http://www.ressiad.org.tr/makaleler.php?ID=44

 

Yeni gelişmeler, Yenilenebilir Enerji Yasası ve gündemdeki diğer yasal düzenlemelerle enerji vizyonu (New progresses, energy market forecast with new Renewable Energy Law and other current legislation)

 

10.06.2005

 

Prof. Dr. Mustafa Özcan ÜLTANIR

Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

Dış dinamiklerden ekonomiye...

 

Her ayın gündemini yazarken, bir önceki ayın ekonomik gelişmelerine, haberlerine dokunmadan geçemiyoruz. Geçen ay bir demecinde, Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink, ekonomik politikaların sürdürebilirliği açısından “Yatırım Teşvik Kurumu” kurulmalı diyordu. Gerçekten de Türkiye’nin böyle özerk bir kamu kuruluşuna ihtiyacı var, ama ne iktidar partisi ne de kamunun ekonomi kurmayları bu öneriyi her nedense tartışmadı bile.

 

Geçen ay önemli bir gazetecilik olayı, AB’de bazı kesimlerin Türkiye için öngördüğü “İmtiyazlı Ortak Formülü”nün koşullarının açıklanması idi. Öne sürülen koşullar çok iyi cilalanmıştı. Şöyle ki; hemen başlatılacak imtiyazlı ortaklık tam üyelik müzakerelerine engel olmayacak, Türkiye’nin Avrupa savunma ve güvenliğinde oy hakkı bulunacak, Türkiye’ye tam üyelik sürecindeki kadar ekonomik yardım sağlanacak, Türklere vize uygulaması sürecek, ama yumuşatılacak, ortaklık konusunda Güney Kıbrıs ve Yunanistan vetosu olmayacağı gibi Kıbrıs’ın çözümü de şart olmaktan çıkartılacak, yüksek maliyetli çevre standartları gibi standartların uygulanmasında Türkiye’ye ayrıcalık tanınacak.

 

Teklifin özü, “Aramıza girme, ama güdümlü pazarım ol, hizmetimi yap, ben de sana ufak-tefek bir şeyler vereyim” deniliyordu. Pentagon stratejistlerinin haritası üzerinden konuşursak, Türkiye’nin gelişmiş batılı ülkelerin “İşleyen Merkez”inde (Functioning Core) yer almaması, ama “Entegre olmamış boşluk” (Non-integrating gap) sınırında onların karakolu olması isteniyordu. Hiç kuşkusuz bunlar, Türkiye’nin elinin tersiyle itmesi gereken istekler olsa da, içimizden bazılarına cazip görünürse şaşmayalım.

 

Başbakan Erdoğan’ın doğru seçimi:

AB Başmüzakerecisi Babacan

 

AB ile müzakerelerin çetin geçeceği kesin. Bu çetin görev için ateşten gömleği giyecek isim nihayet belirlendi. Zor görev başarılı bir devlet adamı karakteri çizen genç siyasetçi Sayın Ali Babacan’a verildi. Bizce ismi geçen adaylar arasından en iyisi seçilmiş oldu.  Genç, dinamik, bilgili bir insan olan Sayın Babacan’ın bu görevi başarı ile yerine getireceği kuşkusuz. Şimdi bütün sorun sekretarya ekibinin ve alt komitelerin iyi oluşturulmasında. Bakalım Babacan, Türkiye’yi entegre olmamış boşluk sınırından çıkarıp, işleyen merkeze taşıyabilecek mi? Taşırsa, gelecekte Türkiye’nin başbakanı olmaya adaydır.

 

Ne yazık ki AB kriz içine girdi.  Fransa’nın ve Hollanda’nın AB Anayasası’na hayır demesi, AB’nin başını ağrıtmaktan öte, geleceğini belirsiz bir sürece soktu. Tatil parasını bile sosyal fonlardan alp kendi cebine dokunmayan Avrupalılar sosyal yanı budanmış, serbest piyasayı küreselleştirecek Anayasa’ya hayır derken, Türkiye’nin AB üyeliğine set çekmeyi, imtiyazlı ortaklıktan öte geçmemesini de hedeflediler kuşkusuz. Hemen belirtelim ki, Türkiye’nin yolu uzun bir süreç ve bu süreçte dengelerde çeşitli değişikliklerin olması kaçınılmazdır.

 

Avrupa’da aklıselim varsa ki olması gerekir, kendi geleceği için Türkiye’yi AB içine almak zorunda. Komünizmin çöküşünden sonra Sovyetler Birliği’nden daha güçlü olacak bir Rusya dirilirken, Çin ve Hindistan büyürken, küçük kalacak bir AB, ancak Türkiye’yi almakla yeni bir can kazanabileceğinin bilincinde olmalı. Bunu kamuoyu henüz algılayamamış olabilir, ama Avrupalı yöneticiler gerçeği bilmiyor değiller herhalde. Bilmeyeni varsa aymazlık içindedir. O aymazlık sonucu, iki referandumla AB bugün krizde ve Euro neredeyse iflah olmaz duruma düştü.  Hayır oyları, Türkiye’nin önünü kapatmadan önce Avrupa ekonomisinin rekabet gücünü kaybettiriyor, parasına değer yitirtiyor.

 

Fransa ve Hollanda referandumlarından çıkan hayır sonrası, ne kendi ekonomilerine hayırları olur ne de dünya ekonomisine katkıları. Euro, kısa vadede dolar ve TL karşısında değer kaybetmeyi sürdürecek görünüyor. Orta vadede bile istikrar kazanması zor. AB’nin geleceğine ilişkin riskler doğmuş oldu. Burada AB liderlerinin yeterli olamadığı da ortaya çıktı. Tabii ki, böyle bir ortamda Türkiye ile başlayacak üyelik müzakerelerinin daha uzun süre kapsaması beklenmeli, Aklıselim galip gelmezse, keskin sirke küpüne zarar verecek.

