http://www.ressiad.org.tr/makaleler.php?ID=21

 

Rüzgâr, su ve Türkiye

(Wind, hydro and Turkey)

10.11.2004

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

Enerji kaynakları kirli ve temiz diye ayrılabilir mi?

Bizce “hayır”. Aslında enerjinin kirlisi ve temizi yoktur, ama enerji teknolojisinin kirlisi ve temizi vardır. Ancak, beyazın da beyazı olduğu gibi, temizin daha temizi var. İşte rüzgâr ve su doğası gereği daha temiz enerji sayılmakta. Bugün bu temizliği beyazla değil, uluslararası literatürde çevre ile bağlantılı biçimde yeşille ifade ediyoruz. Rüzgâr ve su yeşil enerjiler, onlardan üretilen elektrik de yeşil elektrik.

 

Ancak, belli bir şiddetin üzerinde dizginlenemeyen bu doğal kaynakların, ne kadar tahrip edici olduğunu da bilmek gerek. Temiz olan, bu enerjilerin kullanılması için ortaya konulan teknolojilerdir. Eski rüzgâr türbinleri ile çevrede görüntü kirliliğinden öte, ses kirliliği, radyo ve TV dalgalarını olumsuz etkileme gibi kirlilikler söz konusu olabilirken, bugün gelişmiş yeni nesil rüzgâr türbinleri ile bu kirlilikler ortadan kalkmakta. Rüzgâr santralları çevre ile uyumlu projelenmekte. Çevre dostu enerji üretim sistemi ortaya çıkmakta.

 

Bir baraj yeterli ya da güvenli inşa edilmemişse, çevresi için en büyük tehdittir. Bir nehir ya da kanal tipi su santralı, regülatörü ile böyle tehdit oluşturmayan çevre dostu bir üretim sistemidir. Çevresi ile uyumlu dizayn edilmiş, yeni inşaat teknikleri ile yapılmış bir baraj da tehdit oluşturmuyor ve çevre dostu.

 

Kömür kirli kaynak olarak görünür ve öyle sanılır, ama çevre ile uyumlu yeşil kömür teknolojisi geliştirildiğini de bilmek gerekir. Çernobil tipi eski teknoloji ürünü bir nükleer santral, çevre ve toplum için bir tehdit iken, bugün güvenlik önlemleri artırılmış yeni nesil nükleer santrallar çevre dostu. Elbette, temizin de en temizi su ve rüzgâr.

 

Ülke makro ekonomisi açısından enerji kaynakları birbirine rakip mi?

Bizce “hayır”. Bununla beraber, ekonominin söz konusu olduğu her yerde bir maliyet, izafi kavramlar olan pahalılık, ucuzluk, işletme açısından amaç olan kâr, ülke makro ekonomisi açısından amaç olan verimlilik-prodüktivite, kaynaklar için avantaj ve dezavantaj olabilecek özeliklerle rekabet oluşursa da, bir ülke tüm enerji kaynaklarından yararlanmak, enerji arz cephesini olabildiğince çeşitlendirmek zorundadır ve bu nedenle kaynaklar birbirinin rakipleri değildir. Bir ülke tüm enerji kaynaklarından yararlanmalıdır. Bu noktaya kadar bir rakip durumu, bir rekabet söz konusu olamaz ve söz konusu da edilmemelidir.

 

Peki, kaynaklar arasında rekabet nerede başlayacak? Bizce ülke genel enerji bütçesinde tüm kaynaklar optimal dağılım kapsamında yer almalıdır. Optimal dağılımda bazı kaynakların payı çok, bazı kaynakların payı az olacaktır. Bu pay büyüklüğünü ekonomik kriterler belirleyecektir. Her kaynağın kullanılacağı yer ve zaman olduğu bir gerçektir. Bir kaynağın yerini diğer kaynağın ikame etmesi her zaman mümkün olmaz. Örneğin, baz yük santralları ve puant yük santralları çoğu kez farklı kaynak gerektirirler. Bir nükleer santral 8760 saatlik yıl boyunca 8000 saatin üzerinde çalışırken, bir hidroelektrik santral 4000 saat, bir rüzgâr santralı 2500 saat çalışabilir.

1000 MW’lık bir nükleer santralı 50 tane 20 MW’lık (50x20= 1000 MW) rüzgâr santralı ile hatta 2000 MW’lık rüzgâr santralı ile de ikame edemezsiniz. Ancak, rüzgârın boşa esmesine, suyun boşa akmasına müsaade edilemez. Her kaynak optimal ölçüler içinde değerlendirilmelidir. Bir nükleer santral, bir kömür santralı baz yük için kullanılabilir, ama puant yükü karşılamak için kullanılamaz. Doğalgaz santralları da öyle. Özellikle barajlı hidroelektrik santrallar puant yük santrallarıdır.

 

Su ve rüzgârın bir önceliği var mı?

Elbette var. Aslında yukarıdaki açıklamalar optimal ölçüler içerisinde her kaynağın değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koyarken, su ve rüzgâra bir öncelik verilmesinin gereğini de ortaya koyuyor. Ancak, bir ülkenin enerji ve özellikle elektrik gereksiniminin, bu kaynakların potansiyeli ne olursa olsun, sadece söz konusu iki kaynaktan karşılanmasının enerji işletmeciliği ve arz güvenliği açısından uygun olmadığını vurgulamak gerekir.

