NÜKLEER ENERJİ
Demeç ve röportajlar tarih sırasıyla; Bülent Ecevit (Eski Başbakan, 25 Temmuz 2000), Prof. Dr. Erdal İnönü (Eski Başbakan Yardımcısı, 22 Haziran 2004), M. Cumhur Ersümer (Enerji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanı, 25 Haziran 2004), Ali Coşkun (Sanayi ve Ticaret Bakanı (28 Haziran 2004), Dr. Mehmet Hilmi Güler (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, 2 Temmuz 2004), Süleyman Demiral (T.C. 9 Cumhurbaşkanı, 4 Temmuz 2004) tarafından açıklanan görüşleri içermektedir.
Türkiye’de son nükleer santral ihalesi, 25 Temmuz 2000 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararı ile iptal edildi. Bu halenin iptal edilmesinde, değerlendirmelerdeki hatalardan, rüşvet iddialarına kadar, pek çok faktörün etkili olduğu söylendi. İptal, Bakanlar Kurulu kararına dayanıyordu. Aradan dört yıl geçti, şimdi yeni bir Bakanlar Kurulu kararı ile nükleer strateji saptanması ve ona bağlı olarak yeniden ihaleye çıkılması gündemde. Devlet adamlarımız dün ne demişlerdi, bugün ne diyorlar? Bu soruyu yanıtlamak için Yayın Koordinatörümüz Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır, demeçleri topladı, röportajlar yaptı ve derledi., aşağıda sunuyoruz.
Bülent Ecevit (Eski Başbakan): “Nükleer enerji santralları yapımından vazgeçmemiz doğru olmaz; fakat bunu bir süre ertelememiz; ve yeni nesil nükleer santral teknolojisinin devreye girmesine fırsat tanımamız uygun olur”.
25 Temmuz 2000 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit’in Bakanlar Kurulu toplantısı ardından nükleer enerji konusundaki açıklaması şöyle:
“Bakanlar Kurulu Bugün (25.07.2000), TAEK’in (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun) raporundaki bilgileri değerlendirerek, aşağıdaki açıklamanın yapılmasını kararlaştırmıştır:
TAEK Raporu’na göre nükleer santralın güvenlik açısından riski büyük değildir. Çernobil kazası, reaktörün elektrik üretimi sırasında değil, deney yapılırken meydana gelmiş. Raporda zamanın Sovyetler Birliği yönetiminin ihmali de vurgulanıyor. Reaktör için çelik koruma binaları gerekirken Çernobil’de böyle binaların bulunmadığı belirtiliyor. Çevremizdeki bazı ülkelerde nükleer santrallar vardır, üstelik teknolojileri de eskidir. Bu durumda güvenlik riski bulunsa bile, biz nükleer santral kurmasak da bu riskle karşı karşıyayız demektir.
Turizm açısından da nükleer santralın engel oluşturması söz konusu değildir. En çok nükleer santralı bulunan ülke Fransa’dır, en çok turist çeken ülkelerden biri de yine Fransa’dır.
Ancak, başka nedenlerle nükleer santral yapımını bir süre ertelememiz uygun olacaktır.
TAEK Raporu’na göre OECD ülkelerinde yeni enerji talebi olmadığı için ve bu ülkelerin bazılarında nükleer santral yapımları yavaşlatılmaktadır, bazılarında da santrallar sökülmektedir.
Buna göre:
Çok sayıda doğalgaz santrallarını ve hidrolik santralların yapımını kararlaştırmış bir ülke olarak, öteki OECD ülkeleri gibi bizim de nükleer enerjiye yönelmemiz şimdilik gereksizdir, ekonomik açıdan sakıncalıdır. Bu yüzden ekonomik istikrar programımız ciddi olarak aksayabilir.
Ancak, TAEK Raporu’nda 15-20 yıl sonra doğalgaz kıtlığının ortaya çıkabileceği ve o yüzden doğalgaza aşırı bağımlılığın maliyetinin yükselebileceği öne sürülüyor. O zaman nükleer santrallara yeniden yönelmek gerekecektir.
Bu açıdan bakıldığında görülüyor ki, doğalgaz kıtlığı dönemine şimdiden hazırlanmamız gerekecekse bir nükleer santral yetmez, çok sayıda nükleer santral tasarlamamız gerekir. Fakat şimdilik buna ayırabilecek kaynağımız yoktur. Olanaklarımızı zorlayarak ve ağır dış borç yükü altına girerek yeterli kaynak sağlayabilirsek, bu kez düşürmeye başladığımız enflasyon yenide yükselir. Nitekim, Hazine Müsteşarlığı bu uyarıyı yapmıştır.
TAEK Raporu’nda belirtildiğine göre yeni reaktör tasarımcıları ve imalatçıları gelecek nesil nükleer tesislerin maliyetini yüzde 25’e varan ölçüde azaltmak için çalışma yapmaktadırlar. Şimdi 30-40 yıl olan nükleer santral ömrünün de 40-50 yıla kadar uzatılması planlanmaktadır.
Doğalgaz ve hidrolik enerji projelerimize yeterli iç ve dış kaynak sağlayabilirsek, yakın gelecekte nükleer enerjiye gereksinmemiz olmayacak demektir.
Bu durumda nükleer santral maliyetlerinin yüzde 25 azaltılmasını ve reaktör ömrünün 10-20 yıl arasında uzatılmasını beklememiz uygun olur.
O arada belki Türkiye’de bol miktarda bulunan toryum, nükleer enerji girdisi olan uranyumun yerini alabilir; füzyon (yani çekirdek kaynaşması) da fisyonun (yani çekirdek bölünmesinin) yerini alabilir ve maliyetler o nedenlerle de düşebileceği gibi, nükleer santrallarda güvenlik de çok etkin biçimde sağlanabilir.
Yine bu arada rüzgâr ve güneş enerjisinin uygulama alanları da genişletilebilir.
Sonuç olarak;
Nükleer santralların yapımından vazgeçmemiz doğru olmaz; fakat bunu bir süre ertelememiz; ve yeni nesil nükleer santral teknolojisinin devreye girmesine de fırsat tanımamız uygun olur. Buna da kendi araştırmalarımızla katkıda bulunmamız gereklidir.
Aynı zamanda hidrolik ve doğalgaz enerji projelerimizin yapımını hiç aksatmadan hızlandırmamız, o arada rüzgâr ve güneş enerjilerini ivedilikle değerlendirmemiz büyük önem taşımaktadır.
Akkuyu ile ilgili ihalenin iptalinin nükleer enerjiden vazgeçmek anlamına gelmediği, ekonomik istikrar programımızın hedeflerine ulaşması ile birlikte, nükleer santrallar konusunun yeniden gündeme geleceği de Bakanlar Kurulu toplantısında özellikle vurgulanmıştır.
Prof. Dr. Erdal İnönü (Eski Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı): “Türkiye’de kurulmasına taraftarım. ‘Nükleer enerjiye gerek yok, öteki kaynaklardan yeteri kadar enerji elde ediyoruz’ şeklindeki değerlendirmeyi kabul etmeme imkân yok”.
