23 Haziran 2019 günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin sandıktan çıkan sonucuyla Türkiye’de demokrasi şafağı söktü. İstanbul seçmeni tarih yazdı. Bilinçlenen, hak yenmesini hazmedemeyen, genç ve dinamik lider isteyen, eski ve çağdışı kalıplara hapsolmak istemeyen seçmen, parti bağlarını ve sınırlarını aşarak demokrasi aşkıyla sandığa koştu. Demokrasiye akın vardı. Sandıklar gün batımıyla açılıyor ve demokrasi şafağı parlıyordu. Şafağın sökmesi, Türk siyasetinde yeni bir dönemin, gelecekteki iktidar değişiminin müjdecisi oldu.
İmamoğlu, eşi ve oğluyla ikinci kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmak için 23 Haziran günü oy verirken.
İstanbul sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da büyük kenti. Türkiye nüfusunun yaklaşık beşte biri İstanbul’da yaşıyor. Bu kentimizde kökeni ile İstanbullu olandan çok Türkiye’nin diğer tüm kentlerinden gelmiş vatandaşlarımız var. Dolayısıyla, Türk toplumunu temsil eden seçmen kitlesine sahip. İşte bu nedenle, “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” sözü seçimler için geçerli bir saptama oluyor.
İstanbul Belediyesi 25 yıldır AK Parti’nin elindeydi, AK Parti, can suyunu da sonraki büyümesini ve beslenmesini de İstanbul Belediyesi’nden sağlamıştı. Orayı arpalık gibi kullandığı biliniyor. 23 Haziran’da seçmen, temelde AK Parti’ye “yeter artık” dedi. Aslında bu yeter deyişin nedeni, 17 yıllık siyasetiyle ve kullandığı siyaset diliyle AK Parti iktidarının seçmenin gözünden düşmüş olması.
Kızıp bağıran, azarlayan, küçümseyerek tepeden bakan, hakaret eden ve nefret içeren siyaset dilini tasvip etmeyen seçmen, kendisini samimiyetle ve sevgiyle kucaklamasını bilen İmamoğlu’na inanıp oy vermekle, AK Parti’nin siyaset çizgisini kırdı ve iktidarı düşüşe iteledi. Türk seçmeni milli ve manevi değerlere sahip olduğu gibi, bunların gereksiz şekilde sömürülmesine karşı da duyarlıdır. 31 Mart öncesi beka sorunu diye ortalığı ayağa kaldıran AK Parti, 23 Haziran’a giderken Öcalan’dan medet umacak kadar acze düşünce, ne yapacağını bilemez oldu. Siyasette sendeleyip düşüş başladı mı, toparlanıp yükselişe geçmek mucize gerektirir, kolay olmaz.
23 Haziran saat 19.40 sandıkların yüzde 90’ı açılmış, İmamoğlu açık ara önde, televizyondan İstanbul seçmenine ve Türk halkına sesleniyor.
AK Parti’nin kaybetmesinin ardında, Partili Cumhurbaşkanı Yönetim Sistemi’nden ve bu yönetimin neden olduğu ekonomik açmazdan duyulan rahatsızlık var. Büyük hezimete uğrayan AK Parti, bu yenilgiden gerekli dersi almadan, kendi cenahında yeni siyasi parti oluşumlarıyla karşılaşacak görünüyor. AK Parti’nin sırtından kazanan, ama ona kazandırmayan hatta yenilgide ciddi payı bulunan ittifak ortağı MHP ise, değişiklik olmaksızın mevcut durumun devamından yana. İktidar cenahı atalet içerisinde iken, ana muhalefet partisi CHP ve ittifak ortağı İyi Parti, zafer rehavetine ve sarhoşluğuna kapılmadan ele geçirdikleri psikolojik üstünlüğü değerlendirmeliler.
Bu sütunumuzda, İstanbul Belediyesi seçimi üzerine yazılmış iki yazımız daha var. 9 Nisan 2019 tarihli “31 Mart Seçiminin Kopardığı Fırtına” başlıklı birinci yazımızda, AK Parti iktidarı için sonun başlangıcına işaret eden kırılma noktasından söz ediyor, bu seçimle Türkiye’nin umudu olacak genç bir lider kazandığını vurguluyorduk. “İmamoğlu, aydınlık bir aile reisliğinden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yürüdü, yarınlarda CHP’nin başına ve devletin zirvesine yürümesi, Çankaya’da otağ kurması olası. Fikri hür-vicdanı hür, imanlı ve laik, Kuvâ-yi Milliye ruhuna sahip, milliyetçi genç bir lider” demiştik.
