F-16 KOZUYLA KAZANAN ABD,

KAĞAN KARŞISINDA F-35 HAVUCUNA SARILDI!...

 

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

 

 

18 Mart 2024

 

İsim Koymak Kadar O İsmi Yazmak da Marifettir

 

Türk’seniz, Türk Milliyetçisi iseniz, “Oğuz Kağan Destanı” okuduğunuz en güzel öyküdür. Okuyunca “Kağan” ismi belleğinize kazınır, elbette yazımının da görsel belleğinize kazınmış olması gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Muharip Uçak (İngilizce adı ve koduyla Turkish Fighter X, kısaca TF-X) diye anılan beşinci nesil modern savaş uçağımıza Türkçe adı, Cumhur İttifakı’nın payandası Dr. Devlet Bahçeli’nin vermesini isteyerek, kendisini ödüllendirmiş ve onurlandırmıştı. Bahçeli, Türk Milliyetçilerinin kalbine kazınmış “Tük Devlet Başkanı Hakanı” ifade eden “Kağan” adını verdi ve isim benimsendi. İsmi vermek kadar yazmak da önemliydi, Orta Asya’da “Kagan” diye yazılan isim, günümüz Türkçesi ile Türk Dil Kurumu’nun kabul ettiği biçimde “Kağan” diye yazılıyor. Ne yazık ki uçağımıza Moğolca “Kaan” yazıldı.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Muharip Uçağa Cumhur İttifakı’ndaki siyasi ortağı Dr. Devlet Bahçeli’nin isim vermesini istemişti. 1 Mayıs 2023 günü ikili TAİ Ankara tesislerine uçağı görmeye gittiklerinde, Cumhurbaşkanı ismi toplum önünde soruyor ve Bahçeli, Türk Hakanı anlamında “KAĞAN” diyordu. Türk ulusunun kalbine kazınan isim bulunmuştu, ama uçağın üzerine “Ğ” harfi atlanarak, Türkçe Sözlük’te yer almayan KAAN diye yazılmıştı.

 

21 Nisan 2024 Çarşamba günü Ankara Etimesgut’ta uçurularak Türk Hava Sahası’na kavuşan Kağan, Cumhuriyet tarihinde bir dönüm noktası oluşturuyor, adındaki yanlış yazılımın kabullenilmesi ise olanaklı değil. Türkiye’yi kuran Mustafa Kemal Atatürk, “Türk dilini yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak gerekir” buyruğunu vermiş olduğundan, ismin yanlış yazılımı ivedilikle düzeltilmelidir. Konya Selçuklu Devleti’ni vergiye bağlamış, kuruluşunda Osmanlı İmparatorluğu’na düşmanca davranmış Moğallar’ın kullandığı aynı anlamlı kelime savaş uçağımızın üzerinde yazılı kalmamalı. Türkiye kendi savaş uçağını yapamasın diye sözde müttefik ABD’nin Tehdit-Ödün-Paradoks üçgeninde oynadığı oyunlar da unutulmamalı. Engellere karşın Türkiye’nin kendi uçağını yapabildiğini görünce, F-16 sonrası F-35 piyonunu öne sürüverdi.

 

Projenin lider destekçisi Cumhurbaşkanı Erdoğan, ulusumuzun kazandığı en büyük eser olan Milli Muharip Uçağımız TF-X KAĞAN üzerine ve tarihe imza atıyor, medarıiftiharımız KAĞAN’ın kokpitinde uçağı inceliyor. Vurgulamak gerekir ki Türk Kartalı KAĞAN, tek başına Hükümet’in ve Türk Hava Kuvvetleri’nin değil, hepimizin Türkiye’nin ve Türk ulusunun devrim oluşturan, milat sayılan projesidir. Savaş uçağımızın adı, en kısa zamanda Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük içinde gösterilen doğru Türkçe ile KAĞAN yazılarak düzeltilmelidir.

 

Türkiye’de Uçak Sanayiinin Gelişiminde F-16 ve F-35 Süreci

 

Türk Hava Kuvvetleri’nin oluşumu 1911 yılına dayanıyor. İstikbali göklerde gören Atatürk, “Bütün tayyarelerimizin ve motorlarının memleketimizde yapılması ve hava harp sanayiinin bu esasa göre inkişaf ettirilmesi icap eder” demişti. 1925 yılında Almanlarla ortaklaşa “Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi” kurulmuş, 1926 yılında “Kayseri Uçak Fabrikası” açılmıştı. Özel sektör Vecihi Hürkuş’un ve Nuri Demirağ’ın girişimleriyle uçak sanayine el atmıştı. 1945 yılında başlayan Amerikan Yardımı ile Türkiye’de uçak üretimi ABD’nin istemiyle durduruldu. Türkiye savaş uçaklarını ABD’den önce hibe ve yardımla, sonra satın alarak temin eder olmuştu. Ancak savunma sanayiinde dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla, “Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ)” 1973 yılında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nca kuruldu.

 

1984 yılında Hava Kuvvetleri’nde F-16 savaş uçağının kullanımına karar verilerek, F-16'nın ABD lisansıyla Türkiye'de üretimi için Türk-ABD ortak yatırım şirketi olarak “TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş (TAİ)” 25 yıllığına kurulmuştu, 2005 yılında sermayesi millileştirildi ve şirket süreklilik kazandı. 1985 yılında ise “TUSAŞ Motor Sanayii A.Ş. (TEİ)”, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş., Amerikan şirketi General Electric (GE), Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı (TSKGV) ve Türk Hava Kurumu (THK) ortaklığıyla kurularak, uçak sanayiinin ana yapı taşları oluşturulmuş oldu. 1941 yılında İstanbul Üniversitesi Makina Fakültesi’nde Anabilim Dalı olarak “Tayyare Mühendisliği” eğitimi başlamış, 1983 yılında “Uçak ve Uzay Mühendisliği” Fakültesi kurulmuştu. Bugün belli başlı teknik üniversitelerimizde uçak mühendisi yetiştirilmektedir.

