http://www.ressiad.org.tr/makaleler.php?ID=22
Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Lobicilik, elbette etkinlik oluşturmak için yapılır, ama her zaman bu etkinlik haklı bir gerekçeye dayanmayabilir. Aslında, isteklerinizi haklı ölçüler içerisinde, hele hele ayağınız yere basarak yapıyorsanız, altında örtülü bir çıkar beklentiniz yoksa lobiciliğe gerek yoktur. Sesinizi lobi oluşturmadan, lobicilik yapmadan da, yani bizdeki anlamıyla birilerini ya da kamuoyunu kandırmadan da samimiyetle dile getirerek elde edebilirsiniz!
İşte RESSİAD bu inançta olan, haklı isteklerde bulunan, ayağı yere basan, proje ticareti gibi örtülü çıkar peşinde koşmayan, hele hele içinde yetim hakkı bulunan Hazine kaynağından, ya da bir başka deyişle devletten koparılacak sübvansiyon peşinde olmayan bir sivil toplum kuruluşu. Elektriğin fazla tüketildiği pik saatte sanayiciye, talebin olmadığı gece saatinde devlete satayım arayışında olanların mantığında da değil. RESSİAD kuralları belli serbest piyasada, hakkıyla gerçek rekabet ortamında, serbest piyasa etiğine uygun iş yapmak isteyenlerin çatısı. Bu nedenle de Türkiye’nin saygın ve giderek güçlenen kuruluşu.
Niye yukarıdaki paragrafı yazdık? RESSİAD’ın yenilenebilir enerji lobisi içinde olmadığını vurgulamak için. Basında lobi çatışmaları senaryoları yazılıyor. Enerji lobileri lafı ortaya atarak, haksız yenilenebilir enerji lobisi oluşturma çabaları, bilerek ya da bilmeyerek buna destek veren köşe yazarları gözleniyor da, gerçeği dile getirmek istedik!...
Birileri bazı gazete ve köşe yazarlarına her nasılsa ilham kaynağı oluveriyorlar! Bir bakıyorsunuz bir gazetede manşet: “Yenilenebilir enerjide şok. Hükümetin BP, Shell ve ABD Enerji Ajansı’nın etkisiyle YEK’i askıya aldığı öne sürülüyor. Uzun dönemde elektrik üretim maliyetleri hidrolik ve rüzgârda 2.50 eurocent/kWh, doğalgazda 4.36 eurocent/kWh, linyite dayalı kaynaklarda 4.18 eurocent/kWh. Ali Babacan ne dedi, sektör neyi savundu?” Deve gibi hiçbir yeri doğru olmayan, “neresi düzeltilecek ki” dedirten bir haber bu. Konuyu bilen genel yayın yönetmeni ve yazı işleri müdürleri olsa, bırakın manşete çıkarmayı, sütunlarında yer vermezler. Acaba, bu haberi koyduranın ütopik bir rüzgâr yatırım şirketi ile ilişkisi var mı diye araştırmadan da geçemiyorsunuz!
Devenin eğrileri düzeltilemez de, biz haberin yanlışlarını sıralayalım: Yazarın YEK olarak kısalttığı, “Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanun Tasarısı” diye bir tasarı yok. Var olan tasarının adı, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı”. Hükümet BP, Shell ve ABD Enerji Ajansı’nın etkisiyle bu tasarıyı askıya almadı. Kaldı ki, BP ve Shell yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirmeye çalışıyor. ABD Enerji Ajansı diye de bir kuruluş yok. OECD Enerji Ajansı var, onun adı da Uluslararası Enerji Ajansı (IEA).
Söz konusu tasarı, serbest piyasaya rahmet okutacak, devletçiliğe yeniden yeşil ışık yakacak, “Elektrik Piyasası Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu ve Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı” ile birlikte temmuz ayında Meclis Genel Kurulu’nun gündemine gelmişti. Daha doğrusu değişiklik tasarısını kamufle etmeye yarıyordu. Bir kısım işadamları da buna destek olmuştu.
Devlet Bakanı Babacan iki enerji tasarısının geri çekilmesini istemekte haklı idi.
