http://www.ressiad.org.tr/makaleler.php?ID=35
Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Makro ekonomi platformuna bakış
Uluslararası kredi kuruluşlarının penceresinden Türkiye’ye bakıldığında; “Değerli YTL, yüksek cari açık” ve bunlardan kaynaklanan endişe görülüyor. Bu nedenle Martın ikinci yarısında doların değerinin yükselişi, gerilen ve boşalınca ne yapacağı bilinmeyen zemberek yayının kurgusunun serbest kalışı gibi, az da olsa bir rahatlama getirdi. Dolar önce 1,3 YTL’lere tırmandı, sonra az bir düşüş gösterdi, serbest piyasada 29 Mart’ta 1,395 YTL’yi de gördü, ama Mart ayını 1,355 YTL’den tamamladı. Dolar 1,4 YTL’yi aşıp 1,5-1,6 YTL’lere yönelinceye kadar zembereğin gerginliği bitmeyecek. Peki, dolarda daha önce durdurulamayan düşüş, ve sonra bunun taban seviyelerden yukarı çıkması nasıl oldu? Türkiye, içeriyi tam güçlendirmeden, dış kaynaklı bir dalga ile mi karşılaşmıştı, yeni dalgalarla karşılaşabilir miydi?
Resim tam net değil, ama dolardaki kıpırdanış ABD Merkez Bankası FED’in puan yani faiz artırımından geliyordu. Yoksa, T.C. Merkez Bankası’nın istemi ile oluşan bir çıkış değildi. Merkez Bankası doları yükseltmeye Mart’ın ortasında çalışmışsa da, 2 milyar dolarlık müdahalesine rağmen 1,3 YTL üzerinde tutamamıştı. Bu kez dışarıda Brezilya gibi Türkiye’nin de eurobandları geriliyor, yurtdışındaki volatilite sonucu YTL tahvillerini elinden çıkaran yabancılar görülüyordu. İşte o nedenle soruyoruz; Türkiye ev ödevini tamamlamadan dış dalga ya da dalgalara mı yakalanmaya başlamıştı? Pek de dalgalara hazır olduğumuz söylenemez, bu nedenle, Türk ekonomisine girmiş bulunan 37 milyar dolar sıcak paranın, ya kaçarsa korkusu daha fazla duyulur olmaya başladı.
Moddy’s Başkan Yardımcısı Kristin Lindow, “Büyük cari işlemler açığı, finansmanın bazı durumlarda kısa vadeli borçla sağlanması ve değerli lira nedeniyle bizim için süregelen endişe konusu” diyor . Ayrıca, bu yıl daha küçük bir ihracat büyümesi beklentisinden söz ederek, özelleştirmeye bağlı doğrudan yabancı yatırımı gibi borç yaratmayan kaynak payının önemine işaret ediyor. Özelleştirme deyince, enerjide söyleyeceklerimiz var. Şimdilik gündemde olan, teklif verme tarihi ikinci kez 25 Nisan’a ertelenen doğalgaz alım-satım sözleşmeleri (ithalat sözleşmeleri) devrine ilişkin ihalenin ve yakın zamanda açıklanması beklenen elektrikte dağıtım ihalelerinin ne olacağı? Bu konuyu, biraz sonra değinmek üzere öteleyerek, makro ekonomiye devam edelim.
Yabancı finans çevreleri, YTL’nin 2006’da değer kaybedeceği, ondan da öte değer kaybetmesi gerektiği görüşünde hemfikirler. Şimdi, bu değer yitirmenin yeni bir enflasyonu başlatmayacağı söylentisi var. YTL’de değer kaybının orta ve uzun vadede Türkiye’nin yararına olacağını söyleyen Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink, Türkiye’nin önünde bir kriz görmediklerini de belirtiyor. Bununla beraber dünya genelinde ve ekonomi biliminde, bilindiği gibi, ekonomi yönetiminin yöntemleri ve araçları değişti. Salt ekonomik verilere bağlı kalınmaksızın, beklentilerin egemen olduğu yönteme ve buna özgü araçlara ya da mekanizmalara sahip olabilenler kazanıyor.
Beklentilerin ve dış dalgaların olumsuzluğundan korunabilmek, Türkiye için ev ödevini tamamlamasına bağlı. Türkiye’nin şu anda en önemli ödevi, IMF ile stand-by anlaşmasının geciktirilmemesi, mevcut istikrarın riske sokulmaması. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda, “Fırtınaya izin vermeyiz” demesi, stand-by anlaşması için gerekli yasa tasarılarının Meclis’e gitmek üzere olduğunu söylemesi olumlu bir haber.
Erdoğan: Fırtınaya izin yokŞener: Her gelişmeye hazırız
Dışişleri Bakanı ve Başbakan yardımcısı Abdullah Gül, 17 Aralık’tan bu yana AB sürecinin ilk kazanımlarının görüldüğünü belirterek, “17 Aralık’tan bir gün önce Türkiye yüzde 23 faizle borçlanıyordu, bugün geldiğimiz nokta ise yüzde 16” diyor. Ardından da faizde bir puan inişin Türkiye’ye yıllık 2.5 milyar dolar tasarruf sağladığını açıklıyor. Ancak, Türkiye’deki reel faizin yüksekliğinden kaynaklanan bir cari açık sorunu var. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ise, cari açığın finansmanıyla ilgili herhangi bir sorun olmadığını vurgulayarak, “Ekonomide her gelişmeye hazırlıklıyız diyor”.
