hareket etmekteler. Gazze’de katliam ve tüm hastanelerin bombalanması, bir ayda öldürülenlerin sayısının Rusya-Ukrayna Savaşı’nın 20 katını aşmış bulunması, ABD yönetimini etkilemiyordu. Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre ilk bir ayda dört bini aşkın çocuk iki bini aşkın kadın olmak üzere, on bini aşkın Filistinli öldürüldü. İsrail, uçakla bombardımanın yanısıra tanklarla da hücum ediyordu. İnsanlık suçu Filistinli sivillerin katliamı, sağduyulu Amerikan vatandaşlarında Biden yönetimine karşı tepki oluşturmuş durumda, ama yönetimin desteğinin sürmesinin nedeni ne? Yahudi olan ve Yahudilerle göbek bağı bulunan siyasilerden öte, nedenin dayanakları olarak, ABD siyaset arenasında Evanjelizm’in etkinliğine ve ABD’deki İsrail lobilerine bakmak gerekiyor.

 

Siyonist İsrail’in sürekli bombalayarak yakıp yıktığı, insanlığın bittiği Gazze. Yıkılan binaların altında kalan cesetler çıkarılamıyor. İsrail o cesetlere ulaşılmasın diye enkazları iş makinaları ve tank paletleriyle ezmekte. 14 bini aşkın ölünün yanısıra enkaz altında 6 bin ceset olduğu tahmin ediliyor. Hamas-İsrail çatışmasında 900 İsrail askerinin öldürüldüğü tahmini de var.

 

Beş daimî üyeli (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) BM Güvenlik Konseyi’nin Nazizim’den beter Siyonizmin İsrail silahlı güçleri eliyle işlediği çocukların, kadınların, masum sivillerin katliamına karşı karar alamayıp seyirci kalışı, Dünya Barışı adına bir yüz karasıdır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tüm dünyada yankılanan “Dünya beşten büyüktür” sözü bunun için taraftar bulmaktadır. Ürdün’ün girişimiyle BM Genel Kurulu 27 Ekim’de konuyu görüşüp insani ateşkes tasarısını kabul etti, ama Güvenlik Konseyi görmezden geldi. Karar tasarısını 120 üye kabul ederken, ABD ve yandaşlarıyla 14 üye reddetti, 45 üye çekinser kaldı. BM Güvenlik Konseyi ise ateşkes için kendi içinde anlaşma sağlayamadı. Aksi reddedilip gizlense de dünyada Hristiyan-Müslüman ayrımı var, emperyalist gelenekli Batı, Haçlı ruhuyla Müslümanlara karşı.

 

İsrail’in vahşeti yaralanan ve katledilen çocuklarla insanlık vicdanında büyük yaralar açıyor. Yaralı çocuğunu kucaklamış baba, ölü çocuklarını kefenleyip gömmeye götüren babaların resimleri vahşetin görülen bir yüzü. Vahşetin istatistikleri; son verilerle 30 bin yaralının üçte birini çocuklar oluşturmakta, 14 bini aşkın ölünün ise 6 bini aşkınının çocuk, 4 bine yakınının kadın olduğu söylenmekte. Yaralıların yüzde 75’inin çocuk olduğunu savlayanlar da var.

 

İsrail Gazze’deki hastaneleri de vurarak çalışamaz hale getirdi. Bombalama ile yıkılmayanları kapattı. Bombalama altında müdahale edilen çocuklar, narkozsuz ameliyatlar içler acısı oldu.

 

ABD’de Evanjelizm Etkinliği

 

Evanjelizm, Protestanlıktan türemiş bir Hristiyan tarikatıdır ve Evanjelistler Siyonist Hristiyanlardır. Sayıları dünyada 500 milyonu aşan Evanjelistler, Eski Ahit’te bahsedilen “Yahudilerin Tanrının seçilmiş halkı” olduğu fikrini benimsemişlerdir. 2000’li yıllarda kopmasını bekledikleri Kıyametten önce, Kudüs ve Filistin’in Yahudilerin eline geçeceği, ondan sonra Mesih olarak Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceği ve Büyük İsrail’in kurulacağı, Evanjelistlerin hafızasına kaydedilmiştir. Evanjelistler de Yahudiler gibi, Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine Süleyman Tapınağı’nın inşasını isterler. Evanjelistler ABD yönetiminde, gerek iktidardaki Biden’ın Demokrat Partisi ve gerekse muhalefetteki Trump’ın Cumhuriyetçi Partisi içinde çok etkinlerdir. Evanjelizm’in ABD yönetiminde kendini hissettirmesi, Demokrat Başkan Carter döneminde başlamıştır.