Lider çıkmıyor diye yakınılan Türkiye’de mahalli seçimle genç bir lider bulunuyordu. Millet İttifakı’nın adayı Ekrem İmamoğlu’nun karşısında, Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım değil, gelecekte tarihin cilvesi denileceği kuşkusuz olsa bile, bugünkü siyasi sürecin cilvesi olarak AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yer alıyordu. 31 Mart’ta İmamoğlu seçim zaferini Erdoğan’a karşı kazanmış ve ikili arasında siyasi yarış başlamıştı. Erdoğan bunu gördü ve rakibini büyümeden ezmek istedi, ama yanlış siyaseti ters tepti, 23 Haziran seçimiyle rakibi çok daha güçlenip İstanbul dışında da halkın gönlüne yerleşiverdi.
23 Haziran akşamı, İstanbul Beylikdüzü’nde İmamoğlu görülmemiş derecede coşkulu çok büyük kalabalığa zafer konuşmasını yapıyor.
Duyurular sütunumuzda konuya ilişkin ikinci yazımız, 20 Mayıs 2019 tarihli olup, başlayan yarışın niteliğini tanımlıyor, “Cumhurbaşkanlığı Seçimi Provası” başlığını taşıyordu. Erdoğan ve yakın çevresi yarışın hedefini düşünerek, 31 Mart yenilgisini kabullenememişti. Yürütmenin yasama üzerindeki baskısı sayesinde Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle hak, adalet ve hukuk dışlanmış, aynı zarf içinde sandığa atılan dört oy pusulasından biri cımbızla çekilmişçesine, yalnızca Büyükşehir Belediye Başkanlığı oyları akıl dışı işlemle iptal edilmişti. Oysa, AK Parti’nin haksız ithamındaki gibi 31 Mart’ta İmamoğlu çalıntı oylarla değil, hak ederek kazanmıştı, ama 6 Mayıs’ta 18 günlük Başkanlıktan sonra mazbatası hukuksuzca çalındı.
Daha önce seçim hezimeti yaşamamış AK parti, kazanmaya yönelik seçim oyunlarına yabancı değildi. 7 Haziran 2015’de Genel Seçimi kazanamayınca, beş ay sonra ülkeyi yeniden Genel Seçime sürüklemiş, yeni tezgâhla ikinci seçimde çoğunluğu elde etmişti. 16 Nisan 2017 Cumhurbaşkanlığı Sistemi Anayasa Referandumu’nu her nasılsa yüzde 1-2 farkla ya da foto finişle kazanmıştı. Kumpasçı geçmişi ve deneyimleriyle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini öyle ya da böyle halledeceğinden emindi. Hak yemenin, kaynamayan tencerenin, tek adam yönetiminin, çağdaş yaşam ve düşünce karşıtlığının, maneviyat sömürüsünün sonucu seçmenin demokratik tepkisiyle bu kez halledemedi. 23 Haziran’da büyük hezimete uğradı.
Demokrasilerde bir oy farkla seçim kazanılır, ama 31 Mart sonrası AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İmamoğlu’nun oy farkını küçümseyerek “13 bin oyla İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi mi kazanılır?” diyordu. İmamoğlu ise “Erdoğan’a armağan olsun” dercesine, 23 Haziran seçiminde oy farkını 800 binin üzerine çıkardı, hem de AK Parti tabanından oy alarak.
Seçim sürecinin son haftasına kadar İmamoğlu’nun karşısında sanki sadece Yıldırım vardı. Partili Cumhurbaşkanı sahaya inmemişti. 16 Haziran’da İmamoğlu-Yıldırım ikilisinin televizyon tartışması, İmamoğlu’nun üstünlüğüyle sonuçlanınca, Erdoğan sahaya inmek zorunda kaldı. Sözünü ettiğimiz, Başkanlık seçiminin İstanbul ölçeğindeki provasını böylece hep birlikte gördük. 17 yıllık AK parti iktidarında görülmeyen, bu nedenle tüm Türkiye’yi televizyon başına çeken tartışma, aslında Erdoğan ile İmamoğlu arasında yapılmalıydı. Öyle bir tartışma gerçekleşseydi bile, İmamoğlu’nun üstün performansıyla sonuç değişmezdi. Çünkü, İmamoğlu-Yıldırım tartışmasında ne de olsa Yıldırım’ın siyasi suflörü Erdoğan idi.