Ulusal ekonomide olumlu hava sürüyor. Buna karşın, basınımızda Türkiye’nin ev ödevlerini yapmada zaman özürlü duruma geldiği savları köşeleri dolduruyor. Bu haberler de finans çevrelerinden kaynaklanıyor. Bir uyarı olarak değerlendirilmeli ve önlem alınmalı. 17 Aralıktan bu yana AB Baş Müzakerecisi’nin seçilemeyişi, basının dile doladığı gecikme. Bizce bu gecikme, hazırlığın ve Türkiye’nin çıkarlarını düzenlemenin gereği. Asıl önemli olan, IMF ile yapılması gereken stand-by anlaşmasının imzalanmasında geç kalınmaması!
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “popülist siyaseti rafa kaldırmaktan, rasyonel bir ekonomik düzenden söz ediyor”, bunları söylemekten öte eyleme dönüştürüyor. Popülist politikanın terki teşviklerin her türlüsünden soyutlanmayı gerektiriyor ve artık bu soyutlanmayı görüyoruz. Bir örnek enerji sektöründen verecek olursak, yok yere gereksiz teşvik nedeniyle geçen yıl 14 Temmuz’da takılan “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı”nın fiyat sübvansiyonu nihayet budandı. RESSİAD, hem Hazine’nin ve halkın çıkarı için ve hem de sınırlamasız yenilenebilir enerjilerin önünün açılması için zaten bunu savunuyordu. Neyse, sübvansiyonlu fiyatın kaldırılmasına hükümet karar verdi. Şimdi yenilenebilir enerjilerden elektrik üretiminde, yatırımlarının maliyetini aşağı çekecek düzenlemeleri hayata geçirilmesi zamanı geldi.
Deneyimli devlet adamlarımızdan ve politika üstatlarından Sayın Korkut Özal, geçenlerde bir televizyon konuşmasında, “AK Parti iktidarı için 2005 icraat yapmada son yıldır” diyordu. Çünkü, 2006 yılı, 2007 seçim yılı nedeni ile seçime hazırlık dönemi mi olur, yoksa bir kısım çevrelerde yapılan tahminlerle bir erken seçim yılı mı olur?... O da şimdilik belli değil. Bizce şu anda görülen hükümetin 2005 ve 2006 yıllarını en iyi şekilde değerlendirme kararlılığı içinde olduğu. 2007’den önce Türkiye’de seçimin konuşulmasına, makro ekonomik dengeleri sarsmamak için hiç de gerek yok. Çünkü, bazı köşe yazarlarının hükümet için cicim aylarından başka cicim yıllarının da bittiğini söylemeleri, hükümetin kilitlendiği görüşlerini yazmaları, savsatadan öte geçmiyor. Olumlu beklentileri de pek sarsmıyor.
Bu arada ABD ve AB ile bir kısmı kamuoyuna yansıyan, doğal olarak bir kısmı yansımayan çekişmeler olsa bile, Türkiye dış politikada son dönemin en güçlü yıllarını yaşıyor, Türkiye uluslararası platformda daha güçlü bir konum alıyor. Türkiye stratejik ortağı ABD’den ve geleceğini ortak gördüğü AB’den nasıl vazgeçemezse, ABD ve AB de Türkiye’den vazgeçemezler. Ortaklıklarda dengeli çıkarları yakalamak için bazen tatlı, bazen sert sürtüşmeler olabilir. Türkiye coğrafi konumu itibariyle, Avrupa’nın, Orta Doğu’nun ve Asya’nın kavşak noktasındaki herhangi bir ülke değil, saygın ve güçlü bir ülke olarak yer alıyor ve buna uygun ekonomik ve siyasal davranışı da sergiliyor. Ancak, Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçisi Almanya Başbakanı Schröder’in, “Türkiye, reformları uygulamada hiç ilerleme sağlamadı” deyişini de kulakardı edemeyiz. ABD’nin de Orta Doğu’daki hassasiyetlerini görmezlikten gelemeyiz.
YASED (Yabancı Sermaye Derneği) Başkanı Şaban Erdikler, 2005 yılında bir milyar doları gayrimenkulden, 4 milyar doları doğrudan yatırımdan olmak üzere toplam 5 milyar dolar yabancı sermaye beklediklerini söylüyor. Şu anda Çukurova Grubu’nun Turkcell hisselerinin satışından gelmesi beklenen 3,1 milyar dolar ile bu sermaye transferinin 8 milyar dolara çıkabileceğini vurgulayarak, “Bu Türkiye tarihinde bir rekor olur” diyor. Türkiye’ye geçen yıl giren yabancı sermaye 2.5 milyar dolarda kalmıştı.
Sonuç, ne denirse denilsin(!), yatırımlar için olumlu bir atmosfer var. Bu olumlu hava değerlendirilmeli. Enerji yatırımcılarına düşen de projeleri gerçekleştirme adımının atılması. Geçmişteki yap-işlet-devret yatırımcılarının fiyat indirme zorunda kalacak olmaları ile karşılaştıkları ya da karşılaşacakları durum, enerji sektörü yatırımlarında karamsarlığa neden olmamalı. Daha açıkçası, yap-işlet-devret’çilerin karamsar sözlerine kulak verilmemeli. Bugün enerji yatırımları için güvence Hazine’de değil, sağlıklı piyasa işleyişinde aranmalı. Yatırım indikatörleri, özellikle yenilenebilir enerjiye dayalı üretim şirketleri için ılıman hava gösteriyor. Bugün ayrıca olumlu yarınların düzenlemesi yapılıyor. Eğer bir mücadele varsa, o da yarınları daha iyi yapmanın mücadelesidir ve tüm piyasa aktörlerinin, piyasa yapımcılarının ve denetleyicilerinin ortak mücadelesidir.