 

RESSİAD sadece rüzgâr enerjisi ve sadece hidroelektrik enerji demeden, rüzgâr enerjisinin ve hidroelektrik enerjinin optimal ölçülerde, fizibıl boyutlarda ve serbest piyasa rekabet ortamında değerlendirilmesini savunmaktadır. Ancak, söz konusu bu rekabetçi serbest piyasa, yenilenebilir kaynakların piyasası, elbette doğalgaz, kömür gibi termik santrallar ve nükleer santralların serbest piyasasından farklılık içerecektir.

 

Teknoloji insanlığın çevresini değiştirmek için uyguladığı tekniklerin tümü olduğuna göre, her teknolojik uygulamanın çevre üzerinde olumlu ve maalesef olumsuz etkileri elbette söz konusudur. Olumlu etkilerin fazlalığı o kaynakları çevre dostu karakterine sokmakta. Su ve rüzgâr enerjilerinin çevre dostu olduğu konusunda tam bir mutabakatın varlığı bilinmekte. Bu kaynaklar aynı zamanda yerel ve ulusal karakterli kaynaklar. İlk yatırımdan sonra işletme ve bakım giderlerinin düşüklüğü en önemli avantajları. Karbon-dioksit emisyonuna neden olmayışları, global iklim değişikliği tehlikesi karşısında bir diğer önemli avantajları. Bu nedenle değerlendirmelerine öncelik tanınması çevre açısından, ulusal ekonomik çıkarlar açısından gerekmekte.

 

Sudan ne kadar elektrik üretebiliriz?

Enerji Bakanlığı ve Devlet Su İşleri yıllardır brüt hidroelektrik potansiyeli 430 milyar kWh/yıl, teknik hidroelektrik potansiyeli 215 milyar kWh yıl ve ekonomik hidroelektrik potansiyeli de 126 milyar kWh/yıl olarak vermektedir. Burada önemli olan fizibıl olarak değerlendirilmesi mümkün ekonomik hidroelektrik potansiyeldir. 35229 MW kurulu güç ile 126 milyar kWh/yıl ekonomik hidroelektrik potansiyel değerlendirilebilecektir.

 

Devlet Su İşleri’nin güvenilir (firm) enerji faydası, sekonder enerji faydası, pik güç faydası ve pik güce katkı değerine ilişkin kriterleri tartışmalı olup halihazırdaki kriterlerin yeterliliği söylenemez. Nitekim, havzalara göre potansiyel, iş adamlarımızca yenilenen kriterlere göre değerlendirildiğinde, ekonomik üretim potansiyelinin 192.5 milyar kWh/yıl, bunu değerlendirmek için gereken kurulu gücün de 48768 MW olduğu hesaplanmıştır.

30 Nisan 2004 tarihinde Enerji Bakanı Sayın Güler, Birkapılı HES’i açarken yaptığı konuşmada, ekonomik hidroelektrik potansiyelin 126 milyar kWh’i çok aşkın olduğunu bunun iki, hatta üç katı düzeyde bulunduğunu söyledi. Sayın Bakan konuşmasını tamamladıktan sonra bu rakamı neye göre söylediğini, üç katının çok büyük olması nedeni ile hata olup olmadığı sorduğumuzda, “Bizim yaptığımız çalışmaya göre 350 milyar kWh/yıl kullanılabilecek potansiyel var” dedi. Ardından bu çalışmanın Devlet Su İşleri tarafından mı yapıldığını sormuştuk. “Hayır biz özel olarak yaptırdık” cevabını vermişti.

Biz de o zaman yazı yazdığımız Dünya gazetesindeki köşemizde, 13 Mayıs 2004 günkü makalemizde, “Bakan Güler, herhalde araştırmasının ayrıntılarını, 350 milyar kWh/yıl dedikleri kullanılabilecek su potansiyelinin nerelerde olduğunu yatırımcılara duyuracaktır” diye kibarca duyurması için bir çağrıda bulunmuştuk. Bugüne kadar Bakanlığın açıklayabildiği böyle bir çalışma olmadı. Biz böyle bir araştırmanın olup olmadığını, varsa ne kadar ciddiyetle hazırlandığını bilmiyoruz, ama 350 milyar kWh’lik ekonomik ya da kullanılabilecek hidroelektrik potansiyeli, bilimsel ve teknik açıdan maalesef pek de inandırıcı bulmuyoruz.

 

Türkiye’nin ekonomik hidroelektrik potansiyelinin 126 milyar kWh’den büyük, 190 milyar kWh düzeylerinde olduğu bir gerçek de, 350 milyar kWh rakamı kuşkulu, ama bu rakamların hiçbirisinin bugün için fazla bir önemi de yok. Potansiyel konusunda en sağlıklı çalışmanın ERE Holding’in koordinatörlüğünde, yerli-yabancı üniversitelerin işbirliği ile geliştirilen Avrupa Birliği tarafından desteklenen Hydropot projesi ile ortaya konulabileceğini vurgulayalım.