 

AB’de “Hayır”lar ile başlayan kriz

Eoru’yu tahtından indiriyor

 

AB’nin bu kriz ortamında, eğer bir de Almanya’da Angela Merkel erken seçimi kazanacak olursa, istemediğimiz imtiyazlı ortaklık önümüze sürülecektir, hiç kuşkunuz olmasın. 11 Eylül’ü Viyana kuşatmasına bağlamaya çalışan zihniyette hortlayacak gibi. İngiltere’nin en köklü ve ciddi gazetesi The Times, "Ankara başka yöne kayıyor. Korkunç gerçek şu ki, Türkiye’yi kaybediyoruz" diye yazdı. Türkiye’nin Suriye ve İran ilişkilerine ABD gibi İngiltere’de hiç iyi bakmıyor. Kaldı ki, Başbakan Erdoğan "yok" dese de AK Parti’nin ister istemez var olan İslamcı kimliği, Türkiye’ye bir şeyler kazandırmıyor, ama çok ters görünümlerin ortaya çıkmasına da neden olabiliyor. Tabii ki bütün bunlar sonuçta bizden daha çok Avrupa’ya kaybettirir. Geçen ay, ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, “Türkiye AB’ye alınmazsa bölünme yaşanır, Müslüman-Hristiyan medeniyetler çatışması doğar ve bu korkunç olur” derken doğruyu vurguluyordu, Avrupa’ya Türkiye’nin üyeliğini dikte etmiyordu, ama işleyen merkezin lideri adına uyarısını yapmaktan da geri kalmıyordu. Biz yine de karamsarlığa gerek olmadığı kanısındayız, siyasetin bir yanı fırsatları değerlendirme sanatı olmasıdır, olumsuzluklar bile bazen yeni fırsatlar yaratabilir.

 

Mayıs ayının önemli bir haberi de Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF’nin) Türkiye üzerindeki görüşü idi. IFF yetkilileri, AB müzakere sürecinin başlamasıyla gelecek iki yılda Türkiye’ye 20 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi beklediklerini açıklıyorlardı. IFF Başkanı Charles Dallara, doğrudan yabancı sermaye çekme konusunda şimdiye dek başarılı olunamadığının altını çizerek, AB’ye uyum süreci ile bu durumun değişeceğini söylüyordu. IIF’nin Avrupa Direktörü Jeffrey Anderson ise piyasaların güveninin arttığını, enflasyonist beklentinin resmi hedeflerin altında kaldığını, bu koşulda Türkiye’ye bu yıl ve gelecek yıl toplam 20 milyar dolarlık doğrudan yabancı sermaye girişi olacağını tahmin ettiklerini söylüyordu.  Ancak, tüm bunlar AB krizi öncesinde konuşuluyordu.

 

IMF ise Türkiye ekonomisinin kırılganlığının geçmediğini söylemeye devam ediyor.  IMF’in Türkiye için hazırladığı orta vadeli senaryoya göre, enflasyonun 2009 yılında yüzde 3’e düşmesi, gelecek yıl 7,2 milyar dolara düşecek cari açığın 2008 yılında 9,1 milyar dolar olması bekleniyordu. IMF doğrudan yatırımları ise 2006’da 2 milyar dolar, 2007’de 2,1 milyar dolar ve 2008’de 2,2 milyar dolar olarak öngörüyordu. 2008’de Türkiye’nin ihracatının 90 milyar dolara ve ithalatının 111 milyar dolara çıkacağı da IMF tahminleri arasında yer alıyordu. Bunlardan Türkiye’nin büyümesini sürdüreceği sonucu çıkar. IMF’ye göre, GSMH artışı, yani büyüme gelecek 4 yılda yüzde 5 düzeyinde gerçekleşecek.

 

Ancak, büyük ölçüde doğrudan yabancı sermaye girişi olursa, ona koşut olarak doğrudan yatırım miktarı da artacak ve Türkiye IMF’nin öngördüğü taban değerlerin üzerine çıkabilecektir. Ekonominin dinamikleri de buna elverişli görünüyor ve Türkiye’de bu potansiyel var. Nitekim, aşağıdaki tablodan göreceğiniz gibi, ekonomi yönetiminin öngörüleri doğrultusunda DPT’nin hazırladığı üç yıllık yol haritasında (Orta Vadeli Program, 2006-2008- kısaca OVP) yukarıdaki değerler, IMF’in değerlerinden farklı yer alıyor.

 

Türkiye için makro ekonomik hedefler

  Açıklama 2006 2008 2007 2009Büyüme (GSMH artışı) %IMF’ye göreOVP’ye göre (ortalama)GSYİH, OVP’ye göre, milyar USDGSYİH/kişi, OVP’ye göre, USDGSYİH/kişi, OVP’ye göre, PPP - USD  5.05364.949818880  5.05422.4562110129  5.05392.552899476  5.0----TÜFE Yıl sonu - %IMF’ye göre 5.0 3.0 4.0 3.0TÜFE Yıl ortalaması  %IMF’ye göre 6.4 3.5 4.5 3.0Cari açık -milyar USDIMF’ye göreOVP’ye göreCari açık / GSYİH, OVP’ye göre  % 7.2-4 9.112.93.1 7.7-3.5 ---İhracat – milyar USDIMF’ye göreOVP’ye göre 75.184.1 90.5105.8 82.493.7 --İthalat – milyar dolarIMF’ye göreOVP’ye göre 93.0122.6 111.4146.8 101.3133.7 --Doğrudan yatırım – milyar dolarIMF’ye göreOVP’ye göre 2.05 2.25 2.15 --2006 –2008 özelleştirme geliri - milyar dolarIMF’ye göreOVP’ye göre -9

 

 Yukarıdaki tablodan görüleceği gibi, Türkiye’nin 2006-2009 dönemine yılda yüzde 5 büyümesi, elektrik talebini de pek tabii ki artıracaktır. 2005 yılında TEİAŞ’ın beklediği 160 milyar kWh’lik talep baz alınırsa, yıllık yüzde 5 büyümeye göre, TÜSİAD Enerji Raporu için hazırladığımız Enerji Modeli çözümüne göre bu varsayımlarla, Türkiye’nin elektrik talebi 2006 yılında 172 milyar kWh, 2007 yılında 185 milyar kWh, 2008 yılında 199 milyar kWh ve 2009 yılında 214 milyar kWh düzeyine çıkabilecektir. Bu da elektrik yatırımlarının artması gerektiğini gösteriyor.

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD Başkanı Bush’u ziyarete giderken, ünlü para spekülatörü ve yatırımcı George Soros da İstanbul Çırağan Sarayı’nda "ABD’nin Dünyada Nasıl Daha İyi Rolü Olabilir" başlıklı konferans veriyordu. Bu konferansta Soros, “Bence AK Parti demokrasiye inanıyor. Önceki hükümetlerden daha dürüst, yolsuzluk daha az ve desteği hak ettiğine inanıyorum diyordu.