Global Change Associates tarafından yayınlanan “Fusaro Focus” adlı enerji bülteninin başlıktaki adının sol tarafına rüzgâr türbini sağ tarafına at başlı petrol pompası resmi çizilmiş. Bence çok anlamlı çünkü, rüzgâr türbini yeni ve yenilenebilir enerjiyi, petrol pompası klasik enerjiyi simgeliyor. Birine bugün, diğerine yarın diyebilirsiniz! Dünya genel enerji tüketiminin yüzde 38’i petrolden, yüzde 87’si petrolü de içeren fosil yakıtlardan yani klasik enerjiden karşılanırken, rüzgârın payı henüz yüzde 1’lerde değilken, rüzgâr ve suyun toplam payı yüzde 6’larda olsa da, klasik ve tükenir enerji ile yeni ve yenilenebilir enerji arasındaki tahterevalli dengede bulunmasa da, fiyatlarındaki dalgalanmalarla biri diğerini etkiliyor, etkilememesi kaçınılmaz. Dünya petrol fiyatları 2004’ün ikinci yarısından beri hızla hep yükselmekte.
Dünya gazetesinde köşe yazarlığı yaptığım dönemde, 12 Ağustos 2004’de, "Enerji fiyatları uyarısı" başlıklı yazımda, petrolün varil fiyatının 40 dolara oturduğunu, petrol ürünlerinden başka doğalgaz ve elektrik fiyatlarının artacağını, herkesin önünü görmesini önermiştim. Dünya gazetesindeki köşem Eylül 2004’de kapatıldıktan sonra, aynı gazetede “petrolden başlayarak enerji fiyatlarında artış tahminleri yapılırken, doğalgaz ve elektrik fiyatında indirime gidiliyor” diye sabunlanmış müjdeli haber ve yorumlar yapılmış olsa da, petrole bağlı doğalgaz fiyatları bir miktar arttı, elektrik fiyatları sabit tutuldu, ama IMF ve Dünya Bankası önerilerine ve popülist olmayacağız sözlerine göre, bu böyle sürmeyecek! Türkiye artık hiç sübvansiyon uygulayamayacak.
ABD piyasasında başka, Londra piyasasında başka petrol fiyatları görülse de, hepsi yükseliyor, ama en anlamlı yükseliş, OPEC’in referans sepet fiyatındaki artıştır. Şimdilik yedi değişik çeşit “Sahra Blend (Cezayir), Minas (Endonezya), Bonny Light (Nijerya), Arab-Light (Suudi Arabistan), Dubai (BAE), Tia Juana Light (Venezuela) ve OPEC üyesi olmayan Isthmus (Meksika)” petrol fiyatlarının aritmetik ortalamasını gösteren OPEC Sepet fiyatı, yıllık ortama olarak 2002’de 24,36 dolar/varil, 2003’de 28,1 dolar/varil, 2004’de 36,05 dolar/varil olmuşken, 2005 yılı Mart ayı ortalaması 50 dolar/varil düzeyine ulaştı. Bundan böyle petrol 60 dolar/varil’e koşacak.
Petrolde artış sürüyor, Mart 2005 başında varili 53 doların üzerine çıkan petrol için OPEC Genel Sekreteri Adnan Şihab Erdin, iki yılda petrol fiyatlarının 80 dolar/varil düzeyine çıkabileceğini söyledi. Bir de Türkiye’nin önündeki petrol faturasına bakalım: 10 yıl önce petrol ithalatı 2,9 milyar dolar olan Türkiye, 2003 yılında 4,8 milyar dolar, 2004 yılında 6,0 milyar doları petrol için ödedi. 2005 yılında varil fiyatı ortalama 40 dolarda kalsaydı, petrol ithalatına yapılacak ödeme 7,0 milyar dolar olacaktı. Bu fiyat ortalama 50 dolar olursa, fatura 9,0 milyar dolara çıkıyor. Bir de artacak petrol fiyatına formülle bağlı doğalgaz faturasını ekleyince, enerjide sübvansiyonun düşünülmesi dahi mümkün görünmüyor.
Artacak doğalgaz ithal fiyatları, doğalgazdan üretilen elektrik fiyatlarının maliyetini de yükseltecek. Peki, elektrik fiyatları nasıl artırılmayacak? Eski yöntemle serbest piyasada bunun çözümü yok da, serbest olmayan piyasada “Babacan Hazinesi”nden çözüm bulunabilirdi, o yolda IMF, Dünya Bankası önerileri ve Başbakanımız Erdoğan’ın sözleriyle kapatılmış görünüyor. Ortalama ya da paçal elektrik maliyetlerindeki gerçek artış, görkemli potansiyelleri bulunan Türkiye’de elbette yenilenebilir enerjinin önünü açacak gelişme oluyor. Su ve rüzgârdan üretilecek elektriğin, ilk yatırım dışında işletme maliyetinin yok denecek kadar azlığı, kısa dönemde bugün için olmasa da, orta ve uzun dönemde yarınlar için ucuz elektrik vaat ediyor.
Artan fiyatı nedeniyle petrol demişken, genel enerji platformuna bakarken, Türkiye’nin çıkarı açısından çarpık görülen bir petrol haberinden söz etmeden geçemeyeceğim. Bildiğiniz gibi Türkiye, petrol ve doğalgaz boru hatları ile Avrupa’ya enerji terminali olmayı hedeflemişken ortaya çıkan bu çarpıklığı görmezlikten gelemeyiz.