Prof. Dr. Erdal İnönü’nün geçtiğimiz ay 22 Haziran 2004 tarihinde Milliyet gazetesinde yer alan demecinden:
“Türkiye’de kurulmasına taraftarım. ‘Nükleer enerjiye gerek yok, öteki kaynaklardan yeteri kadar enerji elde ediyoruz’ şeklindeki değerlendirmeyi kabul etmeme imkân yok”. Bugün üretilen enerjinin yetmediğini açıkça görüyorum. Bunun nedeni enerji eksikliğidir.
Nükleer santrallar çevre kirliliği açısından diğerleriyle kıyaslandığında, en temiz olanlardan biridir. Radyoaktiflik kolayca ölçülebilir bir özellik olduğu için bir santraldan çevreye zararlı atık sızarsa, hemen fark ediliyor ve sızma durduruluyor. Gelişmiş ülkelerdeki nükleer santralların bazıları deniz ya da göl kenarlarında, bazıları büyük şehirler yanında kurulmuş, çevrelerine zarar vermeden, havayı kirletmeden enerji sağlıyor”.
M. Cumhur Ersümer (Enerji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanı): “Nükleer santralların gerek dünya genelindeki, gerek Akkuyu’daki proje ile ilgili aleyhine söylenenlerin hiçbiri tevsik edilememiştir. Nükleer santralı devlet beceremiyorsa özel sektör yapabilir”.
Son nükleer santral ihalesi sırasında bakan olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Eski Bakanlarından M. Cumhur Ersümer, 25 Haziran 2004 tarihinde kendisi ile yapılan röportajda Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır’ın sorularını şöyle yanıtladı.
Ültanır: Sayın Bakanım, izninizle sizi 2000 yılı Temmuz ayına götürmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, o günlerde Nükleer Santral İhalesi’nin sonuçlanması bekleniyordu. O günkü hükümetin koalisyon ortakları ANAP ve MHP nükleer santraldan yanaydı, DSP çekimserdi, ama 6 ay öncesinde Bakanlar Kurulu ihalenin sonuçlandırılmasını, bu santralın yapılma isteği ile karara bağlamıştı. Aslında ihale de sonuçlandırılmıştı, ama ilan edilmiyor, iş sonuca bağlanmıyordu. 24 Temmuz günü bu iş için teklif sahipleri son kez TEAŞ’ta toplandılar. Kendilerine sonucun bir gün sonra Başbakan tarafından açıklanacağı söylendi. Ertesi gün Başbakan Ecevit’in ağzından, ihalenin iptal edildiğini duydular.
Sayın Bülent Ecevit, nükleer santralı içine sindiremediğini söylemişti. Oysa, bu T.C. Devleti’nin bir ulusal politikası idi. Siz bakanlığınız döneminde bu işi sonuca götürmek için çok çaba gösterdiniz, ama maalesef bir başbakanın içine sinmiyor diye bir devletin ulusal politikasının ters-yüz edildiğini, en azından dondurulduğunu gördük. Bakın, o zaman çıkardığım Enerji Dergisi’nin 1 Ağustos 2000 tarihli sayısında Gündem’e ne yazmışım? “Bakan Niçin Fıtık Oldu?” başlığı altında şöyle demişim:
“24 Temmuz 2000, nükleer santral ihalesinde sonun başlangıcı ve 25 Temmuz’da iptal kararı yankılanıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer ise, 21 Temmuz’da İstanbul’daki Florance Nightingale Hastanesi’ne bel fıtığı teşhisi ile 10 günlük tedavi için yattı ve bu kararlar alınırken görevinde yoktu. Sayın Ersümer’e geçmiş olsun deyip, acil şifalar diliyoruz. Fıtık olmak Türkçe’de “bozulmak” anlamında da kullanılır. Acaba, Sayın Bakan neye bozuldu? Planlama-Bakanlık uyuşmazlığına mı, gönlündeki konsorsiyuma nükleer ihaleyi veremediğine mi, ‘Göğe hayır yazsalar yapacağım’ dediği nükleer santralı yapamayacağına mı?...”
Şimdi, dört yıl önceki o günlere dönerek, nükleer enerji ile ilgili görüşlerinizi ve bu ihaleye ilişkin anınızı almak istiyorum.
Ersümer: Benim gönlümde herhangi konsorsiyum değil işin yapılması vardı. Nükleer santral olayı bana göre Türkiye’nin, yani bakanlık yaptığım dönemde de bugün için de aynı şeyi söylemek ihtiyacını hissediyorum, en önemli projesidir. Yani, Türkiye ray değiştirecektir, kulvar değiştirecektir, yepyeni bir teknikle, nükleer teknoloji ile tanışacaktır. Ben bakanlığım döneminde bunu hep önemsedim. Olaya hep Türkiye’nin nükleer teknikle tanışması diye baktım. 1972’lerden gelen bir proje idi.
Nükleer santralları gerek dünya genelinde ki, gerek Akkuyu’daki proje ile ilgili aleyhine söylenenlerin hiçbiri tevsik edilememiştir. Önce bunu vurgulamak isterim. Yani bu nükleer santralla ilgili olarak Türkiye’de en çok üstüne gidilen, irdelenen bakan ben oldum. Düşünebiliyor musunuz? Boğaz Köprüsü’nden aşağıya “Stop Ersümer” diye kalkmış 65 metre yüksekliğindeki bir pankartı Green Peace asmış. İstanbul’dan bir arkadaşım beni aradı, “Şu anda senin adın Boğaz Köprüsü’nden aşağıya sallanmış vaziyette” diye bahsetti.
Bir gün Bakanlıktan aradılar ve dediler ki, o zaman Enerji Bakanlığı eski yerindeydi (Beştepe’de), “Şu anda Bakanlığın çatısından tabana kadar işte bilmem kaç metre yüksekliğinde bir pankart asılmış, ‘Nükleere hayır’ yazıyor”. Kim yapmış, nasıl girdi falan?... Yani, nükleer santral yararlarından çok zararları tartışılan bir santral.
Ültanır: Sizin de güzel bir sözünüz var: “Göğe ‘Hayır” yazsalar yapacağım”.
Ersümer: Sonunda öyle demek zorunda kaldım tabii. Bir ara geldiler Bakanlığın kapılarına kendilerini zincirlerle bağladılar. Buradan bir sonuç çıkarmamız gerekiyorsa, nükleer santralın faydalarından çok zararları tartışılıyor. Dünya genelinde de böyle.
Ültanır: 1997 yılında sizinle ve kalabalık bir ekiple birlikte, Samanyolu TV’de Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin Söz Milletin programına katılmıştık. Sizin yanınızda 6 tane bürokratınız ve masada 5 tane de akademisyen olarak bizler vardık. Bu programda enerji politikaları ve nükleer enerjiyi geniş boyutuyla tartışmıştık. Ama, biz faydalarını tartışmıştık. Zararlarının abartıldığını, söylenilen tehlikelerin olmadığını anlatmak için çaba göstermiştik. Sadece Tolga Yarman Hoca’nın bazı karşı çıkışları olmuşsa da, sonunda o da nükleer enerjiye karşı olmadığını açıklamak gereği duymuştu. Bunun üzerine rahmetli Nejat Aybers Hoca da, “Bu açıklamayı kayda geçirelim” demişti. Kısacası, hep birlikte nükleer enerjiyi savunmuştuk. Bakanlığınızın ilk gününden beri nükleer enerjiye olan inancınıza tanık oldum. Nükleeri kötülemek kolay, savunmak zordur, ama bilim kötülemiyor.
