10-11 Eylül 2022
1. AYDINLIK
2. ÖZGÜRLÜK MEYDANI
https://www.aydinlik.com.tr/haber/nato-batagindan-sanghaya-338192
ABD, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı diye F-35 uçak projesinden çıkardığı Türkiye’nin peşin ödediği parasına karşılık uçaklarını vermezken, bir nesil eski F-16 uçaklarını teselli ödülü diye vermek için ‘Yunanistan üzerinde uçamazsın’ gibi kabul edilemez tuzak koşul koyuyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Madrid’deki NATO Zirvesinde ABD Başkanı Biden ile...
Bu yıl Mayıs’ta İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurusuna Türkiye’nin karşı çıkışı, ABD’nin Türkiye’ye F-16 satışını koz olarak kullanmasıyla 40 günde duraksadı. Madrid NATO Zirvesi de hegemonyasını güçlendiren ABD’nin, Rusya ve Çin’e meydan okumasıyla sonuçlandı. ABD, Türkiye’ye teselli mükâfatı olarak, tacizci Yunanistan üzerinde uçmamak koşuluyla F-16 satışına onay vereceğini, Yunanistan’a ise yeni üsler kuracağını açıkladı. Bu arada, Suriye’de 30 kilometrelik güvenli bölge oluşturma harekâtı dört aydır bekletilirken, sonunda olması gereken biçimde Esad yönetimi ile uzlaşmaya yönelindi. ABD ve AB’nin dayatmasıyla iki yıldır Doğu Akdeniz’de durdurulan hidrokarbon arama çalışmaları ise, ağustos ayında dördüncü sondaj gemimizle Mavi Vatan’ın Batı ufkunda değil, Antalya Körfezi dış sınırında başlatılabildi. Türkiye’nin ABD’ye, AB’ye, NATO’ya karşı eylemsizliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül’de Şanghay Beşlisi toplantısına katılmasıyla sonlanmaya yönelir mi acaba?
Türkiye’de yönetimin iç kamuoyuna başka, yabancı ülke temsilcilerine başka konuştuğu ne yazık ki bir kez daha görüldü. Cumhurbaşkanı Erdoğan, PKK-PYD/YPG yandaşı İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı sertçe ve dik duruşla karşı çıkmıştı. Ancak bu karşı çıkışta, asıl PKK-PYD/YPG koruyucu ve kollayıcısı ABD’nin hedefe alınmaması, eksiklikten öte bilek güreşinin sonunu olumsuz getirecek büyük bir yanlışlıktı.
Mayıs ayının ortasında Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olma istekleri açıklanınca Erdoğan’ın karşı çıkışıyla başlayan bilek güreşi, 28 Haziran Madrid Zirvesi arifesinde Türkiye-İsveç-Finlandiya’nın imzaladıkları mutabakat ile sonuca ulaşılmamış olmasına karşın, son buluyordu. Hedef olması gereken boyutta seçilmediğinden, Erdoğan fırsatı değerlendirememiş, Biden ise ABD’nin hegemonyası adına kazançlı çıkmıştı.
Türkiye yönetimi ise mutabakatı diplomatik başarı sayıyor, NATO’da ilk kez PKK’nın yanı sıra PYD/YPG ve FETÖ’nün terör örgütleri olarak kaydedilmesini başarı hanesine ekleyerek yeterli görüyordu. Duayen devlet adamı Demirel sohbetlerimizde politik hedeften söz ederken, “Hoca, okunu yüksek atacaksın” diye ders gibi öğüt verirdi. Demirel’in önerisine göre hedef yüksek, yani geniş kapsamlı ve büyük tutulmalıydı. PKK/PYD-YPG destekçiliği nedeniyle yalnızca Finlandiya ve İsveç’in üyelik başvurularının hedef alınması yetersizdi. Söz konusu örgütlerin en büyük destekçisi NATO’nun patronu ABD ile NATO üyesi diğer destekçiler de kapsama alınmalıydı. NATO’nun görüşme tutanaklarından öte, Yeni Stratejik Konseptine terör örgütleri diye PKK-PYD/YPG ile FETÖ adlarıyla eklenmeliydi.