Rusya, Kafkaslar ve Hazar’dan çıkan petrolü Akdeniz’e taşımak için, şu anda yeterince doluluk oranını sağlamamış olsa bile, tek başına Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının yetmeyeceği bir gerçek ve Türk boğazlarının boru hattı gibi kullanılmasını istemiyoruz. Türkiye çoklu boru hatları politikasından söz ederek bugünlere geldi. Çoklu hatlardan biri Transtrakya dediğimiz, harcanmaması gereken bir proje iki yıldır ortada. Kıyıköy (Karadeniz) ile İbrikbaba (Saros-Ege) arasında uzanacak bu hat projesine, neredeyse bir yıllık bir süredir Bakanlar Kurulu gündeminde tutulmasına karşın her nedense yol verilemedi. Buna karşın, Yunanistan-Bulgaristan-Rusya’nın Transbalkan adını verdikleri Burgaz-Alexandroupolis (Dedeağaç) projesi ile ilgili anlaşmanın 15 Nisan’da imzalanacağı açıklandı.
Transbalkan projesi içinde Bakü-Tiflis-Ceyhan’ı yapan BP’nin de yer aldığı belirtiliyor. Oysa, Transtrakya ilk ortaya çıktığında, Bakü-Tiflis-Ceyhan’a zarar verir mi tartışmaları yaşanmıştı, demek ki vermiyormuş! Çünkü, Transtrakya ile Transbalkan arasında Bakü-Tiflis-Ceyhan’a etki bakımından fark yok. Fark sadece, birinden Türkiye’nin, diğerinden başka ülkelerin kazanacak olması.
Durum böyle iken, enerji konularına yakın bir gazetemizde Transbalkan uzlaşmasının, “Boğaz trafiğini rahatlatacak anlaşma” diye haber yapılması bir yana, Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım’ın 14 Mart’ta İstanbul boğazına yeni köprü için basına açıklama yaparken, hiç ilgisi olmamasına karşın, “Karadeniz-Saros petrol boru hattı projesinin yapılmayacağını söylemesine” ne demeli acaba? Kısmet olursa BP ile TPAO’nun Karadeniz’den çıkaracakları petrolümüz, yoksa Transtrakya yerine Transbalkan hattından mı Ege’ye taşınacak?
17 Mart 2005 günü Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı değerli dostum Doç. Dr. Sami Demirbilek ile sohbet için randevum vardı. Özel kalem müdiresinin odasında beklerken, kendisi ile görüşmeye gelen tümünü tanıdığım enerji sektörünün işadamları, özellikle önümüzdeki aylarda ihaleye çıkması beklenen elektrik dağıtımının özelleştirilmesi ile ilgileniyorlardı ve sayın Demirbilek ile de bu konuda konuşmak için gelmişlerdi. Yine iş dünyasından bir yakın dostumun, aynı gün öğleden sonra doğalgaz kontrat devir ihalesi konusunda konuşmak için geleceğini öğrenmiştim.
Bakanlık müsteşarının gündemini, istese ya da istemese özelleştirme dediğimiz bu işler meşgul ediyor. Sıcak paradan kurtulup yatırım sermayesi ile kalıcı döviz girmesi için iyi bir kaynak özelleştirme. Biraz sonra makamında sohbet ederken değerli dostum Demirbilek, çok haklı bir nedenle yakınıyordu, “Türkiye’nin enerji politikasını tek başına bu bakanlık belirleyemiyor, Hazinesi, Özelleştirme İdaresi Kurum’u, DPT’si vs. ile o kadar çok karışanı var ki” diye. Yerden göğe kadar haklıydı, bunu düzeltmek de kendisini aşan siyasi iradeye düşüyordu. Bakan Dr. Güler de TV programlarında, tek başlarına karar alamadıklarını, başka kuruluşlarla birlikte hareket etmek zorunda kaldıklarını açıklamamış mıydı? Kısacası, enerji politikası makro bazda, oluşumuna ve uygulanmasına yönelik yöntemin belirlenmesi ilkesiyle siyasi irade tarafından ele alınmayı bekliyor.
21 yıl önce 1984 yılında yola çıkılan dağıtımda özelleştirme işi tamamlanabilecek mi? Bir yıl önce yayınlanan Strateji Belgesi’nin öngördüğü 21 bölgeli ve 49 yıllık lisansla işletme hakkı devri modelinin uygulaması artık sonuçlanacak mı? Bundan önce işletme hakkı devri modeli uygulamaya konulmuşken, mülkiyet devri diye ondan vazgeçilerek kaybedilen zamana yazık olduğu konusunda dostum Demirbilek ile görüş birliği içindeyiz.
Ancak, işletme hakkı devrine özelleştirme demek ne kadar doğru? Üstelik sözde bu özelleştirmenin 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nun bazı hükümleri ile çelişen yanları varken! Bu konuda Özelleştirme İdaresi’nin danışmanlığını EPDK’nın yapmış olması da düşündürücü! Şimdilik 21 dağıtım bölgesinin bu özelleştirme için TEDAŞ’a bağlı ayrı elektrik dağıtım şirketleri şeklinde oluşturulması, elektrik üreticileri için olumlu bir gelişme. Çünkü, bu şirketlerin ayrı pazarlık mekanizmalarına girmesi serbest piyasa için de bir yeni adım sayılabilir. Dostum Demirbilek’i ziyaretimde, dağıtım ihaleleri ile yabancı sermayenin ilgilendiğini de gördüm, bunun için Türkiye’ye gelen bir Alman ile tanıştım. Ne yazık ki bu işleri yapmakta çok geç kaldık.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’nın bu konularda geç kalışından söz edişimi, dün olduğu gibi bugün de değerli dostum Demirbilek kabullenemiyor. Kendi dönemi için haklı, geç kalan kendisi değil, ama devlet yönetiminde bir süreklilik vardır ve ne derseniz deyin, ulaşılan olgu bu; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’nın enerji piyasaları serbestleştirmesinde geç kaldığı. Bunun temel nedeni de kanunlar çıkarken tutarlı geçiş dönemlerinin belirlenmemiş ve geçiş adımlarının düzenlenmemiş olması.