Ersümer: Evet. Türkiye’de kötülemek işin kolay tarafı, nükleer enerjinin hep zararları tartışılıyor. Nükleer santrala karşı olmak bir moda. Nükleer santralın zararlarından bahsetmek bir moda. Çevre zaten dünyanın yükselen bir değeri. Sadece nükleer santral çevreye karşıymış gibi değerlendiriliyor. Nükleer santral insanlığa karşıymış gibi değerlendiriliyor. Yer seçimine ilişkin bir sürü iddialarda bulunuldu, hiçbiri gerçek çıkmadı. Yani, safsatadan ileri gitmeyen iddialar oldu. Çevre ile ilgili iddialar da hiçbiri tevsik edilmiş iddialar değil maalesef.
Buradan şuraya gelmek istiyorum: Türkiye’nin bütün meselelerinde olduğu gibi, maalesef gerektiği gibi tartışma yapılmıyor, doğru bir zeminde, akli bir zeminde kendi meselelerini tartışabilirse, o zaman öncelikle gerçekleştirilmesi gereken proje, nükleer santral projesidir diye düşünmek zorunda kalacak. Bugün Sayın Başbakanımızın Sayın Enerji Bakanımızın, işte Türkiye 2007 yıllarında tekrar enerji darboğazına girecek açıklamaları karşısında, süremiz az, bir an önce bu işe başlamamız lazım diye düşünüyorum.
Bu kadar haksızlığa uğramama rağmen bu nükleer santralı desteklememin nedeni de Türkiye’nin ihtiyacı olması. Çok yüksek düzeyde eleştirilere hedef olmama rağmen aynı şeyleri bugün de söylüyorum, nefesimin yettiği güne kadar da söylemeye devam edeceğim. Tabii, “Madem bu kadar istiyordun, neye gerçekleştirmedin, niye olmadı?” diye de sormak lazım. Onun sebeplerini hep birlikte yaşayarak gördük.
Bir kere bir koalisyon iktidarında bulunmamız bizim için çok büyük bir dezavantajdı. İnşallah bu iktidar güçlü bir iktidar, görüntüsü öyle. İstikrarlı bir iktidar olduğunu iddia ile söyleyebiliyorlar. İstikrara ve güçlü hükümete ihtiyaç duyan en önemli proje nükleer projedir. İnşallah onu gerçekleştirirler.
Geçmişte zamanlaması Sayın Ecevit’in Başbakan olduğu bir döneme geldi. Bana naklen gelen bilgiler itibariyle bunu ifade ediyorum. Sayın Ecevit’in, “Benim dönemimde nükleer santral yapılmasın” diye bir isteği vardı. Ben de bu haberi getirene tam aksini söyledim ve “Ben de şiddetle Türkiye’nin ilk nükleer santralının benim dönemimde yapılmasını arzu ediyorum” dedim. Ama, tabii ki Sayın Başbakan’ın istekleri, Sayın Başbakan’ın değerlendirmeleri her şeyin önünde gerçekleşti.
Teknik olarak bir şey ileri süremediler. Ekonomik olarak bir şey ileri süremediler. Nükleer santralın hiçbir alternatifini gündeme getiremediler. Ancak, o günlerde uygulanmakta olan ekonomik politikalar ve Türkiye’nin sanki böyle önemli bir kaynağı bir gün içinde ödeyeceği gibi bir taahhüde dönüştürüldü. Ertelenmesine dayanak da, Bakanlar Kurulu’nda işte Hazine’den sorumlu Bakanlığın kritiği, ekonomik durum, Dünya Bankası değerlendirmesi, IMF değerlendirmesi ile beraber gündeme getirilince nükleer santraldan vazgeçildi. Ama, bugün de söylüyorum yanlış yapılmıştır. Yapılması gereken, gerçekleşmesi gereken bir proje idi. İnşallah bir gün gerçekleşecektir.
Ültanır: Sayın Bakanım, burada bir şey sormak istiyorum. Biliyorsunuz o dönemde Yap-İşlet (BO) santralları ihale edilmişti, temeli atılıyordu. Adapazarı-Gebze, İzmir, Ankara doğalgaz santralları ve bir de İskenderun ithal kömür santralı. Bu santralların hepsinin üretimleri için alım garantisi, dolayısıyla hazine garantisi vardı. Hazine’nin bunlara garanti verdiği için nükleer santrala garanti vermek istemediği ya da garanti verme kapasitesinin dolduğu iddiaları var. Bu iddia gerçekle ne kadar bağdaşıyor?
Ersümer: Bu söylediğiniz santrallar ayrı sistemler. Garanti konusunda böyle bir şey olsaydı, Hazine’nin bunu söylemesi gerekirdi. Hazine çıkıp bize yapılmama gerekçelerini sıralarken, “Efendim, biz şu şu santrallara şu garantileri vermek zorunda kaldık, o nedenle ikinci bir garanti bizi zorlar” demeliydi. Böyle bir şey demedi. Hazine’nin bunu dile getirmesi gerekirdi, ancak Hazine’nin böyle bir değerlendirmesi olmadı. Önce onu vurgulamak gerekir.
İkincisi, başta da söylediğim gibi, ayrı sistemleri konuşuyoruz. Biri tamamen kredili olan bir sistemdir. Aynı dönemde Çan Termik Santralı 400 milyon dolarlık bir ihale ile verildi, şu anda bitmiş ve işletmeye alınmış durumda, o gün için 400 milyon dolar da önemli bir yatırım dilimiydi. Onun için böyle bir iddianın gerçekçi olduğuna inanılmamalı. Ayrıca, Yap-İşletlerin garantileri de sürelere bağlı olarak işleyen bir garanti idi. Orada bir finans garantisi söz konusu değildi. Bakın, ne kadar birbiri ile çelişkili. Yani, Yap-İşletlerde getirilen para ile ilgili bir garanti verilmedi. Yap-İşletlerde verilen garanti, üretilecek elektriğin alınması ile ilgilidir. Oysa, buradaki garanti getirilecek kredinin garantisi olacağına göre, Yap-İşletlerdeki sistemle hiçbir ilgisi yoktu. Ben öyle bir garantinin de Türkiye’nin ekonomisini etkileyeceği inancında değilim.
Ültanır: Ben bir de şunu sormak istiyorum. O zaman dedikodusu yapılan bir konu. Firmalarla temas 1992 yılında kurulmuştu. Teklifler 1997’de alındı. Bu teklifler için şirketler ön fizibilite veya fizibilite çalışmaları yaptılar. Bunlar masraflı işler. İhale iptal edilince bu nedenle yok yere kayıpları oldu. O dönemde Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın bir önerisi vardı. Şirketlere bu masraflarını karşılamak için 50 milyon dolar verelim diye. Şirketler böyle bir paranın verilmediğini, hatta kendilerine bu konuda hiçbir şey söylenmediğini o zaman açıklamışlardı. Daha sonra şirketlere bir ödeme yapıldı mı?