Partili Cumhurbaşkanının sahaya inmesi yetmedi, İmamoğlu’na haksız suçlamalar ve çirkin ithamlar, şiddetli dolu gibi yağdı. Oy hırsızı, yalancı gibi terbiyesiz çıkışlardan başka, Kurtuluş Savaşı Gazisi rahmetli dedesinin İstiklal Madalyası sorgulandı. Rum-Pontus çamuru atılmaya kalkışıldı. Diploma derdi olan başkası iken, üniversite diploması tartışmaya açılmak istendi. Ordu Valisi’ne hakaret kumpası tezgahlandı. Tüm bunlardan öte, ortaya çıkışını FETÖ projesi, Amerikan projesi gibi lanse etmek isteyenler oldu. Oysa, İmamoğlu kendisinin dediği gibi Cumhuriyet Projesi idi. Seçmen gerçeği görüyor, İmamoğlu’nu bağrına basıyordu.
Baktılar ki halkın gözünden İmamoğlu’nu düşüremiyorlar, Kürt kökenli seçmenlerin oylarını etkilemeye kalkıştılar. Hem de terörist başı Öcalan’ın sözüyle hareket edeceklerini varsaymakla, o vatandaşlarımıza hakaret edercesine. Devletin hiçbir şekilde izin vermemesi gerekirken, terör örgütü kurup yönetmiş caninin mektubu televizyon ekranlarına haber oldu, kırmızı bültenle aranan kardeşi devlete ait TRT ekranına çıkarıldı. Yasadışı davranışla suç işleyen bir caniden iktidar medet umdu, ama bir şey kazanamadı, aczini gösterdi. Bu çırpınışları, Kandil ile birlikte hareket ettiğini savladıkları HDP’nin kapatılmasına neden izin vermediklerinin, HDP’li ve Kürt kökenli vatandaşların oylarıyla siyasi oyunlar oynamak istediklerinin de bir kanıtı.
İmamoğlu geçerli oyların yüzde 54,21’ini alarak, 806 bini aşkın oy farkıyla görkemli bir zafer kazandı. Kendisine sadece CHP’li ve Millet İttifakı’nın diğer ortağı İyi Partili seçmenler değil, HDP’li seçmenlerin yanısıra, AK Parti ve MHP ile diğer partilerin seçmenlerinden de oy geldi. Böylece bir diğer ifadeyle, seçim yelpazesindeki tüm seçmenlerle kucaklaşmış oldu. İstanbul dışında Türkiye’nin 26 şehrinde yapılan bir ankette, “İstanbul’da yaşasaydınız kime oy verirdiniz?” sorusuna ankete katılanların yüzde 59,8’inin “İmamoğlu” yanıtı verdiği açıklandı. Kısacası, Anadolu seçmenindeki desteği de yüzde 60’lara tırmanmış bulunuyor.
Şimdiye dek İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde hiç kimse yüzde 50’nin üzerinde oy alabilmiş değil. Recep Tayyip Erdoğan 1994 seçiminde yüzde 25,19 oyla Belediye Başkanı olabilmişti. 1994 yılında İstanbul’daki toplam seçmen sayısı 4 milyondan azdı, 23 Haziran’da ise İmamoğlu’na oy veren seçmen sayısı 4 milyon 741 bin 668. Bu rakamlar İmamoğlu’nun başarısının büyüklüğünü gösteriyor. 23 Haziran’da İstanbul’un 39 ilçesinin 27’si “İmamoğlu” dedi. 31 Mart’ta bu sayı sadece 13 idi. YSK hakkaniyete saygı göstererek, sadece Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı değil de İstanbul mahalli seçimini tümden iptal etmiş olsaydı, AK Parti bugün elindeki pek çok ilçeyi ve Belediye Meclisi çoğunluğunu kaybetmiş olacaktı.
AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim öncesi İmamoğlu’nu küçümseyerek, “İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin büyük bölümü, komisyonların tamamı, başkan vekilliklerinin tamamı AK Partili. Zaten bu seçilse bile, sadece vitrin süsü olarak Belediye Başkanlığı yapacak, o kadar, vitrin süsü” demişti. 31 Mart seçimi sonrasında da aynı nedenle “Topal ördek” benzetmesi yapmıştı. İmamoğlu’nun kazandığı zafer, YSK kumpası nedeniyle Meclis ve komisyonları değiştirememiş olsa bile, AK Partililerin ayaklarının altındaki zemini çekti. Siyaseten bugün bir ayakları boşta kaldığından topal ördek, süs benzetmeleri tersine döndü. İmamoğlu’nun çalışması engellenirse, AK Parti’nin gelecekteki kaybı daha büyük olur.
23 Haziran akşamı İmamoğlu, “Benim için sandıktan sefer-görev emri çıktı” diyor ve Partili Cumhurbaşkanı’na sesleniyordu: “İstanbul’un acil çözüm bekleyen sorunları için sizinle uyum içinde çalışmaya hazırım ve talibim”. 27 Haziran’da medyaya yansıyan habere göre, G20 zirvesi için gittiği Japonya’da Japon gazetecilerin, “İstanbul İl Meclisi’nde İmamoğlu ile çalışacak mısınız?” sorusunu Erdoğan, “Eğer İstanbul’a fayda katacak gerçekçi projelerle gelirse, elbette AK Parti grubu destekleyecektir” yanıtını vermiş. Yapılması gereken bu da huylu huyundan vazgeçebilecek mi? İflas noktasındaki Belediyeyi tezgâh ve kumpas kurarak teslim ettikleri yetmiyormuş gibi, Bakanlık eliyle Belediyenin atama yetkisini kısıtlama çabasındalar.
27 Haziran, İmamoğlu yeni mazbatasını alıyor ve makam odasına ilk başkanlığı iptal edilince indirilen Atatürk tablosunu yeniden asıyor.
Milliyetçilik adına mangalda kül bırakmayan ve nefret söylemi ile siyaseti gerginleştiren Bahçeli, Yıldırım’ın Kürdistan ve PKK yerine PeKeKe gevelemesine, terörist başı Öcalan’ın HDP’ye tarafsızlık öneren mektubunun medyaya haber yapılmasına, kırmızı bültenle aranan kardeşinin TRT ekranına çıkarılmasına 23 Haziran öncesinde göz yumdu. İmamoğlu’nun kazanmasını değerlendirirken, “İstanbul ehline emanet edilmemiştir” diye seçmenin milli iradesine saygısızca ve kibirle karşı çıktı. Günler sonra aklı başına gelmişçesine, “Terörist başından siyasi medet uman namerttir” çıkışı yaptı. O medeti umanın Cumhur ittifakındaki ortağı olduğunu görüp anladı mı bilinmiyor. Seçimin hezimeti gelecekte Cumhur İttifakı’nda karışıklıklara neden olabilir.
Siyaset dinamik bir süreç olduğundan her zaman değişime açıktır. Rejime ve ekonomiye dayalı sıkıntılar bu değişimi hızlandırır. Siyasi istikrarın bıçak sırtında olduğu Türkiye’nin gündeminde siyasi yapı değişikliği var. Siyaset zayıfı yaşatmaz, boşluğu kaldırmaz, halka karşı zorlayıcı dayatmalara yol vermez. Türkiye siyasetinde yeni arayışların ortaya çıkmasını İstanbul seçimi tetiklemiş bulunuyor. Zorlayıcı dayatmaları seven iktidar zayıfladı, sözüyle ve özüyle demokrat lider boşluğu da yaşanıyor. Yeni arayışlar, yeni lider adayları ve yeni partiler getirebileceği gibi, mevcut partilerin de kendilerini yenilemelerine neden olabilir. Yenilenmeyen, halkın isteğini karşılayamayan siyasetçi ve siyasi parti, siyaset çöplüğüne süpürülür.