 

 

Erdoğan-Bush görüşmesi: Biraz buruk!

Stratejik ilişki mi, stratejik ortaklık mı?

 

Peki, ABD Türkiye’yi ne kadar destekliyordu? Başkan Bush ile Başbakan Erdoğan’ın Beyaz Saray Oval Ofis’te yaptıkları görüşmede, Bush’a göre stratejik ilişki, Erdoğan’a göre stratejik ortaklık teyit edildi, ama bu farklı tanımlamalar, ABD tarafının stratejik ortaklığı aşağıya çektiğini, yani indirgediğini gösteriyor.  Anlaşılan bunun tekrar yükseltilmesi, Türkiye’nin ‘Geniş Ortadoğu Projesi’nde ABD’yi desteklemekten öte büyük aktör olarak yer almasına bağlı. Bu görüşmede Başkan Bush’un mesafeli olduğunu yabancı basın yazdı. İki liderin önceki buluşmalarından bu yana köprülerin altından çok su geçmişti, ama sular ters yönde akmıştı. Başkan Bush’un Türkiye’nin Suriye ve İran ilişkilerini tasvip etmediği ortada.

 

Bush-Erdoğan buluşmasında yine de, Başbakan Erdoğan’ın güven ve istikrar ülkesi olarak tanımladığı Türkiye’nin Amerikan yatırımlarına açık olduğunu söylemesi, Başkan Bush’un da bunu memnuniyetle kabul ettiğini açıklaması sevindirici. New York Times gazetesi, "Avrupa’ya sinirlenen Türkler ABD’ye dönüyor" başlıklı bir makale yayınladı. Ancak, aynı zamanda yapılan ATC yıllık toplantısında, Amerikan tarafının yatırımlar konusunda pek hevesli davranmadığı, çekimserliği ortaya çıkmış bulunuyor. Bunda, Türkiye aleyhine ABD’de açılan tahkim davalarının etkisi var. Çöpe atılmak istenen enerji projeleri de unutulmuyor! New York Times, "Batıdan gelen yabancı yatırımlar yavaş, çünkü Türkiye’de kronik yolsuzluk bulunuyor" diyor. Türkiye bürokrasisini ciddi bir değişimden geçirmek zorunda. Mahkemelere intikal eden olaylara bakınca, yolsuzlukta bürokrasi-siyasetçi işbirliğinin görüldüğü de bir gerçek. Siyasetçinin de "Kürsü Dokunulmazlığı" dışında dokunulmazlığı olmamalı.

 

Bush-Erdoğan görüşmesine, yerli basında çok zengin ve verimli bir görüşme denilmiş olsa da, bu doğru değil ve Başbakan Erdoğan’ın siyasi isteklerini dinleyen Başkan Bush’un, istekler üzerinde bağlayıcı söz vermekten kaçındığı yabancı basında açıklanıyor. Bu tutum, stratejik ortaklığın stratejik ilişkiye indirgenmesi değil de başka nedir? Stratejik ortaklık AK Parti iktidarı zamanında tekrar canlanacak mı, Türkiye-ABD ilişkileri eski sıcaklığına kavuşacak mı? Top şimdi AK Parti ikidarında, ABD gelişmeleri izliyor.

 

 

Asrın neft kemeri nihayet tamamlanıyor...

 

Türk dünyasının dünya enerji sektöründe rol oynama zamanı gelmişti. Mayıs ayında basındaki bir haber, “Avrupa Enerjisi’nin başına Türk aday” başlığını taşıyordu. Avrupa Enerji Şartı Konferansı daimî örgütünün genel sekreterliğine Aşkabad Büyükelçisi Hakkı Akil aday gösterilmişti. Milyarlarca dolarlık bir piyasa üzerinde etkili olan 52 ülkenin taraf, 17 ülkenin gözlemci katıldığı böyle bir uluslararası örgüt önemliydi, ama Türk dünyasının dünya enerji sektöründe etkili olması “Asrın neft kemeri” ile başlayacaktı. “Neft” petrolün yani bizim öz Türkçemizle yeryağının bir diğer Türkçe adı, Azeriler ve Orta Asya Türkleri petrole neft diyor. Azerbaycan Cumhurbaşkanı Rahmetli Haydar Aliyev de, Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru hattını, “Asrın neft kemeri” olarak tanımlamıştı. Gerçekten de “yüzyılın petrol kuşağı” olarak tanımlanan projede sona gelindi, ama sorunları var.

 

25 Mayıs günü Bakü’de yapılan törenle boru hattını doldurmak için ilk petrol pompalandı ve 6 ay sonra Ceyhan’da olacağı söylendi. Tabii, Ceyhan Terminali’ne akacak petrol, devamlı dolu kalacak boru hattına ilaveten basılacak petrol olacak. İmzalanan anlaşmalara göre hattın 10 Mayıs’ta tamamen bitmiş olması gerekiyordu ve Türkiye, “Ben hazırım petrolü yollamaya başlayın” diyecekti. Diğer ülkeler hazır değilse, Türkiye’nin tazminat talebi doğacaktı. Diğer ülkeler hazır olup da Türkiye hazır değilse, hattın operatörü BP’nin tazminat talep hakkı doğuyordu.

 

 

Vanalar; Sezer (Türkiye), Şaakaşvili (Gürcistan), Bodman (ABD) ve Aliyev (Azerbaycan)

ile Lord John Browne (BP) tarafından sırayla açıldı

 

Açılış merasimi nedeniyle yapılan resmî açıklamada, hattın Azerbaycan’da yüzde 98-99, Gürcistan’da yüzde 95, Türkiye’de ise yüzde 90’a yakını tamamlanabilmişti. Açılış töreninden günlerce önce BP Türkiye Başkanı Sayın Tahir Uysal basına yaptığı açıklamada “Boru hattını açarız, gecikme tazminatına sonra bakarız” diyordu. Enerji Bakanı Dr. Güler cevap vermekte gecikmedi ve 25 Mayıs tarihli gazetelerde, “Topa bakan kaleci gibiyiz biz de tazminat isteriz” diyordu. Neyse, çok değil az kaldı, kimin ne kadar gol yediği yıl sonunda belli olacak!  Bu da, sınırlarımız içindeki bölüm için 1,4 milyar dolarlık bütçeyi tüketen, ek 80 milyon dolar alan ve ikinci bir 80 milyon dolar peşinde koşan BOTAŞ’ın hattı ne zaman tamamlayacağına bağlı.

