Duyurular 2019
İşin özü, Türk-Yunan/Rum hidrokarbon (petrol ve gaz) düellosu, ama düellonun gerçekleştiği Doğu Akdeniz’e gaz kokusuyla üşüşen emperyalist ülkeler karşımızda. Karşımızdakiler Osmanlı’nın son döneminde de karşımıza çıkmış olan ve haddini bildirdiğimiz yedi düvelin günümüzdeki torunları. Bu kadim millet, Çanakkale’de Kurtuluş Savaşı’nda o zamanın yedi düveline nasıl haddini bildirmişse, bugün de aynını yapmaya hazır. Yunan ve Rum bu işi kotardık umuduyla hiç el-avuç ovuşturmasınlar, biz mavi vatanımızı ne onlara ne de başkalarına kaptırırız.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) illegal bir devlet. Londra ve Zürih Antlaşmaları çiğnenerek kuruldu, ama ne yazık ki bugün dünya onu Kıbrıs Cumhuriyeti diye tanıyor. Türkiye bir garantör devlet olarak Londra ve Zürih Antlaşmalarını hep savundu, çiğnenmesine 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile karşılık verdi. Oysa, garantör Yunanistan o antlaşmaları çiğnerken, garantör İngiltere seyirci kaldı. Yunan-Rum ikilisinin Kıbrıs Adası’nın tümüne göz dikerek, Türklere yaşam hakkı vermek istemedikleri tarihi bir gerçek. İşte bu nedenle sınırları kanla çizilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmuş bulunuyor. ABD, KKTC’nin uluslararası tanınmasına engel oldu. İllegal olan Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa Birliği (AB) üyesi yapıldı. Legal KKTC, birleşme planlarıyla o potada yok edilmek istendi ve hâlâ sürdürülmeye çalışılan oyunla bu isteniyor.
İşte bu illegal Kıbrıs Cumhuriyeti (GKRY) 2007’de Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama sürecine yine illegal bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) alanıyla ve bu alan için açtığı uluslararası ihale ilanıyla girdi. Afrodit adını verdikleri parselde 2011’de Amerikan şirketinin sondajıyla 7 tcf (trilyon feet küp), yani 190 bcm (milyar metre küp) doğalgaz rezervi bulup, 2017’de işletmeye aldılar. Rumlar 13 parsele ayırdıkları MEB alanlarında yabancı şirketlere verdikleri ruhsatlarla aramalarını geliştiriyorlar. GKRY bulgusundan önce başta Mısır ve ardından İsrail de Doğu Akdeniz’de doğalgaz bulgulamışlardı. İsrail gazı ile Kıbrıs Rum gazını, Yunanistan ve İtalya’nın katıldıkları offshore boru hattı projesini gerçekleştirerek, Avrupa’ya taşıma çabasındalar.
Türkiye MEB ilan etmeksizin, kendi kıta sahanlığı üzerinde olacak olası MEB sınırları içinde, dolayısıyla kendi offshore yetki alanında, Kıbrıs’ın doğusunda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) 2007 yılında ilk arama ruhsatlarını vermişti. Rumların illegal biçimde Kıbrıs Türkünün haklarını gasp ederek hidrokarbon arama sondajını başlatmaları üzerine, KKTC Hükümeti 2011 yılında kendi deniz yetki alanı olarak kabul ettiği Kıbrıs çevresinde TPAO’ya arama ruhsatları verdi. Bu konunun ayrıntılarını Platformumuzda bulunan, “Çırpınıyor Akdeniz, Bakıp Türkün Bayrağına” adlı Güncel Kitabımızda ya da Platformumuzda yer alan Kıbrıs ile ilgili diğer makale ve duyuru yazılarımızda bulabilirsiniz.
Doğu-Akdeniz’de ve Kıbrıs çevresinde hidrokarbon arama alanları, yapılan çalışmalar, FATİH ve YAVUZ sondaj gemilerimizin sondaj yaptığı yerler.
İşte bugün TPAO’nun ruhsatlı alanı üzerinde TPAO’ya ait Fatih Sondaj Gemisi (Deepsea Metro II) Kıbrıs’ın doğusunda, Yavuz Sondaj Gemisi (Deepsea Metro I) Kıbrıs’ın batısında sondaj çalışması yapıyor. Rumlar gemi personelini tutuklama çabasına bile kalkıştılar, ama Türk Donanması’nın etkin koruması altında çalışmalar güvenle yürütülüyor.