Ekrem İmamoğlu, halkla kucaklaşabilen demokrat kişi olarak Türk halkının, dolayısıyla Türk seçmeninin gönlüne yerleşmekte olan yeni bir lider. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda başarı sağlar ve önemli hatalar yapmazsa, seçmenin gönlündeki yeri onu zirveye taşıyabilir. Bu zirve, CHP zirvesinden daha yüksek olabilir. Bugün CHP tabanı Kılıçdaroğlu’nu beğenmiyor, ama mahalli seçimlerdeki başarı sonucu CHP’de genel başkanlık sorunu yok. Yarınlarda böyle bir sorun ortaya çıksa bile, İmamoğlu CHP Genel Başkanlığı için ortaya atılmamalı. Bu milletin gönlünde ve/veya düşünde kendisi için CHP Genel Başkanlığı ötesinde yüce bir makam var!...
Cumhurbaşkanlığı seçiminde İmamoğlu gibi görünüm veremeyen Muharrem İnce, başarılı olamamış, ana muhalefetin adayı olarak seçimde ikinci sırada gelmesini başarı gibi gösterip, seçim sonrası CHP Genel Başkanlığı’na yürümek istemiş ve sahne dışına itilmişti. 2023 ya da daha öncesinde yapılacak bir Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde yine CHP adayı olma hayali ve hevesi bulunsa da artık o fırsatı yakalayamaz. Bundan böyle Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu olacaktır. İmamoğlu, sadece CHP tabanından değil, AK Parti tabanı dahil, diğer partilerden de oy alabilir. Türk halkının İmamoğlu beklentisi de budur.
Batı’da belediye başkanlığından devletin zirvesine sıçrayan politikacı oldu, ama bizde olamadı. Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanlığı’ndan gelmiş görünse bile, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı olmasa gelemezdi. Türkiye’de demokrasi yeterince oluşmadığından, böyle bir yol açılamadı. Darbeli vesayet süreciyle 1960 sonrasında dört asker Cumhurbaşkanının ardından sivil Cumhurbaşkanına geçilebildi. Erdoğan’dan önceki dört sivil Cumhurbaşkanının ilk ikisi başbakanlık ve parti genel başkanlığından, biri kriz uzlaşmasıyla parlamento dışından, biri de eski başbakan olarak AK Parti’nin içinden geldi. Gelecekteki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde yakaladığı trendle Ekrem İmamoğlu’nun böyle bir sıçrama yapma olasılığı var görünüyor.
Seçim sonucu ortaya çıkınca liderlerin ilk söylemleri şöyleydi: AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Twitter üzerinden, “Milli İrade tecelli etti. Kazanan İmamoğlu’nu tebrik ediyorum” mesajı yayınladı. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Kazanan Mustafa Kemal ve arkadaşları oldu” dedi. İyi Parti Genel Başkanı Akşener, “İstanbul iktidarın kulağını kopardı” diyerek, seçmenin uyarısının sert olduğunu vurguladı. Cumhur İttifakıyla iktidar ortaklığından hak etmediği ölçüde palazlanan MHP Genel Başkanı Bahçeli, iktidarın dağılması korkusuyla olsa gerek, “Herkes sonuca saygı duymalı. Erken seçim kötülük olur” uyarısını yapıyordu.
Türkiye seçim yorgunu, ama Bahçeli seçim korkusuyla endişeli. Ancak, Demokrasi Şafağı’nın yansıması erken seçimle olmayacak. Zaten İstanbul seçiminden sonra erken seçim isteyen hiçbir siyasi parti ortaya çıkmadı. Önümüzdeki iki yıldan önce erken seçim siyasetin gündemine düşmeyecek gibi. İçinde bulunulan sorunların, koşullarda ve siyasi yapıda değişiklik olmaksızın erken seçimle çözümlenmesi olanaklı görünmüyor. Yeni bir seçimden önce, ülkenin rejim sorunu olan Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin yeni bir anayasa değişikliğiyle ele alınması en akılcı ve tutarlı yol olacaktır. Nitekim tartışması başladı, anayasa değişikliği referandumu beklenebilir.
AK Parti’nin hezimetine kendi oluşturduğu iki ana sorun neden oldu. Birincisi ucube bir sistem olarak da tanımlanan, dünyada örneği bulunmayan Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi, buna “yönetim açmazı” da diyebiliriz. İkinci sorun, yönetim açmazının getirdiği “ekonomik açmaz”.