 

İlk başlarda Hristiyan dünyası Yahudileri, haça çivileyerek gerdikleri “İsa’nın Katilleri” olarak damgalıyordu. Bu Antisemitizm düşüncesine karşı, “Üst Akıl” olarak da bilinen Rothschild ailesinin önderliğiyle, Hristiyanları ve Musevileri ortak bir amaç için Mesih inancında birleştirecek bir düşünce akımı başlattılar ve Evanjelist tarikatın kabulüne yol açtılar. Siyasi Siyonizm için de bundan daha iyi bir nimet olamazdı, kaldı ki Evanjelist Siyonizm’den bile bahsedilir olmuştu. Katolik Hristiyanlar Evanjelizm ile fikri tartışma içindeyken, Ortodoks Hristiyanlar mesafeli durmakta, Protestan Hristiyanlar sıcak yaklaşmaktadırlar. Evanjelist Protestanlar, Katoliklere karşıdır. Evanjelistlerin kutsal yurt tanımı; Siyon Dağı ve Arz-ı Mevud’dur. Evanjelist inanç gereği, her Hristiyan İsrail’i desteklemelidir, Evanjelistlerin güçlü olduğu ABD de bunu yapmaktadır.

 

Evanjelist ABD Yönetimi, eli kanlı Siyonist İsrail’in ellerini yıkayarak barışçıl ve insancıl gibi göstermeye çalışıyor. Suçu, katledilen ve soykırıma uğrayan mağdur Filistin halkına atıyorlar.

 

Washington’daki Amerikan danışma şirketi Gallup, anketleriyle ünlüdür. 1976 yılında yaptığı anket sonuçlarına göre, kendini Evanjelist (ya da Evanjelik) diye tanımlayan Amerikalıların oranı yüzde 34 idi. 1980 Başkanlık Seçimi’nde Reagan’ın kazanmasını Evanjelistler sağlıyordu. Evanjelistlerin oranı 1998’de yüzde 46’ya, 11 Eylül 2011 İkiz Kuleler Saldırısı ve Irak’ın işgali sonrasında yüzde 50’lere tırmanmıştır. Evanjelistlere göre, Hristiyanlığı temsil eden en büyük güç ABD’dir. ABD’nin İsrail’i koruyamaması durumunda, Tanrı nezdinde itibarını yitireceğine inanırlar. İsrail’in ABD’nin koruyucu kanatları altında Gazze’ye hücumu ve Filistin’i savunan devletlere meydan okuması, Haçlı Evanjelist işbirliğine dayalı bir saldırıdır. Bugün risk olarak görülen Ortadoğu’da bir savaş çıkacak olursa, bu savaş Haçlı Evanjelist seferi nedeniyle başlayacaktır.

 

ABD Dış Politikasında İsrail–Yahudi Lobisi Etkinliği

 

ABD, her yıl dış yardım bütçesinin yüzde 20’sinden az olmayacak şekilde, İsrail’e doğrudan yardım yapıyor. İsrail ayrıca Washington’un diğer özel muamelelerinden de yararlanıyor. Washington İsrail’e yoğun diplomatik destek de sunmakta. Çatışma ve savaş zamanında İsrail’in anında imdadına yetişmekte, barış görüşmelerinde İsrail’in yanında yer almaktadır. Bu büyük destek zaman zaman ABD’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerini de zora sokmaktadır. Desteğini haklı çıkarmak için ABD’nin tezi, İsrail’in barış peşinde koşan, tahriklere karşı direnç gösteren ülke olmasına karşın, Arapların bunun aksine İsrail’in haklarına karşı kötü niyetli oldukları savlaması. İsrail karşısında Filistinlileri her şeyin sorumlusu olarak görmek politik inançları. İsrail yandaşı böyle bir manzaranın oluşumu, Yahudi lobisinin başarısıyla sağlanmış bulunuyor.

