• Birleşmiş Milletler 1947 yılında 600 bin Yahudi’nin yaşadığı ve aşağı yukarı 1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı bu toprakları yüzde 56’sı İsraillilere, yüzde 44’ü Araplara ait olmak üzere böldüler. 1948’de de Yahudiler burayı evvela yurt edindiler, sonra da devlet ilân ettiler. Devlet ilân edilir edilmez, Arap ülkelerinin hepsi bir araya geldi, İsrail’e hücum ettiler, fakat İsrail bunları püskürttü. Şimdi 1948’de başlayan bu savaş devam ediyor. 1956’daki 1967’deki, 1973’deki savaşlar ve 2006’daki, 2009’daki kanlı hadiseler, hep o ilk savaşın devamı.
• Bir tarafta, Müslüman toprağında Yahudi Devleti’ne yer yok diyen Filistinliler, öbür tarafta da gidecek yeri olmayan Yahudiler. Tanıma karşılığında toprak anlaşmanın ruhu idi. Biz Mitchell Komisyonu raporunda dedik ki, “Barış istiyorsanız, burada barış ancak bir şekilde olabilir. İsrailliler ve Filistinliler kendi kaderlerinin müşterek olduğunu anlarlarsa, bir arada yaşamaya razı olurlarsa, işbirliği yaparlarsa barış olur. Birbirlerini reddettikleri sürece barış olmaz. Öyleyse yapılacak iş, bunları birbirlerini kabul edecek noktaya getirmektir”. O raporun bu tavsiyesi halen geçerlidir.
Ültanır: Efendim, 2008’i tamamlarken Gazze’de, Hamas ateşkesin bittiğini söyledi ve 24 Aralık’ta İsrail’e bir saldırıda bulundu. Bildiğiniz gibi, İsrail orantısız güç kullanımıyla Hamas’ın bulunduğu Gazze’yi havadan ve karadan uzunca bir bombardımana tuttuktan sonra, bir de kara harekâtı düzenledi. Gazze 25 gün boyunca yakılıp yıkıldı, 17-18 Ocak’ta İsrail ile Hamas arasında yeni bir ateşkes dönemi başladı. Ne kadar kalıcıdır bilinmez!
Siz geçmişte ABD Senatörü George Mitchell Başkanlığı’nda oluşturulan Komisyonun üyesiydiniz.(1) Komisyon olarak, İsrail-Filistin arasında şiddetin nasıl önlenebileceğini araştırmış, bir de rapor hazırlamıştınız. Şimdi, Gazze olayını genel boyutlarıyla ve Türkiye’ye yansımalarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?
Demirel: Gazze olayı aslında Filistin olayının bir parçası, daha doğrusu Gazze olayını tek başına mütalâa etmek mümkün değil. En başta şöyle diyelim, Gazze’de meydana gelen savaş asimetrik bir savaştır. Bir tarafta sivil güçler ve sivil halk, bir tarafta da ağır silahlarla teçhiz edilmiş muntazam bir ordu vardır. Böyle bir savaş aslında pek vaki olan bir olay değil. Genellikle bilinen hadise, savaşlar muntazam ordular arasında yapılan bir iştir. İç savaşlar ise tamamen ayrı şeydir. Bu iç savaş da değil, savaş da değil, asimetrik bir kavga diyebiliriz. Daha doğrusu, şöyle tanımlayabiliriz; bir tarafta ağır silahlarla mücehhez muntazam ordunun, öbür tarafta da silahlı sivillerden müteşekkil bir Hamas örgütünün ve halkın bulunduğu bir olay.
Cereyan eden olaylar gerçekten insanlık için fevkalâde üzücüdür. Çocukların, kadınların, sivillerin hayatını kaybetmesi, korumasız kimselerin hayatını kaybetmesi, bütün insanlığın dikkatini çekmiştir. Bu hadise, aşağı yukarı 1500’e yakın insanın ölmesine sebep olmuştur, acı bir olaydır, bundan derin üzüntü duyduğumuzu ifade etmeliyim. Hem kendi adımıza üzüntü duyuyoruz hem de insanlık adına üzüntü duyuyoruz. Umalım ki, böyle şeyler tekrarlanmasın.
Şimdi niye böyle bir hadiseyle karşı karşıya kalınmıştır? Bir olay var, bu asrın olayıdır. Filistin topraklarında bir devlet kurulması. İkinci Dünya savaşı sonrasında Filistin’in taksimi ile başlayan bir olayla karşı karşıyayız. Birleşmiş Milletler, 1947 yılında 600 bin Yahudi’nin yaşadığı ve aşağı yukarı 1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı bu toprakları yüzde 56’sı İsraillilere, yüzde 44’ü Araplara ait olmak üzere böldüler.