Rumların uluslararası ihaleyle uluslararası şirketleri işe katarak, onların devletlerini yanlarına çekme stratejisiyle yürüttükleri aramalara karşı, Türkiye, bu arama işini kendi ulusal şirketi ve kendi ulusal olanaklarıyla yapma stratejisini izlemiştir. GKRY’nin uluslararası ihaleyle yanına çektiği şirketler ve bağlı oldukları ülkeler şöyle: Noble Energy (ABD), ExxonMobil (ABD-çok uluslu) ENI S.p.a (İtalyan), Total SA (Fransa), Cairn Oil & Gas Ltd. (Hindistan), Kogas (Güney Kore), Qatar Petroleum (Katar) vb.
Yunan destekli Rum stratejisi ve hidrokarbon kokusu emperyalist ABD’nin yanısıra şirketleriyle birlikte Fransa, İngiltere ve İtalya gibi ülkeleri Doğu Akdeniz’e çekmiş durumda. Adalar Denizi (Ege Denizi) nedeniyle kuşkulu olan Yunanistan, zaten hep Rumlarla birlikte. Bunlara İsrail ve Mısır’ın katılımıyla, Suudi Arabistan ve Katar desteğiyle, Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’deki şer cephesi oluşturulmuş bulunuyor.
GKRY ve Yunanistan ABD ve AB koruması altında. Yunanistan, GKRY, İsrail, Mısır ve Fransa askeri işbirliği içinde. Kıbrıs’taki İngiliz üslerinin dışında İsrail’in kullanımına açık üs bulunuyor. Fransa, Kıbrıs ile ilgili hiçbir hakkı olmadığı, garantör devlet niteliği bulunmadığı halde, Güney Kıbrıs’ta deniz üssü kurmaya kalkışıyor. Rusya’nın ilişkilerini giderek geliştirdiği Türkiye’ye karşı GKRY yanlısı çıkışları ise dış politika açısından düşündürücü. Türkiye Doğu Akdeniz’de yalnız demek yanlış olmaz.
Kıbrıs’ın batısında sondaj yapan FATİH ve doğusunda sondaj yapan YAVUZ.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve olası MEB alanı, 23 derece 20 dakika doğu boylamına kadar uzanıyor. Bu Girit Adası’nın batı kesimi demektir. Zaten uluslararası hukuk açısından, Osmanlı’dan günümüze geçerli antlaşmalar incelendiğinde, Girit’in dörtte birinin Yunanistan’a, dörtte üçüyle çevresindeki 14 ada, adacık ve kayalığın Türkiye’ye ait olması gerekiyor. Çünkü, 1913 Londra Antlaşması ile Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan ve Yunanistan’a bölüştürülen Girit Adası’nın statüsü Lozan’dan sonra değişmiş, Bulgaristan, Karadağ ve Sırbistan haklarından feragat edince, söz konusu paylar aslına rücu ederek, Türkiye’ye dönmüş oluyor. Çevresindeki ada, adacık ve kayalıklar ise zaten 1913 Londra Antlaşması’nda Osmanlı’da kalmıştı ve Lozan’da bunların verildiğine ilişkin bir hüküm de yok.
Dışişleri Bakanlığı’nın Doğu Akdeniz için Birleşmiş Milletler’e (BM’ye) sunduğu 18 Mart 2019 tarihli resmi mektupta, Türkiye’nin çıkarlarının olduğu deniz alanı 32 derece 16 dakika 18 saniye doğu boylamıyla 28 derece doğu boylamı arasında gösterilmiştir (1). Bu kesim Girit’i kapsamıyor. BM’ye sunulan söz konusu mektupta, Girit’i kapsayan kesim için, “28 derece doğu boylamının batısı da daha sonra gelecek sınırlamalara esastır” diye belirsizliğe itilmiştir, ama zımnen de olsa Türkiye’nin çıkarının daha öteye uzanacağı vurgulanmıştır. Bu yıl NATO tatbikatında SAS deniz komandolarımızın Girit’in sularında sualtında Türk bayrağı açmaları gelişi güzel bir eylem değil, hakkımıza dikkat çeken bir gösteridir.