Biz bu tasarıların Enerji Bakanlığı tarafından geri çekilmesi gerektiğini, daha ilk gün TRT Radyosu’nda söyledik ve ayrıca Dünya ENERJİ dergisinde ve Dünya gazetesindeki Enerji Platformu köşemizde defalarca yazdık. Enerji Bakanlığı çekmezse, Başbakan çekecektir diye de inancımızı belirttik. Nitekim, 14 Temmuz akşamı Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’ın isteği doğrultusunda, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bu tasarıları Meclis gündeminden çıkarttı, serbest piyasa yandaşlığını ve liderliğini gösterdi. Kendilerine minnettarız.
Enerji Bakanı Güler, iki tasarıyı dayeniden düzenletmeli!Başbakan Erdoğan iki enerji tasarısını TBMMgündeminden çekerek doğru olanı yaptı.
14 Temmuz’da gündemden çıkarılan tasarılar, bugüne dek Komisyon’a geri iade edilmedi, düzeltilmek için Enerji Bakanlığı’na da geri çekilmedi. Tabii bu Hükümet kararı gerektirir. Şu anda Meclis Genel Kurulu gündeminde örtülü biçimde bekliyorlar. Ancak, AB’den gün almışken, doğalgazda kontrat devirleri için ihaleye çıkılmışken, o değişiklik tasarısı artık öyle çıkabilir mi? IMF ile üç yıl daha yola devam edecekken, Hazine’ye yük getirecek, özel çıkara yönelik, yenilenebilir enerjilerden elektrik üretimine ilişkin tasarı da o biçimde çıkabilir mi? Elbette hayır, ama onları Meclis gündemine sokup bir karışıklıkla geçirtmek isteyenler de var. İşte haksız lobicilik burada.
Bugün Dünya ENERJİ dergisi ve Dünya gazetesindeki Enerji Platformu köşemiz kapatılmış olsa da, biz gerçeği yine haykırıyoruz. Serbest piyasayı koruma adına, ülkemizin ve halkımızın çıkarı için de haykırmaya devam edeceğiz! Başbakanımız Sayın Erdoğan’ın dün ve bugün olduğu gibi, yarın da bu ya da benzer tasarıların yasalaşmasına izin vermeyeceğine inanıyoruz. Çünkü, kendileri serbest piyasa ve rekabet yanlısı.
Şimdi, gelelim en önemli bir yanlışa. Sayın Ali Babacan’ı eleştirmek için düzenlenmiş olan başlangıçta sözünü ettiğimiz gazete manşet haberinde, bir de yenilenebiliri ucuz göstermek için maliyetler var. Bütünüyle yanlış maliyetler ya da fiyatlar ve konuyu bilmeyen yazar, aslında yenilenebiliri daha da pahalı gösteriyor. Hatalı manşet haberde şöyle deniliyor: Uzun dönemde elektrik üretim maliyetleri: Hidrolik ve rüzgâr 2.50, doğalgaz 4.36, linyite dayalı kaynaklar 4.18 Eurocent/kWh. Türkiye enerji sektöründe ve piyasasında eurocent değil, dolarcent (kısaca cent) kullanılır ve tüm sözleşmeler buna göre yapılır. Geçmişte Bakanlık’tan eurocent talebinde bulunanlar reddedilmişlerdi. Elektrik fiyatı uzun dönem için verilmez ya yıllar bazında verilir ya da 15-20 yıllık ortalama söylenir. Üstelik de haberde söylenen maliyetler doğru değil.
Şimdi dolar/euro paritesini 1.350 alırsanız yukarıda verilen maliyetler rüzgâr ve hidro için 3.38 cent/kWh, doğalgaz için 5.89 ve linyit için 5.64 cent/kWh olur. İthal kaynak doğalgazı bir yana bırakalım, onun için verilen değer de yanlış, ama yerli kaynak olan su, rüzgâr ve linyit için başka değerleri söyleyelim. Sayın Babacan’ı haksız eleştiren haber, Ekim 2004’ün ortalarında çıkmıştı. Aralık 2004’ün sonlarında kömür üzerinde yatırım yapan ve bu yatırımlarını geliştirmek çabasında olan bir grubun patronu işadamımız, basına şöyle demiş: “Kömür kaynaklı elektrik üretiminin birim maliyeti 1 cent/kWh’i geçmez”. Tabii bu bir iddia, ama işlettiği yer altı madenciliğine dayalı kömür santralında maliyeti 2.5 cent/kWh’in altına düşürdüğünü biliyoruz. Hem de uzun dönem de değil hemen ilk bir-iki yılda.