Tek adam yönetimine dayanan ve kuvvetler ayrılığını etkisizleştiren Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi, Türkiye için rejim sorununa dönüştü. Türkiye iyi yönetilmediğinden, durgunluk içinde enflasyon yani stagflasyon yaşıyor. Durgunluk her an büyük bir ekonomik krize dönüşebilir. Böyle bir kriz olasılığı görünür tehlike olmaktan öte, girdap gibi Türkiye’yi içine çekmektedir. 9 Temmuz’da Parlamenter Sistemi terk edişimizin ve Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçişimizin birinci yılı dolacak. Zaten iyi olmayan ekonomi bu bir yılda tepetaklak oldu. Toplam 7 tane ekonomi paketi açıklandı, ekonominin düzelmesine 7 paralık faydası olmadı.
Erdoğan’ın bir yılını doldurmakta olan ilk başkanlık kabinesi, platformumuzda 28 Temmuz 2018 tarihiyle yer alan, “Büyük Kulpu Ülke ve Ulus Yararına Çevirebilmek” başlıklı Arayış ve Gündem makalemizde vurguladığımız gibi, beklentileri karşılamaktan uzaktı. Şimdi kabineyi yenilemek, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle bakanlıkların sayısını artırmak Hazine ve Maliye Bakanlığından damadını çekmek hiçbir şeyi düzeltmeyecektir. Temmuz sonunda beklenen kabine değişikliği ile Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin rehabilite veya revize edilmesi için çalışma yapıldığı AK Parti Grup Başkanı ve Başkanvekili tarafından açıklandı. Şimdi de yapılacak revizyonun sistemi değiştirici olmayacağını söylüyorlar, anlaşılan küçük rötuş peşindeler.
Revizyon çalışması haberini ilginç bir açıklama izledi, Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin mimarının ABD’li McKinsey şirketi olduğu öne sürüldü. Bu iddia ismi açıklanmayan üst düzey bir AK Partili tarafından Millî Gazete’ye yapıldı. Sistemin oluşumunda hiçbir AK Partilinin görev almadığı belirtiliyor. Bu oldukça vahim bir iddia. Çünkü Amerikalılar parlamenter sistemle yönetilen çok sesli Türkiye yerine, tek sesli bir Türkiye’yi yönlendirmede kolay sonuç almayı hedeflemiş olabilirler. Bugün için sistemin güncellenmesi işinin yine aynı ABD’li şirkete verildiği söyleniyor. Güncelleme ya da revizyon veya rötuş her ne ise, bundan önce Türk halkının “sisteme tamam ya da devam” isteğinin araştırılması gerekmiyor mu?...
Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi, 2017 yılındaki referandumda yüzde 51,4 “evet” oyuyla kabul edilmişti. Sonuç tartışmalıydı. Bugün olsa yüzde 65 “hayır” oyuyla reddedileceği iddiası var. Türk halkı partili değil, partiler üstü Cumhurbaşkanı görmek istiyor, demokrasinin kusurlarından arındırılmasını talep ediyor. İmamoğlu, ikinci mazbatasıyla, 27 Haziran’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğuna otururken, “Yaşasın Cumhuriyet ve Yaşasın Demokrasi” diyordu. Cumhuriyet ve demokrasi birbirini bütünleştiren kavramlar. Bizde Atatürk sayesinde birincisi var, ama ikincisi Atatürk’ün vasiyeti olmasına karşın bugüne kadar gerektiği gibi oluşturulabilmiş değil. Oysa, Türk halkı demokrasinin sadece sandık olmadığını anlamış bulunuyor.
The Economist’in “2018 Demokrasi Endeksi” raporunda Türkiye, 167 ülke arasında 110’uncu sırada yer aldı. Türkiye’nin genel puanı, 10 üzerinden 4,37 olup, bırakınız puanları 8’in üzerinde olan tam demokrasi ülkelerini, kusurlu demokrasi ülkesi bile sayılmayıp, “hibrid rejim” diye tanımlandı. Bu puanı oluşturan unsurların 10 üzerinden dağılımları ise şöyle: Seçim süreci ve çoğulculuk 4,50, hükümetin işleyişi 5,00, siyasi katılım 5,00, siyasi kültür 5,00, sivil özgürlükler 2,35 ve işte bunların aritmetik ortalaması 4.37 ediyor. Bu düzey Türkiye’ye yakışmıyor. Türkiye, Partili Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemiyle bu düzeyi aşamaz, Türkiye’de rejimin demokratik kalıba sokulabilmesi anayasa değişikliğiyle sistem değişikliği gerektiriyor.