Aslında hadise 1917 yılında başlar. 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, Musevi asıllı meşhur banker Lord Rothschild’e bir mektup yazdı ve dedi ki, “Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesini düşünüyoruz”. Başlangıçta bir devlet kurulma hadisesi yoktur. Olayın 1917’den daha öncesi de var. Siyonizm, aslında Teodor Hertz’in 1892’lerde Avusturya’da yapmış olduğu bir hareketle başlar ve yavaş yavaş gelişir, Osmanlı Devleti’nden Filistin’de toprak satın almak istemeye kadar uzanır. Yahudiler, 19’uncu yüzyılın sonuna doğru kendilerine yurt aramaktadırlar. Bu yurt arayışları, neticede 1917’de Filistin’de İngilizlerin kendilerine yurt vaadi ile bir noktaya gelir. Sonra 1922’de Churchill der ki, “Yahudilerin burada yurt edinmesini destekliyoruz, yalnız orada bulunan diğer kavimleri rahatsız etmemek kaydıyla”. Yahudilerin Filistin’de yurt edinmelerinin orada bulunan kavimleri rahatsız edeceği, daha o zamanlar görülmüştür.
İkinci Dünya savaşı sonrasında bu gelişmeler nereye vardı? Tabii bu arada Filistin’e Yahudi göçü oldu. Bilhassa Yahudilerin Almanya’da karşılaştıkları holokost’tan(2) (soykırımdan) sonra bütün dünyada kendilerine bir sempati oldu. Birleşmiş Milletler 1947’de, kuruluşundan iki sene sonra, bu gelişmenin neticesinde Filistin’i ikiye bölerek, az önce de belirttiğim gibi, toprakların yüzde 56’sını bunlara vermeyi kabul etti. 1948’de de Yahudiler burayı evvela yurt edindiler, sonra da devlet ilân ettiler. Devlet ilân edilir edilmez, Arap ülkelerinin hepsi bir araya geldi, İsrail’e hücum ettiler, fakat İsrail bunları püskürttü. Şimdi 1948’de başlayan bu savaş devam ediyor.
Sonra 1956’da savaş oldu, 1967’de savaş oldu, 1973’de savaş oldu ve daha sonra 2006’da ve 2009’da gene kanlı hadiseler oldu. Ama buradaki en mühim hadise, 1967 olayıdır. 1967’de İsrail Sina Yarımadası’nı, Gazze’yi ve Batı Şeria’yı hepsini işgal etti. 1967 öncesindeki sınırlarının dışına, yani Birleşmiş Milletler’in çizdiği sınırların dışına çıktı, buraları istila etti. Bundan sonra 1973 savaşı oldu, ama Araplar buraları geri alamadılar. Daha sonraki zamanda 1978-1979’da Mısır’la ve Ürdün’le anlaştılar, anlaşma suretiyle Sina’yı terk ettiler, anlaşma suretiyle Şeria’nın bir kısmını terk ettiler. Ama diğer topraklar İsrail’in elinde kaldı, 1980’li yılların sonuna doğru intifada (intifadah) hadiseleri, yani halkın İsrail’i taşlaması suretiyle başlayan hadiseler, neticede bir barış arayışına götürdü.
Demirel’in röportajının yer aldığı EkoENERJİ’nin 25 sayısının sayfaları (s. 13-16)
Ancak 1964’de Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)-“Palestine Liberation Organization (PLO)” kurulmuştu, bunun başında da Arafat (Yasser Arafat) vardı. PLO savaşa girdi, savaşta da farklı bir değişim olmadı. 1988’den sonra araştırmalar yapıldı, acaba barış imkânları bulunabilir mi? Yalnız PLO Filistin’in dışındaydı, evvela Lübnan’daydı, Lübnan’dan çıkarıldı Tunus’a gitti. PLO Tunus’ta iken çalışmalar yapıldı. Madrid Konferansı tertiplendi ve daha sonra Oslo’da anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma, 1994’te ABD’de imzalandı. Taraflar birbirini tanıdı. Anlaşma şudur:
İsrail 1967 öncesi sınırlarına çekilecek (Land for Peace). PLO da İsrail’i tanıyacak. Yani bir tarafta recognition (tanıma) olacak, bir tarafta arazi verilecek. PLO’nun tüzüğünde, “Müslüman topraklarında Yahudi Devleti’ne yer yoktur” yazılı. 1990 sonrasında, PLO bunu tüzüğünden çıkardı ve Filistin’de bir devlet kurulacak, İsrail Devleti ile Arapların Filistin Devleti yan yana yaşayacaklar. 1967 sınırları dahilinde toprak meselesini, diğer meselelerini, kendi aralarında halledeceklerdi.
2000 Temmuz’unda Camp David’te anlaşmaya çok yaklaşıldı ama sonunda, Arafat bir tarafta, Barak (Ehud Barak) öbür tarafta idi ve anlaşamadılar. Sonra Şaron (Ariel Şaron) mukaddes duvarı ziyaret etti, ondan sonra tekrar intifada hadisesi başladı. Yeniden burası karıştı.
Biz de Birleşmiş Milletler’in bir komisyonu olarak (Mitchell Komisyonu) bu işin içine girdik. “Acaba burada barış nasıl tesis edilir?” diye bir komisyon meydana geldi.(3)
Ültanır: Mitchell Komisyonu halen geçerliliğini koruyor mu?
Demirel: Hayır, raporunu yazdı, verdi ve işini bitirdi. Bizim raporumuzda söylediğimiz şey şuydu: Bir tarafta PLO’nun tüzüğünde Müslüman topraklarında Yahudi Devleti’ne yer yoktur yazıyor, öbür tarafta da Yahudilerin gidecek yeri yok, “Biz buradan gitmeyiz” diyorlar. Böyle bir durum karşısında “Bizi tanıyın” diyorlar. Şimdi tanıma karşılığında toprak, anlaşmanın ruhu idi.
Biz dedik ki, “Barış istiyorsanız, burada barış ancak bir şekilde olabilir. İsrailliler ve Filistinliler kendi kaderlerini müşterek olduğunu anlarlarsa, bir arada yaşamaya razı olurlarsa, işbirliği yaparlarsa barış olur. Birbirlerini reddettikleri sürece burada barış olmaz. Öyleyse yapacağınız iş, bunları birbirlerini kabul edecek noktaya getirin”. O raporun bu tavsiyesi halen geçerlidir. Başkan Clinton’un kurduğu bu komisyonun raporu Birleşmiş Milletlere de Amerikan Hariciyesi ’ne de verildi.
Sonra 2002’de Beyrut’ta Arap Devletleri bir araya geldiler, karşılığında toprak olmak şartıyla tanımayı kabul ettiler. Fakat bunlar yürümedi. PLO içinde de iki grup vardı, El-Fetih Grubu ve Hamas Grubu. Fetih Grubunun başında hep Arafat oldu. Arafat ölünce, onun başına Abbas geçti. Bu defa Hamas grubu başkaldırdı. Hamas grubu baş kaldırınca, Gazze’ye hâkim oldu.
Şimdi, Filistin bir bütün olması lâzım gelirken, Filistinliler ikiye bölündü. Hamas Grubu kesinlikle “Müslüman topraklarında Yahudi Devleti olmaz” diyor. İran da aynı şeyi söylüyor. Yani Hamas olayı, Gazze olayı, tek başına bir olay değil. Böyle bir tarihi gelişime dayalı bir olay.
Ateş kesiyorlar. Sonra Hamas, “Ateşkesi kaldırdım” diyor. Daha çok İran menşeli Gazze’ye intikal etmiş silahları, füzeleri kullanıyor. Şimdi bu savaş, böyle başlamış bir savaştır. Yahudiler çok ağır bir şekilde hadisenin üstüne vardılar ve kanlı olaylar oldu.
Hamas’ın kan dökülmesinden şikâyeti yok. Çünkü Hamas, daha çok ezilmiş, zarar görmüş, zulme uğramış imajını kazanmak istiyor. Zaten, “Kan ne güne lâzım? Bana vatan lâzım, toprak lâzım” diyor. Yani, “Ben ölürüm, bu Yahudi’yi burada barındırtmam” diyor. Zaman zaman bu çeşit hadiseler oluyorsa, Hamas’ın burada ölmekten şikâyeti yok. Ölmekten şikâyeti yok, ama tabii ki dünya ölenlere acıyor, hep acıyoruz. Kan dökülmesi hoş değildir. Kan dökülmesini hiçbir şekilde tasvip etmeyiz.
Ancak, bu kan dökülmesinin altında yatan asimetride anlaşılmaz işler var. Neticede burada barış isteniyorsa, barış çok önemli bir hadise. Barış istenmiyorsa bu savaş devam eder, zaten 100’üncü yılına geliyor bu iş. Yani 1917’den 2017’e 100’üncü yılına doğru uzanıyor. Barış isteniyorsa, bu insanların birbirini kabul etmesi lâzım.
(1) Mitchell Komisyonu: 17 Ekim 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği 1322 sayılı kararla, çatışmaların engellenmesi ve meydana gelen trajik olayların çabuk ve objektif bir şekilde araştırılması amacıyla bir mekanizmanın kurulması öngörülmüştü. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Ürdün Kralı II. Abdullah ve AB Ortak Dış ve Savunma Politikası Temsilcisi Javier Solana’nın katılımıyla Mısır Şarm El-Şeyh zirvesinde uluslararası bir araştırma komisyonu kurulması desteklenmiştir. Bu amaçla, Kasım 2000’de ABD Senatörü George Mitchell Başkanlığı’nda oluşturulmuş ve üyeleri; Türkiye’den 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, AB’den Javier Solana, Norveç’ten Eski Dışişleri Bakanı Thorbjørn Jagland, Amerikalı devlet adamı ve dış politika araştırıcısı Peter W. Rodman olan beş kişilik komisyon.
(2) Latince Holókauston’dan gelen Holokost, Nazi Soykırımı veya Yahudi Soykırımı anlamında kullanılan kelime.
(3) George Mitchell, Başkan Obama tarafından Ortadoğu Özel Temsilcisi olarak atanmıştı.