Bugün de ortada yadsınamayacak gecikmeler olduğu maalesef bir gerçek. 28 Mart 2005 tarihinde basına yansıyan, 25 Mart 2005 Cuma gecesi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. M. Hilmi Güler’in başkanlığında yapılan ve üç saat süren “Enerji Özelleştirme Zirve Toplantısı”nın sonucu yine gecikme” gösteriyor. Bu toplantıya Özelleştirme İdaresi Başkanı Sayın Metin Kilci, Hazine Müsteşarı Sayın İbrahim Çanakçı ve DPT Müsteşarı Sayın Ahmet Tıktık katılmışlar. Toplantıda gelinen nokta ile ilgili bir açıklama yapan Sayın Kilci, “Öngörülen programa göre geciktik. Kasım’da metodolojiyi belirlemeliydik. Mart ayına gelmemize rağmen, bu konuda bir uzlaşma sağlayamadık. Bir çok konuda yasal düzenleme yapılmalı” diyor. Burada gecikme hatası, kuşkusuz birinci derecede Özelleştirme İdaresi’ne ve ardından onun danışmanı olan Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na ait. Eğer bir metodoloji belirlenecekse, o bir siyasi tercih içereceğinden, belirleme yetkisi de yalnızca Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’na ait olmalı ve Bakanlığın bu yetkisi kimse ile paylaşılmamalı!
Dağıtımın özelleştirilmesindeki gecikme 2-3 yıllık değil, 21 yıllık bir gecikme! Peki, doğalgaz kontrat devir ihalesindeki gecikme ne kadar derseniz, ikinci yılını yaşıyoruz. “Kontrat devri olurdu olmazdı tartışması, olmayacağına göre BOTAŞ’ı koruyarak hacim devri yöntemine yol açılması çabaları, bu olguyu oluşturdu” dersek, hata yapmış olmayız. Umarız, kontrat devir ihalesi olmayacağını kanıtlamak için değil, olacağı gerçekleştirmek için yapılır.
Genel enerji platformuna bakışımızı, enerji bürokrasisine koruma duvarı getirilmesi isteğiyle tamamlayalım. Türkiye’de 2000 öncesi serbest piyasa için yasa hazırlık çalışmaları yapılırken, bu piyasada mayın olacak yap-işlet-devret projelerinin önü de olabildiğince açılmıştı. Bu çelişkiyi o günlerde dile getirmiştik. Şimdi, pahalı elektrik sattığı iddia olunan doğalgazlı yap-işlet-devret ve yap-işlet’ler ile pazarlıklar yapılıp fiyatların aşağıya çekilmesi için çalışılıyor, ama doğalgaz fiyatları artacakken, bu çabadan alınacak sonuç da kuşkulu! Her neyse, bunun arkasından herhalde yap-işlet-devret hidroelektrik santral projeleri de yeni bir pazarlık sürecinden geçecek.
Yap-işlet-devret’e taraf olmayan RESSİAD için bunlar sorun değil. Firmalarla pazarlık yapacak, anlaşılan baskı uygulayacak bürokrasiye özel yetkiler tanıyan bir kararnamenin Bakanlar Kurulu’ndan imzaya açıldığı basında yer aldı. Bu kararnameyle Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bürokrasisine, sözleşme müzakereleri yapıp sonuçlandırmak, ama oluşacak anlaşmazlıklardan sorumlu tutulmamak hakkı getirilmek isteniyor. Sorumluluk hükümete ait olacak. İyi hoş da, bu olağanüstü yetkinin yap-işlet-devret pazarlıkları ile sınırlanmasını, diğer işlere sıçramamasını ve kalıcı olmamasını diliyoruz. Zaten hukuki boyutu tartışılır. Hukuki boyutundan öte, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’nın ilgili kuruluşlarında daha dün “İkinci Beyaz Enerji Operasyonu” yaşanmışken, bugün bürokrasisine verilecek olağanüstü yetki, korkarız, istenmeyen bazı dedikodulara, siyasi sorumluluklara da kapı açar.
14 Temmuz 2004 tarihinde Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan’ın itirazı ve Başbakan Sayın Erdoğan’ın bu itirazı uygun görmesiyle TBMM gündeminden çekilen “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı” RESSİAD’ın haklı itirazları da göz önünde tutularak yeniden ele alınmış bulunuyor. Önce Bakanlar Kurulu’nda görüşülen konu, sonra ilgili kuruluşların (Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı) mutabakatı ile sübvansiyonlu fiyat öneren 6’ncı maddesi, dostum Demirbilek’in ifadesi ile budanarak düzeltilmiş durumda. Son şekli üzerinde, Devlet Bakanı Sayın Babacan ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Dr. Güler’in, piyasa düzenlemesi açısından tam olmasa da hemen hemen mutabakata vardıkları söyleniyor.