Demirel, “Siyaset adamı ve devlet adamı farklı olmak zorundadır” derdi. Dış politikada müzakerelere siyaset adamı olarak girerseniz, Demirel’in deyişiyle “Tekeden süt sağan diplomatlar” sizi istedikleri noktaya çekebilirler. Demirel’in “Siyasette dün dündür, bugün bugündür” sözü ise siyaset bilimine kazınmıştır. Beklenmeyen “Mutabakat” şaşkınlığı karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan bu klişeye sarılıyor, “Siyasette dün dündür, bugün bugündür, 24 saatte çok şey değişebilir” diyordu. Erdoğan, “Siyaset, kavga ve gürültü işi değildir. Siyaset barışa endeksliyse, dost kazanma gayreti içinde olacaksınız” diyerek tutumunu savunuyordu. İsveç ve Finlandiya’ya yeşil ışık yakılması Batı için yeterli değildi, başka hedefleri de vardı. Tekeden süt sağanlar NATO Zirvesi yemeğine İspanya’nın davetlisi olarak katılan Türk düşmanı Güney Kıbrıs Rum lideri Anastasiadis’i Erdoğan’ın yanında aynı foto karesine sokarak, gelecekte Kıbrıs Rum kesimini de NATO’ya almak istedikleri ve planları olduğu mesajını verdiler.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in katılımıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Niinistö, İsveç Başbakanı Andersson tarafından imzalanan mutabakat NATO belgesi olmayıp karşılıklı niyet beyanı niteliğinde bir zabıttır. ABD Başkanı Biden bu gelişme üzerine sosyal medya hesabından açıklama yaparak, “Varılan memorandum nedeniyle Türkiye, İsveç ve Finlandiya’yı kutluyorum. NATO’yu güçlendirecek ve müşterek güvenliğimizi destekleyecek Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya davetine yönelik kritik bir adım ve zirveye harika bir başlangıç” diyordu. Doyum noktasına ulaşmış NATO’nun yeni üyelerle büyümesi, Türkiye’nin ve hatta Avrupa’nın aleyhine idi, ama ABD’nin hegemonya hedefiydi. Açıklamasıyla Finlandiya ve İsveç’e davetinin kendilerine ait olduğunu ifade eden Biden, zafer kazanmış olmanın mutluluğu içinde Madrid zirvesinde gülücükler dağıtıyordu. O sıra merak edilen ABD’nin bu sonuca ulaşmak için Türkiye’ye karşı hangi kozu kullandığıydı!...
Memorandum, İsveç ve Finlandiya’nın söz konusu terör örgütleriyle mücadelede iş birliğini kabul etmesi, destek sağlanmaması, terör suçlularının iadesi konusunda gereğinin yapılması, savunma sanayisinde ambargo ve kısıtlamalara gidilmemesi, Türkiye’ye yönelik terör propagandasının engellenmesi, bu örgütlerin para toplama ve eleman devşirme faaliyetlerinin yasaklanması ve soruşturulması konusunda bir taahhüt, ama uyulup uyulmama konusunda elbette bağlayıcılığı yok.