 

Siyasiler için, hidroelektrik potansiyelimiz şu, ya da bu kadar büyük diye övünülecek yerde, mevcut potansiyelin değerlendirilemediği gerçeği var. Bugün Türkiye’nin hidroelektrik kurulu gücü 12645 MW, yani 126 milyar kWh’i verecek olan 35529 MW kurulu gücün henüz yüzde 36’sı düzeyinde. Yeni arayışlar süredursun, yıllardır bilinen potansiyelimizin henüz üçte birini kullanılabilir duruma gelmişiz. Siyasilere düşen, daha büyük potansiyel rakamları öne sürmek yerine, mevcut potansiyelin tamamının kullanılır duruma getirilmesini sağlamak olmalı.

 

Su potansiyelini DSİ mi değerlendirmeli?

Kesinlikle “hayır”. Bakın şu kurulu güç tablosuna! Türkiye’nin kurulu hidroelektrik gücünün 882 MW’ı yap-işlet-devret (BOT) santralları, 30 MW’ı işletme hakkı devri santralı, 85 MW’ı serbest üretim şirketi santralları, 653 MW’ı ise otoprodüktör. 10994 MW’ı şu anda mülkiyeti Devlet Su İşleri’nde olan, ama EÜAŞ tarafından işletilen kamu santralları. Bunların 9912 MW’lık en büyük kısmını Devlet Su İşleri 50 senede kurabilmiş. Yani, koskoca Devlet Su İşlerinin bir yılda gerçekleştirebildiği ortalama kurulu güç 198 MW, hem de olması gerekenin iki katı maliyete. İşte siyasilerin esas dokunmaları, dokunmaktan öte düzeltmeleri gereken nokta bu. Biz bu gerçeği tüm kamuoyunun dikkatine sunuyoruz. Mevcut hidroelektrik kurulu gücümüzün kuruluşlara ve tipine göre dağılımı tablo 1’de görülmektedir.

 

Tablo 1. Kuruluşlara ve tipine göre hidroelektrik kurulu güç (MW)

KURULUŞLAREÜAŞ hes'leriİşletme Hakkı Devri HESYap-İşlet-Devret (BOT) HES’leriSerbest Üretim Şirketi HES’leriOtoprodüktör HES’leriGENEL TOPLAMBARAJLIHES10 540.4453.410 993.8-30.130.1-85.185.1672.0210.0882.0540.0113.5653.511 752.4892.112 644,5AKARSUHESTOPLAM

 

Devlet Su İşleri santrallarının hiçbiri planlama kriterlerine giren 1225 dolar/kW maliyeti ile yapılmadı, yapılamadı. Bu maliyet iyimser bir yaklaşımla ve görünürde 2100 dolar/kW, gecikmeler, hesaba katılmayan faizlerle 3000 dolar/kW’ı aşıyor.

 

Son günlerde yazılı basına da yansıyan bir konuya değinmeden geçemeyeceğiz. 20 Ekim tarihinde basında DSİ Genel Müdürü’nün milletvekillerinden hidroelektrik santrallar konusunda destek istediği haberi yer almıştı. Gerekçe 2007/2008’den sonra beklenen enerji açığı idi. DSİ kendisine verilen ödeneğin yetersiz oluşundan yakınıyordu. Çok geçmedi 10 gün sonra basına yansıyan bir başka haber, Kiğı barajının maliyetinin DPT’yi şaşkına çevirdiği haberi çıktı.

Bingöl'de Peri akarsuyu üzerine kurulacak, 1999’da 127 milyon dolara çıkacak denilen, yılda 450 milyon kWh üretim yapacak 140 MW’lık Kiğı HES için, DSİ şimdi 1 milyar 256 milyon dolar istiyor. DPT bu konuda DSİ’yi bir yazı ile uyarmış. Maliyet muhasebesinin olmadığı DSİ ve EÜAŞ işletmeciliği ile bu baraj çalıştırıldığında, elektriği acaba kaç cent/kWh’den satılacak? EÜAŞ’ın fiyatı ile 3.5 cent’e mi? Peki, zararı hangi Hazine ödeyecek? Çünkü yapılan hesaplar gösteriyor ki, 50 cent/kWh'den bile satsanız bu proje kendisini finanse edemez.

 

DSİ, projeleri akıl almayacak pahalı maliyetle gerçekleştirebiliyor. Devletçilik son bulmalı, ama Başbakan Sayın Erdoğan partisiyle buna hazır görünse de, özel sektörü matruşka bebek imalatçısı gibi gören, “Enerji inşaata benzemez atılan kazık 30 yıl sürer diyen” bir Enerji Bakanlığı ve bu bakanlığa bağlı DSİ buna hazır mı? Bu yanlış politika ile olan “Babacan Hazinesi”sine oluyor. Bereket versin ki onu IMF korumakta. Doğalgaz piyasasında devletçiliğin önünü nasıl ki IMF kesti ise, umarız DSİ’nin çarpık projelerinin önünü de keser.

 

Su potansiyelini bu ülke yararına özel sektör değerlendirebilir!