 

Çıkar grupları tarafından hükümet kararlarını etkilemeye yönelik lobiciliğin en yoğun olduğu ABD’de en büyük lobi Yahudi lobisidir. Yahudi lobiciliği o kadar ileri gitmiştir ki, ABD dış politikasını belirlediği söylemek abartılı sayılmamakta, olağan karşılanmakta. Amerikan Yahudileri ABD dış politikasını çıkarlarına uygun yönlendirebilmek için bir dizi örgütler kurmuşlardır. Bunların başında 1951 yılında kurulan ve bugün 55 bini aşkın üyesi bulunan AIPAC (Amerikan-İsrail Kamu İşleri Komitesi – American Israel Public Affairs Committee) gelmektedir. ABD ile İsrail devletleri arasındaki ilişkileri düzenleyen AIPAC, ticaretin derinleştirilmesinden ortak askeri programların gerçekleştirilmesine dek faaliyet göstermekte ve önemli etkiye sahip bulunmaktadır. AIPAC’in ABD Parlamentosu üzerinde boğucu bir hakimiyeti, bir bakıma egemenliği vardır.

 

Eşekler ve Filler ülkesi ABD. ABD’de iktidara çıkan-inen iki parti var. Amblemi “Eşek” olan Demokrat Parti, bugünkü Başkan Biden’ın partisi ve amblemi “Fil” olan Cumhuriyetçi Parti, Eski Başkan Trump’ın partisi. Eşeği “Zeki”, Fili “Güçlü” diye amblemlerine seçmişler. Ancak, zekisi de güçlüsü de İsrail-Yahudi lobisiyle kol kola. Kongre olsun, Beyaz Saray olsun ya da Pentagon ve CIA, FBI, mahkemeler vs. hepsi İsrail-Yahudi lobisinin etkisi ve baskısı altında. Bu nedenle, ABD’nin Washington’dan başka Tel Aviv kapısının olduğu da söylenir.

 

ABD New York’ta 1843 yılında kurulan B’nai B’rith örgütü dünyadaki en eski Yahudi hizmet organizasyonudur. B’nai B’rith “İttifak Evlâtları” demek olup, Amerika’dan Avrupa’ya dek uzanmıştır. Washington, Londra, Brüksel, Paris, Berlin, Moskova ve İstanbul’da da büyükelçilik gibi çalışan ofisleri var. Dünya çapında Yahudi örgütlerini kontrol eden, Yahudi sorunları ve çıkarlarıyla ilgili uluslararası ilişkiler kuran bir organizasyon olarak faaliyet göstermekte. B’nai B’rith ABD’yi Yahudi Devleti gibi kullanabilen bir örgüt olup, Amerikan siyasetini bir bakıma vesayet altına almak için JINSA (Amerikan Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü – Jewish Institute for National Security of America) adlı kuruluş kullanılmaktadır. JINSA, ABD-İsrail askerî işbirliğini, ABD’nin İsrail’e askerî konularda yardım ve desteğini sağlamakla görevlidir.

 

JINSA, Siyonistlerin ABD Savunma Bakanlığı ve Pentagon üzerindeki baskı aracıdır. JINSA güçlü yöneticilere sahip olup, ABD’de Başkan Yardımcılığı görevi üstlenmiş danışmanları olan bir kuruluştur. Bunun bir iyi örneği, Savunma Bakanlığı ile Baba Bush ve Oğul Bush’a Başkan Yardımcılığı yapan ABD’li meşhur politikacı Dick Cheney olmaktadır. JINSA’nın yönetimindeki kişiler, Neocon (Yeni Muhafazakârlık) siyasi akımının yapılanmasında görev almış kişilerden olmaktadır. JINSA yöneticileri ABD Başkanlarının etrafını saran kuşak içinde yer alırlar. JINSA, ABD’de ve ABD’nin ilişkili olduğu ülkelerde silah üreten firmaları yakından izleyen bir kuruluş. Ayrıca, ABD ile müttefiklik ilişkisi bulunan ülkelerin Savunma Bakanlıkları ve Genelkurmayları gibi kuruluşları izlediği de savlanmakta ve tehlikeli kuruluş diye tanımlanmakta.