Kuruluş ayarlarından saptığı için YCHP (Yeni-CHP) olarak tanımladığımız Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de İstanbul’da kazanılan başarının ardından kendine çeki düzen verme arayışına girmiş bulunuyor. CHP, Parti Programı’nı yenileme çalışmasını başlatmış durumda. Altı okunu ve ilkelerini bakalım yeniden nasıl yorumlayacak? Sadece programı yenilemesi de yetmez, kadrosunu da yenileyebilmeli. Çünkü, eski sol siyasetçilerle dinozorlaşmış kadrosu halkın tepkisini çekiyor. Taban genç, dinamik, halkla kucaklaşan, güvenilir siyasetçiler görmek istiyor.
CHP’nin Millet İttifakı içindeki ortağı İyi Parti, son dönemde dikkat çekici başarılı performans sergiledi. İyi Parti’nin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, İmamoğlu’nun başarısında pay sahibi. Başarılı bir siyasetçi olan Kavuncu ile Türkiye milliyetçi tabanda genç ve dinamik yeni bir lider kazanmış görünüyor. İyi Parti ve MHP aynı tabanın üzerinde oturan hasım partiler. MHP, bugünkü konumunu AK Parti ile oluşturduğu Cumhur İttifakı’na borçlu. Yoksa Bahçeli’nin politikası ve nefret söylemleriyle gidebileceği pek bir yer yok. AK Parti, MHP ile ortaklığını sürdürmek istemeyebilir de. Bu Bahçeli’nin liderliğini de sonlandırabilir ve İyi Parti ile MHP birleşme sürecine gidebilir. Bakalım, önümüzdeki süreç ne gösterecek?
İstanbul seçimiyle ortaya çıkan Türk siyasetinin iki genç lideri; İmamoğlu ve Kavuncu, yarınlarda Türkiye’ye önemli hizmetler verecek aydın siyasetçilerimiz.
AK Parti’nin kendini yenileyip yenilemeyeceği, yenilerse bunu nasıl yapacağı tartışmalı. AK Parti, parti içi demokrasiye değil, biat terbiyesine bağlı olduğundan, sağlıklı bir öz eleştiriyle kendini yenileyebilme potansiyelinden yoksun. Geçen dönem büyükşehir belediye başkanları üzerinde yapılan budama sonrası getirilen yeni adaylar tutmadı. Yani yenilemesi başarısız oldu. Kadroları yaşlandı, seçmen yaşını küçülttü, ama kendi vitrininde tutarlı genç siyasetçi sergileyemedi. Üstelik çağdışı tutuculuğu nedeniyle partinin genel görünümü genç seçmene çekici gelmiyor. AK Parti’nin küçülme sürecini büyümeye çevirmesi zor da ne kadar küçülecek?...
Siyaset sahnesinde yeni açılan perde, iki yeni siyasi parti oluşumunu gündeme getirdi. Birincisi, AK Parti’nin eski bakanlarından Ali Babacan’ın eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yönlendirmesiyle kurmaya çalıştığı parti. Bu partiye Özgürlük ve Hukuk Partisi – ÖHP adı verilecekmiş. İkincisi, AK Parti’nin Erdoğan’dan sonraki eski başbakanı, Türkiye’nin 26’ncı Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun kurmaya çalıştığı parti. Bu iki yeni parti girişiminin tek çatı altında toplanamayacağı belirginleşti. Babacan’ın liberal kimlikli, Davutoğlu’nun ise İslâmî kimliği ağır basan parti kuracağı söyleniyor. İstanbul seçiminde AK Parti’nin uğradığı hezimet yeni oluşumları hızlandırdı. Erdoğan, “Boş çuval gibi devrilecekler” diyor, ama hiç de öyle olmayacağı görülüyor.