Türkiye’nin su potansiyeli DSİ’nin yılda ortalama 200 MW’lık hızı ile değerlendirelemez. Rahmetli Özal, Başbakan olmazdan önce teknokrat kimliği ile yaptığı bir konuşmada, daha 1980 yılında, “DSİ bir santralı 10 senede bitirir, potansiyelimizin geliştirilmesi belki 100 seneyi geçer” demiş, bu işin DSİ ile süremeyeceğini söyleyen ilk kişi olmuştu. “Hidroelektrik konusunda yeni bir organizasyona ihtiyacımız var” diyordu. İşte o yeni organizasyon, bu işi özel sektörün yapmasıdır. DSİ yapsın, özel sektör müteahhitleri de bundan kazansın görüşü, serbest liberal piyasada yeri olmayan görüştür. Riskini özel sektör üstlenecek, nemasını da özel sektör alacaktır, ama ülke gerçek hizmet görmüş olacaktır. Hidroelektrik santrallar giderek çoğaldıkça kullanılabilir ekonomik potansiyelimiz yüzde 60-70’lere yaklaştıkça, yeni potansiyel arayışlarının da bir anlamı olacaktır. DSİ egemenliğinde sular boşa akarken, yeni potansiyel eklenmiş ya da eklenmemiş, ekonomiye faydası ne?

 

Türkiye’nin geliştirilmesi gereken hidroelektrik kurulu gücü ve elektrik üretimi DSİ tarafından hesaplanandan çok daha fazla. DSİ’nin vizyonu bu konuda yeterli değil. Bu kapasitenin bir an önce geliştirilmesi Türkiye ekonomisi açısından çok önemli. Projelerin tümü özel sektör tarafından geliştirilebilecek projeler. Yoksa, kamu elinde ilk ihale tutarı ne kadar ucuz olursa olsun, yatırım maliyeti sonunda olması gerekenden daha pahalıya çıkmakta. Ne yazık ki bu sonuç, Türkiye’deki kamu yatırımlarının ortak kaderi. Çok uzun yatırım sürelerinin gerektirdiği maliyet artışlarından öte, inşaat başladıktan sonra ortaya çıkan gerekçelerle, birçok maliyet artırıcı değişiklikler ve büyük keşif artışları oluşmakta. Bu artışlar da daha emniyetli, daha iyi bir tesisi ortaya çıkarma gerekçesine dayanmakta. Yatırımlar kamu tarafından yapıldığı sürece, müteahhitlerin çıkarına olan bu tür değişiklikler önüne geçmek olanaklı değil.

 

Yatırımda özel sektör başarılı olduğu gibi, işletmede de özel sektör başarılı. Nitekim, özel sektör tesislerinin verimliliğinin yüksekliği görülüyor. Kamuda gereksiz istihdam, buna karşın yetersiz bakım ve onarım, duyarsız işletmecilik anlayışı verimliliği düşürmekte.

 

Türkiye gibi, olanakları sınırlı ve mali kaynakları yetersiz ülkelerde yatırımların çok akılcı bir şekilde yapılması zorunlu. Sırf bu nedenle bile hidroelektrik tesislerin yatırım ve işletmesinde yerli ve yabancı sermayeye dayalı özel sektörün teşvik edilmesi gerekir. Bu teşvik elbette parasal teşvik değil. Engellerin kaldırılması ile sağlanacak yasal teşvik olmalı.

 

LÜTFEN BU ÜLKENİN YARARI İÇİN BÜTÜN PROJELERİ ÖZEL SEKTÖRE BIRAKINIZ.

 

Devlet Su İşleri ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından geliştirilen proje portföyündeki tüm projeler özel sektöre bırakılmalı. Özel sektör bunların gerçekleşmesi için kamudan daha iyi alternatif çözümler üretebiliyor. Ayrıca özel sektör, Devlet Su İşleri ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından geliştirilen proje portföyü dışında yeni projeler geliştiriyor. Potansiyel ve kapasite artırımı sağlayan bu projeler, Devlet Su İşleri ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından incelemeye bile alınmayan sular üzerinde oluyor. Büyük çoğunluğu küçük kapasiteli, ama toplamı büyük projeler oluşuyor.

 

Su projelerinin gerçekleşmesi için bürokratik işlemlerin asgariye indirilmesi, bugün EPDK ve DSİ tarafından uygulanan prosedürün toptan değiştirilmesi gerekiyor. Artık, Devlet Su İşleri’nin pahalı yapım yöntemleri ile Türkiye’nin kaybedecek zamanı yok. Su kaynaklarının paylaşımı ve su haklarının düzenlenmesi için elbet bir devlet otoritesine ihtiyaç var, ama o bugünkü bürokratik Devlet Su İşleri olamaz!

 

Rüzgârdan ne kadar elektrik üretebiliriz?