İşletme hakkı devredilmek üzere iken devredilmeyen, şimdi tahkim davasını kazanmış bulunan Yeniköy, Kemerköy, Yatağan santralları için de teklif edilen ortalama satış fiyatı sözleşmeye göre 2.4720 – 2.5938 cent/kWh idi. Eskale edilmiş ortalama satış fiyatı bile 2.5366 ile 2.5594 cent/kWh arasında kalıyordu. İşte linyit de doğru fiyat, hani nerede 5.64 cent/kWh? Yalnız kömür karbondioksit emisyonu olan, global ısınmaya yol açan bir kaynak. Kyoto Protokolü gereğince bu emisyonun sınırlanması, buna karşı yenilenebilir santral kurulu gücünün artırılması gerekiyor. İnsanlığın geleceği için buna mecburuz. Kömür yataklarımızı da elbet yeşil teknolojilerle değerlendirmemiz gerekiyor, ama emisyon limitleri sınırlarını aşmaksızın.
Şimdi gelelim uzun dönemde ucuz gösterilmek istenen yenilenebilir fiyatına. Bir kere rüzgâr elektriğinin fiyatı ile hidroelektrik enerjinin fiyatı tek bir rakamla verilemez. Hem uzun dönemde ucuz göstermek isteyenler, demek ki kısa dönemde pahalı olduğunu kabul ederek, hatta kısa ve orta dönemde “pahalı olsun” diyerek, “halkımız bunu ödesin biz kazanalım” demek isteyenlerin tezini savunuyorlar.
Bu mantık temelinden sakat. Ama, ne yazık ki yakın zamana kadar da geçerli olmadı değil. Şimdi iki tane BOT rüzgâr santralımız var. Birisi ilk yıl 12 cent/kWh diğeri, 8.90 cent/kWh ile başladı. Bunlardan başlangıçta 8.90 cent/kWh olanın tarifesi bu fiyatla 11 yıl böyle sürecek, sonra 5 yıl 2.80 cent/kWh’e düşecek, son dört yılda 1 cent/kWh olacak. El insaf, şimdi rüzgâr elektriğinin maliyeti uzun dönemde 1 cent/kWh denebilir mi? Hem bu uzun dönem fiyatı yukarıda gazeteye yazdırılan fiyatın yüzde 17’si iken! “Bir şeyi savunalım” derken, ya da savunulması için lobi yaparken, aslında savunmak istediklerini kötülediklerinin farkındalar mı acaba?
Su için de bir BOT örneği verelim: Sözleşmeye göre başlangıç satış fiyatı 8.97 cent/kWh, eskalasyonlu başlangıç fiyatı 9.23 cent/kWh, evet bunun içinde tesis devlete bırakılacağı için tesisin devir fiyatından gelen fark var da, yatırımcı 5-10 yıllık bu ilk dönemi projenin kaymağı olarak görmekte. İşte onun için RESSİAD, BOT projelerinin savunuculuğunu yapmıyor, serbest piyasada arz ve talebe göre oluşacak piyasa fiyatını savunuyor, “halkımıza yük olmasın” diye serbest piyasa fiyatının üzerinde bir fiyat desteği de istemiyor!