Edinilen bilgilere göre yenilenebilir enerjiden elde olunacak elektrik için alım fiyatı piyasa toptan satış fiyatı olacak. Yenilenebilir enerji santralları üretiminin, piyasada oluşan fiyat mekanizmasını bozmayacak şekilde toptan satıcılar tarafından alımları sağlanacak. Şimdi üzerinde uzlaşılan fiyat daha önce Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun Elektrik Piyasası Lisans Yonetmenliği’nin 30’uncu maddesinin son paragrafında tanımlanan fiyata karşılık geliyor. Hatırlanacağı gibi 25 Ocak 2005 tarihinde RESSİAD Heyeti’nin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler’i ziyaretinde, sübvansiyonlu fiyatın yanlış olacağı vurgulanırken, Elektrik Piyasası Lisans Yönetmenliği’nin 30’uncu maddesi, bir hak talebi olarak gündeme getirilmişti!
Elektrik Piyasası Lisans Yönetmenliği’nin 30’uncu maddesinde, yenilenebilir enerji üretim tesisleri için hem alım garantisi ve hem de fiyat garantisi bulunduğu vurgulanarak, TEDAŞ’ın mevzuatın açık hükmüne rağmen, yenilenebilir enerji alımını, TETAŞ satış fiyatlarının yüzde 10 altında belirlediği fiyat ile yapması şikayet edilmişti. Yeni çıkarılacak kanun için de, TETAŞ satış fiyatının hangi oranda üstünde olacağının tartışılacağı yerde, TEDAŞ’ın lisans yönetmeliğine uygun davranması, TETAŞ fiyatı üzerinden alım yapmasının sağlanması istenmişti. Şimdi müstakil davranacak 21 dağıtım bölgesi için de bu geçerli olacak ki, RESSİAD’ın önerisi doğrultusunda çözüme ulaşılmış bulunuyor.
Bu arada Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nda yapılan bir hidroelektrik santral lisans ihalesi de, bugün için ticari olarak kullanılır yenilenebilir enerji yatırımlarında enerji birim fiyatının ve alım garantisinin öncelikle etken olmadığını kanıtladı. Serbest piyasayı ve global enerji ticaretini bilen yatırımcılar ve işletmeciler için kazanç sağlamada sübvansiyonlu fiyata gerek yok. Bunun için RESSİAD, başından beri Hazine kapısında bekleşen yatırımcılar topluluğu değil, serbest piyasa aktörü yatırımcıların ilkeli birliği olmayı hedeflemiştir.
RESSİAD, eğer bir özendirme düşünülecekse, bunun yatırım maliyetlerinin düşürülmesi olduğunu açıklamıştır. Ancak, bundan da daha önemli olarak, yatırımın geleceğinin güvenliğini ön planda görmektedir. Orman İdaresi’ne ödenecek bedellerin düşürülmesi, yenilenebilir enerji santralları için özel yatırım indirimi olanağı tanınmasını, bir an önce Türkiye’de yeşil sertifika uygulamasına geçilmesini, yeşil enerji ihracının teşvikini istemekteyiz. Ancak, bu isteklerimizin yanısıra, yatırımın geleceğinin güvenliği açısından şu anda tasarıya yapılmasını istediğimiz iki eki gerekli görmekteyiz. İstediğimiz bu iki ek yatırımcı açısından güven sağlayıcı olacaktır:
1/ Orman alanlarında inşa edilecek yenilenebilir enerji santrallarının (ki rüzgâr ve hidroelektrik santralların büyük bölümü ormanlık alandadır) lisans süresi sonunda santral ve mütemmim cüzlerinin Orman İdaresine ya da herhangi bir başka makama kalmaması için mevcut tasarının 8. maddesine aşağıdaki hükmün eklenmesini istiyoruz:
“Arazi üzerine inşa ve montajı yapılan tesislerin çıplak mülkiyeti lisans sahibi firmaya aittir ve firma, EPDK’dan alacağı yeni izin ve lisanslara uygun olarak, lisans süresi içinde veya sonunda, bu tesisleri sökerek başka bir yere nakledebilir. Lisans süresinin uzatılması veya tesise yeniden lisans verilmesi halinde, araziye ait kira bedeli, aynı esaslara uygun olarak 99 yıla kadar uzatılır.”
İstediğimiz bu hüküm, santrallarda yapılabilecek geliştirmeler (özellikle rüzgâr santrallarında sonradan örtülmeye karşı teknik açıdan gerekebilecek türbin yeri değişiklikleri) için de gereklidir. Zamanında ormanlık alanlarda kurulacak otel ve konaklama tesisleri için getirilen bir mevzuat, bugün santral yatırımcıları için caydırıcılık taşır niteliğe dönüşmüştür. Çünkü, lisanslar genelde 20 yıl için (bir defada en fazla 49 yılı aşmamak üzere) verilebilmekte, lisans uzatımı sonunda, geçmişte santralın sahibi olan kişi bu kez mülkiyeti Orman İdaresi’ne geçeceği için, kendi santralını Orman İdaresi’nden kiralayan kişi durumuna düşebilecektir ki, yatırımcı için kabul edilebilecek bir olgu değildir.
2/ DSİ tarafından yapılan sulama kanallarında değerlendirilmesi gereken ciddi sayılabilecek hidroelektrik enerji potansiyeli bulunuyor. Ancak, burada su kullanım anlaşması kapsamında, DSİ’nin müteahhitlere yaptırdığı yatırımlarına katılım bedeli ile ilgili olarak üretim şirketi santralları için sorun çıkabilmekte. Elbette, enerji yatırımcısı hakkaniyetle bir katılım payı ödemelidir, ama bu işin başında tam belli olmalıdır. Yani, ödenecek bedel DSİ ile Su Kullanım Anlaşması’nın yapılması aşamasında kesin bilinmeli, sonradan müteahhit hizmetlerinin bedellerindeki değişiklikler gibi tartışmalı etkilerden değişmemeli, yatırımın fizibilitesi, dolayısı ile geleceğinin güvencesi bozulmamalıdır. Yani sözleşme bedeli gelecekte değişebilir olmamalıdır.
Benzer sorunun yap-işlet-devret santralları için çözümlenmesi amacıyla, yap-işlet-devret tasarısı olmayan söz konusu Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı’na Geçici 4. madde eklenmiştir. Biz, yap-İşlet-devret sorunlarının bir başka tasarıda ele alınmasını geçmişte önerdik, ama bu tasarıda Geçici 4. madde yer alacaksa, kapsamına üretim şirketi santrallarının da sokulması gerekmektedir. Çünkü, 2001 yılında 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu çıktıktan sonra yapılan yatırımlar, artık yap-işlet-devret modeli ile değil, üretim şirketi modeli ile yapılıyor. Eğer yap-işlet-santrallarının sorunları bir başka tasarıya aktarılacaksa, bu tasarıda söz konusu geçici madde bir asıl madde olarak üretim şirketleri santralları için yeniden düzenlenmiş biçimde yer almalıdır. Biz aşağıdaki hükmü istiyoruz:
“4628 sayılı kanun kapsamında kurulmuş ve kurulacak olan hidroelektrik santralların su kullanım sözleşmelerinde ABD doları cinsinden yer alan DSİ enerji katılım payları, başlangıçta sözleşmede yer aldığı miktarda ödeme tarihindeki Merkez Bankası döviz kuru üzerinden her işletme yılının sonunda DSİ’ye ödenir.”
TBMM’den geliştirilmiş bir yenilenebilir enerji yasası bekliyoruz
Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı, umarız kısa zamanda ve geliştirilmiş biçimde yasalaşır. RESSİAD son dakikaya kadar tasarının geliştirilmesi için çabalarını sürdürecektir. Ancak, çıkarılmak istenen bu yasada yapılabilecek en ileri aşama, yeşil sertifika uygulamasını başlatmak olur. Ne yazık ki, bugün bu noktanın gerisindeyiz. Oysa, AB’ye girmeyi hedeflemiş bir hükümetin bu noktayı aşması gerekirdi! Yanlış yönlendirmeler olmasa, Başbakanımız Sayın Erdoğan inisiyatif kullanıp konuyu araştırtsa, bazı kişilerin bilmediklerini ya da yanlış bildiklerini ortaya koyabilse, hükümet yine bu konuyu aşabilir. Gelecekte mutlaka aşacak da, biz fazla zaman yitirilmeden aşılmasını diliyoruz.
Yenilenebilir enerji platformuna bakışa, biraz da dünyadaki gelişmelerle devam edelim. Artık klasikleşen hidroelektrik ve rüzgâr santrallarından başka, bunlara belli kriterlerle rakip diğer yenilenebilir kaynaklardaki gelişmelere de bakmak gerekiyor. Bazı gelişmeler özetle şöyle:
• Dünya global rüzgâr gücü üretim kapasitesi 2004 yılında 7900 MW artış göstermiş bulunuyor, bu değer bir önceki yıldaki artışa göre 300 MW daha az. Ancak, bu sapma daha yavaş bir büyümenin başlangıcı olarak görülmüyor. 2004 yılında, yıllık rüzgâr kurulu gücü artışı yüzde 20 iken, önceki yıl yüzde 26 olmuştu. Mart ayı verileri ile 2004 yılı sonunda ulaşılan dünya kurulu rüzgâr gücü 47400 MW. Rüzgâr pazarında Almanya ve İspanya yılda 2000’er MW eklemekle başabaş ilerliyorlar. 2004 yılı verileri ile Almanya pazarının yüzde 41.8’i Enercon, yüzde 30.0’ı Vestas/NEG, yüzde 9.2’si Repower ve yüzde 7.7’si GE Energy firmaları tarafından kapatılmış. Almanya’da sıralanan firmalardan Enercon pazar payını artırırken, diğerlerinde azalma, dolayısıyla Enercon’a pay kaptırma görülüyor. İspanya’da ise pazar daha çok İspanyol firmalar tarafından paylaşılmış, 2004 yılında en başta yüzde 41 payla Iberdrola yer almış. Iberdrola şimdiye kadar İspanyol pazarın yüzde 32’sini kapmış.
• İngiltere 5039 MW rüzgar gücü kurmayı planlamış bulunuyor. Bunun 3889 MW’ı İskoçya’da, 922 MW’ı İngiltere’nin içinde, 153 MW’ı Galler’de ve 75 MW’ı da Kuzey İrlanda’da kurulacak. Ancak, 2005 yılında şu anda 18 proje ile 600 MW’ın kurulmasına çalışılıyor. 5039 MW kurulu güç 96 proje ile gerçekleştirilecek. İngiltere’nin 2010 yılında 7500 MW’ı yakalaması ve bunun offshore/onshore oranının yüzde 50/yüzde 50 olması bekleniyor. Bu arada İngiltere’nin gelecek altı yılda tüm elektrik sektörüne 7 milyar sterlini aşkın yatırım yapacağı açıklanıyor.
• AB üyesi ülkelerden İngiltere, İrlanda, Almanya, Fransa, İspanya ve İtalya yeni bir Rüzgâr Enerjisi Yatırım Fonu oluşturdular. 200 milyon Euro ile oluşturulan bu fon, yenilenebilir enerjide kendini kanıtlamış teknolojilerle yatırımların desteklenmesi için kullanılacak. Yoksa bir araştırma fonu niteliğinde değil.