 

TUSAŞ TAI (Ankara) ve TUSAŞ TEI (Eskişehir) fabrikaları uçak sanayimizin yapı taşları.

 

1987 yılına gelindiğinde, hem TAİ ve hem de TEİ üretim ve montaj çalışmalarına başlamıştı. Bilimsel ve teknolojik alt yapısı olan Türkiye, TUSAŞ TAİ ve TEİ ile uçak yapımında önemli teknoloji birikimi kazanmıştır. Türkiye 12 yıllık bir süreçte 46 tanesi Mısır için olmak üzere 278 adet F-16 savaş uçağı üretmiş, bu uçaklardan 29’u sıfır hatalı kabul edilmiş, 3 tanesi ise mükemmel olarak kayıt altına alınmıştır. ABD, F-16 sonrası geliştirdiği başka ülkelere satmadığı F-22 savaş uçağında kullanılan teknolojiden yararlanarak, müttefikleriyle birlikte F-16’nın yerine kullanılacak “Müşterek Saldırı Uçağı F-35” üretmeye girişmişti. F-16 dördüncü nesil uçak iken, F-35 bir kademe ileride beşinci nesil savaş uçağı oluyordu. Uçağın klasik yatay iniş-kalkış yapan A, kısa kalkış-dikey iniş için B ve uçak gemileri için C tipleri projelenmişti.

 

Türkiye, Hava Kuvvetleri’nin geleceğini F-35A geleneksel tipine bağlama istemiyle, 1999 yılından itibaren projeyle ilgilenmiş, 2002 yılında sistem geliştirme çalışmalarına ve 2007 yılında üretim kademesine katılmaya karar vermişti. 100 adet F-35A almayı planlayarak, 30 uçağı da sipariş etmişti. Böylece, F-16 üretimi yerine F-35 üretimine katkı veren TUSAŞ-TAİ tesislerinde uçakların orta gövde üretimine, ayrıca çeşitli parçalarının Türk firmalarınca yapımına girişilmişti. Ancak, F-35 konusunda Türkiye-ABD ilişkisi planlandığı gibi gitmeyecek, ABD’nin emperyalist davranışı yüzünden kırılacaktı. Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak için istediği Patriot füzelerini satmaya yanaşmayan ABD, Türkiye’nin gerek duyduğu sistemi S-400 ile Rusya’dan almasına tepki göstererek, 2019 yılında Türkiye’yi F-35 programından çıkarıyordu.

 

ABD’nin tutumu müttefikliğe ve NATO ortaklığına sığmayan bir davranıştı. Çünkü, Rusya yapımı “S” tipi hava savunma sistemi ve füzeleri gerek Yunanistan’ın ve gerekse Doğu Avrupa’daki NATO üyelerinin envanterinde vardı. ABD’nin Türkiye’ye karşı gerekçe olarak öne sürdüğü, S-400 sistemlerinin F-35’lerin şifrelerini çözdüğü iddiası ise teknik açıdan geçersiz bir iddia idi. Olayın ardında yatan ve ABD’yi asıl rahatsız eden, Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin kendisine tabi olmayarak bağımsız ulusal politikalar uygulamaya başlamış olmasıydı. Endişe düzeyine varan bu rahatsızlık sonucu, Türkiye’yi vesayet altına alabilmek için İngiltere ile planlayıp tezgâhladığı 15 Temmuz 2016 tarihli asker destekli FETÖ kalkışması, vatansever Türk halkının ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin FETÖ dışı kesiminin direnmesi sonucu başarıya ulaşamamıştı.

 

CIA’nın yönetim ve kontrolünde ABD’de ikâmet eden Gülen’in entrikalarıyla Türk Ordusu’nun içine sızan FETÖ’cüler, “Yurtta Sulh Konseyi” oluşturmuşlar ve ABD’nin istemiyle darbeye kalkışmışlardı. Başarıya ulaşsalardı, darbeyle karışacak Türkiye’de “Demokrasiyi Kurtarma” operasyonuyla NATO şemsiyesi altında ABD ve İngiliz birlikleri müdahalesi planlanmıştı. Bunun için Kıbrıs’taki İngiliz üslerinde askerî hazırlık bile yapılmıştı. Rus istihbaratının bu planı öğrendiği ve Türkiye’nin uyarıldığı söylenir. ABD’nin FETÖ ayaklı darbe girişimi ters tepmiş, ilk andan itibaren Putin yönetimindeki Rusya’nın destek çıkmasıyla, Erdoğan-Putin dostluğu ve Türkiye-Rusya yakınlaşması doğmuştu. 2017 yılında Rusya ile S-400 anlaşmasının yapılmasıyla uğradığı jeostratejik kaybı hazmedemeyen ABD, Türkiye’yi F-35 programından çıkarmıştır.

 

F-35 Seçeneği Ortadan Kalkınca KAĞAN Projesi Hızlandırıldı

 

15 Aralık 2010 tarihli Savunma Sanayii İcra Komitesi kararıyla, Hava Kuvvetleri’nin 2020’li yıllardan sonraki savaş uçağı ve jet eğitim uçağı ihtiyacının ulusal olanaklarla karşılanmasına yönelik geliştirme amaçlı kavramsal tasarım çalışmalarına, TUSAŞ tarafından 2011 yılında başlanmış, 29 Eylül 2015’de tamamlanmıştı. Beşinci nesil savaş uçağı sınıfına ait aviyonikler (havacılık elektronikleri) ile donatılacak, ayrıca radarın göremeyeceği sönümleme özelliğine sahip olacak, Milli Muharip Uçak (MMU TF-X) projesi oluşturuldu. Bu süreçte, 2013 yılında İsveç Saab AB şirketiyle yapılan ortak üretim anlaşması sonra terk edilmiş ve Kore, Brezilya, Endonezya ile ortaklık araştırılmış, sonunda millî ve yerli bir platform tarafından üretilmesine karar verilmişti. 2015 yılına kadar ortaya çıkan tasarımlardan da çift motorlu olan tasarım seçilmişti.

 

Tasarıma yardımcı olması için İngiltere savunma sanayisinin etkin kuruluşu BAE Systems ile anlaşmaya girişilmiş, İngiliz Rolls-Royce şirketi de uçakta kullanılabilecek motor olarak EJ2000 türbini için teklif vermişti. BAE Systems ve TUSAŞ arasında 2017 yılında anlaşma sağlanmıştı. Ancak, 2014 yılının sonunda tamamlanması hedeflenen geliştirme sürecinin Faz-1 aşaması, ne yazık ki 2018 yıl sonunda tamamlanıyordu. Milli Muharip Uçak TF-X projesinin realize edilmesi için gereken adımların hızla atılamadığı görülüyordu ve bunun nedeni o yıllarda Türkiye’nin F-35 projesine bel bağlaması, F-35 tedarikinde yol haritasına güvenilmiş olmasıydı. ABD’nin 2019 yılında Türkiye’yi F-35 projesinden dışlaması beklenmeyen bir sarsıntı oluşturmuş, ama MMU projesini Türk Hava Kuvvetleri’nin sahiplenerek sarılmasıyla toparlanma sağlanmıştır.

 

Uluslararası Anadolu Kartalı 2021 Eğitimi, 21 Haziran-2 Temmuz 2021 arasında Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda yapılmış, Basın ve Seçkin Gözlemci Günü 30 Haziran’da gerçekleştirilmiş, Hava Kuvvetleri Komutanlığı adına Milli Muharip Uçak (TF-X) Projesi’ne ilişkin sunum yapılmış, Hava Kuvvetleri Komutanı başta olmak üzere birçok kıdemli Türk ve yabancı asker tarafından izlenmişti. Uçağın genel özellikleri, mühimmatları ve gövde içinde taşıyabileceği mühimmatlar, super-cruise hız ve radar kesit alanı bilgileri, sensör ve aviyonik kabiliyetleri, görev senaryoları tanıtılmıştı. Sunumda açıklanan ayrıntılı program takvimine göre, Faz-2 kapsamında üretilecek 10 adet TF-X savaş uçağının, 2030-2033 yılları arasında Türk Hava Kuvvetleri’ne teslim edilmesi hedeflenmişti. Şimdi bu tarih 2028’e çekilmiş bulunuyor.

 

30 Haziran 2021 günü Konya 3. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda düzenlenen Basın ve Seçkin Gözlemci Günü’nde Hava Kuvvetleri Komutanlığı adına Albay Cihangir Yay tarafından Türk ve yabancı askerler önünde Milli Muharip Uçak TF-X projesi slaytlar eşliğinde tanıtılıyordu.

 

2021 yılı silkinişle, Milli Muharip Uçak TF-X Projesi’nin hız kazandığı yıl oluyordu. 4 Kasım 2021 tarihinde uçağın önemli olduğu söylenen ilk parçasının üretildiği açıklanıyordu. Parçaların üretimi bir yıl boyunca sürüyor ve uçak 23 Kasım 2022 tarihinde son montaj hattına konuluyordu. Uçağın prototipinin gerçek görüntüleri de yine bu tarihte basınla paylaşılarak kamuoyuna gösteriliyordu. Aralık 2022’de uçak kendi tekerlekleri üzerine alınmış, kanopisi (pilotun oturduğu kokpiti saran saydam yapı) ve motorları takılmıştı. 16 Mart 2023 tarihinde üretimi tamamlanmış olarak hangardan çıkarıldı. Motoru çalıştırılan uçağın taksi hareketiyle pistte ilerlemesi, başarılı ilk testi oluyordu. 21 Şubat 2024’de de ilk uçuş testini başarıyla tamamladı. Oysa 2021 yılında açıklanan program takviminde ilk uçuş için 2026 tarihi verilmişti.

 

21 Şubat 2024 günü KAĞAN Gök Vatan ile buluştu.

 

2011-2019 yılları arasında emekleme adımlarıyla yavaş ilerleyen proje, 2019 sonrası tek tutarlı yol ve ulusal çıkış olarak görüldüğünden hızlandırılmış, 2025’de üretimi tamamlanacak denilen uçak 2023 yılında üretilmiş, 27 Aralık 2023’de uçuşa hazır hale getirilmiş, ancak bazı testler nedeniyle ertelenerek ilk uçuş sekiz hafta sonra başarılı şekilde gerçekleştirilmişti. Türkiye dünyada beşinci nesil savaş uçağı yapan beşinci ülke olarak tarihe geçiyordu. Uzmanlar Türkiye’nin Milli Muharip Uçağı Kağan’ın F-35’den daha üstün olduğunu söylerken, Amerikalılar gizledikleri F-22 uçağına benzer uçağın nasıl yapıldığına şaşırıyorlardı. Türkiye’nin savunma sanayisini engellemek isteyen ABD, İngiltere, Fransa ve piyonları İsrail tarafından kolay hazmedilemeyecek başarı kazanılmıştı. Şimdi hedef 10 yıl sonrası değil, 2028’de seri üretime geçmek.

 

İlk uçuşta KAĞAN’ı test pilotu olarak kullanan Barbaros Demirbaş, “Mükemmel bir uçuş oldu” diyordu. Türk Hava Kuvvetleri’nden emekli olduktan sonra 2015 yılında International Test Pilots School’dan mezun olan Demirbaş, uluslararası alanda tanınan bir test pilotu.

 

Çeşitli uçak projeleri üzerinde çalışan TUSAŞ, pilot eğitimi ve temel eğitim için tasarladığı Hürkuş uçağının son teknolojiler ve uçuş sistemleriyle jet motorlusu olan Hürjet adını verdiği uçağı da yapmıştı. Tek motorlu, modern aviyonik sistemli ve üstün performans özellikli biçimde projelenen Hürjet, beşinci nesil uçaklar ve güncellenmiş konfigürasyonlara yönelik pilot eğitimi için olduğu kadar, hafif taarruz uçağı olarak da kullanılabilecek nitelilkte. İleri seviye jet eğitimi ve yakın hava desteği uçağı olarak tanımlanmakta. Mayıs 2022’de ilk prototip Hürjet uçağının üretimi tamamlanarak, 25 Nisan 2023’de ilk uçuşu gerçekleştirildi. 2025 yılında hizmete alınacak Hürjet uçaklarının, gelecekte TCG Anadolu Anfibi gemisine ve yapımına karar verilen Türk uçak gemisine inip kalkabilecek deniz varyantının üretilmesi hedeflenmiş bulunuyor.

 

HÜRJET, TUSAŞ’ın geliştirdiği ileri seviye jet eğitimi ve yakın hava desteği uçağı. KAĞAN’dan önce 25 Nisan 2023 tarihinde ilk uçuşu gerçekleşen jet uçağımız oldu.

 

ABD, Türkiye’yi Tehdit-Ödün-Paradoks Üçgeninde Boğmak İstiyor!...

 

Tehdit”, “Ödün”, “Paradoks”; Türkiye-ABD müttefikliğini, ilişkilerini, NATO, AB ve Batı bağlamında işbirliğini tanımlamak için gerekli ve yeterli sözcükler. Mustafa Kemal Atatürk çizgisinde yürüyememenin ve “Tam Bağımsız Türkiye” olamamanın nedenlerini de bu kelimeler açıklıyor. Atatürk ve İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin dış politikasının şekillenmesinde etkili faktörleri de sıralıyor. Kurtuluş Savaşı’nda “Amerikan Mandası” reddedilmiş olsa da ABD’ye yanaşmayla oluşan sarmal, olmayan mandanın tehdit, ödün ve paradoks dokusu oldu. Türkiye’nin sarmaldan kurtulması yüzyılın başarısı için de gerekli, ama iktidarın böyle bir niyeti yok. Kanıtı, “Tehdit-Ödün” sonucu F-16 savaş uçağı için İsveç’in NATO üyeliğine “Evet” demiş olması. Türk halkı “Hayır” dediğinden, iktidar tabanına bile ters düştü.

 

Tehdit yani gözdağı, Türkiye’ye yönelik tehditlerin tümünün kökeninde ABD yer alıyor. PKK ve PYD/YPG (Suriye Demokratik Güçleri “SDG”), ABD tarafından beslenen, desteklenen, silahlandırılan, askerî eğitim verilen, Türkiye’ye karşı vekalet savaşçısı olarak kullanılan terör güçleri. İsveç kararının TBMM Komisyonu’ndan geçişi ve Genel Kurul’da oylanması öncesinde Irak’ın kuzeyinde yaşanan, ABD’nin desteği olmadan gerçekleştirilemeyecek terör saldırıları ve onca vatan evladının şehit edilmesi, “İsveç’e hayır derseniz başınıza çorap örerim” mesajı değil miydi?... Ödün yani taviz ya da karşı taraf yararına vazgeçme konusunda, Türkiye’nin “kazan kazan” yutturmacasıyla aldatılarak, kazanmadan ABD’ye, NATO’ya, AB’ye ve topyekûn Batı’ya karşı uyguladığı çeşitli politika örnekleri sıralanabilir, tıpkı İsveç’e “Evet” denilmesi gibi.

 

Paradoks yani çelişki, ikircilikli davranış ya da aykırı düşünce ise, gerçekte Türkiye’ye düşman olan ABD’nin hâlâ müttefik diye kabullenilmesi, Türkiye’den yararlanan NATO’nun güvenlik dayanağı varsayılması, Türkiye’yi dışlayan Batı’ya dost diye bakılması, Türkiye’yi üye yapmayacağını kör gözlerin bile gördüğü AB ile Gümrük Birliği Antlaşması’nın sürdürülmesi hep paradoks. Tüm bu çelişkilerin tabanında ABD ve NATO bağımlılığının yattığı bir gerçek. Burada bağımlılığın, ilişki bağından farklı saplantı olduğunu vurgulamak gerekir. Çünkü bağımlılık, tutkuya dönüşmüş alışkanlık ve normal olmayan ilişkiyi ifade etmektedir. Ancak bu bağımlılık, Türkiye’yi yöneten iktidarda geçmişteki iktidarların mirası sonucu sürüyor. Oysa, Türk ulusunun yüzde 90’dan fazlası ABD’den ve NATO’dan yana değil, bu bağımlılığın karşısında.

 

ABD-NATO ilişkisinde tehdit, ödün, paradoks bitmez. Türkiye’nin uçak filosu için gerek duyduğu F-16 savaş uçağı alımının öyküsü de tehdit ve ödün içeren, olası paradokslarla örülmüş bir süreçti. NATO kozu, ABD ve NATO’yu istemimize uygun yönlendirebilmek için bir fırsattı. ABD’nin müttefik saydığı vekalet savaşçısı PKK’nın uzantısı PYD/YPG bu kozla NATO’nun terör listesine eklenebilir, eğer diplomatlar “mösyö” diye tanımlanmaz, diplomasinin bir bilim ve uygulanmasının siyasetçi becerisi olduğu algılanabilseydi, ABD’nin F-16 kozunu kullanması engellenebilirdi. Türkiye’nin geri adım atmasıyla umutlanan ABD, Türkiye’de gizli kaos ve Karadeniz’e serbestçe girebilmek için Montrö Antlaşması’nın tartışmaya açılması kumpası peşinde. Ayrıca Kağan’ı projesini baltalamak için Türkiye’ye yeniden F-35 havucu da uzatıyor.

 

TBMM’de İsveç’in NATO Üyeliğine Kerhen “Evet” Oyu Verildi!...

 

TBMM 23 Ocak 2024’de, 1 Mart 2003 Tezkeresi’ne “Hayır” diyerek yazdığı tarihi tekrar yazamadı. ABD’nin isteğine koşut İsveç’in NATO üyeliğine, iktidarın dayatması sonucu kerhen “Evet” dedi. 1 Mart 2003’de Erdoğan ve Gül ikilisinin yönetimindeki AK Parti Hükümeti Irak’ın işgali için ABD askerlerinin Türkiye’ye konuşlanmasına kapı açacak 1 Mart Tezkeresi’ne “Evet” denilmesini istemişlerdi. Ancak, o günkü iktidar partisi milletvekilleri liderlerinin bu isteğini ulusal çıkarla bağdaştıramadığından tersini yapmıştı. Meclis, ana muhalefet lideri Baykal’ın tarihi konuşması sonucu, Türkiye’nin ulusal çıkarı için “Hayır” diyerek, şanlı tarihine uygun karar almıştı. Sonrasında Erdoğan ve Gül ikilisi kararı telafi ederek, ABD’yi kazanmak için gayret gösterseler de ABD’ye gereken ders verilmiş, Türkiye-ABD arasındaki en büyük kırılma oluşmuştu.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO liderler zirvesi için 10 Temmuz 2023’de Vilnius’a gidinceye kadar, “İsveç’e Hayır” diyordu. Yoğun NATO ve ABD baskısı, Erdoğan’ı “Evet” demeye zorladı. Cumhur İttifakı’nın diğer lideri Devlet Bahçeli, TBMM görüşmesi öncesine dek “Hayır” kararında ısrar ediyordu. Sanki, 2003’deki Deniz Baykal rolüne soyunmuş gibiydi, ama bunu sürdüremedi, U dönüşü yaparak oylama öncesi “Evet” kararını açıkladı. İktidardaki AK Parti ve destekçisi MHP “Evet” deyince, İsveç’in NATO üyeliğinin önü açılmış oluyordu. Bu arada Cumhur İttifakı’na her konuda karşı çıkan, Türkiye’nin ulusal çıkarı için Irak ve Suriye’de askerî hareketlerinin tezkerelerine bile “Hayır” diyen ana muhalefet CHP’nin yönetimi de ABD’ye şirin görünme tutkusuyla, “Evet” diyeceklerini açıklamıştı. Sürpriz, Türkiye’nin üç büyük partisi “Evet” diyordu.

 

Türk dostu olmayan ABD Başkanı ve NATO patronu Biden, Tehdit-Ödün-Paradoks üçgeninde yazılmış senaryo uyarınca, Temmuz 2023 Vilnius NATO Liderler Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a İsveç’in NATO üyeliğine “Evet” denilmesi koşuluyla, F-16 satışına onay vereceğini söylemiş, “Kazan-Kazan” politikası diye de kabul ettirmişti. Bu pazarlıkla Biden etki alanını genişletirken, ne yazık ki Türkiye NATO’da kullanabileceği bir kozunu kaybetmişti.

 

TBMM 600 sandalyeli olmasına karşın, 23 Ocak’ta İsveç oylaması oturumuna 316 milletvekili katıldı. “Evet” diyecek Cumhur İttifakı’nın 264 AK Parti’li ve 49 MHP’li olmak üzere toplam 313 milletvekili ile CHP’nin 129 milletvekili toplanınca, “Evet” potansiyeli 442 düzeyine ulaşmıştı. Kaldı ki 10 oyla bir küçük parti de “Evet” kuyruğuna takılmıştı, ama oylama sonucu “Evet” oylarının sayısı 452’ye ulaşamadı, 287 “Evet” oyuyla İsveç’in NATO’ya katılımına ilişkin protokol uygun bulunarak, 7492 sayılı kanunla onaylandı. Meclis’ten 55 “Hayır” oyu çıkmış, 4 milletvekili çekimser kalmıştı. “Hayır” oyu veren bir CHP milletvekilinin, CHP’den 110 milletvekilinin oylamaya katılmadığını, yalnızca 17 milletvekilinin “Evet” oyu verdiğini açıklamasıyla, kararın sorumluluğu Cumhur İttifakı’ndan gelen 260 “Evet” oyu verenlerin omuzlarına yüklenmiş oluyordu.

 

Türk ulusu ABD’den yana olmadığından, milletvekilleri de çoğunlukla karşıydı. Oylamaya katılım ve oy oranları, parti başkanları ve gurup başkan vekilleri direktifleriyle, kerhen “Evet” denildiğini açıkça gösteriyor. ABD Başkanı Biden ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in aşırı diplomatik baskısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Evet” demesi ve Meclis’ten “Evet” kararı çıkartma sözü vermiş olması, ana nedendi. Kerhen de olsa bu “Evet” ile Türkiye tehditçi ABD’ye ve NATO’ya karşı önemli bir kozu elinden kaçırmış oldu. Tıpkı NATO’dan 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ayrılan Yunanistan’ın tekrar dönüşüne, 1976-1980 yıllarında Ecevit ve Demirel’in “Hayır” demelerine karşın, “Yunanistan Türkiye’ye AB’de engel çıkarmayacak” aldatmacasına kanan Evren’in 1980’de darbeden bir ay sonra “Evet” demesi gibi, önemli bir kayıp.

 

Türkiye İçin F-16 ve F-35 Bilançosu Bu Süreçte Neler Getirebilir?

 

Evet” oyu sonrası ABD Dışişleri Bakanlığı F-16 satışını onayladı, Senatosu’ndan aksamadan geçti, Türkiye’nin siparişine karşılık “Taslak Teklif ve Kabul Mektupları” da şubat ayı sonunda Millî Savunma Bakanlığı’na iletildi. İlgili birimlerin inceleme ve değerlendirmeleri sonrası koşulları ve maliyetiyle uzlaşılırsa anlaşma imzalanacak. Türkiye, 40 adet yeni F-16V Blok 70 savaş uçağı, mevcut F-16’ların yenilenmesi için kullanılacak 79 adet modernizasyon kiti, 48 adet F110 motoru, mühimmat, yazılım ve donanım paketini alarak, 23 milyar dolar düzeylerinde ödeme yapacak. Yunanlıların “Uçaklar Adalar Denizi üzerinde uçamayacak” iddiası, Millî Savunma Bakanlığı’nca asılsız diye açıklandı. Ancak Kongre’nin raporuna göre, teslimat sürecinde Türkiye’nin ABD çıkarlarına karşı fiiller işlemesi durumunda, satışın durdurulma olasılığı var.

 

Kıbrıs’taki soydaşlarımızı EOKA katliamından kurtarmak için ordumuz Kıbrıs’a çıkarma yapacakken, Başkan Johnson tarafından Başbakan İnönü’ye gönderilen 5 Haziran 1964 tarihli mektupta, “ABD’nin Türkiye’ye sağladığı askerî malzemelerin (araçların ve silahların) kullanılmasına izin verilmeyeceği” uyarısı unutulmadığından, Türkiye’nin teklif ve kabul mektuplarında böyle bir koşulla karşılaşması durumunda anlaşma olamaz. Erdoğan iktidarı ekonomik sıkıntıları aşabilmek için şu anda özellikle ABD’ye karşı açık kapı politikası uygulamakta olsa bile, böyle bir ödünü kabul edemez. Bu arada ödenecek tutar konusunda, programdan dışlanmadan önce Türkiye için üretilmiş altı adet F-35 uçağının 1,4 milyar dolar tahsil edilmesine karşın teslim edilmemesi, üstelik ABD’nin hangarda bakım tazminatı istemesi gibi anlaşmazlık da var.

 

Türkiye’nin Milli Muharip Uçak TF-X projesini engelleme amacında olan ABD, altı F-35 uçağını değil, programdan çıkarılmadan önce sipariş ettiği 30 adet F-35 uçağını bile verebilir. Ancak, Türkiye’nin kendi savaş uçağı programından vazgeçmesini, Rusya’ya ABD yaptırımları uygulamasını, elindeki S-400’leri Ukrayna’ya hibe etmesini ister. Bu da yetmez, savunma sanayisini unutmasını, Montrö’yü çiğneyip boğazları Karadeniz’e geçiş için ABD ve NATO savaş gemilerine açmasını, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde Büyük İsrail’e evrilecek Kürdistan’ın kurulmasına karşı çıkmamasını, Çin’den ve Uzak Doğu’dan gelen ticaret yollarının Türkiye’den geçmemesini, Türk Dünyası’nı ve Tük Yüzyılı hedeflerini unutmasını, kendi emrinde yalnızca NATO jandarmalığı yapmasını da ister. Böyle bir Türkiye egemen yaşayabilir mi, kabul edilebilir mi? Elbette “Hayır”.