Türkiye’nin kıta sahanlığı ve olası MEB alanı Girit Adası’nın batısına kadar uzanıyor. Osmanlıdan kalan ve halen geçerli olan antlaşmalara göre, Girit Adası’nın dörtte üçü ile çevresindeki ada ve adacıklar, Türkiye’ye miras kalmış ata toprakları.
28 derece doğu boylamı sınırı, George Soros’un Uluslararası Kriz Grubu tarafından, Türkiye’nin olası MEB sınırının ucu olarak Mart 2012 yılında haritalara geçirilmişti. Bu nedenle 1 Mayıs 2019 tarihli Arayış ve Gündem makalemizde “Kıta sahanlığımıza neden 28 derece sınırı?” diye soruyor ve “Sakın Soros sınırı olmasın!” diye de yanıtlıyorduk. (2) İşte bu Soros sınırının şimdilik çıkar alanımız dışında bıraktığı Girit’in çevresinde, Yunanistan arama parselleri belirleyip uluslararası ihaleye çıkarmış bulunuyor. GKRY’nin illegal bir MEB ilanı var, ama Yunanistan’ın MEB ilanı da yok. Şimdi bu alanda Total ve ExxonMobil şirketlerine verdiği arama ruhsatlarıyla sondaj çalışması yaptırmayı planlamış durumda. Bu ruhsatların 23 derece 20 dakika doğu boylamına kadar uzanması gereken olası Türk MEB sınırına ve kıta sahanlığına tecavüz eden kısımları var.
Ne yazık ki Batı’nın tezgahıyla Girit, 1913’den bu yana Yunan işgalinde bulunuyor. Oysa dedelerimiz, 1908 yılında “Girit bizim canımız feda olsun kanımız” diye Girit’e sahip çıkmaya çalışıyorlardı, ama Osmanlı yönetimi sahip çıkamadı ve haksız Yunan işgali bugüne kadar sürüp geldi. Bugün de durum iç açıcı değil, son 10 yılda 18 küçük adamızı ve bir kayalığımızı iskânla işgal eden Yunanistan, bugünlerde 19’uncu adacığı işgal etme hazırlığı içinde görülüyor. O da yine yerleşime açarak işgal etmek istediği Girit’in kuzey batısındaki Çuha (Cerigo) Adası. Çuha adası Girit ile Mora arasında yer almakta olup, deniz yolu üzerinde stratejik bir öneme sahiptir. Gerek Lozan ve gerekse Lozan öncesi antlaşmalara göre Türkiye’ye ait olması gerekiyor.
Yunanistan’ın Girit çevresinde aramaya açtığı denizsel parseller ile Türkiye’nin kıta sahanlığı ve olası MEB alanı sınırları.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, şu anda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de iki sondaj çalışması var. Sondajlardan biri Fatih Sondaj gemisiyle GKRY’nin MEB alanı dışında ve Kıbrıs Adası’nın doğusunda, Türkiye’nin kendi kıta sahanlığı ve olası MEB alanı üzerinde, TPAO’ya verilen ruhsatlı sahadaki offshore hidrokarbon sondajı olup başarılı şekilde sürdürülüyor. Diğeri ise Türkiye’nin Yavuz sondaj gemisiyle Kıbrıs Adası’nın batısında, GKRY’nin MEB alanı dışında, KKTC’nin yetki alanı ilan ettiği kesimde, KKTC’nin TPAO’ya verdiği ruhsatla yapılan offshore hidrokarbon sondajı.
GKRY, korsanca ilan ettiği kendi MEB alanında arama çalışmalarını sürdürürken, TPAO’nun ruhsatlı alanlarında yaptığı yasal sondajlardan tedirgin olmaktan öte şikâyetçi. Türkiye’yi hem BM’ye ve hem de AB’ye şikâyet etti ve AB Türkiye’ye bu nedenle yaptırım kararı aldı. Yunanistan ise Girit’in güney batısında yine illegal biçimde belirlediği parsellerde Total-ExxonMobil ortaklığına verdiği ihaleyle sondaj çalışması yaptırma aşamasında. Yunanistan’ın burada belirlediği parseller Türkiye’nin Kıta sahanlığı ve olası MEB alanına tecavüz ettiği gibi, Libya’nın MEB hakkına da tecavüz ediyor. Ancak, ABD, AB ve Fransa bu sondajları kendi çıkarlarına gördüklerinden, GKRY ve Yunanistan’ın arkasında durmayı sürdürüyorlar.