Akarsularımız çoğunlukla boşa aktığı gibi, rüzgarımız da boşa esiyor. Her ikisi de ülkenin coğrafi konumu, topoğrafik yapısı ve iklimi ile bağlantılı kaynaklar. Türkiye’nin rüzgâr potansiyeli için yaptığımız ve ilk kez 1998’de TÜSİAD’ın “21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi” adlı raporunda açıkladığımız bulgulara göre; Türkiye’nin karasal alanlarında 20 bin MW’lık kullanılabilir, hatta Avrupa ülkelerindeki fiyatlarla ekonomik potansiyeli var. Türkiye ilk etapta bunu yarısını, yani 10 bin MW’ı hedefleyebilir. Ancak, bu hedefe piyasa koşullarına göre yıllar itibariyle kademe kademe ilerlemek gerekir. Potansiyelle ilgili ek bilgiler tablo 2’de yer alıyor. Bu verilerin ayrıntılı araştırmalarla gelişebileceğini, ama aşağı düşmeyeceğini belirtelim.

 

Tablo 2.  Türkiye’nin rüzgâr potansiyeli

Karasal AlandaDenizsel AlandaKarakteristikKarakteristikBrütBrütTeknikTeknikKullanılabilirKullanılabilirGüç (MW)220 000-55 00060 00020 00015 000Güç (MW)Enerji (GWh7yl)400 000 110 000180 00050 00045 000Enerji (GWh7yl)

 

Bir de rüzgâr enerjisinin türevi olan deniz dalga enerjisi var. Deniz dalgası, aynı zamanda hidrolik enerjinin de bir çeşidi. Marmara denizi dışında açık deniz kıyıları 8210 km’yi bulan Türkiye’de, yapılan ölçümlerden de yararlanılarak, 75 bin MW brüt potansiyelden söz edilebilir. Bunun teknik olarak değerlendirilebilir olanı 9 bin MW düzeyinde. Bu kurulu güçle üretilebilecek enerji ise 18 milyar kWh kadar.

 

Türkiye rüzgâr enerjisini ne kadar değerlendiriyor?

Aslında, Türkiye rüzgâr enerjisini hemen hiç değerlendiremiyor denilebilir de, bu konunun ayrıntısına geçmeden önce dünyada rüzgâr kurulu gücünün gelişmesinden biraz söz etmek de yarar var. 1990 yılında dünyanın rüzgâr kurulu gücü 2160 MW iken, 2004 ortasında 40530 MW’a çıkarak, 14 yılda 18 katı aşkın artış göstermiş bulunuyor. Bu artışın km taşları tablo 3’de yer almakta.

 

Tablo 3. Dünyada rüzgâr santralları kurulu gücünün yıllara göre artışı

20032004 yarısı37220 MW40530 MW199019952000200120022160 MW4843 MW16461 MW23271 MW29140 MW1990 göre artış% 224% 762% 1077% 1349% 1723% 1876

Yukarıda açıklanan dünyadaki artışa Türkiye maalesef ayak uyduramamış bulunuyor. Türkiye’nin şu andaki rüzgâr kurulu gücü sadece 20.1 MW olup santralların adları kuruluş yılı ve güçleri tablo 4’de verilmiştir.

 

Tablo 4. Türkiye’nin rüzgâr kurulu gücü

Santralin AdıYeriKuruluş YılıGücü (MW)Delta Plastik Otoprodüktörİzmir - Çeşme - Germiyan19981,5ARES Güçbirliği Holding BOTİzmir – Çeşme - Alaçatı19987,2BORES Demirer Holding BOTÇanakkale - Bozcaada200010,2Sanjüt Sanayi Otoprodüktörİstanbul - Çatalca20031,2Türkiye Toplamı : 20.1 MW

 

Türkiye’de rüzgâr santralları geçmişte BOT (Yap-İşlet-Devret) modeli kapsamında ve bir de otoprodüktör olarak kurulmuşlardır. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu 2001 yılında çıkıncaya kadar yapılan BOT başvuruları 1800 MW’a ulaşmıştı. Yalnızca, Çeşme - Alaçatı RES ile Bozcaada RES, yani 17.4 MW gerçekleştirilmiş durumdaydı. Devlet Planlama Teşkilatı’nca onaylanmış 10 adet, toplam 307 MW’lık proje işlemlerinin tamamlanmasını beklerken, Enerji Bakanlığı makam onayı alınarak sözleşmesi imzalanacak toplam 170 MW’lık 6 proje de sırada idi. Toplam 63 MW’lık 4 projenin fizibiliteleri değerlendirilirken, toplam 27 MW’lık 2 projenin fizibilitelerinin teslimi bekleniyordu.

 

Yukarıda tanıtılan tüm bu projelerin dışında ihale sonucu fizibiliteleri alınmış görüş bekleyen ve toplam kurulu gücü 774 MW olan 28 proje de bulunuyordu. Ancak, bu tekliflerin içinden 240 MW’lık RES’in seçilerek yaptırılacağı açıklanmıştı. Ayrıca makam onayı alınmamış, ilk başvuru aşamasında bulunan 428 MW’lık 15 proje daha vardı. Yapılmışından başvuru aşamasında olana kadar sıralanan toplam 67 projenin gücü minimum 1793 MW ediyordu, teklif alternatiflerine göre bu güç toplamı 1818 MW’a da çıkabilecekti.