 

BTC hattı toplam 1774 km, bunun 440 km’si Azerbaycan’dan, 260 km’si Gürcistan’dan ve 1074 km’si Türkiye’den geçiyor.  Üç ülkede toplam 620 tane karayolu ve demiryolu, yine üç ülkede toplam 1500 büyüklü-küçüklü akarsu geçilerek ve 2 bin 800 metreye kadar ulaşan rakımlar aşılarak gelen bu hat, günde bir milyon varil, yılda 50 milyon ton petrol taşıyacak. Ceyhan’a yılda 70,9 milyon ton petrol taşıma kapasitesine sahip Kerkük-Yumurtalık hattından daha küçük bir kapasite, ama siyasi getirisi çok daha fazla. Şimdilik sadece Azerbaycan petrollerini taşıyacak olsa da, yakın zamanda Aktau’ya uzanacak ve Kazakistan petrollerini de taşımaya başlayacak. Çünkü, işin doğası ve ekonomisi bunu gerektiriyor. Gelecekte bu hattın yanına yeni hat veya hatların eklenmesi de söz konusu olacak.

 

Azerbaycan’ı ve Kazakistan’ı arka bahçesindeki ülkeler olarak gören Rusya için iyi haber olmadığı açık. Ermenistan rahatsızlığını dile getirmekte gecikmedi ve güç dengelerini bozduğunu söyleyiverdi. Birde hayali proje ortaya attı, İran doğalgazını Ermenistan ve Gürcistan üzerinden Avrupa’ya taşıma gibi. Azeri gazının bu hattın yanısıra gelecek bir diğer boru hattı ile Avrupa’ya taşınacağını bilmiyor olsa gerek. İran gazı için Türkiye üzerinden döşenmiş bir hat zaten var. Gürcistan’dan Avrupa’ya gidecek yolun Türkiye dışında uzunluğu ve zorluğu ise kulağı tersten göstermek gibi bir şey. İşte boru hattının kazancı yılda getireceği 250 milyon dolarlık taşıma ücretinden çok, siyasi güç dengelerini değiştirmesi. Türkiye’nin AB üyeliğine kabulünde bile BTC olumlu bir kriter olarak yer alacak.

 

 

Elektrikte ucuzluk bu düzende olmaz ki...

 

Elektrikte serbest piyasaya gereken boyutta işlerlik kazandıramayan, EPDK’nın olumlu çabalarına rağmen, arada bir serbest piyasayı engelleyen bir tutum takınan bakanlık elektrik fiyatlarında ucuzluğu piyasa mekanizması yerine başka yerlerde arıyordu! 15 Mayıs’ta memleketi Ordu’ya giden Enerji Bakanı Dr. Güler, yaptığı açıklamada elektrikten TRT payının kaldırılacağını söylüyor, ertesi gün gazetelere, “Elektrik %2 ucuzluyor” manşeti geçiliyordu. Maalesef, 4628 Sayılı Kanun’un öngördüğü fiyat mekanizması çiğnenmeye devam ediliyordu. Elektriğin devlet elinde ucuzlayamayacağı gerçeği görülemiyordu. Hele bir EÜAŞ, TEİAŞ, TETAŞ, TEDAŞ, BOTAŞ ve DSİ devlet elinden çıkarılıp satılsın, bakın bakalım bunların ürettikleri emtia ve hizmetler nasıl kendiliğinden ucuzlayacak! Devlet de hiç zayıflamayacak, hatta tümörlerinden kurtulmuş vücut gibi güçlenecek!

 

BOTAŞ’ın doğalgaz alım formülleri gereğince doğalgazın pahalanması kaçınılmaz görünüyor. Eğer sübvansiyona gidilmezse, yapılan hesaplar BOTAŞ’ın enerji santrallarına vereceği gazın 310 USD/1000 m3 düzeyine çıkacağını gösteriyor. Bu santralların amortisman ve kârları için yaklaşık 1.5 US cent/kWh baz değeri de göz önüne alınırsa, elektrik maliyeti 7.7 US cent/kWh’a ulaşacaktır ki, bugün için sabit tutulan fiyatlarla doğalgaz elektrik üreticileri, başta otoprodüktörler olmak üzere çok zor duruma düşeceklerdir. EÜAŞ’ın doğalgaz santrallarının maliyeti tam yansıtılacak mı, o bilinmiyor, ama enerji sektörümüzü büyük bir sıkıntı bekliyor. Bu sıkıntının, yenilenebilir enerjinin önünü daha da açacak bir sıkıntı olduğu da kuşkusuz.

 

 

Elektrik adına Çeşm-i Cihan katledilmemeli...

 

Mayıs ayı gündemimizde Türkiye Taşkömürü Kurumu elindeki Amasra yataklarının işletmesinin özel sektöre devrini olumlu bir gelişme olarak değerlendirirken, geçmişte ortaya konulan 600 MW’lık Amasra Termik Santralı’ndan söz edilmeyişini ve projenin unutulmuş durumda oluşunu eleştirmiştik. 22 Mayıs’ta basında yer alan bir haberden 654 MW’lık projenin gündemde olduğu ortaya çıktı. EPDK’ya başvurusunun yapıldığı duyuruluyordu, ama henüz EPDK’nın internet sitesinde bu başvuru yer almıyor. Amasra kömürlerinin akışkan yataklı bir termik santralda değerlendirilmesi bizim savunduğumuz bir proje, ancak yer seçimi önemli. Santralın yapımı ile ilgili olarak kömür işletmesini devir alan firmanın projeye bakışını ve karşısındaki sorunları bir yana bırakarak, sadece Amasra Santralı’nın çevre sorunu üzerinde durmak istiyoruz.

 

  

Akışkan yataklı olsa da kömür santralı ile Ceşm-i Cihan Amasra katledilemez.