Sözü fazla uzatmadan, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı”nın, kabul etmediğimiz fiyat anlayışına gelelim. Bizim RESSİAD olarak karşı çıktığımız tasarının 6’ncı maddesinin c bendinde deniliyor ki: “2011 yılı sonuna kadar bir takvim yılı içerisinde bu Kanun kapsamında satın alınacak elektrik enerjisi için uygulanacak fiyat; EPDK’nın belirlediği bir önceki yıla ait enflasyondan arındırılmış Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatının altı eurocent’in altında olması halinde, hidrolik ve jeotermal kaynaklı elektrik için yüzde onbeş, diğer yenilenebilir kaynaklı elektrik için yüzde yirmi fazlasına kadar rüzgâr ve güneş için beş eurocent’ten az olmamak ve bütün kaynaklar için altı eurocent’i geçmemek üzere, her yılın 31 Ocak tarihine kadar, EPDK tarafından her bir kaynak için ayrı ayrı belirlenir ve yayımlanır”.
Kısacası kavga, 1 kWh yeşil elektrik için altı eurocent’i, yani bugünkü koşula göre 8.1 cent/kWh’i koparma kavgası. Bu fiyat BOT projelerinin fiyatına eşdeğer. Hadi BOT’lerde, “20 sene sonra santral devlete kalacak, bunun için fiyatlar yüksek” deniliyordu, bu mantıkla savunuluyordu da, şimdi ömür boyu işletmecinin özel mülkiyetinde kalacak bu tür üretim santralları için ne denecek? Bu para öyle ya da böyle Türk halkının cebinden alınmak isteniyor. Özelleştirme olmazsa Hazine kanalıyla, özelleştirme yapılırsa toptan ve perakende satış şirketleri kanalıyla tüketicinin omuzuna bindirilecek.
Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Bunu kabul etmeyişimizin bir nedeni de şu: Devlet sabit fiyat garantisi koyduğu zaman, yenilenebilir elektrik için bir projeksiyonla kota koymak zorunda! Tasarının ilk halinde bulunan projeksiyon Komisyon’da oldu bitti ile çıkarılmış olsa da, uygulamada tüzük, yönetmelik, kararname ile mutlaka getirilecektir. Peki, bu kota nasıl dağıtılacak? “A şirketi kayırıldı, B şirketine kayırılmadı dışlandı” diye mi? Ya sonrası? Sonrası malum, yeni Beyaz Enerji operasyonları, Yüce Divan’da enerji davaları. Ülkemizin artık bunlarla uğraşacak zamanı yok…
Serbest piyasada rekabet, bu işin çözümü de, yenilenebilir enerji için başka destekler gerekiyor. Yenilenebilir enerji için bir destek, Çevre ve Orman Bakanlığımızın da anlayışla karşıladığı gibi, Orman Kanunu’ndan gelen ödemeleri kesmek, yatırım maliyetini ucuzlatıcı diğer önlemleri almak, uluslararası boyutta Yeşil Sertifika uygulamasını başlatmak ve sertifikasyonla, sertifika ticaretine ve yeşil elektrik ihracına kapı açmak. Böylece, yükü Türk halkının omuzundan, uluslararası boyutta başka insanların da omuzuna aktarmak. Çünkü, dünyamızın geleceğini kurtarmak için yenilenebilir kaynaklarımızı, nükleer enerjiyi, yeşil teknolojileri kullanmak zorundayız, tüm ülkeler bunun için omuz omuza vermeli ve Avrupa Birliği bu bilinç içinde. Yeter ki biz Kyoto Protokolünü bir an önce imzalayalım. Zaten, İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza koymadık mı?
Bir gazetenin bilinçsizce manşete çıkardığı haber için bunları yazmışken, bir de baktık ki, 2004 yılının son günlerini tamamlamaya çalışırken bir köşe yazarımız, “Bedava enerjiyi hangi lobi engelliyor?” diye bir soruyu köşesine aktarıvermiş. Bu köşe yazısının kaynağı da, önce irdelediğimiz manşet haberini kaynağı ile aynı olmalı! Yazar şöyle demiş; “Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımına ilişkin kanun tasarısı başlıklı bu kanun hazırlanalı aylar olmasına karşın, her ne hikmetse bir türlü Meclis gündemine gelemiyor.”