Ersümer: Hayır hayır böyle bir ödeme olmadı. Hiçbir resmi görüşmede, hiçbir değerlendirme ortamında böyle bir teklif olmadı. Ne TEAŞ Yönetim Kurulu böyle bir teklifi değerlendirdi, ne de bir başka yerde değerlendirildi. Bunlar hep o günün söylentileri, o günün şartlarına da bakarsanız, Beyaz Enerji soruşturmasının gündeme geldiği bir dönem. Beyaz Enerji soruşturmasının tartışıldığı bir dönem olarak değerlendirirseniz, bunlar çeşitli boyutlarda söylendi vs.
Biliyorsunuz, nükleer enerji santralı da Beyaz Enerji soruşturmasının konularından biri haline geldi. Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin (DGM) gündem maddelerinden biriydi. İşte, 50 milyon dolarlık bir rüşvetin söz konusu olduğu dile getirildi. Bu işle ilgili bilirkişi raporları alındı. Daha sonra DGM’nin görevsizlik kararı vermesi sonucunda iş Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’ne intikal etti. Burada suçlanan bürokratlar ve proje, bu iddiaların yerinde olmadığı sonucuyla verilen ve kesinleşen bir yargı kararıyla ortadan kaldırıldı. Yani, nükleer santralla ilgili bir de bu şekilde yargı kararı var.
Ültanır: Efendim, son bir soru. O gün nükleer santralı devlet yapacaktı. Bugün koşullar değişti. Şimdi ağır aksak da olsa, işlemesi gereken bir serbest enerji piyasamız var. Ne yazık ki çıkardığınız yasaya uygun şekilde geliştirilemedi, ama dünyanın kabul ettiği serbest enerji piyasası bizde de yasal olarak var görünüyor. Bu ortamda nükleer santralın BO modeline uygun biçimde özel sektör tarafından yapılmasına ne dersiniz? Yani, bugün özel sektör sizce bu santralı yapabilir mi?
Ersümer: Benim düşünce tarzımı iyi-kötü kamuoyu biliyor, zaten siz de biliyorsunuz. Benim için birinci derecede önemli olan bu işin yapılmasıdır. İkincisi, tabii ki devlet bu işi beceremiyorsa, ki beceremez, açıkça ifade ediyorum, yani devlet bu işi beceremiyorsa, bunu özel sektöre yaptırmakta da fayda vardır.
Siz bakmayın, projeler çeşitli hücumlara uğruyor, ama herkes kendi penceresinden bakıyor. Yani gazcıların kömürcülere bakışı, kömürcülerin gazcılara bakışı, gazcıların nükleercilere bakışı, bunlar hep belli dönemlerde, belli şekillerde, belli kulislerde, belli faaliyetlerle, belli fikirlerin kamuoyunda kabul görmesini dahi hazırlayabiliyorlar. Türkiye bunu her gün yaşıyor zaten. Kalkıp benim bir şey söylememe de lüzum yok.
Ama, netice itibariyle, nükleer santralı devlet beceremiyorsa özel sektörün yapmasında bir sakınca görmüyorum. Ulusal güvenlik tarzında birtakım değerlendirmelere tabi olabilir, ama Türkiye zaten “Ben bu nükleer santraldan sadece enerji elde edeceğim” diyor. “Benim bu nükleer santraldan silah elde etme gibi bir ihtiyacım da yok” diyor ve artık bununla ilgili güvenlik anlaşmalarının altında imzası var, taahhütlerde bulunmuş vaziyette.
O nedenle bunu özel sektörün yapması ile devletin yapması arasında bir fark yok. Ancak, devletin denetimini kimse yok edemez. Nükleer santralı kim yaparsa yapsın, hem santralın bulunduğu ülkenin ve hem de uluslararası kuruluşlara tabi denetimler var. Bunların önüne kimse geçemez zaten. Daha da ciddi bir şekilde denetlenmesi sağlanmış olur diye düşünüyorum.
Ültanır: Açıklamalarınız için çok teşekkür ediyorum.
Ali Coşkun (Sanayi ve Ticaret Bakanı): “Nükleer enerjiye girişimizin fevkalâde geciktirildiğini söylemek istiyorum. Fayda/zarar dengesini kurduğumuzda, nükleer enerjinin zararından çok faydası olduğunu görüyoruz”.
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun dergimizin 28 Haziran 2004 tarihli röportajında, Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır’a nükleer enerji konusunda aşağıdaki açıklamaları yaptı:
Ültanır: Sayın bakanım, özel sektörün başarılı çalışmalarınızı takdirle izlediğini görüyorum. Sanayimizin kapasite kullanımı da iyi görünüyor ve gelişiyor. Tabii sanayinin ucuz, ama her şeyden önce kaliteli elektriğe ihtiyacı var. Ne yazık ki Türkiye önümüzdeki 2007/2008’de, yani yakın dönemde elektrik sıkıntısına gebe. 2015’lerden sonra da kaynak sıkıntısı yan yana görülmeye başlanacak. “Türkiye bu açıkları hep doğalgaz santralı kurarak mı kapatacak?” sorusu tartışılıyor. 2012’lerden sonra petrol krizlerine benzer doğalgaz fiyat krizleri senaryoları da var. Ancak, sizin hazırlanmasına büyük katkı yaptığınız AK Parti’nin enerji programında, güzel bir önlem öngörülmüş bulunuyor. “Doğalgaz bağımlılığına karşın alternatif olarak çevre dostu nükleer santralları geliştirmek”. Biz sizin nükleer santrallar konusundaki görüşlerinizi almak istiyoruz.
Coşkun: Aslında insan yaşamında en önemli unsur enerji. Dolayısıyla kalkınmanın itici gücü de enerji. Çünkü son dönemlerde en büyük devrim olarak sanayi devrimini ele alırsak, buharlı makinalarla başlayan ve sonra gelişerek bugünlere gelen sanayinin gelişmesinde enerjinin her çeşidi önem arz etmektedir. Artık enerji deyince, insan hayatı ile özdeşleşmiş bir konudan bahsediyoruz.
Ancak, takdir edersiniz ki, dünyada enerji kaynakları da sınırlı. Belki sınırsız gözüken enerji kaynakları var, ama bugün için bunlar ekonomik gözükmeyebilir. Onun için Kyoto’da alınan karar doğrultusunda ülkelerin enerjilerinin yüzde 25’ini yeşil enerji dediğimiz enerji kaynaklarından karşılamalarının istenmesi, bana göre alışılagelmiş enerji konusunda ilk kırmızı alarmın verilmesidir. Çünkü bugüne kadar yazılanlar çizilenler, raporlar, konferanslar demek ki bu tehlikeyi tam olarak dile getirememişler. Ülkeler son zamanlarda enerji konusuna çok önem vermeye başladılar.
Özellikle Türkiye’mizde son yıllarda rüzgâr enerjisi gündeme geldi. Bu konuda sizin de RESSİAD Başkanı olarak çalışmalarınızı saygıyla karşılıyorum ve kutluyorum, başarılar diliyorum. Ancak, bu gelişmeler ve kaynaklar da yeterli değil. Bir diğeri güneş enerjisinden istifade konusudur. Ancak, Türkiye’de şimdilik sadece su ısıtmada kullanılıyor. Bütün bunları alt alta ya da üst üste topladığınızda karşımıza sorunlu bir tablo çıkıyor.
Türkiye termik bakımdan dışa bağımlı, özellikle doğalgaz ve petrol olarak. Hidrolik gücümüze gelince, büyük nehirler üzerinde büyük santrallar yapıldı ve neredeyse tamamlandı. Belki küçük nehir santralları ile küçük akarsular kullanılabilir. Ama bana göre diyorum, çünkü İzmir İkinci İktisat Kongresi’nde rahmetli Turgut Özal, Türkiye’nin enerji sorunları ve Çözüm Yolları Raporu’nu bana hazırlatmıştı. Enerji ile ilgili yakın çalışmalarım oldu. Son yıllarda politikaya gireli belki çok aktif olarak işin içinde değilim, ama sanayiden sorumlu bakan olarak sorun her gün karşımıza çıkıyor.
Benim bakanlığımın adı “Sanayi”, soyadı da “Ticaret”. Dolayısıyla sanayinin ve ekonominin gelişmesi enerjiye bağlı. Dünyada yeniden yapılanmanın adı olan küreselleşme sürecinde, tamamen gümrük duvarlarının yıkılması, ülkeler arasındaki ekonomik sınırların, ticari sınırların kalkması ile Dünya Ticaret Örgütü’nün aldığı kararlar doğrultusunda, adeta 2005 yılından sonra çok hızlı bir rekabet çağının başlayacağını görüyoruz. Bu rekabet çağında sanayimizin ayakta kalmasının tek yolu, kendisini yenilemesi ve rekabet gücünü yüksek seviyeye çıkarabilmesiyle mümkün. Ülke olarak da böyle.
Türkiye’nin hedefi rekabet gücü yüksek ülke olmaktır. Dolayısıyla bu gelişmede enerji fevkalâde önemli. Şu anda bile bizim rekabetimizi önleyen önemli girdi maliyetlerinin başında enerji geliyor. Önlem alınmadığı taktirde 2007 yılından sonra Türkiye’de elektrik enerjisi başta olmak üzere bütün enerji çeşitlerinde darboğazlar hissedilmeye başlanacak. Özellikle petrol fiyatlarının geçtiğimiz ay 44 dolarlara kadar tırmanması, ekonomik bakımdan bizi düşündürmektedir. Enerjiye ihtiyacımız giderek artmaktadır. Çünkü tüketim artıyor, toplumun refah seviyesi yükseliyor.
Böyle incelediğimizde, aslında nükleer enerjiye girişimizin fevkalâde geciktirildiğini söylemek istiyorum. Geciktirildi diyorum, çünkü birçok konuda olduğu gibi ön yargılı hareket eden kişiler ya da kuruluşlar, dün Boğaz Köprüsü’ne, renkli televizyona karşı çıkanlar, toplum mühendisliğine soyunanlar yıllardır nükleer enerjiye de mâni oluyorlar.
Fayda/zarar dengesini kurduğumuzda, nükleer enerjinin zararından çok faydası olduğunu görüyoruz. Zamanında bizi el altından tahrik eden birçok ülkede onlarca nükleer santral var. Burada bana göre, Türkiye hata yapmış durumda. Çünkü, bir hastalıktan korkarak kaçılmaz, ona karşı tedbir alınır. Yani sıtmadan ülke terk edilmediği gibi, kanserden ülkeden kaçarak değil, korunmak için önlemler alınıyor. Nükleer enerjiden kaçmanın anlamı yok. Kaldı ki bugün için nükleer enerji, ilk zamanlardaki gibi tehlikeli olmaktan çıkmış durumda. Yeter ki iyi bir teknoloji seçilsin, kuruluşu iyi yapılsın. Dolayısıyla Türkiye’nin nükleer enerjiye ihtiyacı var.
Hatta mühendislik yıllarımdan kalan bilgimle, hata yaparsam lütfen siz düzeltin, özellikle toryum ve bor madeninde dünyada en zengin ülkelerden biri oluşumuz, uranyumdan sonra da toryumun nükleer enerjide önemli bir madde olması dolayısıyla, nükleer enerjiye girdiğimiz taktirde, belki de zamanla toryum enerjisi üzerinde teknoloji geliştirme bakımından da Türkiye bir birikime sahip olabilecektir. Belki geciktirilmemizin bir sebebi de bu olabilir. Çünkü aldığımız bilgilere göre, gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da 3-4 yıl içinde ekonomikleştiği taktirde toryumunda nükleer enerji üretiminde kullanılacağına ve hidrojen enerjisine önem verildiğine ilişkin makaleler okuyoruz.
Türkiye nükleer enerjide gecikmiştir. Daha fazla gecikmesi gelecek nesiller için büyük olumsuzluklar getirecektir.
Ültanır: Sayın Bakanım teşekkür ediyorum. Toryumun kullanılmasında hâlâ bazı teknik sorunlar var. 3-4 yıl içinde ana yakıt olarak olmasa da, yardımcı veya ilave nükleer yakıt olarak kullanılması üzerinde bazı çalışmalar var. Ben size bir başka soru sormak istiyorum.
Avrupa’da Finlandiya parlamento kararıyla yeni nükleer santral kurma girişimi başlattı. Fransa’da Framatome önderliğiyle Avrupa’ya özgü Avrupa tipi reaktör de geliştirildi, ama Avrupa Birliği nükleer enerji konusunda henüz somut bir politikaya sahip değil. Yeni aday olarak kabul ettiği ülkelerden Romanya nükleer santral kuruyor. Burada aklıma şöyle bir soru geliyor. Avrupa Birliği bizim nükleer santral kurmamıza karşı çıkar mı? Sözde çevrecilik diye, bu teknolojiyi kazanmamızı istemeyebilirler mi?
Coşkun: Avrupa Birliği’nin bu konuda herhangi bir sorun oluşturacağını zannetmiyorum. Çünkü, Avrupa Birliği ülkelerinin birçoğunda nükleer enerji var. Dolayısıyla Türkiye ile olan ilişkilerinde gerek Kopenhag kriterlerinde gerekse Mastricht kriterlerinde böyle bir madde yok, hiçbir üye için bu konu gündeme getirilmemiş.
Ültanır: Türkiye nükleer enerjiye el atmaya kalkınca bunu istismar edenler, onu nükleer silahlanma amacı gibi göstermek isteyenler de olacaktır. Komşumuz Yunanistan böyle bir azizlik yapmasa bile, Kıbrıs Rum Kesimi haksız olarak bunu istismar edecektir diye düşünülebilir mi?
Coşkun: Böyle bir düşünce yersiz olur. O zaman olay teknik ve ekonomik zeminden çıkıp siyasi boyut kazanır. Nükleer enerjiyi kullanmak ayrı şey, nükleer silahlar çok ayrı şey. Yani nükleer enerjiye girmeden de nükleer silaha girebilirsiniz. Türkiye’nin böyle bir programı yok.
Ültanır: Bildiğiniz gibi Finlandiya nükleer enerjiye sahip, ama çevrecilerin tepkisinden sonra yeniden nükleer santral kurmaya kalkışırken parlamentodan karar çıkardı. Türkiye için de böyle bir karar gerekebilir mi, bugünkü parlamentodan böyle bir karar çıkar mı?
Coşkun: Sevinerek bir şey söyleyeyim. Ülke yararına olan konularda bizim ana muhalefet partisi ile de mutabakat sağlayacağımıza inanıyorum. Tabii ki muhalefet yapmak isteyenler olacaktır, ama Meclis’te arkadaşlarla makul ölçülerde beraber çalışabiliyoruz. Meclis’ten bu konuda bir sorun çıkacağını zannetmiyorum.
Ültanır: Sayın bakanım, izninizle samimiyetimize sığınarak sevgili dostum diye eklemek istiyorum, açıklamanıza dergim ve okuyucularım adına teşekkür ederken, dilerim ki bu kez Türkiye’nin başlatacağı nükleer enerji girişimi, geçmişteki iktidarlarda olduğu gibi sükûtu hayal ile son bulmaz ve a başarıya ulaşır.
Coşkun: İyi hazırlanmış, çevre dostu bir yer seçiminden teknolojiye, buradan sağlıklı bir yapılanmaya gidilirse neden olmasın? Böylesine önemli bir konuyu gündeme aldığınız için ben size ve dergi yönetiminize teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum.
Dr. Mehmet Hilmi Güler (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı): “Bakanlımız nükleer enerji programını başlatmış ve en güvenli olarak sürdürmekte olan ülkelerin tecrübelerinden ve uzman kuruluşların tavsiyelerinden azami ölçüde faydalanılmak suretiyle, nükleer enerji ile ulusal elektrik üretimine ilişkin bir programın hazırlanması çalışmalarını başlatmıştır”.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dr. M. Hilmi Güler, nükleer enerji konusundaki demeç talebimize karşılık olarak, aşağıda sunduğumuz “Nükleer Enerjiye İlişkin Olarak Bakanlığımız Görüşleri” başlığı altındaki yazıyı 2 Temmuz 2004 tarihinde göndermiştir:
“Göreve geldiğimizden bu yana yerli kaynaklarımızı geliştirme ve bu kaynaklara öncelik verme hususunun üzerinde titizlikle durmaktayız. Hedefimiz, elektrik üretiminde yerli kaynak potansiyelinin tümünün 2020 yılına kadar kullanıma sunulmasıdır. Ancak, uzun dönem arz-talep dengesine ilişkin olarak yürüttüğümüz çalışmaları, yerli kaynaklarımızın uzun vadede yeterli olmayacağına, yerli kaynak potansiyelimizin tümünden faydalansak dahi, ekonomimizin gelişmesi ve yaşam kalitesinin iyileşmesine bağlı olarak, hızla artan elektrik talebimizin karşılanmasında ithal kaynaklara gittikçe artan ölçüde bağımlılığın kaçınılmaz olacağına işaret etmektedir. En ileri ve çağdaş teknolojiyle nükleer elektrik üretimi bu çerçevede önem kazanmaktadır, zira bu yolla ithal kaynaklarda çeşitlilik ve uzun dönemde üretimde istikrar sağlanmış olacaktır. Genç nüfusu ile hızla kalkınmakta olan ülkemizde, aynı zamanda ithal fosil kaynaklara dayanan ekonomimizin fiyat dalgalanmalarından etkilenmemesinin sağlanması temel prensibimizdir.
Nükleer santrallar, yakıtın kolay ve ekonomik olarak depolanabilir olması nedeniyle, arz güvenliği açısından diğer kaynaklara kıyasla önemli avantajlar sunmaktadır. Nükleer yakıt hammaddelerinin dünya coğrafyası üzerindeki geniş dağılımı ve nükleer yakıt fiyatlarındaki istikrar da, artan talebimizin güvenli olarak ve istikrarlı fiyatlarla karşılanmasında nükleer enerjiyi ülkemiz açısından önemli ve kaçınılmaz bir seçenek haline getirmektedir.
Vurgulamak isterim ki, başlatılacak herhangi bir nükleer santral projesinin başarısı için öncelikle ulusal düzeyde kesin ve net bir kararlılığa sahip olunması hayati önem taşımaktadır. Daha önceki teşebbüslerin; hedefleri ve öncelikleri belirlenmiş, nükleer enerji ve nükleer teknolojinin kendisine has gereklerini gözeten geniş katılımlı bir program perspektifiyle değil, sadece nükleer santral edinmeye yönelik olarak ele alınmış olmasının bu teşebbüslerin başarısızlıkla sonuçlanmasındaki başlıca nedenlerden birisi olduğunu değerlendirmekteyiz.
Bu tespitten hareketle, konunun sadece tekil bir nükleer santral projesi perspektifiyle ele alınmamasını ön şart olarak görmekteyiz. Biz hükümet politikaları, finansman gereksinimi, insan kaynakları geliştirme çalışmaları, yerli sanayi katkısı, yasal altyapı, çevre koruma, kamuoyunun bilgilendirilmesi, atıkların idaresi, dış kaynaklı teknik yardım ve uluslararası anlaşmalar gibi hususların titizlikle değerlendirildiği geniş kapsamlı bir programın yürütülmesini kararlılıkla temin edeceğiz.
Önceki girişimlerden farklı olarak Bakanlığımız nükleer enerji programını başlatmış ve en güvenli olarak sürdürmekte olan ülkelerin tecrübelerinden ve uzman kuruluşların tavsiyelerinden azami ölçüde faydalanılmak suretiyle, nükleer enerji ile ulusal elektrik üretimine ilişkin bir programın hazırlanması çalışmalarını başlatmıştır. Bu çerçevede, ulusal düzeyde bir strateji hüviyeti taşıyacak ve konunun taşıdığı öneme istinaden ulusal düzeyde kararlılığımızı da vurgulayacak bir “Strateji Belgesi” üzerinde çalışmalarımızda önemli aşamalar kaydetmiş bulunmaktayız.
Unutulmamalıdır ki, nükleer teknoloji diğer teknolojilere kıyasla farklı düzeyde çaba ve dikkat gerektiren ileri ve hassas bir teknolojidir. Nükleer enerji programının sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için çok alanda teknik, idari, ticari, mali ve kültürel gereklerin yerine getirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu doğrultuda yasal altyapı ve kurumsal kapasite değerlendirilecek, eksik görülen yönler güçlendirilecek, nükleer santral ve yakıt konularında ulusal ve uluslararası imkânlar tespit edilecek, kısaca gerekli tüm teknik. İdari ve bilimsel çalışmalar yapılacaktır. Programın yürütülmesi esnasında diğer pek çok husus gibi finansman modeli de sağlıklı olarak belirlenecektir.
Yürüteceğimiz program ile nükleer enerjinin güvenilir bir seçenek olarak elektrik arz portföyüne eklenmesi sağlanacak, sürdürülebilir kalkınma hedeflerimiz çerçevesinde nükleer enerjiden güvenli şekilde ve barışçıl amaçlarla faydalanmamızın önü açılacaktır.
Nükleer teknoloji Türkiye’ye enerji çeşitliliği kazandıracak bir alternatif olması, atmosferi kirletmeden elektrik üretmesi, ileri teknolojinin ülkemize getireceği yenilikler, bunu destekleyen sanayinin gelişme potansiyeli, çevre koruma/çevre güvenliğinin en ileri felsefe ile uygulanması gerekliliği gibi özelliklerinden dolayı fevkalâde önemli bir seçenektir.
Ülkemiz nükleer teknolojinim getireceği tüm yeniliklerden yararlanmalıdır”.
Süleyman Demirel (T.C. 9. Cumhurbaşkanı): “Biz 1965 hükümet programımıza ‘Nükleer enerjiden ne zaman ve nasıl faydalanılacağı çalışmalarına titizlikle devam olunacaktır’ diye yazmışız. İçimde bir ukdedir. Hemen hemen her başladığımız şeyi yaptık, iki şeyi yapamadık. Bir tanesi İstanbul-Ankara arasındaki hızlı tren, hızlandırılmış tren değil, bir tanesi de nükleer santraldır, yapamadık”.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, nükleer enerji ve nükleer santrala ilişkin görüşlerini Prof. Dr. Mustafa Özcan Ültanır’a 4 Temmuz 2004 tarihli röportajında şöyle açıkladı:
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım, geçmişte nükleer santral kurulması için yapılmış çeşitli girişimler oldu, ama bir türlü sonuca götürülemedi. Son kez, siz Çankaya’dan ayrılmadan önce sonuçlandırılması gereken bir ihale vardı, maalesef o da 25 Temmuz 2000’de Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi. Şimdi yeni bir girişim başlatılıyor. Önceki gün, 1 Temmuz 2004, yani iptalden tam 4 yıl sonra Enerji Bakanı Sayın Güler, NTV-CNBC’de katıldığı canlı yayında, nükleer santral projesinin yeniden canlandırılacağını, hatta bu kapsamda 2 veya 3 santralın inşa edileceğini söyledi. Biz de dergimizin Temmuz sayısını nükleer enerjiye ayırmış bulunuyoruz. Bu bağlamda, sizin nükleer enerjiye ilişkin görüşlerinizi rica ediyoruz.
Demirel: Bizim Türkiye elektrik üretiminin gelişimi için bir tablomuz var. Bu tabloda 1950’den başlayarak, 2020’ye kadar gidiyoruz. 1950’de 790 milyon kWh, 1970’de 8 milyar 623 milyon kWh, 1990’da 57 milyar 543 milyon kWh, 2000’de 128 milyar 280 milyon kWh oldu. 2010’da 285 milyar kWh, 2020’de en az 528 milyar kWh olacak. Burada 528 milyar kWh’ı değişik kaynaklar, değişik şekillerde verebiliyor, elimdeki bir başka kaynağa baktığım zaman 528 milyar kWh yerine 547 milyar kWh veriyor. Bir başka kaynak da 555 milyar kWh olarak veriyor. En son tarihli değer de bu. Hangisini kullansak olur, ama benim notum 555 milyar kWh’a göre.
Türkiye’nin karanlıkta kalmaması için açıkladığımız böyle bir tabloyu gerçekleştirmesi lazım. Türkiye, 2020’de ihtiyacı olan 555 milyar kWh elektriği nereden bulacak? Bizim devletin elindeki programlar şöyleydi: Bunun 182 milyar kWh’ı kömürden, 6.4 milyar kWh’ı akaryakıttan, 206 milyar kWh’ı doğalgazdan, 63 milyar kWh’ı nükleer enerjiden, 97 milyar kWh’ı hidrolik enerjiden elde edilecektir.
2020 yılında Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılarken, 63 milyar kWh gibi nükleer enerjiden elektrik üretimi görünüyor. Geriye gidip 2015’e bakacak olursak, bu nükleer enerjinin miktarı 28 milyar kWh’dır. 2010’da ise 14 milyar kWh’dır. Yani, 2010’dan itibaren 14 milyar kWh ile başlayan nükleer enerji ihtiyacı görülüyor.
Esasen Türkiye, yukarıda açıkladığımız enerjinin birincil kaynak olarak yüzde 70’ini dışarıdan satın alıyor. Yani, Türkiye’nin kömür ile enerji üretmesi veya petrol ile üretmesi ya da gaz ile üretmesi veya nükleer ile üretmesi arasında hiçbir fark yok. Sadece hidrolik kısmında fark var. Hidrolikte yekûnu 125 milyar kWh’dır, 2020 tablosunda da bunun 97 milyar kWh’ı görünüyor, hemen hemen hidrolik potansiyelinin yüzde 80’ini almış oluyoruz.
Bence hareket noktası burasıdır. Yani, şu 63 milyar kWh nükleer enerji olmazsa, ne yaparız? Bunu kömürden, gazdan, petrolden üretmeye çalışırız, ama Türkiye’nin nükleer enerjisi olmalı. Şimdiye kadar niye olmadı? Bir de ona bakalım. Önce şunları söylemek istiyorum:
Ben 2000 yılı rakamlarını alacağım, dünyada 2000 yılında 438 tane çalışan reaktör var ve 31 tane de inşa halinde reaktör var. Bu 438 reaktörün kapasitesi elektrik olarak 351 bin 327 megavat (MW). İnşa halinde olanları da 27 bin 756 megavat. 2000 yılında nükleer enerjiden faydalanan ülkeler 31 ülke var. Elektrik üretiminde nükleerin dünyadaki payı ise o zaman yüzde 16. Şimdi, kimler bu nükleer enerjiden faydalanıyor. Fransa elektrik ihtiyacının yüzde 77’sini nükleer enerjiden alıyor, Belçika’da yüzde 58, Slovakya’da yüzde 53, Ukrayna’da yüzde 46, İsveç’te yüzde 44, Macaristan’da yüzde 39, Kore’de yüzde 39, İsviçre’de yüzde 36, Finlandiya’da yüzde 31, İspanya’da yüzde 27, Amerika’da yüzde 20, Rusya’da yüzde 15, Hindistan’da yüzde 4.
Demek ki, dünyanın ileri memleketlerinin hepsi nükleer enerjiden yararlanmaya devam ediyorlar. 2050 yılına gelindiği zaman da, bugünkü nükleer enerji üretiminin daha da artacağı, eksilmeyeceği, yani nükleer enerjinin dünyada mevcut olmaya devam edeceği söyleniyor. Ayrıca, Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı da, nükleer enerji yapılmasını öngörüyor.
Türkiye’de bu nasıl seyir etti? Ona da kısaca bakalım: Biz, 03.11.1965 tarihindeki hükümet programımıza, “Nükleer enerjiden ne zaman ve nasıl faydalanılacağı çalışmalarına titizlikle devam olunacaktır” diye yazmışız. Yalnız, dünyada nükleer elektrik üretimi ilk 1954’de Moskova’da başlamıştı. O yıllarda dünyada yaygın nükleer santrallar yokken, biz hükümet programımıza yazmışız. Zaten kalkınmacı bir hükümet olarak gelmişiz ve, “Keban’ı yapacağız, Köprü’yü yapacağız, televizyonu getireceğiz ve nükleer enerji de yapacağız” diyoruz. Yalnız, nasıl yapılacağı hakkında çok fazla bilgimiz yok, ancak programa öyle yazmışız.