 

Türkiye’nin F-35 konusunda tek talebi, verilmeyen altı uçağı almak yerine, ödediği 1,4 milyar doları geri alabilmek ya da F-16 paketi içinde bu bedelin mahsup edilmesini sağlamaktır. ABD’nin Türkiye’ye farkında olmayarak yaptığı iyilik, F-35 programından çıkarması olmuştur ve böylece Türkiye millî ve yerli ulusal yola sapmıştır. ABD, diğer ülkelere verdiği F-35’lere her gün yenilenmesi gereken, aksi taktirde uçmasını engelleyecek kod kilidi koymakta, uyguladığı yazılımla kendi kontrolü altında tutmaktadır. Yazılım sorunu, F-16V Blok 70 savaş uçakları için de söz konusu. ABD’nin yazılımı yüzünden, Türkiye mühimmat üretebilen ülke iken, sipariş ettiği F-16’lar için ABD’den mühimmat almak zorunda kalıyor. Yazılımın getirdiği gizli bir sorun ise, ABD’nin uçakları yönlendirebilecek dijital tuzaklar oluşturma tehlikesi olasılığıdır.

 

Avrupa’nın kayırılan şımarık çocuğu Yunanistan’ı koruyan ve kollayan ABD, Türkiye’ye F-16 satışına onay verirken, Yunanistan’a F-35 satışına onay verdi. F-35’lerin Yunanistan’a teslim tarihi stratejik önem taşıyor. Yunanistan’ın 18-24 adet F-35 talebi olmuştu. Yunan Başbakan Miçotakis, bu uçakları 2028 yılında teslim almayı hedeflediklerini açıklamıştı. Beşinci nesil F-35’lerle Yunanistan havada Türkiye’ye karşı üstünlük kazanma arayışında. Aynı nedenle, Fransa’dan da 4,5’uncu nesil Dassault Rafale uçaklarından bir o kadar tedarike girişti. Buna karşı Türkiye de İngiliz-Alman-İspanyol ve İtalyan ortak yapımı Eurofighter uçağı almak istiyor, ama Almanya Türkiye’ye satışa karşı çıktı. Stratejik üstünlük için Yunanistan’ın F-35’leri alacağı tarihte, Kağan uçağımızın öncüleri Türk Hava Kuvvetleri envanterine girebilmeli.

 

Dünyanın beşinci nesil beşinci uçağı olan KAĞAN’ı geliştirme çalışmaları sürüyor ve şu anda TAI tesislerinde ikincisi üretiliyor. Türk Kartalı KAĞAN’ın öncüleri 2028 yılında Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterine alınmalı, Gök Vatan savunmasına katılmalı. ABD’nin Türkiye’ye uzattığı F-35 havucuna bakılmamalı, tuzağa düşülmemeli, rehavete kapılmamalı.

 

Türkiye’ye F-16V Blok 70’lerin ve modernizasyon kitlerinin ne zaman teslim edileceği, takvimlendirmenin nasıl olacağı anlaşmada yer alacak. Bu ay ABD’nin yolladığı taslak teklif ve kabul mektupları, Millî Savunma Bakanlığı’nca incelenmekte. Nisan ayında gelecek ABD’li yetkililere Türkiye’nin görüşü aktarılacak, teklif ve kabul mektuplarında uzlaşılacak düzeltmeler yapılacak. Antlaşmanın haziran ya da temmuz aylarında imzalanması bekleniyor. ABD’nin uçak teslimatının ise 2028/2029 yıllarında yapabileceği kestirilmekte. ABD’nin şu anda ayda 4 adet F-16V Blok 70 üreten bir fabrikası ve 140’tan fazla siparişinin olduğu söyleniyor. Türkiye karşı teklif olarak, üretimine yabancı olmadığı F-16’ları ve motorları Türkiye’de üretmek istiyor. Mevcut F-16 modernizasyonun da 2025 yılında Türkiye’de başlatılıp sürdürülmesi tasarlanıyor.

 

F-16V Blok 70 uçaklarının ve F110 motorlarının TUSAŞ tesislerinde üretilmesi teknoloji değil, zaman kazandıracak ve maliyeti aşağı çekecektir. ABD’nin buna sıcak bakıp bakmayacağı anlaşma aşamasında görülecektir. Şu anda Türkiye ile ABD arasında ılıman bir hava olsa da bu göstermelik. ABD basınında, “Ankara Batı’nın dostu değil, hamleleri çileden çıkartıyor” yorumları yapılmakta. “Washington Examiner” isimli haftalık dergi son sayısında, “Washington’un Ankara’yı müttefik görüp vazgeçemediği” eleştirisini yaparken, “Türkiye’nin Batılı ülkeler için tehdit olduğunu” öne sürüp, “Yakın gelecekte Ankara’nın siyasi ve sahadaki savaşlarda Batı’nın karşısına çıkacağını” öne sürüyor. İki ülke arasında güven kaybı var. Yunanistan’ı güçlendirme çabasındaki ABD’nin Türkiye’ye uçakları vermekte aceleci davranmayacağı da değerlendirilmelidir.

 

ABD’nin Türkiye’ye yarar sağlamak için değil de kendi çıkarına oluşumuna izin verdiği ilişkilerin ılımlaştırılması atmosferinde, Almanya Türkiye’yi “Avrupa Gökyüzü Kalkanı Girişimi (ESSI)” projesine davet etti. Yunanistan ile birlikte projeye katılacak Türkiye’nin olumlu katkı yapacağı, deneyim kazanacağı kuşkusuz, ama proje sonuç olarak hiç de Türk dostu olmayan Almanya ve NATO müttefiklerinin yararına olacaktır. Nitekim Almanya, “NATO müttefikleriyle bağları güçlendirecek hamle” diye projeyi Türkiye’ye sunmuştur. NATO müttefiklerinin çoğunun Türkiye’yi dışlama hevesleri unutulmamalı. Almanya Türkiye’ye önem veriyorsa, Türkiye’nin Eurofighter savaş uçakları alım talebine olumlu yanıt vermeli. Almanya’nın ESSI girişimi Türkiye’nin eline koz vermiş oluyor ve Türkiye, ESSI projesine katılmak için Eurofighter satış onayını öne sürmeli.