Atılması gereken adımların uygulanması, adalet-istihbarat, güvenlik kurumlarının katılımıyla oluşturulan “Daimî Ortak Mekanizma” tarafından denetlenecek. İlk toplantısı 26 Ağustos’ta yapıldı ve vaatler tekrarlandı. Ancak, daha başlangıçta çatlak sesleri duyulan İsveç ve Finlandiya’nın mutabakata ne denli uyacakları kuşkulu. Nitekim, hâlâ ülkelerinde teröristlerin gösterilerine izin veriyorlar. ABD, Almanya, Fransa, Yunanistan vb. ülkelerin teröristlere destekleri sürerken kendileri de yol bulacaklarını umuyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin veto hakkının saklı tutulduğunu söyleyip, “Biz Parlamentomuzdan geçirmedikten sonra zaten bu iş yürümez. Önce İsveç ve Finlandiya’nın üzerlerine düşen görevi yerine getirmeleri lâzım. Eğer yerine getirilmezse, Parlamentomuza gönderilmesi söz konusu değil” diyor. Türkiye’nin fırsat kaçırdığı ise ABD’de bile yankılandı. ABD’nin önde gelen medya kuruluşlarından Bloomberg’de Bobby Ghosn’un yaptığı analizde, “Erdoğan NATO’da büyük bir fırsat kaçırdı” başlığı kullanıldı. Bobby Ghosn, daha önce de Bloomberg’de Türkiye ile Batı ülkeleri arasında iplerin gerilmiş olduğunu söyleyerek dikkat çekmişti. İsveç ve Finlandiya ile uzlaşmaya ilişkin görüşünde, “Erdoğan, kriz zamanındaki bir lider gibi davranmak yerine sınırlı siyaseti tercih etti, büyük liderliğini göstermedi” diyordu. Kaçırılan fırsat Bobby Ghosn’a göre, “NATO’da daha büyük ağırlık kazanma fırsatı”, bize göre ise “NATO’nun büyümesine ve ABD’nin hegemonyasına engel olmaktır.”
Stoltenberg’in taraflar arasında koşturma diplomasisiyle değil de NATO’nun patronu ABD’nin baskısıyla sağlanan mutabakat, Madrid’de NATO Zirvesi perdesinin parlak spotlarla açılmasını sağladı, Avrupa-Atlantik bölgesinde güvenliğe en büyük ve doğrudan tehdidin Rusya olduğu ilân olunurken, Çin’e dek uzanan hedeflere dayalı yeni stratejik konsept kabul edildi. Kısacası ABD, Madrid’de hegemonyası adına NATO’yu genişletme ve isteklerini kabul ettirme başarısını sağladı. Bu başarıya gölge düşmemesi için Türkiye’yi mutabakata zorlamakta kullandığı koz “koşullu F-16 satışı” olmuştu. Madrid Zirvesi’nde Erdoğan ile Biden’ın yüz yüze görüşmesinde ABD Başkanı’nın samimi olmadığını öne süren Bloomberg Analisti Ghosn, “Biden’ın F-16 çıkışı da Türkiye için teselli ikramiyesi” dedi, ama tuzak çıktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim kampanyalarında Madrid mutabakatını zafer olarak elbet kullanacaktır, tuzak içeren “F-16 teselli ikramiyesi” ise hiç de kullanılabilecek gibi değil.
NATO üyesi Türkiye, yıllarca Batı ile ortak hareket içinde bulunsa da Avrupa Birliği kapısında haksız ve hukuksuz bekletilmeyi onur meselesi yapmayıp sindirmeye çalışmışsa da Doğu Akdeniz’de ve Adalar Denizi’nde Batı’nın sınırı Yunanistan ile çizilerek Türkiye dışlanmış bulunuyor. Yunanistan’daki 5 üssünü 9’a çıkarmaya karar veren ABD, Türkiye’yi kendi coğrafyasında üsleriyle çevrelemiş durumda. Türkiye içinde de İncirlik ve Kürecik gibi üslerde isteğine göre hareket edebiliyor. İşte bu ABD, Türkiye’nin batıdaki Mavi Vatan bölümünü Yunanistan’a, Güneydoğu Anadolu bölgesini Büyük İsrail’e devşirilecek Kürdistan’a verebilme hayali içinde. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı diye F-35 uçak projesinden çıkardığı Türkiye’nin peşin ödediği parasına karşılık uçaklarını vermezken, bir nesil eski F-16 uçaklarını teselli ödülü diye vermek için “Yunanistan üzerinde uçamazsın” gibi kabul edilemez tuzak koşul koyuyor, görünen manzara Türkiye’nin NATO bataklığında çabaladığı...
Bugün Türkiye’de “NATO’ya evet mi hayır mı?” diye referandum yapılsa, Türk halkının “Hayır” diyeceği biliniyor. NATO’nun patronu ABD, NATO’yu kuruluş amacının dışında kendi hegemonyasını koruma ve kollama silahı olarak kullanmakta. (…)
Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası tepkiyle NATO’nun askerî kanadını terk eden Yunanistan’ın geri dönüşünde, vahim bir ulusal hatayla çok daha büyük fırsatı değerlendirememişti. Erdoğan, Fransa ve Yunanistan’a “Evet” diyen Türkiye’nin aynı hataya İsveç ve Finlandiya başvurusunda bir kez daha düşmeyeceğini basa basa vurgulamışsa da NATO’daki beklenti hiç de böyle değil.