 

ABD’de B’nai Brith’in bir de Siyonizm yandaşı ve karşıtı politikacı ve bürokratları saptamak için kullandığı, “Tehdit Lobisi” diye de adlandırılan ve 1913 yılında kurulmuş ADL (İftira ve Karalamayla Mücadele Birliği – Anti-Defamation League) kuruluşu var.  Yahudi ve Siyonist emellere karşı olanlarla mücadele eden bir kuruluş. Siyonizm ve İsrail politikalarını destekleyen, çıkarlarını gözeten siyasetçileri altın madalya ile ödüllendirirken, karşı çıkanları medya ve yargı yoluyla bezdirmektedir. Bezdirmenin ötesinde partisinden atılma, siyasetten dışlama gibi cezalandırma uygulamaları da görülmüştür. ABD Yahudi lobileri Temsilciler Meclisi ve Senato üyelerinin büyük bölümünü şöyle ya da böyle kontrol eden bir güce sahip. Bu nedenle de ABD İsrail’in genişleme politikasına karşı duramıyor ve desteklemenin dışında bir şey yapamıyor.

 

Vahşetin Bilançosu Büyürken İsrail’in Siyasi ve Ekonomik Beklentileri Var!...

 

İsrail soykırım uyguluyor, ama Holokost dışında soykırımı yargılamamış Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargılama umudu yok. Katliamlar Batı Şeria’ya da sıçramış durumda. 40 günde katledilen Filistinli sayısı kesin olmamakla birlikte; 4650 çocuk ve 3145 kadın olmak üzere 11320 sayısına ulaşmıştı. En az üçte biri çocuk olan 29 bin de yaralı vardı. İsrail bombalanan binaları iş makinaları ve tanklarla ezdiğinden enkaz altından çıkarılamayan ölüler var. BM Güvenlik Konseyi’nde insani durumun ve ateşkesin tartışıldığı dört karar tasarısı veto edildi. 41’inci günde Güvenlik Konseyi ateşkesi içermeyen, çatışmalara acil ve uzatılmış ara verilmesine ilişkin muğlak bir karar tasarısını onayladı, ama İsrail ona da karşı çıktı. 46’ncı günde İsrail Lübnan’ı vururken Hamas, “İsrail ile bir ara anlaşmasına yakınız” açıklaması yapıyordu.

 

İsrail’in siyasi hayali Filistin egemenliğinde toprak parçası bırakmamak, Filistin halkını, Yahudi halkı içerisinde azınlık hakkı bile tanımaksızın ya köle ya da asimile ederek ortadan kaldırmak. Ancak, tüm bunları başarması olanaksız olduğuna göre, şu anda hangi kazanımların peşinde olduğuna bakmak gerekiyor. Olabildiği kadar Filistinlilerin elinden toprak alarak, oralara yerleşimci adı altında otomatik silahlı katil İsraillileri yerleştirerek, soykırımı uzun zaman sürecinde gerçekleştirmek. Bu da zaten beklendiği gibi, İsrail-Filistin çatışmasının sürüp gitmesi demek oluyor. Ancak, İsrail kısa dönemli çıkar hedeflerini gerçekleştirmek için de bu fırsattan yararlanacaktır. Bunların başında, Doğu Akdeniz’de Gazze’ye ait olan doğalgaz hidrokarbon alanına el koymak var. İkinci bir hedefi de Süveyş’e alternatif Gazze’ye uzanacak, Ben-Gurion Kanalı’nı inşa etmek.