Erdoğan yeni parti oluşumlarıyla AK Parti’den olacak kopmaları engellemek amacıyla, eski ağır topları Yüksek İstişare Kurulu (YİK) üyeliğine atadı ve maaşlarına zam yapıldı. Üyelerden Bülent Arınç, maaşını ve maaş artışını soranları edepsizlikle suçladı. Arınç, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı Ergenekon kumpasına destek çıkmış, Genelkurmay’ın Kozmik Odasına FETÖ’cü yargıç ve savcı sokulmasına ön ayak olmuştu. Kozmik Oda’dan böylece saptanan 813 yurt dışı ajanın tamamına yakınının şehit edildiği iddiası var. İşte bunun sorumlusu Arınç, YİK üyeliğine atanınca alelacele diyetini ödemeye başladı ve “Babacan, lider kişiliği olmayan biri, Davutoğlu sadece bir siyasi figür” değerlendirmesini yaparak her ikisini de küçültmeye çalıştı.
AK Parti’nin eskimiş toplarından Bülent Arınç, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğine atanınca, diyetini ödemeye başladı ve yeni parti kurmaya çalışan geçmişteki genç arkadaşı Ali Babacan’ı “lider olmayan bir kişi” diye tanımlayarak takoz koymaya kalkıştı.
AK Parti’nin ilk hükümeti olan Abdullah Gül Hükümeti’nde Ali Babacan Devlet Bakanı idi. O zaman içinde bulunduğum TÜSİAD Enerji Grubu olarak, Babacan’ı Hazine Müsteşarlığı’ndaki odasında ziyaret etmiştik. Bu ziyaretimizde Babacan, “Siz bizim söylediğimize değil, Genel Başkanımız Tayyip Bey’in söylediklerine bakın” deyince, bir politikacı nasıl kendini böyle geri plana atıp etkisizleştirir diye düşünmüştüm. Bu görüşmenin üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtikten ve Babacan bakanlık görevini bıraktıktan sonra nikah şahidi olduğu bir düğünde karşılaştık. Ayaküstü sohbetimiz oldu ve anımı söyledim. Cevabı yine ilginçti, “Doğru söylemişim, bugün de öyle” dedi. Kısacası Babacan, Arınç’ın söylediği ikinci adamlıktan gocunan bir kişi değil.
Babacan, perde arkasında duran Abdullah Gül’ün istediği biçimde partiyi kurmaya çalışıyor. Özgürlük ve Hukuk Partisi’ne ABD Massachusetts of Technology profesörü dünyaca ünlü ekonomist Daron Acemoğlu’nun katılacağı söyleniyor. AK Parti’den kopacaklarla Meclis Grubu kuracak deniliyor, ama oluşum daha çok AK Parti dışı ünlü isimlerle sağlanmaya çalışılıyor. Kurucu lider Babacan, yerini siyasi harekete güç katacak, kitleleri peşinden sürükleyecek asıl lidere bırakacak. Bu lider perde arkasındaki 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül değil. Kulislere yansıdığına göre Adnan Menderes. Efsane Başbakan da denilen merhum Adnan Menderes’in kendisiyle aynı adı taşıyan torunu Prof. Dr. Adnan Menderes, genç bir lider.
Prof. Dr. Adnan Menderes ve Prof. PhD. Daron Acemoğlu. Menderes, Babacan’ın kuracağı partinin Genel Başkanlığı’na getirilmek isteniyor. Dünyaca ünlü ve ödüllü ekonomist Acemoğlu’nun ise partinin ekonomi ve maliye yönetiminin kurmayı olması bekleniyor.
Menderes’in liderliğinde Özgürlük ve Hukuk Partisi parlamenter sisteme dönülmesi için çalışacak deniliyor. Abdullah Gül, partinin gelecekteki Cumhurbaşkanı adayı. Erdoğan, İmamoğlu ve Gül’ün aday olacağı Cumhurbaşkanlığı Seçimi ilginç olacaktır. Türkiye’de Genel Seçim ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi büyük bir olasılıkla 2023’e kalmaz. 2021 erken seçim yılı olabilir. İç gelişmeler ve dış konjonktür seçmenin tercihi belirleyecektir, ama statik AK Parti iktidarının devam edemeyeceği, gelecekteki seçimlerin büyük değişiklik getireceği demokrasi şafağı sayesinde artık görülebiliyor.
Erdoğan, İmamoğlu ve Gül, gelecek Cumhurbaşkanlığı seçiminin beklenen üç ünlü adayı.