1. AYDINLIK
2. ÖZGÜRLÜK MEYDANI
ABD, Türkiye’nin Savunma Sanayiinden tedirgin ve dünyada altıncı 5. nesil uçak olacak Milli Muharip Uçak yapmasını istemiyor. Böyle bir uçağın Türk Cumhuriyetlerinde de yaygınlaşması olasılığı ise korkulu rüyası sayılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Rusya Devlet Başkanı Putin Su-57 uçağını gösteriyor…
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi hava sahasında süren tacizleri devam edecek görünüyor. Yunanistan, ABD’den F-35, Fransa’dan Rafale 2000 uçakları alarak hava kuvvetlerini güçlendirme yönünde adımlarını sürdürüyor. Güçlendikçe Türkiye’ye karşı saldırganlığını artıracaktır. Bu nedenle Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş uçağı sayısı, yeni nesil savaş uçakları, geliştirdiği milli roketleri ile vurucu gücü Yunanistan’ı ürkütecek boyutta olmalıdır. ABD’nin ilk etapta açığı kapatmak için söz konusu F-16’ları ve modernizasyon kitlerini vermeyeceği, bahaneler çıkaracağı anlaşılıyor.
Türk Hava Kuvvetleri’ni güçlendirecek en önemli çözüm, Türkiye’nin TUSAŞ Milli Muharip Uçak (TAI Turkish Fighter X “TF-X”) projesini olabildiğince hızlandırarak öne çekmek. ABD, Türkiye’nin Savunma Sanayiinden tedirgin ve dünyada altıncı 5. nesil uçak olacak Milli Muharip Uçak yapmasını istemiyor. Böyle bir uçağın Türk Cumhuriyetlerinde de yaygınlaşması olasılığı ise korkulu rüyası sayılıyor.
Türkiye, Milli Muharip Uçak seri üretimini yeterince gerçekleştirinceye kadar, açığını dışarıdan alarak kapatmak zorunda. ABD’nin satışı gerçekleşmeyecek görünen 4,5 nesil F-16V uçaklarıyla açık kapatılamayacak. Türkiye’nin Fransa’dan Rafale 2000 uçakları almak amacıyla görüşmeler yaptığı söylentileri çıktı, ama Fransız uçakları da 4,5. nesil. Türkiye’nin Rus Su-35 uçakları için görüştüğü söylenmişti, o uçaklar da 4,5. nesil. İngiliz/İtalyan/Alman ortak yapımı Eurofighter uçağı ve İsveç yapımı Saab JAS30 uçağı da 4,5 nesil.
Dünyada 5. nesil olan beş uçak var. ABD’nin ilk 5. nesil uçağı Lockheed Martin F-22 Raptor ve sonraki F-35’den başka, Rusya’nın Sukhoi Su-57 uçağı ile Çin’in Chengdu J-20 uçağı ve uçak gemileri için son geliştirdiği Shenyang FC-31 uçağı. ABD 5. nesil uçak vermeyince, geriye Rusya ve Çin uçakları kalıyor. Rusya veya Çin’den 5. nesil savaş uçağı alacak Türkiye’nin NATO üyeliği, Rusya’dan S-400 alımından daha büyük tartışma oluşturacaktır, ama önemli olan ulusal savunmadır.
Türkiye’nin ABD ve AB ile bir sorunu da Doğu Akdeniz’dir. Türkiye’nin kıta sahanlığının uzandığı coğrafi konum belli olduğu gibi, olması gereken Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırları da belli. Mavi Vatan’ımızın önemli bölümünü oluşturan Doğu Akdeniz’deki ve Adalar Denizi’ndeki olası MEB sınırına Yunanistan’ın haksız itirazı ve tecavüzü var. Yunanistan buraların aynı zamanda AB’nin yetki alanında olduğunu belirterek, alışılagelen tutumuyla Batı ülkelerini yanına çekme girişimini sürdürüyor. Ne yazık ki AB ve ABD’den bu konuda haksız destek görüyor.
İki yıl önce Yunanistan’ın tutumu nedeniyle, çözülmesi olanaksız sorunların karşılıklı görüşmelerle çözülmesi için başlatılan boşa kürek çekme, geçmişten gelen “İstikşafi Görüşmeler” ismi değiştirilerek “İstişari Görüşmeler” olarak sürdürülmesi, tutum değişikliği olmadığından sonuçsuz kaldı. Ancak, bu iki yıl boyunca Türkiye’nin hidrokarbon arama faaliyetleri Karadeniz dışında tümüyle durduruldu, Doğu Akdeniz’den arama gemileri çekildi.
Türkiye’nin dördüncü ve ileri teknolojili Abdülhamid Han Sondaj Gemisi 9 Ağustos’ta Akdeniz’e açıldı, Antalya Körfezinin dış köşesinde 2 Ekim’e kadar sürecek sondaja girişti. Önceki sondaj gemilerimiz, Fatih, Yavuz ve Kanuni, Osmanlı’nın gelişme döneminde çağ açan ve İmparatorluğu büyüten padişahlarının adını taşıyorlardı. Abdülhamid Han diye anılan, II. Abdülhamid ise, 1876-1909 arasında çöküş sürecindeki 34. Padişah, 113. İslâm Halifesi olarak mutlak hakimiyetle, baskıyla ülkeyi yönetmiş biri. (…)
34. padişaha hak etmediği ödül saydığımız bu çelişkili adı, biz kısaca “A. H. Sondaj Gemisi” diye ifade edeceğiz. Türkiye daha önce Kıbrıs çevresinde önemli sondajlar yapmış ve resmen açıklanmayan bulgularla karşılaşmıştı. Öte yandan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bizim “Soros Sınırı” adını verdiğimiz “28 Derece Doğu Boylamı” batısında TPAO’ya ruhsat verilen kesimde aramaları başlatması, Libya ile Deniz Yetki Alanı Anlaşması sonrasında MEB sınırı batısı olan Girit’in kıyılarına kadar aramaların geliştirilmesi gerekiyordu. Beklenen bu iken, Türkiye reddettiği Yunanistan’ın MEB iddiasının temeli Sevilla haritasıyla tanınan yetki alanının dışına çıkmaksızın, Antalya Körfezi köşesinde sondaj yeri seçmesinin nedeni, iki yıl önce burada yapılan sismik aramalarda herhalde önemli bulgulara rastlanmasıdır. Yunan basınında A. H. Gemisi için “Türk sondaj gemisi en ılımlı senaryo ile yola çıktı” görüşleri yer aldı. Ta Nea gazetesi “İlk adım ölçülü” manşetini kullandı. Atina ve yandaşları şu an memnun!...
Ankara, ABD, NATO ve AB ilişkilerini gerginleştirmemek, ABD’den uçak alımını sekteye uğratmamak, iç kamuoyuna da “Doğu Akdeniz’e çıktık” diyebilmek için de bu yeri seçmiş olabilir. Atina, yerin ilk adım olduğu görüşünde ve ilân olunan NAVTEKS’in sona ereceği 7 Ekim sonrasının beklentisiyle A. H. Gemisi’nin Rodos’a doğru ilerleme yapmasını bekliyor. Elbette olabilir, Rodos mülkiyeti bizde olan 12’li adalardan biri. Ancak, ABD ve AB ile Yunanistan’a haddini bildirmek için bu da yeterli sayılmaz, siyasi amaçla Girit kıyılarına kadar ilerlenmeli. Çünkü, Türkiye’nin kıta sahanlığı Girit Adası’nın batısında 23 derece 20 dakika doğu boylamına, Gavdos adacığına dek uzanıyor. Mart 2019’da NATO tatbikatında SAS komandolarımızın Girit suları altında bayrağımızı açarak çektirdikleri resim NATO-MARCOM sitesine konulmuş, kıta sahanlığımızın sınırına dikkat çekilmişti. Yunanlıların itirazıyla resim kaldırılmışsa da Platformumuzda 1 Mayıs 2019 tarihli 22’nci Arayış ve Gündem makalemizde duruyor.