Girit Adası’ndaki Yunan parselleri ile Türk kıta sahanlığının çakışan bölümleri ve Yunanistan-Libya arasında sorunlu olacak MEB sınırı.
AB Dışişleri Bakanlarının uzlaştığı yaptırım önlemleri kapsamında, AB-Türkiye üst düzey ilişkileri ve “Kapsamlı Hava Taşımacılık Anlaşması” müzakereleri askıya alınıyor. Türkiye’nin AB’den 2020’ye kadar alması öngörülen 145,8 milyon Euro’luk üyelik öncesi mali fonda da kesintiye gidiliyor. Türkiye AB’nin bu kararını tepkiyle karşıladı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Çok da ciddiye almaya gerek yok, Rum kesiminin baskısıyla kıytırıktan kararlar aldılar. Uygulanamayacağını kendileri de biliyor” diyerek, kararın önemsizliğini vurguladı. Gerçek böyle olmakla birlikte, AB Rum kesimine teslim olmuş görünüyor. Kimin kayıp kimin kazanç yaşayacağını zaman gösterecek. Türkiye’nin uluslararası hukukla bağdaşan egemenlik haklarından taviz vermesini kimse beklememeli, Türkiye ulusal çıkarını koruyacaktır.
Avrupalılarda şifa bulmaz Türk fobisi var. AB’ye kulak asmadan sondaj çalışmalarını yürüten Türkiye’ye son yaptırım, bu yazımızı hazırlarken 24 Temmuz’da geldi. Avrupa Yatırım Bankası (EIB) Türkiye’de devletle bağlantılı kurumlara yeni finansman sağlama faaliyetini yıl sonuna kadar durduracağını ve Türkiye stratejisini gözden geçireceğini açıkladı. Kısacası, yıl sonuna kadar kredi vermeyi kesti. Banka zaten bu yıl Türkiye’ye kredi vermiyordu. Hidrokarbon sondajını durdurmak adına sembolik bir misilleme yapıyorlar, ama zaten biz sondajları onların parasıyla yapıyor değiliz.
Kaldı ki, AB-Türkiye ilişkilerinin tam üyelikle sonuçlanması olmayacak bir hayal. AB’nin “Türkiye gerekli şartları yerine getirsin, Kıbrıs sorununu çözsün, üye yapalım” şeklinde bir siyasi iradesi zaten yok. Türkiye tüm demokratik kuralları da işler duruma getirse, AB’nin Türkiye’yi kabul etme niyeti de yok. Çünkü, Türkiye’nin Avrupa’da yeri olmadığı kanısındalar. Öte yandan, AB’nin hukuk kurallarını kabul ederek kendi egemenliğinden vereceği tavizler, Türkiye’yi istiklâlinden edip AB mandası altına sokar. Bu nedenle, sonlanamayacak AB üyelik ilişki sürecinin kopması Türkiye’nin lehine olur. Türkiye bu bahaneyle AB ile Gümrük İşbirliği antlaşmasını feshedip, dengeli bir ticaret antlaşmasıyla Birlik pazarında ticaret hakkına sahip olabilmeli.
S-400 ve F-35 anlaşmazlığı yüzünden ABD ile Türkiye ilişkileri gerilmiş bulunuyor. ABD’den de yaptırım sesleri geliyor. Başkan Trump iyi polis rolünü soyunmuştu, ama F-35 projesi ortaklığından Türkiye dışlanırken, Trump senatörlerle yaptığı gizli toplantıda uygulanacak yaptırımları tartışıyor. Amerika Türkiye’nin müttefiki olmaktan çoktan çıktı, hatta beka sorunu oluşturan düşman kimliğine büründü.
ABD’nin bir de kışkırtma senaryosu var. ABD, Suriye’de Kürdistan ve dolayısıyla Büyük İsrail Projesine çomak sokan Türkiye’yi etkisizleştirmek için, Türkiye ve Yunanistan’ı Adalar Denizi’nde (Ege’de) çatışmaya sokmak istiyor. Amerika’yı tatmin edecek böyle bir çatışma, Yunanistan’ın çok aleyhine olur. 1915’de İngiltere’nin oyunuyla Anadolu’yu işgale kalkan Yunanistan, nasıl büyük hezimete uğramışsa, Amerika’nın göz kırpması ve sırtını sıvazlamasıyla yeni bir yanlış yapacak olursa, bugün kullanım hakkıyla elinde olan bazı adaları kaybedecek şekilde yeniden büyük hezimete uğrar.
Emperyalist Batı’ya bel bağlayan Yunanistan, Doğu Akdeniz’de suni gündem oluşturarak Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışırken, bir yandan da askeri statüde olmaması ve silahlardan arındırılmış bulunması gereken adalarda, ayrıca haksız işgal ettiği Türk adalarında savaşa hazırlık gösterisi yapıyor. Yunanistan Kara Kuvvetleri Komutanının bu hazırlık çalışmalarıyla ilgili olarak Temmuz başında Limni ve Bozbaba adalarını denetlediği biliniyor. Her iki ada da Lozan antlaşması gereğince silahtan arındırılmış olması gereken yerler. Yunanistan korkak-ürkek, ama yine ateşle oynamaya niyetli görünüyor. Çünkü, ABD kışkırtması sürüyor.
18 Temmuz’da medyada ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias’ın bir araya gelip, Doğu Akdeniz konusunu görüştükleri haberi vardı. Bu görüşme aslında Pompeo’nun Yunan Bakana Doğu Akdeniz için destek vermesiydi. Basına yansıyan bilgilere göre, görüşmede Pompeo’nun Yunanistan’ın Doğu Akdeniz ve Balkanlarda istikrarın ana direği rolüne vurgu yaptığı, güçlü savunma işbirliğinin süreceğini söylediği bildiriliyor. Görüştükleri ana konu aslında Doğu Akdeniz’deki enerji projeleri. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı askeri hazırlıklarına Amerika’nın desteği zaten biliniyor. Ancak, Türkiye’nin henüz aktif durumda olmasa bile S-400 hava savunma sistemini almış olması, Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’ndeki denklemi değiştiriyor.
AB ve ABD Yunanistan’ın arkasında. AB Dışişleri Bakanları Türkiye’ye Doğu Akdeniz faaliyetleri için yaptırım kararı alırken, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias’a “Doğu Akdeniz’de ve Ege’de yanınızdayız” diyerek kışkırtıyordu.
Bu süreçte bir çatlak ses KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dan geldi. Bağımsız bir KKTC’yi görme engelli olan Akıncı, hâlâ bitmeyen senfoni federasyon hayalinde olduğundan, Rum tarafına çekici görünebilmek umuduyla, Doğu Akdeniz gerilimini çözücü diye, “Ortak Gaz Komitesi” önerisi yaptı. Akıncı’nın önerisinde Kıbrıslı Rumların ve Türklerin doğalgaz kaynaklarında eşit haklara sahip oldukları vurgulanıyor, kararların konsensüs ile alınacağı, iki toplumun eşit temsil edileceği, BM gözetiminde ve AB’nin de gözlemci olacağı, ortak bir komite kurulması isteniyordu. Ortak Komite’nin gelir paylaşımını kararlaştırması, bu gelirlerle ortak bir fon oluşturularak her iki tarafın dengeli gelişimine yönelik projelerin desteklenmesi önerilmişti.
Türkiye, TPAO eliyle ve kendi Yavuz gemisiyle KKTC’nin çıkarına sondaja başlamışken böyle bir önerinin yapılması, Türkiye’nin elinden inisiyatifin alınıp, Rumlara söz hakkı verilmesi oluyordu. Gerçek bu iken ve KKTC Hükümeti Akıncı’nın önerisini benimsemezken, Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun öneriye destek çıkması anlaşılır gibi değildi. Nasıl ki Annan Planı’nı Rumlar reddedip, Kıbrıs Türklerini ve Türkiye’yi çok büyük bir badireden kurtarmışlarsa, bu kez yine aynısı oldu. Konuyu görüşen Rum Başkanlık Konseyi Akıncı’nın önerisini kabul edilemez bularak reddetti. Rumlar Akıncı’nın önerisini, çözüme yönelik esas sorundan sapma olarak değerlendirmişlerdi. Zaten Kıbrıslı Rumlar, federasyon da olsa Kıbrıs Türkleriyle aynı devlet çatısı altında birleşmek istemiyorlar. Çözüm arayışını da istenmeyen zorlama olarak değerlendiriyorlar.
Akıncı’nın KKTC ve Türkiye’ye ters “Ortak Doğalgaz Komitesi” önerisini Anastasiadis başkanlığında toplanan Rum Başkanlık Konseyi kabul edilemez bulup reddetti.
Türkiye için izlenecek yol, taviz vermeden Doğu Akdeniz’deki haklarını savunmak ve kullanmak, KKTC’nin de Rumlarla federasyon arayışına girmeksizin bağımsız devlet olarak tanınmasını sağlamaktır. Bugünkü KKTC Hükümeti, Akıncı’ya bakmaksızın zaten bağımsız ayrı bir devlet olma kararlığında. Olmayacak arayışlar peşinde koşan Rum yandaşı Akıncı ise, BM Genel Sekreteri Kıbrıs Özel Temsilcisi ve Kıbrıs’taki BM Barış Gücü Misyon Şefi Spehar’ın ev sahipliğinde 9 Ağustos’ta bir araya gelip, federasyon yolunda nasıl ilerleyeceklerini konuşacaklar.
Türkiye Doğu Akdeniz’de yalnız kalmamalı, kendisine destek ülkeler bulmalıdır. Yunanistan, ABD, GKRY ve İsrail ile ilişkiler kötü denecek kadar bozuktur. Rusya, bu konuda Türkiye’ye destek vermiyor. Bunun nedeni, Suriye ve özellikle İdlib sorunudur. Türkiye İdlib sorununu çözmeden Moskova’dan aradığı desteği bulamayacak görünüyor. Şam yönetimiyle ilişkiyi ısıtmak buna bağlıdır. Suriye’nin Doğu Akdeniz ülkesi olduğu unutulmamalı, Şam yönetimiyle ilişkiler ısıtılmalıdır.
Suriye ile barışacak bir Türkiye’nin Rusya ve İran ile birlikte olması, ABD, İsrail, GKRY karşısında etkili bir cephe oluşturur. Türkiye’nin Kırım konusunda Rusya’ya destek vermesi, Rusya’nın KKTC konusunda Türkiye’yi desteklemesine yol açar. Kaldı ki Türkiye’nin Kıbrıs konusunda haklı tutumu ile Rusya’nın Kırım konusundaki haklı tutumu arasında benzerlikler var. Türkiye’nin Ukrayna’yı desteklemekten herhangi bir kazancı yok, ama Kırım’da Rusya’nın haklı tutumunu desteklemekten, başta Kıbrıs’ta Rusya desteğini sağlamak gibi kazanacağı çok şey var.
Bu ay İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da aralarında bulunduğu 22 ülke Çin’i Uygur bölgesindeki gözaltılar için kınarken, Türkiye’nin buna katılmaması, Tayyip Erdoğan-Şi Cinping görüşmesinden sonra iki ülke arasında çok önemli olumlu bir gelişme oldu. Türkiye ve Çin Uygur sorununda uzlaşmış görünümü ortaya çıktı. Çin’in Uygur Türklerine baskı uyguladığı yaygarası, aslında ABD’nin Çin’i karıştırmak için kullandığı bir istismar konusu. Çin ile Uygur Türkleri arasındaki ilişkide Türkiye tüm gerginlik ve yanlış anlamaları giderecek ülke olup, bu Doğu Akdeniz’de Çin’i yanımıza çekmek için bir fırsattır. Doğu Akdeniz, Çin’in İpekyolu projesi için de önemli bir deniz yolu.
Türkiye’nin petrolcü-gazcı ülkeler olan Azerbaycan ve Venezuela’yı da şirketleriyle işbirliği yaparak Doğu Akdeniz’e çekmesi gerekir. Her iki ülkeyle zaten iyi olan ilişkilerimiz, Doğu Akdeniz offshore alanında verimli bir işbirliği oluşturacaktır. Her iki ülkeden arama ve sondaj çalışmalarında teknik destek alınabilir. Şu anda özelleştirme için Varlık Fonu’na devredilen ve anlaşılmaz biçimde sondaj ve kuyu tanımlama daire başkanlıkları kapatılan TPAO’nun böyle bir işbirliğine ihtiyacı da var. Bugün Türkiye, Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile hidrokarbon düellosu yaparken, milli şirketimiz TPAO güçlendirilmeli, özelleştirilmesi düşünülmemeli, kadroları deneyimli elemanlarla ve yabancı uzmanlarla takviye edilmelidir.
