8 Mayıs 2003
Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Dr. Hilmi Güler’in, göreve başladığı ilk günden beri söylediği bir söz var:
- Biz bu bakanlıkta geçmişte hep ihmal edilmiş olan “ve Tabiî Kaynaklar”a ağırlık vereceğiz.
Sayın Bakan’ın bu görüşüne katılmamak ve bu önceliği onaylamamak mümkün değil. Tabiî kaynakların başında gelen “petrol”, aynı zamanda en önemli enerji kaynağı. Bakanlığın, “Enerji ve Tabiî Kaynaklar” adındaki “ve” bağlacı, adeta petrolü simgeliyor. İhmal edilmiş kaynaklarımızın başında da petrol geliyor. Ancak, bu bilinçli bir ihmal. Kökleri, yabancı petrol şirketleri ve yabancı sermaye düşmanlığına inen, millî petrol savaşımının ve devletçilik anlayışının sonucu.
Çok anlattık, çok yazdık, ama bir kere daha değinmek zorundayız. 1954 yılında Türkiye, 6326 sayılı kanunla, petrol alanlarını yabancı şirketlerin aramalarına açınca, yerli petrol üretimi gelişti. 1955’de 178 bin ton olan üretim, 1969’da 3 milyon 623 bin tona yükseldi. 12 Mart 1971 Muhtırası sonucu 12 Mart hükümetleri eliyle, anayasal özgürlüklerin üzerine şal örtülürken, sözde Petrol Reformu ile de henüz bulunmayan petrol için devletleştirmeye yönelik bir adım atıldı. Liberal yasanın teşvikleri budanarak ve petrol sahaları, millî şirket diye devlet kuruluşu TPAO tekeline terk edilerek, yabancı şirketler kaçırıldı. Sonuç, giderek azalan üretim. 1984’de 2 milyon 86 bin tona düşüş. Bu düşüş sürerken, ruhsatları artan TPAO’nun üretimi ise bir milyon ton düzeyinde kaldı.
1979’da İstanbul Ticaret Odası’nda Özal, “Petrol üzerindeki mesele tersine çevrilmelidir ve bunun hesabı da sorulmalıdır” diyordu. Özal’ın Başbakanlığında 1983’de, 10 yıl önce budanan kanunda yeterli sayılmayan bazı iyileştirmeler yapıldı, petrol üretimi 1991’de 4 milyon 451 bin tona çıktı. Ancak, TPAO da 1987 sonrası sıçrama göstermiş, 1990’da 2 milyon 650 bin tonu, 1991’de 3 milyon 300 bin tonu yakalamıştı. Peki, ya sonrasında ne oldu? Kanunun açık hükümleri uygulanmaz duruma getirildi. Son beş yıldır yabancı şirketler hakları olan sermaye transferlerini bile yapamaz oldular. Geçen yıl TPAO’nun üretimi 1 milyon 700 bin ton, Türkiye üretimi 2 milyon 600 bin ton düzeylerine indi. Nisan ayında, sektördeki şirketlerin katılımı ile yapılan aylık izleme toplantısında (scout meeting), TPAO temsilcisi, “TPAO’nun elinde bütçesinin elverdiğinin ötesinde ruhsat var” diyordu. Peki, Türkiye’yi kim arayacak?
Aslında çözüm belli, 1954’de konmuş. Türkiye’nin topyekûn sismik etüdü ve en ileri teknoloji ile petrol aramaların geliştirilmesi, riski büyük olan bu sektörde yabancı sermaye ve uluslararası petrol şirketlerinin varlığını gerektiriyor. Ancak, yürürlükteki 6326 sayılı Petrol Kanunu, çağın gereklerine uygun liberal teşviklerle desteklenerek geliştirilmeli ve yenilenmeli. Bu ihtiyaç daha önce de duyulduğundan, Ecevit Hükümeti’nden kalan hazırlık çalışmaları var. Ancak, yeterli olduğu söylenemez. O çalışmalarda, olumlu yenilikler içeren maddeler varsa da, olumsuzluğu devam ettiren maddeler, eksik ya da açıklanmaya muhtaç olanlar, gereksiz kaldırılmak istenen hükümler göze çarpıyor.
Konu, Bakan Dr. Güler ve hükümetin gündeminde. Dün, Petrol İşleri Genel Müdürü iken, bugün Bakanlık Müsteşarı olan Doç. Dr. Sami Demirbilek, 6326 sayılı yasanın yenilenmesine ve teşviklerle geliştirilmesine inanıyor. Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinde konuyu tartışmaya açarak, örnek bir şeffaf tutum da sergiledi. Yeni Genel Müdür Vekili Ali Özkan da, tasarı üzerinde çalışmalar yapıyor. Bunlar umut verici gelişmeler. 6326 sayılı yasanın amacı, 1954’deki temel alınarak, 1973’deki terk edilerek, yeniden yazılmalı. Böylece, 12 Mart’ta Erim’in tasarlayıp dokuduğu, Melen’in örttüğü şalı kaldırmalıyız.
6326 sayılı Petrol Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı’nın ve dolayısıyla, 6326 sayılı kanunun amacı; “Türkiye Cumhuriyeti petrol kaynaklarının ulusal çıkarlara uygun olarak, özel teşebbüs eli ve yatırımlarıyla hızla, sürekli ve verimli bir şekilde aranması, geliştirilmesi ve serbest piyasa ekonomisi ilkeleri gözetilerek değerlendirilmesi, buna uygun biçimde Türkiye’de yabancı kaynaklı petrol ile yapılan petrol işleme ve değerlendirme çalışmalarının geliştirilmesi” olmalıdır. Zaten kanunun, birinci maddesi, Anayasamızın 130’uncu maddesi ile uyumlu olarak, “Türkiye’deki petrol kaynakları Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır” dediğine göre, bir imtiyaz kanunu olarak, artık yerli-yabancı ayrımı bile kalmayan globalleşen özel sermayeye, arama ve üretimde öncelik tanınmasına neden olacak teşvikler getirilmelidir.
Yoksa, en çok petrol arama yatırımı yapılmak istenen ülkeler sıralamasında, 2003 yılında 39’uncu sıraya gerileyen Türkiye, daha da gerilere gidecek.