Türkiye ile İsrail arasındaki gerginlik sonlanarak, karşılıklı Büyükelçilik açma kararı alınmış bulunuyor. Bundan çok daha önemlisi, Türkiye ile Suriye’nin Birleşmiş Milletler tarafından tanınan legal yönetimi arasındaki gerginliği sonlandıracak kapı açılması. Ankara ile Şam yönetiminin birbirine düşmanca davranması, ABD’nin işine gelen yanlış tutumdu. Suriye Devlet Başkanı “Esad”, anlamsız bir politik tutumla “Eset” diye dışlanmış, Esad muhalifi Suriyelilerle ilişki sürdürülmek istenmişti. Oysa, Suriye’de ABD’nin müttefiki olan PKK uzantısı PYD/YPG’ye Esad yönetimi de karşıydı.
Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstererek Türkiye’nin yaptığı meşru harekâtlar, Suriye’nin de çıkarına olmuştu. Ankara ve Esad yönetiminin iş birliği gerekiyordu, ama mezhep farkına dayalı dini oluşumlar engel oluşturuyordu. Türkiye, Rusya ve İran liderleri, Erdoğan, Putin ve Reisi’nin temmuz ayında Tahran’da Astana formatındaki Yedinci Üçlü Zirvesi anlaşmazlığın sonlanmasına zemin hazırladı.
Bölünme riski olan Suriye’nin Türkiye ile uzlaşması kendi çıkarı için önemlidir. Türkiye için Suriye yönetimiyle gerginliğin ortadan kalkması zor olmakla birlikte, Suriyeli göçmenler sorunu, PYD/YPG’ye karşı 5. harekât konularında rahatlama getireceği gibi, Doğu Akdeniz’de yeni iş birliği fırsatı doğurur.
Suriye ile MEB anlaşması yapılarak Mavi Vatan’ın Doğu sınırının legal boyuta sokulmasıyla, Türkiye-Suriye ve Rusya ortak arama ve sondaj çalışmasına girişilebilir. İsrail ile ilişkilerin düzelmesi ise, İsrail’e 2010 yılında Kıbrıs Rum Kesimi’nin isteğiyle yaptığı MEB alanlarını sınırlama anlaşmasını, ana kara parçası Türkiye ile yenileme fırsatı getirerek kazançlı çıkmasını sağlayacaktır. İsrail, Doğu Akdeniz’de 1999 yılında hidrokarbon aramalarına girişmişti. Bulguladığı gazını Avrupa’ya ulaştırarak pazarlamak için Türkiye ile iş birliğine ihtiyacı var. Oluşturulacak Türk Doğalgaz Hattı üzerinden ve Kıbrıs Türk Gazı Boru Hattı ile bu olanağa kavuşabilir.