 

Yukarıda olasılıkları sıralayarak Türkiye’ye kazanç sağlayıcı bir bilançonun ortaya çıkıp çıkamayacağını tartışmaya çalışırken, ilişkilerdeki göstermelik ılıman havanın süreceğini varsaydık, ama ılımanlık yapay ve aldatıcı. Nisan 2021’den beri ABD’nin Türkiye’ye yönelik CAATSA yaptırımları hâlâ yürürlükte. ABD’nin “Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası” CAATSA yaptırımları, Türkiye-Rusya ilişkileri nedeniyle konmuştu. Türkiye bugün de Rusya’dan doğalgaz ve petrol başta olmak üzere ithalât yapıyor ve Rusya’ya mal satıyor. Rusya ile dostluk bağı sürüyor. Rusya’nın gaz pazarlamasında Türkiye’yi hub ülke konumuna getirme projesi beklese bile gündemde. Türkiye’nin ABD’ye açık kapı, NATO’ya evet, AB’ye yanaşma politikaları aslında gerçeklerle ve çelişkilerle dolu, ülke çıkarına uymayan politikalardır.

 

Türkiye, MMU TF-X Projesinden Başka SMR Projesini de Hızla Başarmalıdır

 

Elbet, MMU TF-X projesinin KAĞAN projesi olduğunu tüm okurlarımız biliyor, ama SMR projesi kamuoyunda tartışılıp konuşulmadığı için bilinmeyen olarak durmakta. İngilizce baş harfleriyle “Küçük Modüler Reaktörler – Small Modular Reactors (SMR)” anlamına gelen bu proje Uçak Gemisi ve Reis Tipi Denizaltılar için kullanılacak nükleer motor olarak tanıtılabilir. 8760 saatlik bir yılın her saatini etkin kullanarak, KAĞAN uçağımızı seri üretim bandına ulaştıracak çalışmalar yapılmalı ve 2028 yılında Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterine küçük bir filo sayılsa bile 12 adet KAĞAN uçağı eklenebilmelidir. KAĞAN sonrası en büyük proje olan uçak gemisinin tasarımına başlanmıştır. Nasıl ki bugün KAĞAN için üretimine çalışılan Turbofan motor sorunu varsa, Uçak Gemisi için de motor olarak gerekli kuvvet makinası SMR sorunu var.

 

Türkiye’nin savaş uçakları için turbofan motoru ihtiyacına çözüm üreten TEI, art yakıcıyla 10000 libre-force (44482 Newton) tepki gücünde ilk özgün tasarım millî turbofan motoru TEI-TF10000 motorunu geliştiriyor. Proje, Millî Muharip Uçak KAĞAN’ın motoruna giden yolda önemli adım olmakta. Motorun aksesuar ve alt sistemleri de yerli firmalarca yapılacak.

 

Televizyon ekranlarında her hafta birkaç kez boy gösteren, her konunun uzmanı ekran profesyoneli saygın emekli askerlerimiz evlerimizin konukları, Türkiye’nin Uçak Gemisi projesini tanıtırken, “böyle büyük bir gemi için dizel ve elektrik akülü hibrid sistem motor kullanılabilir” diyorlardı. Nükleer tahrik sisteminin varlığından da söz ettiler, ama Türkiye için öneremediler. Oysa, Küçük Modüler Reaktörleri (SMR) dizayn edip yapabilecek, Türk bilim insanları ve uzmanlarımız bulunuyor. Elbet dışarıdan alma olasılığı var, ama Türkiye’ye karşı ambargo kapsamına sokabilirler. İlginç bir haber, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizma Toplantısı’nda, Türkiye’ye küçük modüler reaktör tedariğinin belirtilmiş olması. Konuyu bilmeden, bunu Rusya ile yapılan nükleer santral görüşmelerine karşı bir alternatif olarak değerlendiren yazarlarımız da oldu.

 

Uçak gemisi için üretilmiş bir SMR (Küçük Modüler Reaktör) ünitesi.

 

ABD Türkiye’ye küçük modüler rektör tedariğinde yardımcı olur mu, karşılığında hangi ödünü ister, ne gibi paradokslar sergiler? Bunlar pek de önemli değil. Önemli olan devletin bu ihtiyacı görerek harekete geçmiş olmasıdır ve elbette ithal ya da teknoloji ortaklığıyla yerli olarak temin edilebilecektir. BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesi dışında SMR teknolojisi Arjantin, Güney Kore, Japonya, Kanada ülkelerinde de var. Yukarıda vurguladığımız gibi, Türkiye’nin de üstesinden gelemeyeceği bir teknoloji değil. SMR uygulamasıyla Uçak Gemimiz ve Reis tipi denizaltılarımız menzil ve zaman sınırlamasından, yakıt ve batarya şarjından kurtarılarak, çok uzun süre denizde görev yapabilme yeteneğine kavuşacaklardır. SMR teknolojisi, nükleer silahla ilgisi olmayan enerji üretimine yönelik bir teknolojidir, enerji sorununa da çözüm sağlayıcıdır.

Kategoriler

DUYURULAR