 

27 Mayıs 2000 tarihli toplantı ile DPT ve Enerji Bakanlığı, son 29 projelik bir paketle BOT modelinin uygulamasına son vermeyi kararlaştırmışlardı. Bu karar bir geçici madde ile 4628 sayılı yasaya yansıyordu. Söz konusu 29 projenin içinde 4 termik, 1 jeotermal, 17 rüzgâr ve 7 küçük hidroelektrik santral yer alıyordu.

 

Toplam 1379 MW’lık bu paketin 186 MW’lık bölümü 2001 yılında tamamlanması öngörülen 9 rüzgâr santralına ayrılmıştı. 2002’de tamamlanması öngörülen 1034 MW’lık 20 santralın 8 tanesi rüzgâr santralıydı ve bunların güçleri toplamı da 169 MW tutuyordu. Bu projelerin hiçbiri gerçekleştirilemedi, çünkü politika değiştirilmişti ve gerçekleşmeleri istenmiyordu.

 

BOT projeleri dönemi bitti!

Peki BOT projeleri neden istenmez olmuştu? 1984 tarihli 3096 sayılı kanunla başlayan, 1994 tarihli 3996 sayılı kanunla geliştirilmek istenen BOT projelerine, Anayasa’da değişiklik yapan 1999 tarihli 4446 sayılı kanunla ulusal ve uluslararası tahkim yolu açılmış, bu projelerin Danıştay incelemesinden kurtaran yine 1999 tarihli 4492 sayılı kanun, projelerin imtiyaz hukukundan özel hukuka geçme seçeneği getiren 4493 sayılı kanun ve tahkim prosedürünü açıklığa kavuşturan 2000 tarihli 4501 sayılı kanun hep BOT’nin önünü açmak için çıkarılmamış mıydı?

 

Ancak, Türkiye’nin peş peşe ekonomik krizlere girmesi, BOT projelerinin Hazine garantisine karşın Elektrik Enerjisi Fonu’nun başka amaçlarla kullanılmasının Hazine’ye getirdiği yük, bu projelere karşı cephe alınmasına neden oluyordu.

 

  Burada amacımız BOT’yi savunmak değil, bir gerçeği saptamak. İthal yakıta dayalı termik projeler için 1996 tarihli 4283 sayılı kanunla BO (yap-işlet) modeli getirilmişti, ama ayni olanak doğal kaynaklar için, “onlar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır görüşü ile yerli doğal kaynak santrallarına tanınmamıştı. BO santrallarının elektriği, modellerin farklılığı ve doğası gereği BOT santrallarından ucuzdu.

 

Devletin şikâyeti, DPT’nin yıllık programlarına şu cümlelerle yansıyordu: “Yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilecek projelerde enerji alım fiyat garantisi verilmesi uygulaması çerçevesinde, sözleşmelerin yüksek alım fiyatlarıyla bağıtlanması nedeniyle sektörde uzun vadede rekabetin geçerli olacağı bir serbest piyasa düzeninin kurulabilmesi imkânı giderek sınırlanmakta, pahalı bir enerji sistemine dönüşüm izlenmektedir”. Bu görüşe bağlı olarak, birisi su diğeri rüzgâr santralı olmak üzere iki BOT projesine ilişkin, Enerji Bakanlığı’na verilmiş ve kabul edilmiş fizibilite raporlarından alınan fiyat değerleri karşılaştırmalı biçimde tablo 5 ‘de sunulmaktadır.

 

Tablo 5. BOT santrallarında fiyat örnekleri

HİROLİK PROJERÜZGAR PROJESİSatış Fiyatı ¢/kWh8,6004.7002.8008,2002.8002.8007.9002.8002.8007.6002.800                    6.9002.800     6.0002.800    Yıl1951317210614183117151941281620Satış Fiyatı ¢/kWh8,908,347.797.727.326.926.512.842.782.782.782.782.782.782.782.782.782.782.782.78Proje GeliriBin US$2607.32486.12395.12304.12091.91819.11424.9848.9848.9848.9848.9848.9848.9848.9848.9Proje GeliriBin US$13116.312294.611473.011381.910787.810193.69599.54189.94089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.64089.6Enerji Üretimi GWh30,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,3230,32Enerji Üretimi GWh147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37147.37Proje GideriBin US$134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1134.1Proje GideriBin US$3354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.93354.9Proje (Kârı)Bin US$2468.12346.92255.92164.91952.81679.91285.8709.7709.7709.7709.7709.7709.7709.7709.7Proje (Kârı)Bin US$9761.38939.78118.08026.97432.86838.76244.6834.9734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7734.7

 

BOT projelerinin kredi geri ödeme döneminde fiyatları yüksek oluyordu, çünkü bu projelere bağlı tesisler sonunda devlete teslim edileceği için elektrik fiyatının içine tesisin maliyetinden gelen pay da ekleniyordu. İlk yıl fiyatları 9-10 ¢/kWh’in üzerinde olan projeler vardı. İlk rüzgâr santralında 12 ¢/kWh bile görüldü. Ayrıca, dolar bazındaki fiyatlara, yine doların paritesine bağlı olarak eskalasyon da uygulanıyordu.

 

Hazineye yük bindirmeyecek çözüm gerekiyor!