Türkiye Doğu Akdeniz’de ve Adalar Denizi’nde cüretkâr adımlar atmak, hak ve çıkarlarını ödünsüzce korumak zorundadır. Öncelikle Adalar Denizi’nde Türk kara sularının dibinde, iskân edilmemiş olduğundan aidiyeti belirsiz diye Yunanistan’ın işgal ettiği 20 küçük ada ve iki kayalık işgalden temizlenmeli. Ayrıca, Adalar Denizi’nde Türk kıta sahanlığı üzerinde Taşoz Adası yakınında yapılan offshore ile çıkardığı Türkiye’ye ait ham petrol kapanına el konulmalı. 12’li adalarda yaptığı haksız silahlandırma ortadan kaldırılmalı. Mülkiyeti Türkiye’ye ait olmasına karşın kullanım hakkı Yunanistan’a devredilmiş adalar üzerindeki tüm askerî üs ve tesisler kapatılmalı. Geçerli sayılan anlaşmalarla Girit Adasının dörtte biri Yunanistan’a dörtte üçü Türkiye’ye ait görünüyor. Girit’in çevresindeki adacıklar ise Yunanistan’a bırakılmış değil, ama Yunan işgalinde. Girit konusu, halen çözüme ulaşmamış bir Doğu Akdeniz sorunu. Yunanistan’ın her yanı haksız işgallere dayalı el koymalarla bezenmiş.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama faaliyetlerine Doğu Akdeniz’in olası her yerinde yoğun biçimde, hızla girişmek gerekir. ABD’li milyarder ve vahşi kapitalizm adına dünyayı siyasi düzenleme cambazı George Soros’un Uluslararası Kriz Grubu tarafından Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Yunanistan MEB sınırı için önerilen 28 derece doğu boylamı (Soros Sınırı) artık geçilmelidir. Türkiye Libya Anlaşması ile bu sınırı aşmış, TPAO’ya sınırı aşan arama ruhsatları verilmiş, ama Soros Sınırı Batı yakasında aramalara girişilmemiştir. (…)
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’i Soçi’deki ziyaretinin ardından Türkiye’ye dönerken, 6 Ağustos’ta medya temsilcilerine yaptığı açıklamada, “Eylül ayında Şanghay Beşlisi Özbekistan’da toplanacak. Görüşmemizde Sayın Putin de rica etti, biz de oradaki toplantıya katılacağız” diyordu. “Güvenlikte İş birliği” ve “Ekonomik İş birliği” denilen, üyelerinin egemenliklerinden siyasi ödün vermesini gerektirmeyen Şanghay İşbirliği Örgütü, anti NATO ya da NATO alternatifi olmadığı gibi, eski Varşova Paktı’na ve AB’ye benzememektedir. (…)
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Kasım 2016’da Pakistan dönüşünde medyaya Şanghay İşbirliği Örgütüne tam üye olmamız gerektiğini savunuyordu. ABD ile ilişkilerin iyi olmadığı ve ABD tarafından Türkiye’nin güçlü bir bölge ülkesi olmasının istenmediği bu dönemde, 15-16 Eylül’de Özbekistan’ın Semerkant kentinde toplanacak ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’ne Türkiye’nin davet olunması ve bunun kabul edildiğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanması, son derece önemli bir gelişmedir.
Bu gelişme Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi daha gerebileceği gibi, ABD’nin Türkiye’nin önemini bir kez daha idrak etmesini de sağlayacaktır. Yunanistan’a dayalı olarak oluşturduğu Batı-Doğu sınırının kendisi ve Batı dünyası için kayıplar getirdiğini bu sayede görebilir. Çin’e karşı NATO’yu organize etmeye çalışırken, NATO’nun güçlü ülkesi Türkiye’nin Doğu Bloku içinde yer alması ise ABD için uyku kaçırıcı uyarı olacaktır.
Türkiye şu anda ŞİÖ Diyalog Ülkesi statüsündedir; bu Gözlemci Ülke statüsüne yükseltilebilir, ama yeterli olmaz. Türkiye’nin hedefi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi tam üyeliktir. 2016 yılında Türkiye’nin ŞİÖ üyesi olması için AB üyeliğinden vaz geçeceği söyleniyordu, ama zaten AB üyesi yapılmadı ve yapılması da beklenmiyor. Ayrıca ne AB üyeliği ne de NATO üyeliği, ŞİÖ tam üyeliğine engel değil. NATO’nun eski Genel Sekreterlerinden Rasmussen, “Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmesinin NATO üyeliği açısından sorun doğurmayacağını, bir bakıma NATO ve ŞİÖ arasında muhtemel sorunlarda köprü rolü oynayabileceğini” söylemişti. ŞİÖ, üyeleri ve gözlemcileriyle Avrasya’nın yaklaşık yüzde 74’ünü kapsıyor. Bu devasa coğrafya doğal gaz ve petrol zenginliğiyle öne çıkıyor, askerî açıdan da dünyanın kalpgâhını içeriyor. Türkiye’nin ŞİÖ ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştirmesi önemli kazanımlar sağlar.
NOT: Makalenin tamamını
www.ultanirplatformu.com adresinden okuyabilirsiniz.
http://www.ultanirplatformu.com/35-09-05-2022.html