Ondan sonra araya başka hükümetler giriyor, şu oluyor, bu oluyor, çeşitli siyasi gelişmeler var, ancak biz bu konuyu ilerletmişiz ve yer seçimini de yapmışız. 1975’deki hükümete geliyoruz, 10 sene sonraki hükümet ve 06.04.1975 tarihli hükümet programında, “Nükleer santralların inşaatına önem ve hız verilecektir” diyoruz, santralın yeri de hazır. 1977 koalisyon hükümetine geliyoruz (27.07.1977), “İçinde bulunduğumuz yılda, nükleer santralın ihale ve inşa işlemine başlayabileceğimizi ümit ediyoruz” diye programa yazmışız.
Ancak, ne oluyor? Yukarıda açıkladığımız, bizim yaptığımız çalışmaların hiçbiri neticelenmiyor. Çünkü, başka hükümetler geliyor, askeri ihtilâl geliyor, bir yerde kalıyor. Biz 1991’de tekrar geliyoruz, bu defa yeni baştan bu işi canlandırıyoruz ve bu canlandırma işi 7-8 sene devam ediyor. İspanya ile bir anlaşma yapılıp, müşavir-mühendis firma tutuluyor, birçok firmalardan teklifler alınıyor, tekliflerin değerlendirme zamanı geliyor, karar verilemiyor, uzatılıyor. Ben de boyuna sıkıştırıyorum, bir sonuca bağlamalarını söylüyorum. Ben Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonra, 25 Temmuz 2000’de Sayın Ecevit çıkıyor ve, “Bu geriye bırakılmıştır” diyor.
Şimdi, hükümet yeniden böyle bir şeyi canlandırmak istiyor. Tabii, böyle bir şeye finansman bulacak, teknoloji bulacak, ondan sonra böyle bir şeyi canlandırabilirse, Türkiye de bir nükleer santral yapılmış olur.
Hatta son zaman da bize Romanyalılar da geldiler. Romanya’nın Tuna ağzında Dobruca’da beş üniteli santralı var. Gelin bunun birini siz tamamlayın, kullanın diye teklifleri de vardı.
İçimde bir ukdedir. Hemen hemen her başladığımız şeyi yaptık, iki şeyi yapamadık. Bir tanesi, İstanbul-Ankara arasındaki hızlı tren, hızlandırılmış tren değil hızlı, ulaşımı 2.5 saate indirecek, katar sayısını da günde 195’e çıkaracak. Bir tanesi de bu nükleer santraldır, yapamadık.
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım izninizle burada biraz özel bir sorum olacak. Siz barajların yapımına büyük hizmet verdiniz. Büyük Atatürk’ün istediği kaskat hidroelektrik santralları kurdunuz. En büyük kaskatımız Fırat üzerinde, onun da en büyük halkası Büyük Atatürk’ün bu isteğini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı diye adlandırıldı. Bu isim, milletimizin örf ve adetlerine uygun biçimde yöneticilerimizin kadirşinaslığının da bir göstergesidir.
Sizin üniversitede dahil, çeşitli okullarda adınız var, ama Türkiye’nin elektriklenmesinde en büyük hizmeti yapmış bir devlet büyüğümüz olmanıza rağmen, hiçbir santralda şu ana kadar isminiz yok. Tabii ki, böyle bir şeyi sizden sonrakilerin düşünmesi gerekiyor. Büyük Atatürk’ten başka, barajlara ismi verilmiş insanlarımız da oldu.
Benim içimden geçen, bir büyük santrala da sizin adınızın verilmesi. Bu ülkeyi elektriğe kavuşturan devlet büyüğümüz olmanız nedeniyle, ben Cumhurbaşkanı sıfatınız yerine bile, yazılarımda Çankaya’nın Enerji Duayeni diyorum. Elektriğe damgasını vuran, başbakan ve Cumhurbaşkanı sizsiniz. Adınız mutlaka bir santrala verilmeli de, ben sizin tercihiniz öğrenebilir miyim? Gelecekte böyle bir şey olsa, içinizden geçen bir hidroelektrik santral mı olur, yoksa bir nükleer santral mı?
Demirel: Evet, tabii ki düşünebilirsiniz, ama bu benim umurumda olan bir şey değil. Benim adımı taşıyan okullar var, üniversite var. Öyle bir şey yapılmasından memnun olurum, ama çok da umurumda değil. Öyle bir şey lazım da değil, şart da değil, ama yapılmasından memnun olurum.
Ültanır: Türkiye’nin elektrifikasyonuna bu kadar hizmet verdiğiniz için, milletimizin kadirşinaslığına uygun biçimde onu yöneticilerimizin düşünmesi gerekir. Düşünülür mü, düşünülmez mi, ne zaman düşünülür, elbette o belli değil, zaten tarih de sizin enerji duayenliğinizi tasdik edecek.
Efendim, izninizle nükleer santral yatırımı ile ilgili bir sorum daha olacak. Şimdiye kadar yapılmış dört girişim var, gerçi ilki inceleme şeklinde, diğer üçünde teklifler toplanmış. Bu girişimler de nükleer santralı yapacak olan hep devletti. Yatırımın finansmanı ikili anlaşmalara dayandırılacaktı. Bugünkü liberal ortamda, özel sektörü bu işe sokarak nükleer santral yapılabilir mi, bu konuda ne dersiniz? Şu anda görev başında olsanız, böyle bir modeli destekler miydiniz?
Demirel: Bugünkü ortamda Türkiye, daha su santrallarını bile özel sektöre yaptırtmıyor.
Ültanır: Ancak, bu bir eksiklik değil mi?
Demirel: Eksiklik. Yani yapılsın, iyi olur falan desem bile, Türkiye’de bürokrasiyi aşmak mümkün olmaz.
Ültanır: Sayın Cumhurbaşkanım, nükleer santralı kurulmasının enerji üretimi dışında Türkiye’ye sağlayacakları konusunda ne dersiniz?
Demirel: Biz daha başlangıçta buharın 50 sene gerisinde kaldık. Türkiye telefonun 50 sene kadar, elektriğin de 50 sene kadar gerisinde kaldı. Onun için bu geride kalmanın acılarını Cumhuriyet kapatmaya çalışıyor, hâlâ da birçoğunu kapatamadık. Bu defa da atomun gerisinde kaldık. Nükleer gücün kullanılmasında geç kaldık, ama sadece elektrik meselesi değildir. Mesele, Türkiye’nin nükleer teknolojiyi öğrenmesiydi. Maalesef nükleer teknoloji bugün Pakistan’da, Hindistan’da, İsrail’de, hatta İran’da bizden çok daha ileride kullanılıyor. Biz bunun çok gerisinde kaldık. Yani bir tane santral yapılabilirse, Türkiye için büyük bahtiyarlık olur.
Ültanır: Efendim, yaptığınız açıklamalara teşekkür ediyorum.