654 MW’lık termik santral Amasra’nın dışına kurulmalı!

 

Amasra ilk adı ile Sesamos, M.Ö. XII’nci yüzyıla kadar tarihi uzanan bir ilçemiz. Gasgas ve Hitit, Fenike, İyon, Lidya, Pers, Pontus, Roma, Ceneviz egemenliği altında kalmış tarihi bir turizm yeri olmanın yanısıra, masalımsı güzelliklerle dolu turizm kenti. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilerek Cenevizlilerden Osmanlılara geçmiş. Amasra adı ise eski adlarından sonuncusu olan ve Pers prensesi Amastris’e izafeten verilen Amastedos adından türetilmiş. Amasra’ya karayolundan giderseniz, Bartın’ı Amasra’ya bağlayan yolun zirvesine çıktığınızda, Fatih Sultan Mehmet’in fetih öncesi kente bakıp, “Lâlâ Çeşm-i cihan bu mu ola” dediği tepeden muhteşem manzarayı görürsünüz. Çesm-i Cihan, Dünyanın Gözü anlamına geliyor, Dünyanın büyüleyen Gözü de denilebilir. Manzara sizi büyüleyecektir. Kömür ocaklarını da görürsünüz, ama hemen ocakların yanına böyle bir termik santralı kurup Çeşm-i Cihan’ı katledemeyeceğinizi anlarsınız. Çeşm-i Cihan hafta sonu stres atabileceğiniz, balık yiyip içkinizi yudumlayacağınız sihirli bir yerdir.

 

Elbette Amasra’nın kömürü çıkarılacak, ekonomiye bu enerji kazandırılacak, katma değer yaratılacak. Bu kömürle çalışacak termik santral da mutlaka kurulmalı, ama Amasra’nın hemen yanı başına değil. Bu santral Amasra Bartın arasında aşağıda, Bartın tarafında bir yere, ya da soğutma kuleleri deniz suyuna ihtiyaç gösterdiği için turizm bakımından gelişmemiş, yakın bir sahile kurulabilir ve kömür oraya demiryolu hattından dekovillerle taşınabilir. Santral akışkan yataklı, baca filtrasyonlu çevreci bir santral olacaksa da, hiç olumsuz çevre etkisi yok denilemez, alınacak önlemlerle azaltılmış zararlı etkilerinden daha kolay korunabilir. Doğalgaz santralı bile çevreye olumsuz etki yaparken, modern kömür santralının hiç olumsuz etkisi yok demek, bilimsel gerçeklerle zaten bağdaşmaz. Olumsuz etkileri minimuma indirmek ve zararından korunmak şart. Çevredeki toprak ve bitki örtüsünde santral işletmeciliği boyunca gerekli incelemeler yapılmalı, endemik bitkiler ve doğa örtüsü korunarak santralın çalışması sağlanmalı, gerekirse yıllık çalışma süresi sınırlandırılmalı.

 

İşin başında ayrıntılı bir çevre etüdü ile santralın kuruluş yeri saptanmalı, bu konuda halkın görüşü de alınmalı. Her şeyden önce kamuoyuna bu konular, çevre etüdü sonuçları, santralın olası etkileri, korunma önlemleri, dünyadaki örnekleri açıkça anlatılmalı, Türkiye’de akışkan yataklı çevreci santral olan Çan örneği de, önlemleri de tanıtılmalı. Halkın santralı kabul etmesi sağlanmalı, halka rağmen değil, halkla birlikte mutabakat sağlanarak santral kurulmalı. Elbette santral Amasra ve yöre ekonomisini geliştirecektir. Yalnız, ekonomi diye geçmişte Muğla-Yatağan’da, Kemerköy’de işlenen doğa vahşeti burada işlenemez. Amasra yöresinde temiz enerjilerden rüzgâr potansiyeli de var. Yeşil enerjiler tabii ki çevre dostu ve Çeşm-i Cihan’a yakışır kaynak ve teknolojiler. Amasra’da rüzgâr santralı da kurulmalı,  o bile yapılırken kentin dokusu ve sihirli masalımsı görünümü korunmalı.

 

 

Ülkemizi temiz enerjilere kavuşturacak YEK Kanunu

 

4 Mayıs Çarşamba akşamı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 22’nci Dönem, 3’üncü Yasama Yılı’nın 94’üncü Birleşimi yapıyordu. Birleşimin sonuna doğru Başkanlık koltuğunda oturan Başkanvekili Nevzat Pakdil, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu, Komisyon?.. Burada. Hükümet?.. Yerinde. Komisyon raporu, 646 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Nuri Çilingir......” diyerek söz alma isteklerini sıralıyor ve AK Parti Grubu adına yapılacak konuşmaya söz vererek, sektörümüz için hayati öneme sahip tasarının görüşülmesini başlatıyordu.

 

Tasarının görüşülmesine 5 Mayıs 2005 günü devam edildi, ama ancak üç maddesi geçebilmişti. Konuşulan sanki yenilenebilir enerji tasarısı değil de, hükümetin enerji politikasının kritiği idi. Ana muhalefet partisi CHP, Mavi Akım gazı fiyat formülü düzeltilmesinde “Bakan talimatı izi” yakaladığını iddia ediyor, yenilenebilir enerji tasarısı desteklediklerini söyleyip konuyu Mavi Akım’a çektiriyordu. Yersiz çekişmelerle görüşmeler oldukça uzadı. Bu arada hidrojeni yenilenebilir enerji kaynağı sanan, sanmaktan öte kabul eden profesör titrine sahip milletvekillerimiz olduğunu gördük, oysa söyledikleri bilimsel olarak yanlıştı. Üniversite amfisinde enerji seminerinde öğrenci ödevi sunumunu andıran yenilenebilir edebiyatı yapıldı vs. (http://www.ressiad.org.tr/doc/TBMM-YenilenebilirEnerjiTasarIsI-Tutanak.doc). Tasarı bir sonraki haftaya kalıyordu. Ertesi gün CHP, Enerji Bakanı Güler hakkında gensoru veriyor, ortam biraz daha gerginleşiyordu, ama iktidar ve ana muhalefet yenilenebilir enerji kanunu üzerinde bazı ayrıntılar hariç, görüş birliğinde görünüyordu.

 

 

YEK Kanunu TBMM’de ilginç tartışmalarla yasalaştı

 

Tasarının görüşmelerine 10 Mayıs Salı günü devam edildi. Yenilenebilir konferansı sürüyordu (http://www.ressiad.org.tr/doc/Tutanak2.doc). İlginç maddelerden biri subvansiyonlu fiyatı öngören 6’ncı maddenin c fıkrası idi. Satın alma kotasındaki yenilenebilir kökenli elektrik için uygulanacak fiyatı saptıyordu. Geçen yıl komisyondan geçen şekli ile 5 Euro cent’ten az olmayan 6 Euro cent’i geçmeyen bir fiyat öngörülmüştü. Bu fiyata Devlet Bakanı Ali Babacan, getireceği Hazine yükü ve serbest piyasa ihlali adına haklı olarak karşı çıkmıştı. Daha sonra Hazine ile Enerji Bakanlığı arasında, EPDK’nın belirleyeceği bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatının yüzde 20 üstünde veya altında ‘artı-eksi’ fiyat belirleme yetkisinin Bakanlar kuruluna verilmesi konusunda uzlaşılmıştı. Bu hükümdeki taban fiyat eksi yüzde 20 olacağı ve finansörler de buna takılacağından, proje finansmanı giderek zorlaşacağından eksi yüzde 20’nin çıkarılması üzerinde de uzlaşılmıştı.

 

Bu konuda iktidar partisi ile ana muhalefet partisi arasındaki uzlaşma sonucu, AK Parti Grubu ve CHP Grubu adına verilen önergelerle, “2011 yılı sonuna kadar bir takvim yılı içerisinde bu kanun kapsamında satın alınacak elektrik enerjisi için uygulanacak fiyat; EPDK’nın belirlediği bir önceki yıla ait Türkiye ortalama elektrik toptan satış fiyatıdır. Bu fiyatı her yılın başında en fazla yüzde 20 oranında artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir” şeklinde yalnız artırma düzenlemesi getirildi.

 

Başkanlık koltuğunda oturan Başkanvekili Sadık Yakut, “Komisyon, aynı mahiyetteki her iki önergeye katılıyor mu?” diye sorduğunda Komisyon Başkanı Soner Aksoy, “Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz efendim” diyordu. Başkan Yakut, bu kez dönüp hükümete soruyordu, “Hükümet, aynı mahiyetteki her iki önergeye katılıyor mu?” dediğinde, Enerji Bakanı Dr. Hilmi Güler, “Katılmıyoruz” deyince Başkan şaşırdı ve tekrar sordu, “Katılmıyor musunuz Sayın Bakan?” Bakan Güler’in cevabı netti, “Evet, katılmıyoruz”. Ortalıkta soğuk yel esiyordu, şaşıranlar vardı.

 

Gruplar adına yapılan açıklamalar, suçlamalar ve gerekçenin okunmasından sonra oylamaya geçildi. Başkan Yakut, “Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir” diyordu. Yan yana oturan Bakan Güler ve Komisyon Başkanı Aksoy’un ellerini kaldırışlarını Meclis TV Türkiye’ye gösteriyordu. Soner Aksoy kabul oyu verirken, Hilmi Güler ret demişti. Ertesi gün gazetelerden bir haber başlığı, “Hükümete ‘Yenilenebilir Enerji’ golü”. Gerçi haberin içeriği yanlıştı, bu düzenlemeyi Devlet Bakanı Ali Babacan’ın istemediği söyleniyordu, oysa doğru değildi, işin Bakanlar Kurulu’na bırakılması Sayın Babacan’ın bulduğu çözümdü. AK Parti Grubu bunu hükümete rağmen yapmamıştı, bir gol yiyen varsa o da bu nedenle hükümet değildi, ama Bakan Güler bu gol konusuna açıklık getirmedi.

 

Biz RESSİAD olarak subvansiyonlu fiyat talep eden taraf olmamıştık. Şimdi devlet yatırımcıya bir jest mi yapıyordu. Üretimini devlete satmak isteyen için öyle düşünülebilir, ama bu madde nasıl işler, işletilir mi, fiyat saptaması BOT’lerde örneği görüldüğü gibi sürüncemede mi bırakılır, o pek belli değil. Bugün için üretim şirketleri TETAŞ ya da TEDAŞ’a satmak yerine özel sektör toptancı şirketlerine satışı tercih ediyorlar. EPDK’nın Kanun’dan neredeyse iki yıl önce tanıdığı destekle yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesislerinin “Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliği” yükümlülüklerinden muaf tutulması, termik üretim karşısında önemli bir avantaj sağlıyor. Bu muafiyet sayesinde özel sektör toptan alım şirketleri, kamudaki fiyatın yüzde 20 üstü fiyat vererek, yenilenebilir santrallardan elektrik alıyorlar. Dolayısıyla devletin şu anda vereceği en fazla yüzde 20, aslında piyasadaki gerçek fiyatı kabul etmekten başka bir anlam taşımıyor, tam bir jest olamıyor, var olanı tescil ediyor.

 

Bu tescile rağmen devlet yüzde 20’yi verecek mi? İşte bundan kuşkuluyuz. Kaldı ki en fazla yüzde 20 deniliyor, bu yüzde 5 de olur, yüzde 10 da. Dün EPDK teşvikleri kapsamında yapılması gereken bir uygulamaya devlet göz kapamıştı. Elektrik Piyasası Lisans Yönetmenliği’nin 30’uncu maddesinin son paragrafında aynen; ’’Perakende satış lisansı sahibi tüzel kişiler, serbest olmayan tüketicilere satış amacıyla yapılan elektrik enerjisi alımlarında, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı bir üretim tesisinde üretilen elektrik enerjisi satış fiyatı, TETAŞ’ın satış fiyatlarından düşük veya eşit olduğu veya daha ucuz bir başka tedarik kaynağı bulunamadığı takdirde, öncelikli olarak söz konusu yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesisinde üretilen elektrik enerjisini satın almakla yükümlüdürler’’ denilmekteydi. Bu paragrafta yenilenebilir enerji üretim tesisleri için hem alım garantisi ve hem de fiyat garantisi bulunmaktaydı. Fakat, TEDAŞ mevzuatın açık hükmüne rağmen, yenilenebilir enerji alımını, TETAŞ satış fiyatı ile değil, yüzde 10 altında belirlediği fiyat ile yapmaktaydı. Bakan Dr. Güler’e bu aksaklığı duyurmuştuk, hak talep etmiştik, ama hatalı uygulama maalesef sürdürüldü. Yarın da en fazla yüzde 20 denilen fiyat, yüzde 5-10 ile sürdürülürse hiç şaşırmayız.

 

Bazı eksiklikleri ve yanlışlıkları bulunmakla birlikte 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunu genel hatları ile olumlu bir ön adım olarak görüyoruz. Kanunun tam metni ve İngilizce çevirisi sitemizde yer alıyor (http://www.ressiad.org.tr/genel.php?ID=2)  Kanuna ilişkin RESSİAD görüşü, düşüncelerimizi ve yorumumuzu yansıtıyor, eksiklikleri vurguluyor (http://www.ressiad.org.tr/dhie.php?t=duyurular&ID=9). Dolayısıyla, fazla bir şey söylemeye gerek yoksa da birkaç noktaya değinmeden geçmeyeceğiz.

 

Bizce Kanunun Kyoto Protokolü çerçevesi kapsamında, YEK Belgesi (Yenilenebilir Enerji Kaynak Belgesi) yerine Yeşil Elektrik Sertifikası uygulaması, uluslararası emisyon ticareti ve yeşil elektrik ihracında kolaylıklarla geliştirilmesi gerekir. Ayrıca, bugün için Hazine kabul etmez diye düşünülmek istenmeyen yatırım indirimi mekanizması yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminde mutlaka kullanılmalıdır. Yenilenebilir enerji yatırımlarının desteklenmesi ve özendirilmesi için Gelir Vergisi Kanunu’nda öngörülen “Yatırım İndirimi” kapsamı ve oranlarının özel biçimde düzenlenmesi gerekir. Bunun kapsamı, yatırım ve geri ödeme dönemini içerecek biçimde, 10 yıllık bir süreyi kapsamalı ve yatırım indirimi oranı yenilenebilir enerji yatırımları için yüzde 100 (iki kat) daha artırılmalıdır. Üretim süresince de vergi muafiyetleri tanınmalıdır.

 

Kanunun 8’inci maddesi ormanlık arazilerde (hatta bazen orman olmadığı halde öyle sayılan arazilerde kurulacak santrallarla ilgili düzenleme getirmiş, “Yatırım döneminde izin, kira, irtifak hakkı ve kullanma izni bedellerine yüzde elli indirim uygulanır. Orman arazilerinde ORKÖY ve Ağaçlandırma Özel Ödenek Gelirleri alınmaz” demiş olmakla birlikte, yeterli olmadığı ve/veya olamayacağı görülmekte.

 

Çünkü, bunu uygulamak için hazırlıklarını tamamlamış olan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın görüşü, “yenilenebilir enerji yatırımlarından, Ağaçlandırma Fonu ve ORKÖY fonu için bedel alınmayacağı, arazi tahsis bedelinin yatırım döneminde yüzde 50 indirimli olarak tahakkuk ettirileceği, Ağaçlandırma Bedeli ve Toprak Bedeli’nin ise yatırım başlangıcında hiçbir indirim yapılmadan tam olarak tahsil edileceği şeklinde. Ne yazık ki bu iki bedel özellikle enerji nakil hattı izinlerinde büyük meblağlar tutmaktadır.

 

Kamu sektörü santrallarından alınmamakta iken, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 5346 Sayılı Kanun’un lafzına ve amacına karşıt ve haksız olarak alacağı bu bedeller, yatırım maliyetlerini yükselteceği gibi, işletme döneminde de TEİAŞ’tan geri tahsil edilecektir, sonuçta yük kamuya binecektir. Öyle olunca, başlangıçta yatırımcıyı zora koşan, kamuya yük bindiren bu uygulamayı anlamak mümkün değil de, Çevre ve Orman Bakanlığı yetkilileri de enerji sektörünün mekanizmalarını anlayabilmiş değiller. Umarız, bu yanlışlıktan vazgeçilir.

 

  

Özel sektörün hidroelektrik santral yanısıra sulama ve içme suyu

teminini içeren çok amaçlı projelere girmesi sağlanmalı

 

Bu kanuna yapılması gereken bir ek de DSİ kanununda sulama ve içme suyuna ilişkin konularda düzeltme olmalıdır. Eğer bir hidrolik kaynak yalnız elektrik üretim amaçlı olarak, hidroelektrik santral ile kullanılıyorsa, yaratacağı katma değer yaklaşık 1 US cent/m3 iken, bu tesis sulama suyu amaçlı da olursa katma değeri 10 US cent/m3 düzeyine çıkmaktadır. İçme suyu amaçlı olmasında ise katma değeri 100 US cent/m3 kadardır. Bazı hidrolik kaynaklar elektrik üretimi için pahalı yatırım gerektirdiğinden, ancak çok amaçlı olmaları koşulunda fizibıl çıkmaları mümkündür. Bu nedenle yapılacak bir düzenleme ile özel sektöre hidroelektrik santralların yanısıra sulama suyu ve içme suyu tesisleri kurabilme hakkı da verilmelidir. Özel sektörün su satışına girmesi, Türkiye’den su ihracında da ülke lehine yeni olanaklar yaratacaktır.

 

Enerji piyasasına yeni bir değişiklik

 

Enerji sektöründe kanun tasarı ve taslakları hiç bitmiyor, bitmiyor da bazıları sonuca gidemiyor. Örneğin 6326 sayılı Petrol Kanunu yerine çıkarılmak istenen kanun tasarısı gibi. Petrol Kanunu Tasarısı, Komisyondan ret edilmişçesine alt komisyona gönderildi, ama bu davranış, bugünkü iktidarın 1954 yılındaki Menderes iktidarı gibi liberalizm ve yabancı sermaye yanlısı olamayacağını kanıtlamış oldu. Anlaşılan petrolde devletçiliğe prim verilmek isteniyor. Tabii, bu devletçilik primi sadece petrol piyasası için değil, elektrik piyasası için de söz konusu.

 

Gündemde yeni bir tasarı taslağı var, “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı Taslağı” (http://www.ressiad.org.tr/dhie.php?t=duyurular&ID=10). Sitemizin duyurular bölümünde yer alan bu taslakla, Elektrik Enerjisi Sektörü Reformu ve Özelleştirme Strateji Belgesi’ne yasal uygulama dayanağı oluşturulmak isteniyor, tabii özel sektörü kısıtlayarak. Taslak tasarı ile, 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve 3096 Sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanunun bazı maddelerinde değişiklik yapılması amaçlanıyor. Ancak, 17 maddeden ibaret tasarı esas itibari ile 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’na değişiklik getiriyor. Bir-iki maddesine değinelim.