Türkiye, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs için Batı’ya karşı desteği Avrasya’dan bulabilir. Türkiye’nin Avrasya’da yerini alması bunun için önemli, Erdoğan-Putin ve Erdoğan-Şi görüşmeleri bu politikanın güçlendirilmesi açısından umut verici görünüyor ve Batı bundan tedirgin.
Öte yandan dış politika duygusallık ve dini inançlarla yapılacak bir politika değildir. Suriye’de Esad (Esed) saplantısı ne kadar yanlışsa, Mısır’da Mursi saplantısıyla Sisi’ye cephe alma siyaseti de o kadar yanlıştır. Müslüman kardeşler-İhvan anlayışıyla dış politika yapılmaz. İktidardaki AK Parti bu anlayışını değiştirebilir mi derseniz, zor.
Amerikan mandasının “Ya istiklal ya ölüm” diye reddedildiği Sivas Kongresi’nin yapıldığı tarihi binanın önündeki İstiklal Caddesi’nin adını bile, Mısır’ın İhvancı devrik cumhurbaşkanının adıyla Mursi Caddesi’ne dönüştürmeye kalkışmak AK Parti anlayışı değil miydi? Oysa, Türkiye yönetiminin Mısır yönetimiyle uzlaşması iki ülkenin de çıkarınadır. Mısır’ın GKRY ile yaptığı MEB antlaşması kendi aleyhinedir, kaybını o anlaşmayı iptal edip Türkiye ile anlaşma yaparak düzeltebilir. Bu yolun açılması için ülke yönetimleri arasında düşmanlığa dönüşen soğukluğun giderilmesi gerekiyor.
Öte yandan, Türkiye-Libya ilişkisi de hızla ısıtılmalı ve olumlu yönde geliştirilmelidir. Şu anda Girit çevresinde hidrokarbon arama çalışmalarını başlatan Yunanistan’ı korkutacak gelişme, Türkiye ile Libya arasında imzalanacak bir MEB antlaşması olacak ve Yunanistan’ı zora sokacaktır. Üstelik geçmişte imzalanmış mevcut antlaşmalara göre Girit’in hâlâ dörtte üçü Türkiye’ye Osmanlı’dan kalmış miras olduğuna göre, bugüne kadar bu mirasa sahip çıkamamış olsak bile, çevresindeki kıta sahanlığımızı örtecek MEB alanına sahip çıkmamız gerekiyor.
Türkiye Doğu Akdeniz’i ve Kıbrıs’ı Batı’ya bağlı kalarak değil, Batı karşısında Avrasya’da yerini alarak koruyabilir. Ne yazık ki Türkiye’nin Avrasya’ya yönelmesini kâbus gibi görenler var. Emperyalist Batı karşıtı Avrasyacı yurtsever kesim ile Batılılaşma aldatmacasıyla kamufle edilmiş misyoner aşısının bağışıklık kazandırdığı Avrasya karşıtı kesim görüş ayrılığı içinde. Rusya, Çin, Azerbaycan, İran, Hindistan gibi ülkeleri kendi çizgimize paralel tutabilmek, Avrasyacı politikalar gerektiriyor.
Doğu Akdeniz’deki ve Adalar Denizi’ndeki çıkarlarımızı taviz vermeden ve savaşa girmeden korumalıyız. Bunun için diplomaside gereken adımları duygusallıktan öte akılcı stratejilerle atmak zorundayız. Gerektiği yerde Türk donanmasının gücünü göstermek için elbet gambot politikası da uygulamalıyız. Kıbrıs Adası’na da en kısa zamanda Türk Deniz ve Türk Hava üslerini kurmak zorundayız. Kıbrıs’ta kurulacak Türk Askeri üsleri düşmanlarımıza karşı caydırıcılık sağlayacaktır.
(1) & (2): http://www.ultanirplatformu.com/22-01-mayis-2019.html