 

Filistin’in Gazze Marine Doğalgaz Sahasına El Koymak

 

Doğu Akdeniz hidrokarbon oluşumlarıyla dikkat çeken bir yer. Gazze kıyı şeridinde de keşfedilen doğalgaz rezervinin bulunduğu biliniyor. 1998 yılında bulunan Gazze Marine Doğalgaz alanı, Doğu Akdeniz’de ilk keşfedilen doğalgaz sahası. Bu sahanın bulunmasından sonra bölgede İsrail, Mısır ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin yeni keşifleri olmuştu. Bu keşifler bölgeye stratejik bir enerji boyutu getirmiş olmakla birlikte, ülkeler arasında çıkar anlaşmazlıklarına da kapı açmıştı. Filistin, 1999 yılında British Gas (BG) ve ortağı Atina merkezli Lübnan şirketi Consolidated Contractors Int. Comp. (CCC) ile 25 yıllığına bir anlaşma imzalamıştı. Anlaşma gaz sahasını geliştirme ve boru hattı yapımını da içeriyordu.  Anlaşmaya göre offshore alandan çıkacak gaz hakkının yüzde 60’ı BG’ye, yüzde 30’u CCC’ye ve kalan yüzde 10’u Filistin Kalkınma Fonuna aitti.

 

 

İsrail, Gazze’ye ait olan Marine offshore doğalgaz sahasına el atma çabası içinde.

 

BG’nin lisansı, tüm Gazze deniz alanını kapsamakta ve İsrail gaz alanlarına bitişik konumda bulunmaktadır. BG, 2000 yılında Gaza Marine-1 ve Gaza Marine-2 olmak üzere, Gazze Şeridi’ne 30 kilometrelik mesafede iki offshore sondaj yapmış ve 38 milyar metreküp gaz rezervine ulaştığını açıklamıştı. Ancak, üretim aşamasına geçilmedi. Filistin Yönetimi’nin o zamanki hesaplarına göre, bu rezerv yaklaşık 2,5 milyar ABD doları gelir sağlayacak, İsrail’den elektrik ithalatının azaltılmasıyla yıllık 560 milyon dolar tasarruf olanağı da doğuracak boyuttaydı. Gazze deniz alanındaki doğalgaz varlığı, şimdi 100 milyar metreküp olarak kestirilmektedir. İsrail, Gazze doğalgaz Marine sahasının geliştirilmesine izin vermemektedir. Filistin Yönetimi İsrail’e karşı koz elde edebilmek amacıyla, Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na katılmıştı.

 

İsrail’in engellemesiyle Filistin’in gaz sahasını kullanamaması ve BG’nin de bu nedenle sahayı geliştirememesi üzerine, BG hissesini 2016 yılında Shell şirketine satmıştı. Ancak, Shell şirketi de Filistin Yönetimi ve İsrail Hükümeti arasındaki anlaşmazlık ve belirsizlik nedeniyle, 2017 yılında konsorsiyumdan çekilme talebini Filistin tarafına iletmişti. Gazze gaz sahası üzerindeki egemenlik sorunu, Filistin ve İsrail arasında hayati önem taşıyan bir konudur. Uluslararası hukuk ve yasal açıdan gaz sahası Filistin’e aittir, ama kendi deniz alanında bulduğu gazı Avrupa’ya pazarlamak isteyen İsrail, Gazze sahasındaki gaza mutlaka el atmak istemektedir. İsrail, Filistin Yönetimi’ni ve Gazze’yi dize getirerek bu gaz kaynaklarına konabilmek amacıyla çatışmalar öncesi Gazze’yi abluka almış, ekonomik izolasyonla sıkıştırmaya çalışmıştı.

 

İsrail, Kıbrıs Rum kesimiyle işbirliği yaparak gazını Avrupa’ya pazarlayabilmek için offshore East Med Hattı projesini geliştirmiş, Akdeniz tabanından geçecek fizıbıl olmayan bu boru hattı için yatırım olanağı bulamamış ve ABD’nin desteğini alamamıştı. Bunun üzerine Türkiye üzerinden Avrupa’ya İsrail gazını taşıyacak boru hattı projesine sarılmıştı. Konunun ayrıntıları, Platformumuzda 9 Mayıs 2022 tarihli “Türkiye Garantör Ülke Olmamalı, İsrail Gazına Yol Açmamalı!..” başlıklı yazımızla “Duyurular” serisinde yer almaktadır. Platformumuzdaki diğer bir yazımızda da Türkiye üzerinden İsrail gazını taşıyacak boru hattını, “Zehirli Gaz Boru Hattı” diye tanımlayarak karşı çıkmıştık.  Sayın Erdoğan ise hatta olumlu baktığından, Netanyahu hastalanmayıp Türkiye’ye gelebilseydi, bu gaz boru hattı anlaşması imzalanacaktı, ama şimdi gündemden düştü.