 

Taslağın 11’inci maddesi ile serbest tüketici limitini belirleme yetkisi EPDK’nın elinden alınıyor, alınmakla da kalmıyor, AB’deki uygulamanın aksine, 2006 yılı için 7,2 milyon kWh, 2007 yılı için 6,8 milyon kWh, 2008 yılı için 6,4 milyon kWh ve 2009 yılı için 6,0 milyon kWh olarak belirleniyor. AB, 01 Temmuz 2007 tarihi itibariyle tüm tüketicileri serbest tüketici yapmayı, piyasanın tamamını rekabete açmayı kararlaştırmışken, Türkiye’nin yaptığı AB direktifine karşı durmak olmaktadır. Bazı AB ülkelerinin piyasalarının tamamını rekabete önceden açmış olduklarını da unutmayalım. Bu tasarı taslağındaki amacın ise, dağıtım bölgelerindeki serbest tüketici sayısını kontrol altında tutmak ve bu şekilde dağıtımda işletme hakkı devri için yapılacak ihalelerde kazanacak olanları kayırmak, EPDK’nın yetkilerini budamak olduğu ortadadır. Bu tutum serbest piyasayı katletmek anlamına da gelmektedir.

 

Taslağın 12’nci maddesi ile 4628 Sayılı Kanununa eklenmek istenen 10’uncu Geçici maddesi de TETAŞ, EÜAŞ ve diğer kamu üretim şirketlerinin, perakende satış lisansı sahibi dağıtım şirketleri ile süresi 5 yılı geçmeyecek Geçiş Dönemi Anlaşmaları imzalaması olanağı getirmektedir. Yani, kamu şirketleri için Enerji Alım ve satış anlaşmaları imzalanacaktır ki, serbest piyasaya geçiş ertelenmektedir. Bu ise yatırımcının güvenini yok edecek, piyasa oluşumunu belirsizliğe sürükleyecek bir gelişme olmaktadır.

 

Çok kısa söylemek gerekirse, bu tasarı taslağı serbestleşme sürecine darbe vurmaktan başka bir şey değildir. Kamu ve özel sektör arasında adil ve akılcı olmayan bir rekabet ortamı yaratılmaya çalışılmaktadır. Devletin hâkim konumu güçlendirilmek istenirken, yabancı yatırımcı için istikrar ortamı yok edilmektedir.

 

Bakanın karnesi!

 

Haziran ayının ilk haftası kabinede küçük bir değişiklik yapıldı ve üç bakan değiştirildi. Daha sonra basında, karnesinde zayıfı fazla olanların görevden alındığı yazıldı. Habere göre, AK Parti, altı ay önce Aralık 2004’de ANAR Araştırma Şirketine bir çalışma yaptırarak, liderlerin ve bakanların performanslarını belirletmiş. 12 ilde 2486 kişi ile yapılan anket sonucuna göre yüzde üzerinden notlar verilmiş. En yüksek notu Başbakan Erdoğan kırsal kesimde 73.8 ve kentsel kesimde 72.7 ile almış. Ellinin altında not alanlar, karnesi başarısız olarak sıralanmış. Kabineden çıkartılan üç bakanın karneleri zayıf. Ancak, karnesi zayıf olduğu halde kabine de kalanlar da var. Bunlardan biri de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. Hilmi Güler. Sayın Güler’in notu kırsal kesimde 42.4, kentsel kesimde 45,1 olarak saptanmış. Ancak, kendisi Başbakan tarafından tutulan ve sevilen bir Bakan. CHP’nin gensorusu reddedilirken, bu açıkça ortaya çıkan bir olgu.

 

Duayen devlet adamımız Sayın Süleyman Demirel, kendisi ile Enerji Tarihi için yaptığımız röportajlardan birinde şöyle demişti:

 

Demirel: Bakanların bir kısmı aldıkları görevi yapmakta aksar, bu aksaklıklar çok bariz hale gelir. Bir kısmı hükümetin politikasını yürütmekte aksar. Karar mekanizmasının işlemediği sezilir, görülür. Başbakan koordinatördür. Başbakan bu koordinasyonları yaparken görür ki, karar mekanizması, o bakanlıkta yürümüyor. Yani, Bakan bir yerden sonra kendi inisiyatifini kaybetmiştir, inisiyatifini bürokrasiye devretmiştir. Yani, bakan fonksiyon ifa edemez duruma düşmüştür. Bir bakan eğer bir kabinede fonksiyon ifa edemez duruma düşmüşse, bu bir süre sonra sırıtır. Buna rağmen kabinede kalmaya devam ediyorsa, bu diğer bakanlıklara da rehavet getirir. Yani, başkaları da dikkatsizleşir. Siyasi iktidarlar zaafı kaldırmaz. O zaman yapılacak şey, operasyondur. İngiliz Başbakanlarından Gredstone’un bir sözü var. O der ki, “Prime minister has to be a butcher” (Başbakan bir kasap olmak mecburiyetindedir). Yani, hiç merhamete kapılmadan icraatını yapmak durumundadır. Sanıyorum ki, kabine değişikliklerinde önemli mesele bence Gredstone’un bu sözünde toplanır.

 

 

Çalışkan bir kişi olan Bakan Dr. M. Hilmi Güler’in

karne notu neden düşük acaba?

 

Sayın Demirel’in bu sözünü karne notu AK Parti çalışmasında düşük çıkan değerli Bakanı Sayın Hilmi Güler için yazmadık, kendisi alınması! O karne notu belki de hiç önemli değil. Bu ayın gündemine, gelmiş ve geçmiş kabine değişikliğine bir görüş getirmek için yazdık. Kabine değişiklikleri beklenmedik sürprizler oluşturabilir, Başbakana en yakın görünen kişileri bile götürebilir, bu görevlerde güvence olamıyor. Devlet koltukları geçicidir, önemli olan zamanında onu tam doldurabilmek. Sayın Bakana da başarılı çalışmalar, daha büyük performanslar, daha iyi karne notları diliyoruz.

Kasim 29 2016 Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Haklı İstemi

Kategoriler

DUYURULAR