• Windpower 2005 Conference and Exhibition (Rüzgâr Gücü 2005, Konferans ve Sergisi), 15-18 Mayıs 2005 tarihleri arasında ABD’de Colorado Denver’de yapılacak. Bu yılın en kapsamlı toplantısı olacak Windpower 2005’in oturumları, politika kulvarı, iş kulvarı, teknik kulvar ve kamu kulvarı olarak dörde ayrılmış biçimde gerçekleştirilecek. Konferans sonrası teknik turlar da düzenlenmiş bulunuyor. American Wind Energy Association tarafından düzenlenen etkinlik, dünyanın belli başlı elektrik firmaları tarafından da sponsorlukla destekleniyor.
• İngiltere’de Ocean Power Delivery Ltd. (Edinburgh), üç modüllü 750 kW’lık Pelamis P-750 Dalga Enerjisi Konvertörü (Çeviricisi) geliştirmiş bulunuyor. Geliştirilen konvertörde modüller suya yarı batık olarak konumlandırılıyor. Konvertörün hidrolik motorları elektrik jenaratörünü çalıştırmakta.
• ABD Pennsylvania eyaletinin temiz enerji portföyü, büyük ölçekli hidroelektrik santrallar ile kent katı atıkları ve ağaç endüstrisi yan ürünlerine dayalı termik santrallar bileşeninden oluşuyor. Pennsylvania Energy Development Authority 2022’de elektrik enerjisinin yüzde 11’inin yenilenebilir kaynaklardan elde edilmesini hedeflemiş bulunuyor.
• Almanya Hamburg’da Michelin lastik fabrikasının çatısında, Voltwerk AG’nin 10 MW’lık PV (fotovoltaik panel – ışılelektrik güneş pili) çalışıyor. 60 bin modülden oluşan bu PV tesisi, fabrika çatılarından dördünün üzerine yerleştirilmiş bulunuyor ve yılda 9 milyon kWh’den fazla elektrik üretiyor. Bunun için 50 milyon Euro’luk yatırım yapıldığı kaydediliyor.
• Avrupa Birliği’nde elektrik enerjisinin yüzde 1.5’i biyokütle yakıtlardan üretiliyor. Yunanistan için bu oran sıfırken, yüzde 0.4 ile İrlanda’da en düşük, yüzde 12.2 ile Finlandiya’da da en yüksek düzeyde bulunuyor. Lüksemburg ve Danimarka’da da bu oran yüzde 4.8 düzeylerinde. 2004-2013 aralığında biyokütle elektrik kapasitesinin 12172 MW olması ve gelecek 10 yıl içinde 9868 MW büyük güçlü termik biomas santralları kurulması bekleniyor.
• İlk 1 MW’lık yakıt pili (fuel cell) işletmede. Kaliforniya Santa Clara’da pik çıktısı 1.9 MW, elektriksel verimi yüzde 44 olan, sıfır emisyonlu 1 MW serisinden yakıt pili teknolojisi kendini kanıtlamış durumda. Geçmişte kW mertebesinde yapılan yakıt pilleri ünitelerinde artık MW dönemi başlamış bulunuyor. Bunun anlamı gelecekte yakıt pili santrallarının giderek termik santralların yerini alabileceği. 250 kW’lık üniteler sınırlı da olsa pazara çıkmıştı. Alabama’da Mercedes Benz fabrikasında, Los Angeles’de Department of Water and Power’da kullanılıyordu. 1 MW ve 2MW’lık olanların sırasıyla Washington eyaletinde atık su işleme tesisi ile Indiana’da kömür gazifikasyon tesisinde kullanıldığı bildiriliyor. 1997 yılında yakıt pillerinde beher kW’ın piyasa fiyatı 2000-3000 dolar arasındaydı. 250 kW’lık ünitelerde geçen yıllarda mühendislik çalışmaları ile maliyetin yüzde 27 aşağı çekildiği de biliniyor. 2003 yılı ortalarında en düşük birim maliyet 1400 dolar/kW’a düşürülmüştü. Bugün için yeni maliyet ve fiyatlar henüz afişe edilmiş değil.
Avrupa’da ‘Domestic CHP’ (konutsal kombine ısı ve güç) teknolojisi ve ekonomisi ilerleme gösteriyor. Combine Heat and Power (CHP) teknolojisi, bizde daha çok kullanılan adıyla kojenerasyon önce sanayi için geliştirilen bir teknolojiydi. Daha sonra “Mikro CHP” teknolojisi geliştirildi ve önce restoranlar ile kamuya açık çeşitli binalarda kullanılmaya başlandı. Şimdi artık bu teknoloji konutlara giriyor. Doğalgazlı CHP teknolojisi bugün doğalgaz kullanan kentlerimizde evlerdeki kombilerin yerini alacak. Kombi sadece kış ısıtması ve sıcak su ihtiyacını karşılarken, CHP üniteleri ısıtmadan başka konutun elektriğini de üretecek. Böylece konutlar elektrik şebekesine değil, sadece doğalgaz şebekesine bağlanma ihtiyacı duyacaklar. Artık Avrupa’da konutsal CHP pazarının büyüklüğü konuşuluyor. 2010 yılına kadar her yıl 2 milyar Euro CHP öncü satışları ve servis pazarı öngörülüyor. 2010 yılında yalnızca İngiltere’de 4 milyon domestik CHP ünitesinin kullanımda olacağı tahmin ediliyor. İngiliz hükümeti 2010 yılı için 10 GWe (10 bin MWe) yeni CHP hedeflemiş durumda. Diğer ülkelerin de benzer çalışmaları var. CHP teknolojisi, doğalgaz tükenmediği sürece, yenilenebilir kaynakların önünde klasik kaynaklı ciddi bir alternatif olarak yer alacak.