 

Hindistan Ticaret Koridoru İçin Süveyş’e Rakip Ben-Gurion Kanalını Açmak

 

Bu yıl Eylül’de Hindistan’da yapılan G-20 Zirvesi’nde ABD ve İngiltere’nin tezgâhlaması sonucu, “Hindistan Ortadoğu Ticaret Koridoru” projesi ortaya atılmış, koridorun güzergâh ülkeleri mutabakat zaptı imzalamışlardı. Sayın Erdoğan projeye, “Türkiyesiz Koridor olmaz” diye karşı çıkmıştı. Konunun açıklaması, 14 Ekim 2023 tarihli “Batıya Yaklaşmak Kazandırmaz…” başlıklı “Arayış ve Gündem” yazımızda yer almaktadır. Bu koridorla Hindistan ve Ortadoğu coğrafyasından yollanacak mallar, Irak ve Türkiye üzerinden geçmeyerek, Ürdün ve İsrail üzerinden Akdeniz’e ulaşıp Yunanistan’dan Avrupa’ya çıkacak. Çizilen ve açıklanan güzergâh haritasında Süveyş kanalı dışlanarak, Süveyş’e yakın ve alternatif olan, İsrail Ben-Gurion kanalından Akdeniz’e ulaşacak. Hattın güzergâhını Netanyahu 23 Eylül’de BM konuşmasında göstermişti.

 

Hindistan Ticaret Koridoru’nu Akdeniz’e ulaştıracak Süveyş’e alternatif Ben-Gurion Kanalı. İsrail Başbakanı Netanyahu kanalı bu yıl 78’inci BM Genel Kurulu’nda harita üzerinde gösteriyordu. Bu haritada Gazze ve Batı Şeria İsrail toprağı gösterilerek silinmişlerdi. Ben-Gurion Kanalı’nın yapımını ABD ve İngiltere istediklerinden projeye destek olacaklardır.

 

Süveyş’e alternatif projeler önceden de konuşuluyordu ve en başta Ben-Gurion Kanalı geliyordu. İsrail’in ilk Başbakanı ve İsrail Devleti’nin kurucusu David Ben-Gurion’un adı verilmiş. İsrail’in Süveyş’e alternatif olarak inşa etmeyi planladığı Ben-Gurion Kanalı, Gazze-Aşkelon bölgesinden Kızıldeniz’e uzanan 260 kilometrelik bir koridor niteliği taşıyor. Süveyş Kanalı’nın aksine Ben-Gurion Kanalı, her iki istikamette de geçiş sağlayacak. Kanal yalnızca yeni bir ticaret yolu değil, güzergâh boyunca inşa edilecek oteller, restoranlar, alışveriş ve eğlence merkezleriyle yeni bir cazibe ekseni olacak. Küresel enerji ve ticarete yeni bir güzergâh kazandıracak olması, Mısır için ekonomik ve ticari açıdan büyük kayıp oluşturacak anlamına geliyor. Ben-Gurion Kanalı ilk olarak 1800’lerin ortasında İngilizler tarafından Hindistan’a alternatif yol olarak önerilmiş.