1 Ocak 2002 tarihli Dünya gazetesindeki köşe yazımızda, 9.8 milyar dolarlık elektrik pazarında kayıp ve kaçaklar düşüldükten sonra geriye kalan pazarın net büyüklüğü 6.9 milyar dolar diye yazmış ve bunun dağılımını yapmıştık. BOT santralları 1 milyar dolar, BO santralları ise 2.1 milyar dolar alıyordu. Bu pastadan kamunun elindeki doğalgaz ve kömür santrallarını alacağı yakıt payı, hele hele pahalı mobil santrallara yapılacak ödemeler, bürokratından işçisine kadar sektörde çalışanların maaş ve ücretleri üst üste toplandığında 4 milyar doları çok aştığı görülüyordu. Pastadan geriye bir şey kalmadığını belirterek sözü şöyle bağlamıştık:

 

“Mülga TEAŞ’ın örtülü iflası bunun kanıtı, EÜAŞ’a bıraktığı miras da bir başka tartışma konusu. Kamusu ve özeli ile bu piyasa nasıl çalışacak?”. Devlet kendi verimsiz santralları ile pahalı üretim yaparken, BOT'si ve BO’su ile yine devletin toptancılık yaptığı, devlet egemenliğindeki bu piyasanın geliri giderini karşılayamıyor. IMF de Devlet Bakanı Ali Babacan da, yüksek fiyatlı “al ya da öde” uygulamasının olumsuz yükünü gördükleri için Hazine’ye dolaylı ya da dolaysız yük bindirecek uygulamaya karşı çıkıyorlar. Gerçekten de bugün hedeflenen serbest piyasa ortamında Hazine’ye ve sanayiciye yük bindirecek uygulamaların savunulacak yanı kalmamış bulunuyor.

 

  Devlet Bakanı Ali Babacan’ın istemediği Başbakan Erdoğan’ın TBMM Genel Kurul gündeminden çektiği tasarı, sakat oluşturulmuştu!

 

Yenilenebilirlerden elektrik üretimi ve bunun satışını düzenleyen tasarı 2004 Ocak ayında Enerji Bakanlığı’nda, Bakanlık Müsteşarı başkanlığındaki toplantıda sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile yazılırken, biz RESSİAD adına, 4628 sayılı yasaya zıt bir tasarı olmamasını, su ve rüzgâr için üretim projeksiyonu ile belli olacak kendi kotaları içinde rekabete sokulacak bir serbest piyasa düşünülmesini önermiştik. Bu isteğimize rağmen, Bakanlığın tutumu ve diğer kuruluşların istemi ile 2010 yılına kadar sabit fiyat uygulaması tasarıya sokulmuştu.

 

Bu madde üzerinde çok oynandı ve Komisyondan geçip Meclis’e gönderilen tasarıda şu şekle sokulmuştu:

 

“Madde 6- (c) 2011 yılı sonuna kadar bir takvim yılı içerisinde bu Kanun kapsamında satın alınacak elektrik enerjisi için uygulanacak fiyat, EPDK’nın belirlediği bir önceki yıla ait enflasyondan arındırılmış Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatının altı Euro centin altında olması halinde, hidrolik ve jeotermal kaynaklı elektrik için yüzde onbeş, diğer yenilenebilir kaynaklı elektrik için yüzde yirmi fazlasına kadar rüzgar ve güneş için 5 Euro centten az olmamak ve bütün kaynaklar için altı Euro centi geçmemek üzere, her yılın 31 Ocak tarihine kadar, EPDK tarafından her bir kaynak için ayrı ayrı belirlenir ve yayımlanır”

 

Bu maddenin açık ifadesi, o günkü dolar/Euro paritesine göre, rüzgâr elektriği 6.2 cent/kWh’den az olmayacak 7.5 cent/kWh’den de fazla olmayacak demekti. Kamu şirketleri Ocak 2006’ya kadar bu elektriği alımdan muaf tutuluyor, o tarihten sonra kamu şirketlerinin de alacağı hükmü getiriliyordu. Bugün RESSİAD, piyasa fiyatının üzerinde ayrıcalıklı fiyat istemiyor. Hele hele devlet Hazine’sine böyle bir yük bindirilmesine karşı.

 

Bu kanunda hiç yer almaması gerekirken, ismi belli bir eski BOT projesini kayırmak için rezervuarlı HES’lerin kamulaştırma bedellerinin Hazine’den karşılanması hükmü getiriliyordu. Hazine’ye yük bindiren bu uygulamalara çok haklı olarak Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’ın karşı çıktığı biliniyor. Ayrıca tasarıya yine içinde olmaması gereken DSİ’den EÜAŞ’a devredilecek santrallarla ilgili düzenleme, BOT santrallarının DSİ’ye ödedikleri katılım payları ile ilgili düzenleme gibi eklemeler yapılmış, tasarı çıfıt çarşısına döndürülmüştü. Çarpık hükümlerine karşın, tasarının içinde yenilenebilir santral sahipleri, üretim şirketleri için çok önemli olan, ormanlık alanda kurulanların imtiyaz süresi sonunda Orman İdaresi’ne geçmesini önleyecek bir madde yoktu.