Köşe yazarımızın istediği, bizim başta 6’ncı maddesine karşı çıktığımız, ayrıca BOT ile ilgili düzenlemeler getiren, hatta bir projeye ayrıcalık tanıyan, DSİ’den EÜAŞ’a devredilecek santrallar gibi bu tasarıda bulunmaması gereken maddeler içeren, sertifikasyon konusuna hiç değinmeyen, Orman sorununu çözümlemeyen, hatalı ve eksik bir tasarının yasalaşması da, kimin yararına acaba? Tüketicinin ve gerçek yatırımcının mı, yoksa özellikle rüzgârda fırtına koparıldığı gibi, çoğu gerçekçi fizibiliteye bile dayanmayan projelerle proje tacirlerinin yararına mı? Bu konuda kalem oynatacaklar ya da bilgisayar tuşları ile oynayacaklar, yazmadan önce bunu araştırmalı!
Bu köşe yazısı ile ilgili olarak değinmek istediğim bir-iki nokta daha var. 1964 yılında, neredeyse 40 yıl önce doktora çalışmam nedeniyle yenilenebilir enerji kaynakları konusunu araştırmaya giriştiğim zaman, literatürden ilk öğrendiğim şey, o gün için yeni ve yenilenebilir dediğimiz bu alternatif kaynakların bedava olmadığı idi. Devletin hüküm ve tasarrufunda sayılan suyu ve jeotermali bir yana koyun da, esen rüzgâr da, gelen güneş ışını da, kullanmak istediğiniz zaman bedava değil. Rüzgâr türbini, güneş kollektörü ve güneş pili için harcama yapmak zorundasınız. Bir yatırım maliyeti var.
1961 yılında Birleşmiş Milletler örgütünce Roma’da düzenlenen “Enerjinin Yeni Kaynakları Konferansı”nda yalnızca güneş enerjisi, jeotermal enerji ve rüzgâr enerjisi ele alınıyordu. En fazla umut bağlanan da güneşti, ama rüzgâr hepsini geçti. Birleşmiş Milletler’in 20 yıl sonra 1981’de Nairobi’de düzenlediği “Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Konferansı”nda bu kapsama güneş, rüzgâr ve jeotermal dışında, hidrolik enerji, biyomas kaynaklar, deniz enerjileri vs. sokuldu. Yenilenebilir enerji teknolojileri 1974-1977 petrol krizlerinden sonra ilerleme gösterdi ve bugün serbest piyasasından söz edilir duruma geldi. Şimdilik dünya genel enerji tüketiminde yenilenebilir enerji payı henüz küçük olsa da, gelecek yenilenebilir enerjide.
Bunun için de Türkiye’nin doğru ve tutarlı politikalar uygulaması gerekiyor. Bugün yapılması gereken, yenilenebilir enerji kaynakları ile ilgili bir yasal düzenleme. Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda da bu eksiklik vurgulanıyor ve isteniyor. Ancak, çıkarılacak yasa, şimdi TBMM Genel Kurul gündeminde örtülü şekilde bekletilen, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı” olmamalı. Bu tasarı geri çekilmeli ve düzeltilmeli!
Yıllarım bu sektörde geçti, onca yıldır basında yazılar yazdım, kömürcü, petrolcü, doğalgazcı, nükleerci vs. pek çok işadamı ile tanıştım, paneller düzenledim. Yenilenebilir enerjiye karşı şirketlerin ortak yürüttüğü hiçbir eylem, yani lobi çalışması görmedim. Yenilenebilir enerji yandaşları dışında enerji lobisi de görmedim. Yenilenebilir de ise, “BOT devam etsin, ya da subvansiyon verilsin, ballı tarifelerle Hazine garantili paralar devletten gelsin”, lobisini hep gördüm. Bu lobiciliği de yatırımcılardan çok proje tacirleri yürütüyor, projelerini yüksek fiyata satabilmek için. Bu lobicilik, bir kısım gerçek yatırımcının, daha doğrusu büyük sermayenin yenilenebilir enerji alanına yatırımını önlüyor. Çünkü, bu alanda proje tacirleri karmaşası yaşanıyor. Ama, bu lobinin yaptıkları da ayaklarına dolaştı, bir işe yaramadı. İşte hatalı gazete haberleri bu lobinin marifetlerinden kaynaklanıyor. Yenilenebilir işi, lobicilik işi değil, girişimci vizyonu ile gerçek yatırımcılık ve pazar işi!...