 

1800’lerin ortalarında projeyi gerçekleştirme olanakları yokken, şimdi fazlasıyla var. Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesinin ardından proje, 1963’de bu kez ABD tarafından gündeme taşınmıştı. Necef Çölü boyunca uygulanacak nükleer patlamalarla deniz seviyesinde bir kanal inşası önerilmişti. O dönemde 575 milyar dolara mal olacağı hesaplanan proje, Arap ülkelerinin tepkisine neden olacağı düşüncesiyle rafa kaldırılmıştı. 13 Ağustos 2020’de ABD Başkanı Trump’ın önderliğiyle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile İsrail arasında imzalanan Abraham (İbrahim) Barış Antlaşması projenin önündeki engeli kaldırmıştı. Böylece BAE, Mısır ve Ürdün’ün ardından İsrail’i tanıyan üçüncü Arap ülkesi oluyor, Bahreyn ve Suriye de antlaşmaya sıcak bakıyordu. Çin’in Avrupa’ya uzanacak ticaret yollarına karşı ABD bu güzergâhı da açacaktır.

 

İnsani Aralı Rehine-Esir Takası Anlaşması ve Özdeyiş

 

Çatışmaların 46’ncı gününde Hamas, İsrail ile ara anlaşmaya yakın olduklarını açıklamıştı. O günün akşamında ajanslar “Esir takası için anlaştılar” haberini duyuruyordu. Netanyahu’nun savaş kabinesi anlaşmayı onaylamak için toplanmıştı. İsrail’den “Esirler kademeli bırakılacak, Orduya hazırlanma olanağı sağlayacak, Ordu karara tam destek verdi” gibi açıklamalar geliyordu. “Bir rehineye karşı üç Filistinli mahkûm serbest bırakılacak” deniliyordu. Açıklamalar, İsrail’in ve Netanyahu hükümetinin çok zor durumda kaldığını gösteriyordu. Hamas başarmış, yenilmez sanılan İsrail Ordusu’nu durdurmuş, ciddi kayıplar verdirmiş, bir bakıma bozguna uğratmıştı.  Başlangıçta Mossad’ı alt eden Hamas, şimdi İsrail Ordusu’nu alt etmişti ki anlaşmayla hazırlanma fırsatı yakalama peşindeydi. Peki, Hamas boş mu duracaktı?

 

47’nci günde bombalama sürmüş, Suriye de vurulmuştu. 23 Kasım’da anlaşmanın başlayacağı duyurulmuştu, ama bir günlük ilk erteleme yapıldı. Basında ve medyada anlaşmaya “Ateşkes Anlaşması” diyenler varsa da İngilizce açıklamasında “ateşkes” (truce-cease) kelimelerine yer verilmemiş, “ara verme-duraklatma” anlamına gelen (pause) kelimesi kullanılmış. Yerel saatle 10.00 ile 16.00 arasında günde altı saatlik ara vermede; Gazze Şeridi’nin tüm bölgelerinde askeri eylemler durdurulacak, hareket özgürlüğüne garanti sağlanacak, dronlarla havadan keşif yapılmayacak. Anlaşmaya göre tıbbi malzeme, yakıt ve insani yardım kamyonlarının Gazze’ye girmesine izin verilecek.  Böyle bir içerikle esir takası için dört günlük insani ara verme anlaşmasının ne denli ve nasıl uygulanacağını, nereye evrileceğini ise zaman gösterecek.

 

Siyaseten tükenmiş İsrail Başbakanı Siyonist katil Netanyahu, “Hamas bitinceye kadar savaşa devam” diyordu, ama Hamas’ın direnmesi, karşı hareketi ve baskılar sonucu durakladı. Soykırımda Netanyahu’nun baş destekçisi Biden idi. Ancak, Biden ve ABD yönetimi de tepkiler ve yaklaşan seçimler karşısında, çatışmaların insani arayla durdurulmasını Netanyahu’dan istemek zorunda kalmıştı. Bu anlaşma için ABD İsrail’i, Katar Hamas’ı ikna etmiş bulunuyor. Duraklatmalı esir takası anlaşmasına varılmış olması, eli kanlı Netanyahu’yu kucaklayarak kendi ellerinin de kana bulanmasına neden olmuş Biden’ın ve Netanyahu’nun ellerinin temizlenmesini sağlayabilecek mi? Hayır... Kaldı ki vahşetin ve kan akışının sürmesi beklenmeli. Eli-kolu bağlı dünya, acaba soykırım sorumlusu Netanyahu ve Biden’dan gün gelip hesap sorabilecek mi?...

 

 

 

Kategoriler

DUYURULAR