 

Üstelik, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretim Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı, elektrik ve doğalgaz piyasalarını katledecek, EPDK’yı etkisizleştirecek, gerek elektrikte ve gerekse doğalgazda devletçiliğe ve özel sektör elindeki santrallarda da devlet müdahalesi ile belli bir periyotta sahip değiştirtebilecek düzenlemeler getiren, “Elektrik Piyasası Kanunu, Doğalgaz Piyasası Kanunu ve Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun Tasarısı”nı kamufle etmek için onunla aynı anda Meclis Komisyonu ve Genel kurul gündemine sokulmuştu.

 

Yenilenebilir tasarısının bu çarpık yapısıyla çıkmasını isteyen birkaç proje sahibinin çabaları da Bakanlığın bu kamuflaj istemine destek olmuştu. 14 Temmuz 2004 akşamı Başbakan Erdoğan son anda her iki tasarıyı da Genel Kurul gündeminden çekerek bu yanlışı durdurdu. Bunun için Sayın Başbakan Erdoğan’ı 22 Temmuz 2004 tarihinde Dünya Gazetesi’nde Enerji Platformu köşemizden kutlamış, kendisine teşekkürlerimzi arz etmiştik. Aynı konuyu Yayın Koordinatörlüğünü yaptığımız Dünya Enerji dergisinin Ağustos 2004 sayısında da Gündem’e taşımıştık. Başbakan Sayın Erdoğan ile Enerji Bakanı Sayın Güler arasında oluşan görüş farkını da vurgulamıştık.

 

Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nun 14’üncü Bölümü enerjiye ayrılmıştı ve Enerji Bakanlığı’nın haksız çıkararak yanlışını vurguluyor, bizim savunduğumuz ilkelerin doğruluğunu gösteriyordu. Avrupa Birliği elektrik ve doğalgazda serbest piyasadan sapışa karşı çıkarken, yenilenebilir enerji kaynakların değerlendirilmeyişini eleştiriyordu.

 

RESSİAD bugün ne diyor?

 

RESSİAD dün serbest piyasa diyordu, bugün de serbest piyasa diyor. Hem hidroelektrik enerji için ve hem de rüzgâr enerjisi için serbest piyasa. Devletin parasal desteği olmaksızın üretim şirketlerinin rekabet ortamında yaşayabilecekleri bir yasal düzenlemeye dayalı serbest piyasa. RESSİAD, rekabetçi enerji piyasası koşullarında çalışmayı amaçlayan firmaların ortak platformu olmayı kendisine ilke edinmiştir. Bu nedenle Yap-İşlet-Devret (BOT) kontratları ve projeleri ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi, onların savunuculuğunu üstlenmiş bir kuruluş değildir.

 

4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na göre kurulmuş ve kurulacak olan üretim şirketlerinin sorunlarının çözümü, çıkarlarının korunması, piyasada rekabeti sınırlayıcı engellerin kaldırılması, yasa, tüzük ve yönetmeliklerin tam rekabete yönelik biçimde düzenlenmesi ve gerekli değişikliklerin yapılmasına katkıda bulunulması amaçlarına bağlı çalışma alanı içindedir. RESSİAD, üretilecek yeşil elektriğin tamamının piyasa fiyatından satın alınma garantisinin temini ve yeşil elektriğin (iç piyasanın yanısıra dış piyasaya satışı için ihraç imkanlarının geliştirilmesi hedeflerine kilitlenmiş, bu hedefleri misyon kabul etmiş bir sivil toplum kuruluşudur.

 

 RESSİAD’ın amaçları doğrultusunda istekleri bununla bitmiyor. RESSİAD “Yeşil Sertifika” uygulamasının ve yeşil sertifika ticaretinin bir an önce başlatılmasını istemekte. RESSİAD’ın bir isteği de Yeşil Sertifika uygulamasını geliştirecek merkezin, Enerji Bakanlığı ve EPDK dışında, sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile oluşturulması. Bu oluşumda yapı taşlarından birinin elbette RESSİAD olması. RESSİAD, açıkladığımız misyonu için çalışırken, AB mevzuatına ve hedeflerine uygun olarak, Türk bürokrasisinin ve siyasi karar vericilerinin katılımı ile ve bir paralellik içinde çalışmaları yürütmek arzusundadır.

 

SUYUMUZ BOŞA AKMASIN, RÜZGARIMIZ BOŞA ESMESİN, SERBEST PİYASA ORTAMINDA, AVRUPA PAZARINA DA SUNULACAK BİR DÜZENLEME İÇİNDE TÜRKİYE’NİN REFAHI İÇİN GELİRE DÖNÜŞSÜN.

 

Avrupa şebekesi UCTE’ye bir an önce bağlanmamız gerekiyor. Böylece, firm enerji olmayan rüzgâr ve kanal santralları için yedek rezerv kurulu güç bulundurma gereği de ortadan kalkacaktır. Puant talep ve rezerv güce göre, kurulacak güce getirilecek sınırlama da ortadan kalkacaktır. Türkiye, Avrupa’nın yeşil elektrik jeneratörü olabilir ve RESSİAD bunun gerçekleşmesi için çaba gösteriyor, ilkelerinden sapmaksızın devam edecek!

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR